• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

8. Kanun-İ Esasi’deki 1909 Değişiklikleri

Meşrutiyetin ilanı ile birlikte bütün ülkede esen özgürlük havasının ilk somut sonuçları grev dalgası ve kadın hareketlerinin başlaması olmuştur. Başta Halide Edip (ADIVAR) hanım olmak üzere basında kadın hak ve özgürlüklerinin savunusunu yapan yazılar çıkmış, bu arada o güne kadar görülmeyen kadın- erkek birlikte alışverişe çıkma gibi eğilimler artmıştır. (Çavdar, 1999 : 101-102).

8.1. Yasamayla İlgili Değişiklikler

Meclis-i Mebusan ve Heyet-i Ayanın kuruluşunda önemli bir değişiklik olmamıştır. Ancak yasama yetkisinin kullanılmasında önemli değişiklikler yapılmıştır. Bir kere kanun teklif etmek için padişahın iznini alma şartı kaldırılmıştır. İkinci olarak kanun tekliflerinin ilk önce Şura-yı Devlette görüşülmeleri şartı ilga edilmiştir. Üçüncü olarak Kanun-i Esasi’nin ilk şeklinde olan padişahın mutlak veto yetkisi, 1909 değişikliği ile “geciktirici ve zorlaştırıcı veto yetkisi”ne

dönüştürülmüştür. Meclis-i Umumi padişahın veto ettiği kanunları üçte iki çoğunluğuyla kabul ederse padişah kanunu tasdik etmek zorunda kalmaktadır (Gözler, 2008: 22). Böylece Kanun-i Esasi’nin ilk halinde (1876), yürütmenin bir ayağı olan padişahın güçlü yapısı bir nebze de olsa kırılmış oldu.

Öte yandan Kanun- Esasi’nin getirdiği modern yönetim anlayışının uzantısı olan “müsavat” yasalar önünde eşitliğin yanı sıra, Meşrutiyet’in sunduğu “fırsat eşitliği” nin de güvencesidir. Özellikle kamu görevlerine erişebilirlikte eşitlik, İsmail Cezmi’nin Malumat- ı Ahlakıye ve Medeniye Dersleri’nde “Sen de evladım şimdi çalışırsan bir nazır olarak hizmet edebilirsin” şeklinde özetlenir. Eşitlik boyutu, haklarda eşit bir vatandaşlar topluluğunun inşasında önemli bir unsur olarak ortaya çıkarken, onları kanunlara itaat, askerlik yapmak ve vergi vermek olarak tanımlanan vatandaşlık görevlerinde de eşitler (Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce,2009 :174). Üzerinde durulan “eşitlik” ilkesi ilerde Atatürk’ün altı temel ilkesinden biri olan Halkçılığın da ana unsuru olacaktır.

8.2. Yürütmeyle İlgili Değişiklikler

1876 Kanun-i Esasi’nin ilk şeklindeki padişahın görev ve yetkileri, 1909 değişikliğinde de esas itibarıyla korunmuştur (m.7). Ancak artık padişahın bu yetkilerini sadrazam ve ilgili vekilin karşı-imzasıyla kullanabilir. 1909 değişiklikleriyle padişahın 113. maddede öngörülen “sürgüne gönderme” yetkisi kaldırılmış, 35. maddede öngörülen “fesih hakkı” da kullanılamaz hale getirilmiştir. Diğer yandan, padişahın milletlerarası antlaşma “akdetme” yetkisi Meclis-i Umumi’nin tasdiki şartlarına bağlanmıştır (Gözler, 2008: 22-23).

Heyet-i Vükela’nın kuruluş tarzı tamamen değiştirilmiştir. 1909 değişikliğine göre, sadrazam padişah tarafından atanacak, diğer vekiller ise sadrazam tarafından seçilecektir (m.29). Hükümetin kuruluş şemasının parlamenter sisteme tam anlamıyla uygun olduğunu söyleyebiliriz. 1909 değişiklikleri ile Heyet-i Vükela’nın padişaha karşı değil, Meclis-i Mebusan’a karşı sorumlu olduğu esası kabul edilmiştir (m.30). 1909 değişikliği bakanların kolektif ve bireysel sorumluluklarını açıkça kabul

etmektedir (m.30). Meclis-i Mebusan Heyet-i Vükela’yı güvensizlik oyuyla düşürebilecektir (m.35) (Gözler, 2008: 23).

8.3. Diğer Değişiklikler

Kanun-i Esasi’nin 114. maddesinde yer alan “ Osmanlı efradının kaffesince tahsil-i maarifin birinci mertebesi mecburi” olması hükmü, ilköğretim çocuğunun toplumsallaşma sürecindeki önemini artırır. Bu bağlamda 1908 sonrasında müfredat programlarında yapılan değişiklikler, devletin özellikle geleceğin vatandaşlarına yönelik toplumsal mühendislik kaygıları çerçevesinde anlam kazanır. Cumhuriyet dönemi boyunca ilk ve ortaöğretimin vazgeçilmez dersi Yurttaşlık bilgisi, malumat-ı Medeniye ve Ahlakiye ve İktisadiye adıyla II. Meşrutiyet’in hemen ertesinde okullarda bağımsız bir ders olarak okutulmaya başlanır. (Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 2009 :168). Serbes-i edyan ünitesinde Jön Türk kitap yazarları, dinin bir “şer aleti” olarak kullanımı olasılığına dikkat çekerek , Tanrı ile birey arasındaki ilişkilerin “beşeri muamelat” üzerinde hiçbir biçimde etkili olmaması ve tümüyle özel alanın içinde kalması gerekliliğini savunurlar. Bu arada kitapların tümünde meşrutiyet olara kullanılan, Meşrutiyet kurum ve değerlerinin İslamiyet’e uygun olduğu vurgusu yazarlar açısından bir çelişki oluşturmaz. (Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 2009 :173-174).

9. Değerlendirme

Toplumsal açıdan bakıldığında Genç Osmanlılar, padişaha meşrutiyeti kabul ettirdikleri anda, iktidara gelme olanağına sahip olmuşlardı. “Emir vermek ve devlet idare etmek üzere yetiştirilmiş yönetici bir seçkin zümre” ye mensuptular. Jön Türkler, Genç Osmanlılarla aynı toplumsal değerleri paylaşmakla birlikte, toplumda, aynı yere sahip değillerdir. Genç Osmanlılar, devlet kurumunun mensupları ve ürünleri olmalarına karşılık, Jön Türkler yeni kurulan okullardaki müderrisler, Batı hukuku okuyan avukatlar, gazeteciler, küçük memurlar, bürokratlar ve Batı anlayışına uygun harp okullarındaki ikinci derecedeki görevliler gibi yeni yeni oluşan meslek gruplarına mensuptular. Bunların çoğu devlet okullarına gitmiş ancak

öğrenimini tamamlayamamıştı. İyi öğrenim görmüş olanların ise devlet yönetiminde deneyimleri yoktu (Ahmad,1995:34).

Meclis-i Mebusan’ın kapatılması ve Abdülhamit’in otuz üç yıl süren yönetimi, yeni doğmuş ve emeklemekte olan parlamento geleneğimiz için derin ve uzun süren bir kopuş getirdi. Doğan Jön Türk muhalefetinin 1908’den sonra getirdiği yeni parlamento ise İttihat ve Terakki egemenliği ile Enver, Tal’at ve Cemal Paşalar triumviralığı ile son buldu. II. Meşrutiyet Meclisi-i Mebusan’ından sağlıklı bir yasamanın ve parlamenter sistemin gelişmesini daha uzak bir geleceğe doğru itti (İnalcık ve Seyitdanlıoğlu, 2006: 283).

1909 değişiklikleriyle artık Osmanlı rejimi bir “meşruti (sınırlı, anayasal) monarşi haline gelmiştir. Böyle bir sistem esas itibariyle demokratiktir. Böyle bir sistemde yasama yetkisi halkın temsilcilerinden oluşan yasama organı; yürütme yetkisi ise esas itibariyle yasamanın güvenine dayanan hükümet tarafından kullanılır. Padişahın gerek yasama gerek yürütme alanındaki yetkiler semboliktir. (Gözler, 2008: 22). Yapılan düzenlemeler ve atılan adımlar, ilerde kurulacak olan Yeni Türk Devleti’nin de temel taşlarını oluşturacaktır.

1911’e kadar süren sıkıyönetim idaresine rağmen “Ahali Fırkası”, Heyet-i Müttefemayı Osmaniye” , “Mutedil Liberaller” gibi partiler kuruldu. Fakat İttihat ve Terakki’nin egemenliğini sarsan ilk ciddi parti “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” oldu. İsmail Hakkı Paşa’nın yönetimindeki partide Damat Ferit Paşa da bulunuyordu (Aybars, 2006:31-32). Türkiye’deki ilk sosyalist örgütlenme de yine bu sırada gerçekleşti. Hüseyin Hilmi’nin yönetiminde “Osmanlı Sosyalist Partisi” kuruldu. Tabanı olamamakla beraber “iştirak” adlı bir gazete çıkararak mücadeleye katıldı.

İttihat ve Terakki’nin diktatörlüğü ile sonuçlanan II. Meşrutiyet’in birkaç yıllık özgürlük dönemi, o tarihte ülkenin tanımadığı bir tartışma ortamı getirdi. Dergi, kitap, gazete yayınının bağımsızlığı ile modern devlet, din, milliyet, özgürlük, ekonomi, hatta sosyalist düşünce kolayca tartışıldı. Bu kadar geniş özgürlük beraberinde anarşik ortamı da getirdi. Batılı fikirlerle beraber, problemler ve

demokratik deneyimin de kapısı açıldı (Aybars, 2006:32). Bu özgürlük ortamında düşünen beyinler, gerek Avrupa’yla ilgili okudukları yayınlar gerekse eleştirel düşünme sistemi ile sistemi sorgulamaya, halkın yönetimde daha çok söz sahibi olması gerektiğini dile getiren yazılar yazdılar, fikirler beyan ettiler. Bunda hiç şüphe yok ki, Fransız İhtilalı’nın ve daha önce yapılan yenilik hareketlerinin etkisi ile oluşan aydınların büyük etkisi olacaktı. Daha sonra bu etki Cumhuriyet Türkiye’sine de taşınarak, Avrupa örnek alınarak yapılan Atatürk İnkılapları’nın daha çabuk benimsenmesini sağlayacaktı. Bu geçiş dönemi ve Osmanlı’dan alınan Batılılaşma mirasına III. Bölümde değinilecektir.

III. BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NDEN CUMHURİYET’E DEVREDEN

YÖNETİM MİRASI

Osmanlı Devleti’nde başlayan Batılılaşma hareketleri çok düzenli bir seyir izlemede de bir silsile halinde devam etmiştir. Bunun yanı sıra dış dünyada da gelişmeler yaşanmıştır. Avrupa’da Rönesans, Reform ve Aydınlanma çağı ile başlayan uyanış, Fransız İhtilalı ile daha da sıçrayan bir ivme kazanmıştır. Tüm dünyayı eşitlik, adalet, anayasa, insan hakları gibi kavramlar kuşatırken Osmanlı Devleti’nin tüm bunlara kayıtsız kalması olanaksızdı. Daha önce başlayan yenilik hareketleri çerçevesinde medreseler yerine modern okullarda yetişen hatta yurtdışında eğitim gören gençlerin dış dünyada olan değişimleri ülkelerine tatbik etmek istemeleri çok doğaldı ki, meyvelerini Meşrutiyet olarak vermişti. Daha sonraki süreçte de Meşrutiyet’ten miras kalan bu aydınlar tecrübeleri ile Cumhuriyet Türkiye’sinin şekillenmesinde de aktif rol oynayacaklardır. Özellikle İnkılapların halka benimsetilmesi noktasında esas taşlarından birini oluşturacaklardır. Bazen de Osmanlı Devleti’nde atılmamış adımlar cesaretle atılarak, devletin Batılılaşma süreci devam ettirilecektir. İşte bu bölümde Osmanlı’dan Cumhuriyete devreden miras ortaya koyulacaktır. Erken Cumhuriyet dönemi 1938’e kadar ele alınıp, konumuz yönetim üzerine olduğu için diğer alanlara yeri geldikçe kısaca değinilecektir.