• Sonuç bulunamadı

1.2 Kurumsal Ekotipler

2.1.2 Kamular

Halkla ilişkiler terminolojisi içinde belki de tanımlanması en zor kavramlardan birisi “kamu” kavramıdır. İngilizce “public” olan kavram bu anlamda “kamu” olarak Türkçeleştirilmiştir. Kamunun halkla ilişkiler için anlamı kamuya ait olan bir ifade taşımaz. Temel olarak kamuoyu yaklaşımlarında ki “kamu” anlayışına benzerlik taşımaktadır. Bu nedenle kamunun anlaşılabilmesi için kamuoyu, siyaset bilimi literatürüne hızlı bir bakış doğru olacaktır.

Kamuoyunun demokratik sistem yaklaşımıyla iki kategoride sınıflandırılarak tanımlandığı görülür (Pieczka, 2002: 110). Bunlardan biri Rousseau’nun “ortak irade” tanımına benzer bir yaklaşımdır. Yani kamuoyu, ortak anlamların, ortak fikirlerin yüklenildiği bir olgudur. Diğer bakış açısı kanaatleri merkeze alır. Buna göre çoğunluk fikirleri kamuoyudur; ortak irade ise çoğunluğun iradesidir (Herbst, 1993: 49; Katz vd., 1954: 50). Ortak irade bakış açısı üzerinden temellenen kamuoyu yaklaşımları, sosyal yapının kültürel ve dinsel faktörler aracılığı ile hızlı bir şekilde dönüştüğü bir dönemde, devletin en iyi nasıl yönetileceği sorusunu merkeze alan çalışmalardır. Belki de bu nedenle günümüz kamuoyu araştırmalarında, kamusal alanın yükselişi sıklıkla tartışma konusu olur (Pieczka, 2002: 110) ve sonuç olarak kamuoyunun toplumsal kurumlar üzerindeki etkisinin ne olacağı üzerinde

teoriler üretilir. Post kapitalizmin enstrümanları olan küreselleşme ve neoliberalizmin hakim paradigma olmasıyla etik, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi felsefelerin yerleşmesi ve kurumların demokratikleşmesi ya da demokratikleşme girişimleri bu süreçte halkla ilişkilerin rolünün ne olduğu ya da ne olacağı konusunda siyaset biliminden, özellikle kamuoyu ekseninde, iletişim bilimlerine köprü kurmuştur. Konu, kamunun halkla ilişkiler için ne ifade ettiğine odaklanır ve halkla ilişkilerde kamunun aslında kamuoyundaki kamu olduğu gerçeğini yalın olarak ortaya çıkarır.

Kamuoyu tarihsel gelişiminde iktidarı etkileyen bir “oy” ya da “fikir” gücüne sahip insan grubudur. Kaldı ki demokrasilerde ki gücünün kaynağı budur. Bu yaklaşım açıkça “oy” hakkı bulunmayan kişileri kamuoyunun dışında bırakır. Bu nokta halkla ilişkilerde kamu tanımlaması için kritiktir. Çünkü ancak etki gücü olan grubun ya da bireyin kamu kabul edilebileceği gerçeğini karşımıza çıkarır. Dolayısıyla kamu, paydaş betimlemesinden farklı olarak, konu anında ortaya çıkan, tutumlarıyla ve kararlarıyla örgütü etkileyecek güce sahip gruptur.

Kamular henüz harekete geçmemiş gruplarda oluşabilirler. Burada belirleyici olan harekete geçmiş olmaları değil ama harekete geçtiklerinde örgütü etkileyecek olmalarıdır. Kamular konuyu çözmek için fikir ayrılıkları yaşayabilirler, fikirlerini değerlendirmek üzere bir araya gelebilirler; gizli değil, açıktırlar (Blumer, 1946: 45-50). Dolayısıyla kamunun fikri de gizli ya da okunması zor değildir. Açık bir şekilde bellidir. Dewey’e göre kamu ve demokrasi ilişkisinde iletişimin rolü, büyük toplumların varlığı için hayatidir (Dewey, 1927: 142):

“Demokrasilerde kamu aktif olmalıdır ve kamu meseleleri ile ilgilenmelidir. Yerel topluluklar kamular oluşturarak büyük topluluklara dönüşmelidir. İletişim ise kamunun belirleyicisidir. İletişim olmadan kamu formundan yoksun ve gölgede kalır. Çünkü büyük topluma geçilmeden kamu yarım kalır. Büyük toplumları da ancak iletişim ortaya çıkarır”.

Görüldüğü gibi Dewey’in yaklaşımında demokrasinin sağlıklı bir şekilde işletilebilmesi kamuların varlığı ile ilişkilendirilmiştir. Bu yönüyle yaklaşım, halkla ilişkiler teorilerine de ilhan kaynağı sunar; örgütlerin demokratikleşmesi, şeffaflaşması için kamuların varlığı zorunludur. Grunig ve Repper (1992: 125) kamuların benzersiz rolünü şu şekilde tarif eder:

“Örgütsel kararlardan etkilenen ya da kararlarıyla örgütü etkileyen herkes paydaştır. [...] Paydaşlar farkındalık geliştirdiklerinde ve harekete geçtiklerinde ise kamu olarak tanımlanırlar. Kamu olarak ortaya çıkan paydaşlar örgütsel davranışın sonuçlarında sorun gördüklerinde organize olurlar ve bir şeyler yapmak için harekete geçerler”.

Hallahan (2000: 501), halkla ilişkilerin kamu yaklaşımında kamunun orijinal şekliyle açıklanmadığını bunun bir eksiklik olduğunu söylemektedir. Birçok halkla ilişkiler

çalışmasında kamu kavramı gelişigüzel bir şekilde, örgütsel mesajların hedeflendiği gruplar olarak ya da pazar segmantasyonu gibi kategorilendirmelerde spesifik grupları tanımlarken kullanılmaktadır. Daha sofistike görülen bazı tanımlarda ise ortak deneyimler, semboller ve değerler etrafında bir araya gelmiş kişiler; örgütsel aksiyon ve mesajlara benzer tepkiler veren gruplar şeklinde tanımlanmaktadır (Hallahan, 2000: 501-502). Bu yüzeyler tanımlar yetersizdir ve eksiktir; kamu yerine tanımlanan kavram paydaş kavramıdır. Kamu kavramı daha paydaş kavramına göre daha işlevsel ve etkin bir anlam taşımaktadır.

Heath’ın (2005: 687) “kamu ve paydaş aynıdır” söylemi kamu ve paydaş karmasına kuşkusuz katkı sağlamıştır. Oysa kamu ve paydaşın aynı şey olmadığı muhakkaktır. Grunig ve Repper (1992)’de paydaş ve kamu arasında ince bir anlam farklılığı olduğunu kabul etmekle beraber iki kavramın farklı şeyler olduğunun altını çizerler. Devam eden tartışma metninde Grunig ve Repper (1992), sorun gelişimini üç aşamada ele aldıkları modellerinde kamu ve paydaş karmaşasına net bir şekilde ayrım koyacak tanımlamayı yapmışlardır. Buna göre:

Birinci aşama; paydaş aşamasıdır. Burada örgütün davranışlarından etkilenen ve

davranışlarıyla örgütü etkileyen gruplardan bahsedilir. Halkla ilişkilerin bu noktadaki görevi örgütün çevresel değişkenlerini analiz edebilmek için ortam taramaları gerçekleştirmektir. Böylece paydaşlar ile kurulacak ilişkiler sağlıklı bir altyapıya kavuşur. Uzun süreli ve stabil bir ilişki sağlanır.

İkinci aşama; kamu aşamasıdır. Paydaşların bir konuyu sorun olarak algılamalarıyla

ortaya çıkar. Burada kritik bir kavramdan bahsedilir. Konuların “sorun” olarak algılanması kamu evresini ortaya çıkaran değişkendir. Dolayısıyla konular değil, algılanan sorunlar belirleyicidir.

Üçüncü aşama; sorun aşamasıdır. Bu aşama kamuların algıladıkları sorunların

etrafında örgütlenmeleri ve sorunu kendi yöntemleri ile çözmeye çalıştıklarında ortaya çıkar. Burada bahsedilen şey eylem gruplarıdır. Eylem grupları ile karşılaşılması kriz dönemlerini tarif etmektedir.

Sonuç olarak paydaş pasiftir ancak, farkındalık kazanan, sorun algısına sahip paydaşlar kamu olurlar. Bir halkla ilişkiler çalışması şayet, kamulara yönelik eylemleri kapsıyorsa reaktif/savunucu bir uygulamadan söz edilebilir. Diğer taraftan paydaşlara yönelen bir halkla ilişkiler çalışması proaktif/fırsat yaratan uygulamaları kapsamaktadır.