• Sonuç bulunamadı

Birinci Dünya Savaşı, Avrupa devletlerinin nüfusunu azalttı. Telafisi mümkün olmayan yıkımların neticesinde Avrupa’nın dünya ekonomisi içindeki lider pozisyonu yerini ekonomik faaliyetlerin dinamosu olarak öne çıkan ABD’nin liderliğine bıraktı. Sadece Avrupa’nın değil yeni düzen içinde bütün dünyanın ekonomisi Wall Steet’e endekslendi. 1920’li yıllarda Avrupa ekonomisi büyük sıkıntılar içindeydi. Amerikan sanayisinin en büyük müşterisi Avrupalılar olmuştu. Harcamaları ABD ekonomisinde ekonomik patlama yaratmıştı. Savaş öncesinin tersine, ABD sermaye ihracatçısı konumuna geldi (Roberts, 2003: 257). Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın borçları savaş öncesi borçlarının onlarca kat üstündeydi. Hiper enflasyon oranları ise ekonomik hayata büyük bir kaos yaşatıyordu. Bir gün önce satın alınan ürünün bir gün sonra pahalanması sıradan bir görünüm kazanmıştı. Savaşı kazanan Avrupa devletleri dahi dünyayı içine alan bu olumsuz gidişattan soyutlanamamıştı. Savaşın sonunda ortaya çıkan yeni ülkeler var olan sınırları değiştirdi. Hammadde kaynaklarından kopmalar oluştu, eski ulaşım yolları yerini gümrük kapılarına bıraktı. Savaş öncesinde Avrupa’da kullanılan para birimi sayısı 14 iken, savaş sonrasında 27’ye ulaştı (Blainey, 2007: 167-168). Bu durum Avrupa’da işleri daha da zorlaştırdı. İngiltere dahil olmak üzere dünyanın bir çok büyük ekonomisi ABD’den aldığı borçlar ile ayakta duruyordu.

1920-1929 dönemi ABD için ise tam bir refah dönemiydi. Hemen her Amerikan ailesinin bir evi ve bir arası bulunuyordu. Otomobil sektörü, inşaat sektörü, beyaz eşya sektörü gibi endüstri alanlarında yoğun bir üretim dönemi yaşanıyordu. Ülkede üretim ve istihdam oranı oldukça iyi seviyelerdeydi. Her sektörde yüksek olan satın alma oranları, birbiri ardına açılan bankaların sağladığı kredilerden besleniyordu. Ancak hemen her sektörde spekülasyonlara ve aşırı ilgiye bağlı olarak aşırı değerlenme vardı. Örneğin hisse senedi ya da ev satın alabilmek için kolayca borç para bulunabiliyordu. Bu nedenle gayrimenkul fiyatları ve hisse senetleri değeri aşırı şişmişti. 1929 yılında ABD ekonomisinin %50’sini elinde bulunduran holding sayısı 200 kadardı. Bu holdinglerden birinin bile iflas etmesiyle ekonomi üzerinde büyük etkilerin ortaya çıkması kaçınılmazdı. Diğer taraftan o tarihte ABD’de kredi ve rezerv oranlarını belirleyen yasalar yoktu, bankalar kötü yapılandırılmıştı. Borsada işlem gören ticari kurumların mali tablolarını yayınlaması ile ilgili yasalar yoktu. Şirketler şeffaf olmak zorunda değildi. Bu nedenle yatırımcılar şirketin gerçekten güvenilir olup olmadığını bilmeden hisse senedi satın alıyordu. Devletin hiçbir kurumu ekonomik alanda faaliyet göstermiyor, ilgili düzenlemeler ve yasalar bulunmuyordu (Galbraith, 2009: 155-172).

Kara Salı olarak anılan 29 Ekim 1929 günü ABD borsası güne durgun başladı. Ancak hemen ardından kötümser bir havanın etkisiyle hisse senetleri satışı başladı. Hisse senedi

fiyatlarında büyük düşüşler yaşandı. Fırsatçılar düşen hisse senetlerini %20’lere varan karlarla toparladılar. Ancak gün sonunda onlar dahi %50’ye yakın zarar ettiler (Blainey, 2007: 169). Haberlerin yayılmasıyla halk ve aracı kurum muhasebecileri Walt Street’e akın etti. O gün, bir önceki gün satılan hisse senetlerinin üç katı hisse senedi el değiştirdi. Para kaybı yaşayan işlemlerin sayısı çok fazlaydı. Aslında o gün yapılan bütün işlemler para kaybı yaşatıyordu. 30 Ekim Çarşamba günü bankalardan borç alarak satın alınan hisse senetleri bir gün önceki değerinden %50 daha az değerliydi (Apak ve Aytaç, 2009: 5). İlk birkaç gün boyunca basın Wall Street’de yaşananları bütün dünyaya borsa kazası olarak duyurdu.

Görsel 3.2 30 Ekim Çarşamba Gazete Haberleri

Borsada ortaya çıkan panik havası tüm ekonomiye etki etti. Demir, bakır, pamuk, buğday v.b. hammadde fiyatları büyük düşüşler gösterdi. Takip eden birkaç boyunca Rockefeller gibi milyoner iş adamları piyasaları sakinleştirmek için büyük miktarlarda hisse senetleri satın aldılar. Bazı gazeteler durumun kontrol altında olduğuna dair haberler yayınladılar.

Görsel 3.3 ABD Borsa Haberleri

Kara Salı’nın ne denli derin bir ekonomik kriz olduğu ilk birkaç gün anlaşılamamıştı. Gazetelerde hala tilki kürkünden ayakkabıların reklamları yer alıyordu. Birkaç hafta içinde bu tür reklamlara rastlanmayacaktı (Blainey, 2007: 170). Gayrimenkul fiyatları hisse senetlerinin düşüşlerini takip etti. New York’taki gayrimenkul fiyat düşüşlerini çok geçmeden Paris ve Londra emlak piyasasındaki büyük düşüşler takip etti. 1930’a gelmeden sadece ABD’de 9000 küçük banka iflas etti. İflasları Avrupa bankalarının kepenk indirmeleri izledi (Blainey, 2007: 171). Toplum krizden büyük şirketleri sorumlu tuttu, öfke bu şirketlere yöneldi. İnsanlar gerekli görmedikleri malları satın almaktan vazgeçtiler. Satın almalar sadece zaruri ihtiyaçlar üzerinden gerçekleştiriliyordu. O dönemin gözde sektörlerinden olan otomotiv sektöründe büyük miktarlarda işten çıkarmalar gerçekleşti. Yeni kıyafetler alınmayınca tekstil sektöründe çöküş yaşandı, birçok giyim atölyesi, pamuk-iplik fabrikası kapandı. Tatil merkezleri terk edilmiş şehirleri andırıyordu. Bütün dünyayı içine alan bu karamsar hava dünya sistemiyle ilgili olarak insanlığa yeni bir perspektif gösteriyordu; yeni ekonomik düzen içinde dünya bir bütündü.

Dünyanın bir ucundaki kriz, dünyanın bir başka ucunu derinden etkileyebiliyordu. Zaten harabeyi andıran Avrupa ekonomisi, ABD’deki krizin ardından iyice kötüleşti (Roberts, 2003: 258-259). Büyük Buhran 1930’lu yıllar boyunca dünyanın geri kalanında da yıkıcı etkiler yaratarak devam etti. sonucunda ABD’de nüfusun dörtte birini oluşturan on dört milyon işsiz erkek ortaya çıktı. Sadece ABD’de sanayi çıktısı %60 azaldı. Üretim tüm

sektörler için ya tamamen durdu ya da durma noktasına geldi. Yeryüzündeki tüm üretim %42 oranında, dünya ticareti ise %62 oranında azaldı. Birçok siyaset adamı Amerika’nın sosyalist bir devrime doğru yol aldığını düşünüyordu. Aslında Büyük Buhran şirketleri derinden etkileyen bir tür ekonomik bir devrim ile sonuçlandı ancak bu devrim sosyalist çizgiler taşımakla beraber esas itibar ile kapitalist işleyişe biçim veren, şirketleri kökten etkileyen yasal düzenlemelerden oluşuyordu Beland, 2005 s:1-10).

3.2.1 Yeni Düzen

1932 yılı ABD için seçim yılıydı. Cumhuriyetçi başkan Hoover, büyük şirketlerle birlikte, ekonomik krizin sorumlusu olarak görülüyordu. Demokrat başkan adayı Franklin Roosevelt’in ezici çoğunlukla başkanlığı kazanması sürpriz olmadı. Roosevelt ilk konuşmasında “Korkmamız gereken tek şeyin korkunun kendisi olduğuna dair kesin inancımı

belirtmek istiyorum” diyerek umutsuzluk dalgasını tersine çevirdi. Asıl büyük icraatı ise

Amerikan ekonomisini yeniden şekillendiren hem sosyal hem de ekonomik anlamda bir reform olan Yeni Düzen (New Deal) programını uygulamaya koymak oldu. Yeni Düzen programı temel olarak devlete ekonomiye müdahale etme yetkileri veriyordu. Serbest piyasanın kontrolü için devlet gücünün kullanılması ABD tarihinde bir ilkti. Ancak bu yolla Roosevelt’in amacı demokrasiyi yok etmek değil aksine güçlendirmekti. Devlet elliyle destekleme, iyileştirme ve reform paketlerinin bütününden oluşuyordu. Roosevelt Yeni Düzen programına kendini adadığını şu sözlerle ifade etti (The Roosevelt Week, Time, 1932).

“Ulusumuzun erkekleri ve kadınları arasında, politik felsefede hükümetin ulusal zenginliğin paylaşımı için fırsat eşitliğine rehberlik etmesi gerektiği görevi unutulmuştur. Amerikan halkı için yeni düzen yemini ediyorum. Bu bir politik kampanyadan fazlasıdır. Bu bir savaş çağrısıdır.”

Savaş Amerikan şirketleri ile Amerikan hükümeti arasındaydı. İlk müdahale finans sektörüne geldi. ABD merkez bankası kuruldu. Mevduatlar devlet güvencesi altına alındı. Bankacılık ile ilgili 500 kadar yeni yasa ve yönetmelik çıkarıldı. Devlet kontrolü altında üretim sınırlandırıldı ve reel sektör karlılığını arttırmak için sanayi ürünlerinin fiyatları yükseltildi. Çalışma saatleri azaltılarak işsizlik sorunun çözülmesi amaçlandı. Ayrıca enerji gibi kritik sektörlerde büyük devlet yatırımları gerçekleştirildi. Tüm ülkede çalışanların neredeyse iki katı kadar insan bu projelerde çalışmaya başladı (Parker, 2009: 293). Büyük şirketler Yeni Düzen’den rahatsızdı. Ücretler ve üretim ile ilgili belirlenen son derece sert yasalar nedeniyle yönetimi otoriter davranmakla suçluyorlardı. Yeni Düzen işçilere sendikalara üye olma hakkı veriyordu. Sendikal hareketler ile grevlerin sayısında artışlar ortaya çıktı. Şirketler için karlılık yaratan kötü çalışma koşulları değişmek zorundaydı (Parker, 2009: 303). Bu durum işverenler açısından kötü bir gelişmeydi. Ayrıca haftalık

çalışma saatleri sınırlandırıldı. Kıdem tazminatı yasalaştı. Çocuk işçi çalıştıran şirketlere ağır yaptırımlar getirildi. Sosyal güvenlik yasası ile işçi sağlık sigortası ve işsizlik maaşına ilişkin yasal düzenlemeler getirildi (Kirstin, 2009: 1). Yeni Düzen ile ABD’de serbest kapitalizm dönemi son buldu. Yeni Düzen, halkla ilişkiler tarihinin dönüm noktalarından biri olarak karşımıza çıkar. Günümüz halkla ilişkiler paydaş teorilerinde örgüt paydaşları, örgüt üzerinde yarattığı baskının derecesine göre birincil ya da ikincil paydaş grupları olarak sınıflandırırlar. Bu sınıflandırma içinde yasalar ve hükümet’in birincil paydaş olarak yer alması Yeni Düzen’in bir sonucudur.

1929 ekonomik krizi pamuk ipliğine bağlı olarak kurulan ağır barış koşullarının Alman aşırı sağ hareketlerini tahrik ettiği ortamda, siyasi dengeleri altüst etti.. Kapitalizmin içine düştüğü kriz emekleme aşamasındaki demokrasinin sonunun geldiğinin habercisi gibiydi. Yakın zamana kadar Wilson’un insan akılcılığına ve kamuoyuna olan inancı Avrupa siyasetinde hakimken ekonomik krizle birlikte bu düşünce yerini Clemenceau’nun demokrasiye ilişkin karamsarlığına bıraktı (Best vd., 2008: 53). Diğer taraftan Sovyetler Birliği’nde iktidara gelen Stalin, kapitalist güçlerin birleşip komünizmi yok etmek için harekete geçeceklerini öngörüyor, Sovyetler Birliği’ni hızlı bir silahlanmanın içine sokuyordu. Almanya’da ise aşırı sağ hareket Hitler önderliğinde iktidara yürümüştü. Hitlerin Reich siyaseti, Stalin’in yayılmacı politikaları ve Avrupa’daki belirsizlikler dünyayı yeni bir savaşa sürükledi.”