• Sonuç bulunamadı

Kalsiyum kanal blokörlerinin karaciğer üzerine etkileri ile ilgili çalışmalar

2.5. Karaciğer

2.5.5. Kalsiyum kanal blokörlerinin karaciğer üzerine etkileri ile ilgili çalışmalar

veya diltiazem tedavisinde fare karaciğerinde sitokrom P-4502B veya 3A ekspresyonunu değiştirip değiştirmediğini araştırmışlardır. Nikardipinin, CYP3A’nın etkileyici bir indükleyicisi olduğunu özellikle CYP3A23’ün nikardipin (100 mg\kg\gün) tedavisini takiben 36 kat arttığını tespit etmişlerdir. Nifedipinin ise CYP3A ekspresyonunu değiştirmediğini ancak CYP2B’yi arttırdığını ve nifedipin (100 mg\kg\gün) tedavisinden sonra CYP2B, CYP2B1 ve CYP2B2V’nin beşten on beş kata kadar arttığını gözlemlemişlerdir. Araştırmacılar sonuçlarında nikardipin ve nifedipinin neden olduğu CYP-450 indüksiyon profilindeki farklı değişikliklerin kalsiyum kanalları üzerindeki etkilerin önemli olmaksızın değişik mekanizmalar ile CYP-450 ekspresyonunu arttırabildiğini ileri sürmüşlerdir.

Hardy ve ark. (1995), çalışmalarında damar tıkanıklığıyla ilişkili karaciğer rezeksiyonunda iskemi reperfüzyon hasarının (IRI) misoprostol veya nifedipin ön tedavisi ile iyileştirilmesini araştırmışlardır. Araştırmacılar sonuçlarında misoprostol grubunda 3-23. günleri arasında bilirubin seviyesinin arttığını, misoprostol ve yüksek doz nifedipin (10 mg/kg) verilen grupta ise ilk gün serum alanin aminotransferaz (ALT) seviyesinin oldukça düşük olduğunu tespit etmişlerdir. 1, 2 ve 23. günlerde verilen düşük doz nifedipin (2 mg/kg) grubunda serum alkalin fosfatazın önemli derecede düşük olduğunu, misoprostol verilen 1-4. günler arasında ise protrombinin daha düşük seviyede ve değerde olduğunu gözlemlemişlerdir. Karaciğer histolojisinde ise sitoplazmik vakuol gözlemlemişler ve bu değişikliklerin nifedipin gruplarında daha öne çıktığını tespit etmişlerdir. Karaciğer fonksiyon testlerine göre operasyon öncesi verilen

misoprostolün ve nifedipinin karaciğer rezeksiyonu ile ilişkili IRI’yı tedavi ettiğini ileri sürmüşlerdir.

Nifedipinin karaciğer hasarını azaltmasındaki etkisini değerlendirmek için yapılan başka bir çalışmada (Curtin ve ark., 1994), karbontetraklorürün (CCl4) ve etanolün neden olduğu sirozlu fare karaciğeri kullanılmış ve nifedipinin hepatoselüler nekrozisin çoğunluğunu azalttığını ayrıca polimorfonükleer infiltrasyon inflamasyonunu ve perivenüler fibrozisi de azalttığı tespit edilmiştir. CCl4 ve etanol grubundaki plazma laktik asit seviyesi önemli derece yüksekken kalsiyum kanal blokörleri kullanıldığında ise laktosidemiyanın normal değerlerde olduğu gözlenmiştir. Sonuçta ise nifedipinin sirozun etkisini önemli derecede değiştirmediği tespit edilmiştir.

2.6. AgNOR Proteinleri

Çekirdekçikler, ribozomal alt birimlerin sentezlendiği çekirdek bölgeleridir. Ribozomal RNA’ları (rRNA) sentezleyen genler (rDNA), canlı türlerinde belirli kromozomlarda taşınırlar. Bunlar insanlarda 13, 14, 15, 21 ve 22. kromozomlardır. Bu kromozomların rRNA sentezleyen bölümleri, interfazdaki bir hücrenin çekirdeğinde belirli bölgelerde toplanır ve çekirdekçik olarak bilinen koyu bölgeleri oluştururlar. Buna göre DNA’nın rRNA sentezleyen genlerini içeren ve çekirdekçiği oluşturan bölgeleri nucleolus organizer regions (NOR) olarak adlandırılır (Masabanda ve ark., 2004; Aydın ve Çelik, 2005; Kaya, 2005).

Genel olarak nükleolar organizasyon, ribozom biyogenezisinde üç temel olay arasında bir takım ilişkilere işaret eder. Bunlar, pre-ribozomal parçacıkları üreten rDNA genlerinin transkripsiyonu, söz konusu bu pre-ribozomların olgunlaşması ve olgun ribozomal parçacıkların çekirdekçikten salıverilmesi olaylarıdır (Lafarga ve ark., 1989).

AgNOR proteinlerinin gümüşe belirli bir ilgileri vardır. Asidik şartlar altında birçok hücresel protein boyanmadan kalırken, AgNOR proteinleri, bu koşullarda gümüşü indirgeme yetenekleri sayesinde boyanırlar ve diğer hücresel proteinlerden ayırt edilmeleri sağlanır. AgNOR proteinleri, elektron mikroskobu ile interfaz süresince, özellikle çekirdekçik içinde rDNA’nın gösterildiği yerler olan, ipliksi merkez ve yoğun ipliksi bölgede bulunurlar (Hernandes-Verdun ve ark., 1984; Platon ve ark., 1985; Jordan, 1991). AgNOR proteinleri, çoğalmayan hücrelerdeki ifadeleri çok düşük olmasına karşılık, hızlı bir şekilde çoğalan hücrelerde birikme yaparlar (Sirri ve ark., 1997; Sirri ve ark., 2000). AgNOR proteinleri, aktif ribozomal genlerin bir göstergesi

sayılırlar. Gümüş boyama ile ortaya çıkarılan AgNOR proteinlerinin miktarının, transkripsiyonel aktivite ve hücre çoğalması ile doğrudan ilişkili olduğu ileri sürülmektedir (Platon ve ark., 1985).

Đnterfaz AgNOR protein miktarı ve hücre katlanma zamanı arasındaki ilişki çoğalan hücrelerin, kardeş hücreler için yeterli ribozom üretmek zorunda olmaları ve hücre döngüsü ne kadar kısalırsa, birim zaman başına yapmak zorunda oldukları ribozomun da o kadar çok olması göz önüne alınarak açıklanabilir. Đnterfaz AgNOR’larının sayısı, rRNA transkripsiyonel aktivitesi ile ilişkili olduğundan, interfaz AgNOR miktarının da aynı zamanda hücre katlanma zamanı ile ilgisi olması tutarlı bir sonuçtur (Derenzini, 2000). AgNOR proteinlerinin, düzenli olarak hücre çoğalması ve nükleolar aktiviteyi değerlendirmek için kullanıldığı ve kanser hücresinin erken tanısı için bir ölçüt olduğu belirtilmektedir (Bilinski ve Bilinska, 1996; Borsatto ve Smith, 1996). Kötü huylu tümörlerin, iyi huylu tümörler ile köken aldıkları sağlıklı dokulardan daha fazla AgNOR’a sahip oldukları tespit edilmiştir (Duchrot, 1990; Kanitakis ve ark., 1992). Ancak Karademir ve ark. (1996), AgNOR boyama metodunun tümörlerin malignitelerinin belirlenmesinde ve derecelendirilmesinde kullanılabileceği gibi hastalığın prognozu ve tedavi süreçlerinin belirlenmesinde de faydalı olabileceğini bildirmektedirler.

AgNOR’ların çekirdekteki lokalizasyonları da farklılıklar gösterebilir. Özellikle merkezi sinir sistemindeki nöronlar, büyüklük ve dolayısıyla da çekirdek büyüklükleri bakımından birbirlerinden oldukça farklı hücreler oldukları için, AgNOR yerleşimleri de bu hücrelerde farklılıklar arz eder. Manuelidis (1984) insanlarda yapmış olduğu bir çalışmasında, iri nöronlarda merkezi yerleşimli 1-2 adet AgNOR varken, beyinciğin stratum granulosum katmanını oluşturan küçük nöronlarda birkaç adet küçük ve periferal yerleşimli AgNOR bulunduğunu bildirmektedir.

Tümör hücrelerinde AgNOR’ların sayıları yanında çekirdek içindeki lokalizasyonlarında da önemli değişiklikler ortaya çıkar. Bu hücrelerdeki AgNOR’ların çekirdek içindeki lokalizasyonlarının değişmesi, çekirdek yapısında çok köklü değişikliğin oluştuğunu ve bunun da neoplastik transformasyonun bir parçası olduğunu göstermektedir. AgNOR sayıları, büyüklükleri ve AgNOR alanı/Çekirdek alanı oranı da türlerde ve aynı türün farklı dokularında değişiklik gösterir. Bu parametrelerin, hücrelerin çoğalma aktiviteleri ile ilgili olduğu ileri sürülmektedir (Zaczek ve ark., 1992).

Bukhari ve ark. (2007), özellikle merkezi sinir sistemi tümörlerinde AgNOR’un boyut ve dağılımının sayıdan daha önemli bir kriter olduğunu bildirirlerken, Chappard ve ark. (1998), insanlarda viral kaynaklı bir kemik hastalığı olan Paget hastalığında osteoklastların çekirdeklerinde yer alan ortalama AgNOR sayısının 2.12’den 6.8’e kadar artabildiğini, ancak bu artışın osteoklastlardaki proliferatif aktiviteyi değil ribozom sentezindeki artışı gösterdiğini ileri sürmektedirler.

Aydın (2004) ise broyler ve yumurtacı piliçlerin beyin, beyincik, medulla spinalis, karaciğer, testis, bacak ve göğüs kasları ile ovaryum folikül hücrelerinde yaptığı çalışma sonucunda AgNOR boyama metodu sayesinde hayvanlarda değişik verim özellikleri hakkında önemli ipuçları elde edilebileceğini ve bu şekilde uzun süreler beklemeksizin yüksek verimli hayvanların önceden tespit edilip seleksiyona tabi tutulabileceğini ileri sürmektedir. Ancak verim performansının ilgili dokuları oluşturan hücrelerde ribozom ve protein sentezinin artışı ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Benzer Belgeler