• Sonuç bulunamadı

2.2. Bölgesel Kalkınma Politikalarında Yaşanan Değişmeler

2.2.1. Kalkınma ve Bölgesel Kalkınma

F. Şenses’e göre, kalkınma teori ve uygulamaları özellikle 1950’lerde en önemli çalışma alanlarından biri olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ülkelerin yeniden inşası ve kalkınması amacıyla kalkınma planı, programı ve politika uygulamalarına ağırlık verilmiştir. Bu dönemde ulus devlet olmanın önemi vurgulanmış ve devletin ekonomiye yoğun olarak müdahalesi söz konusu olmuştur. Kalkınma iktisadının II. Dünya Savaşı sonrası dönemde önem kazanmasının diğer nedenleri arasında “az gelişmiş ülkelerin bağımsızlaşması” nedeniyle bu ülkelerin kalkınma zorunluluğu, SSCB başta olmak üzere birçok sosyalist ülkenin kalkınma plan ve programları uygulayarak başarıya ulaşmış olmaları yer almaktadır (Aktaran: Tiftikçigil, 2009: 716).

Kalkınma, genel anlamda bir ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ilerlemesini, kurumsal kapasitesinin güçlenmesini, insan kaynakları niteliğinin artmasını, çevreye duyarlılığın gelişmesini ve bireysel refahın yükselmesini ifade eden çok boyutlu ve kapsamlı bir kavramdır. Gelişme, ekonomik büyüme, gelir dağılımı, eğitim düzeyi, sağlık hizmetleri, beslenme düzeyi, iletişim ve kadının statüsü gibi kapsadığı unsurlar nedeniyle çok boyutlu bir olgudur. Çalışma konusu sosyo-ekonomik gelişme, kişi başına gelirin artırılması şeklinde özetlenebilecek ekonomik büyüme kavramıyla birlikte, yapısal ve insani gelişmeyi içine alan sosyal değişkenleri de kapsamaktadır (www.kalkınma.gov.tr).

“Kalkınma, salt üretimin ve kişi başına gelirin arttırılması demek olmayıp, az gelişmiş bir toplumda iktisadi ve sosyo-kültürel yapının da değiştirilmesi, yenileştirilmesidir. Kişi başına düşen milli gelirin artması yanında, genel olarak üretim faktörlerinin etkinlik ve miktarlarının değişmesi, sanayi kesiminin milli gelir ve ihracat içindeki payının artması gibi yapısal değişiklikler, kalkınmanın temel öğeleridir” (Han ve Kaya, 2012: 2).

“Kalkınma kavramı, bir ülkedeki yerleşim yerlerinin tümünü eş zamanlı ve bir bütün olarak ele alan makro ölçekli gelişmeleri ifade eden ekonomik, sosyal, siyasal ve beşeri boyutları olan geniş kapsamlı bir kavramdır. Bu nedenle kalkınma, kavramsal olarak bilim adamları, siyasetçiler ve bürokratlar tarafından genellikle

milli (genel/ulusal) kalkınmayı içeren biçimiyle kullanılmaktadır” (Efe ve Akgül, 2011: 254).

G. Clark, J. Huxley ve D. Mountford’a göre, bölgesel veya yerel kalkınma: sınırları belli bir alanın/bölgenin kapasitesini artırmak ve bu bölgede yaşayanların yaşam kalitelerini ve ekonomik geleceklerini iyileştirmek olarak tanımlanabilir. Bu tür bir tanım, Dünya Bankası, BM, OECD gibi küresel örgütler ile akademisyenler ve uygulamacılar tarafından genel kabul gören bir tanımlamadır (Aktaran: Aydemir ve Karakoyun, 2011: 11).

“Bölgesel kalkınma, bir bölgedeki gelir artışına ilaveten sosyo-ekonomik yapının da değiştirilmesi olarak tanımlanabilir. Ancak bölgesel kalkınma kavramı ulusal kalkınma kavramına göre daha farklı ve karmaşık ilişkiler ağı içerdiğinden, bölgesel kalkınma politikalarında ortaya çıkan değişmeleri de dikkate alarak daha farklı tanımların yapılması mümkündür” (Uzay, 2005: 19).

N. Özgen’e göre, bölgesel gelişme ve kalkınma konularına AB, bölgesel entegrasyonlar, OECD gibi uluslararası kuruluşlar, Dünya Bankası ve Uluslararası Kalkınma Birliği gibi finansman kurumlarının yanında, BM gibi uluslararası örgütlerin de giderek daha çok önem verdikleri görülmektedir. Nitekim OECD’ye üye ülkelerde bölgesel kalkınmayla ilgili yenilikçi stratejilerin geliştirilmesi ve başarılı politikaların üye ülkelere yayılmasının sağlanması amacıyla Bölgesel Kalkınma Politikaları Komitesi oluşturulmuştur. AB ise Bölgesel Kalkınma konusuna çok fazla önem vermekte hem bölgesel kalkınma fonu aracılığıyla hem de uyum fonu aracılığıyla bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılması çabalarını geliştirmektedir. Öte yandan Dünya Bankası 1980’lerden itibaren Yapısal Uyum Politikaları ile liberal eğilimli kalkınma programlarına destek vermeye başlamıştır. Uygulanan politikaların kalkınmakta olan ülkelerin ekonomilerinin ucuz işgücü, geleneksel kirletici teknolojinin aktarımı vb. yollarla da küresel ekonomiye eklenebilmeleri teşvik edilmiştir. Uygulanan politikalar daha çok yoksulluk ve yoksunluk sorununun çözümüne odaklanmıştır. 1990’lardan sonra ise BM günde 1 Dolar’ın altında gelire sahip olanları yoksul olarak tanımlamış, bölgelerarası dengesizlik ve gelişmişlik farklarının ötesinde yoksulluğun azaltılması ve iyi

yönetişim kavramlarını geliştirerek politika üretme çabasında olmuştur (Aktaran: Sakal, 2010: 18-19).

2.2.1.1. Geleneksel Bölgesel Kalkınma Yaklaşımı

“II. Dünya Savaşı’na kadar devam eden dönemde, kalkınmada devletin rolü ön plana çıkmıştır. Bu dönemlerde, devlet eliyle yapılan büyük yatırımlar sayesinde istikrarlı bir ekonomik büyüme sağlanmıştır. Dolayısıyla, yapılan yatırımlarla bölgeler arasındaki eşitsizlikler en az seviyeye inmiştir. Fakat, bu olumlu tablo savaşın patlak vermesiyle sona ermiştir” (Aydemir ve Karakoyun, 2011: 12).

“Neoklasik model yaklaşımları, bölgesel dengesizliklerin üretim faktörlerinin hareketi yardımıyla nasıl azaltılabileceğini açıklamaya çalıştığı halde, kutuplaşma düşüncelerine ilişkin kuramlar, büyüme süreçlerinin ve hatta karşıt süreçlerin geri besleme etkileri yoluyla nasıl oluştuklarını göstermeye çalışırlar. Bununla birlikte, piyasaların örneğin, mekansal, eskiden kalma izler, rastlantılar, dışsallıklar, vb. gibi faktörlerden dolayı mükemmel olmadığı hesaba katılırsa, endojen büyüme kuramı ile ilgili daha yeni yaklaşımlar, yalnız farklılıklaşmalarla değil, fakat bütünleşmelerle sonuçlanabilecek gelişme doğrultularının da bulunabileceğini göstermektedir” (Toepfer, 2007: 305).

“1970’li ve 1980’li yıllarda öne çıkan ve P. Bauer, D. Lal, I. Litle, H. Johnson, B. Balassa, J. Simon, J. Bhagwati, A. Krueger gibi iktisatçıların savunduğu Neo- Liberal yaklaşımlar, az gelişmişliğin hatalı para politikası ve aşırı devlet müdahalesinin bir sonucu olduğunu savunur ve ekonomide optimal kaynak dağılımının serbest piyasa koşullarında sağlanabileceğini ileri sürmektedir. Güney Kore, Singapur, Hong Kong ve Tayvan’ın kalkınma süreçlerinin Neo-Liberal anlayışı destekleyen kanıtlar olarak gösteren bu yaklaşım, hem gelişmiş kapitalist ülkeler, hem de geri kalmış ülkeler için ekonominin kendi içsel dinamikleri ile ve dışarıdan bir müdahale olmadan hareket etmesinin daha etkin sonuçlar üreteceğini savunur” (Gökçeli, 2011: 31).