• Sonuç bulunamadı

Kıraat Vecihlerine Başvurması

III. Araştırmanın Amacı

2.5. Kıraat Vecihlerine Başvurması

El-Kevâkibî’nin En’âm süresi tefsirinde yeri geldikçe kıraat vucuhatına değinmiş, kıraat-ı seb’a imamlarından farklı vecihleri zikretmiş ve her bir kıraat veçhini hüccetlendirmiş olduğu görülmektedir. Farklı vecihleri serd ettikten sonra genelde dilbilimsel gerekçelerle yorumladığı bazen de anlamsal açıdan gerekçelendirme yoluna gittiği görülmektedir.

Bilindiği gibi Kırâat, Kur’ân’ın tefsirine katkı yapan en önemli ilim dallarından biridir. Bu hususta ona eşlik eden ilim dalı, Arap dilbilimidir. Müellif de bu bilinçten

234

َنوُرُعْشَي اَمَو ْمِهِسُفْنَاِب َّلاِا َنوُرُكْمَي اَمَو َۜاَهي۪ف اوُرُكْمَيِل اَهي ۪مِرْجُم َرِباَك َا ٍةَيْرَق ِّلُك ي۪ف اَنْلَعَج َكِل هذَكَو

“ Bunun gibi biz, her ülkede suçlu ve günahkârların elebaşılarına, orada entrika peşinde koşma imkânı vermişizdir. Ama onlar farkında olmadan yalnız kendilerini aldatırlar” En’am, 123.

hareketle tefsirinde yaptığı izahatları hem dilbilim hem kıraat ile refere etmeyi tercih ettiği görülmektedir. Bu da tefsirin dirayet boyutuna ayrı bir enginlik kattığı kanaatindeyiz. Nitekim ilk tefsir çalışmaların filolojik ağırlıklı olmaları ve kırâat vecihlerine yer vermeleri bunun göstergesidir. Kırâat ihtilaflarından bağımsız olarak Kur’ân'ın anlaşılması düşünülemez. Arap dilimi olmadan da kırâat ihtilafları tam olarak anlaşılamaz; zira her bir ihtilafın mutlaka dilbilimsel arka boyutu vardır. Farklı kırâat vecihleri, tefsirciler için vazgeçilmez başvuru kaynaklarından olmuştur. Müfessirlerin yapmış oldukları tefsir ve yorumlarda hüccet olarak da kırâatın farklı vecihlerinden istifade etmişlerdir. Müfessirler ayetlerden muhtemel mânaları çıkarmak için muhtelif kırâat vecihlerinden ve bu vecihlerin tespit ve tevsikinde, tevcih ve ihtiyârında başvuru kriterlerinden biri olan dilbilimin zengin birikiminden yararlanmak için kırâat ilmine başvurmuşlar, bazen yaptıkları açıklamaları desteklemek için kırâatın farklı vecihlerinden destek almışlardır. Bunu yaparken de kırâatların, kırâat-Arap dilbilimiyle olan ilişkisine vurgu yapmayı ihmal etmemişlerdir. Biz burada önemli gördüğümüz bir hususa temas etmek isteriz. O da şudur. Arap dilbilimcileri her bir kırâat veçhinin gerek naklî gerekse dilbilimsel mutlaka bir hüccetini söylemişlerdir. Bütün bu çabaların arka planında melhuz olan büyük bir gaye yer almaktadır. O da farklı kırâat vecihleri arasından sahih ile sakimi birbirinden ayırmak, böylece Kur’ân kırâatını muhtemel hata ve tağyirden koruma gayesidir.236

Tespit ve tevsik aşamasında ilk iki rükne nazaran daha az yer alan Arap dilbiliminin hücceti, kırâatlar arasında tercih yapma safhasında daha yoğun yer aldığını görmekteyiz. Tercihe dayalı hüccetlendirmelerin çoğu dilbilimseldir. Senede dayalı hüccetlendirme konusu tefsir ve dilbilimciler tarafından tartışılmıştır. 237

Kırâat birikimine tefsirciler tarafından alaka gösterilmiş, özellikle filolojik tefsir çalışmalarında ayetlerin dilsel açıklamalarında, anlam ve yorum bağlamında yoğun bir biçimde işlenmiştir. Me'ani'l-Kur’ân adlı eserler, Kur’ân mihverli bu iki ilmi disiplini mezcedebilmiştir. Ferrâ (ö. 207/822) , Ahfeş (ö. 215/830) , Zemahşerî (ö. 538/1144) ve Ebû Hayyân ö. 745/1344) gibi Arap dilbilim sahasında haklı şöhrete sahip zatların kaleme aldıkları eserler, bunun en güzel örnekleridir. Çalışmamızın

236 Kudat, Kıraatları Hüccetlendirmede Dilbilim Olgusu, s. 5-6. 237

konusunu teşkil eden tefsir örneğinde de tefsir kaynaklarından biri kıraat farklılıkları teşkil ettiğini bu bağlamda tefsir ile dilbilimde olduğu gibi tefsir ile kırâat birikimi arasındaki sıkı ve kopmaz münasebet görülebilmektedir. Bu hususu birkaç örnekle zikredelim.

2.5. 1. Birinci Örnek

(نيكرشم هب انك ام انبر اللهو) “Vallahi ey Rabbimiz, biz şirk koşanlar değildik” ayetiyle alakalı müellif der ki: Hamza ve Kisâî انبر kelimesini mansup olarak okumuşlardır. Bu okunuş veçhini kelimenin münâdâ veya medh konumunda olmasıyla gerekçelendirmektedirler.

Konuyla ilgili İbn Zencele şöyle der: Hamza ve Kisaî انبر اللهو kelimesini انبر اي şeklinde münada olarak mansup okurlar. Burada gerekçeleri şudur: Ayet, yüce Allah’ın kendilerine dönük (مكؤاكرش نيأ) hitabıyla başlar. Bu hitaba mukabele babından kendileri de (نيكرشم انك ام انبر اي اللهو) “Ey Rabbimiz, vallahi biz müşrik değildik” cevap verirler.238

Ebu Cafer el-Garnatî, Yüce Allah’ın En’âm suresinde geçen ( َنيِكِرْشُم اَّنُك اَم اَنِّبَر ِ َّاللهَو)239 ayeti de bu kabilden olup, aynı gerekçeye binâen hem mensub hem mecrur olarak iki kıraat veçhiyle tilavet edildiğini zikreder. Ali, imamların kıraat vecihlerini hüccetleriyle beraber şu şekilde açıklar: “Mansub olarak kıraat edenler Hamza ve Kisaî’dir ve hüccetleri ise şudur: Burada اَنِّبَر kelimesi münâdâdır veya اَنِّبَر övgüyü içeren gizli bir fiilin mefulüdür. Bu fiil حدمأ olabilir. Yani “Ben Rabbimi överim” şeklindedir. İbn Atiyye ise, burada gizli olan fiil övme değil kast etme anlamında ينعأ fiilidir. Bu durumda ayetin takdiri akışı “Allah’a yemin ederiz yani Rabbimiz olan Allah’a” şeklinde olur.

Büyük âlim Ebu’l-Bekâ, her iki hüccetin gramatik bağlamda birbirine yakın olduğunu, her iki durumda da اَنِّبَر kelimesinin yemin cümlesi ile yeminin cevabı arasında (yani اللهو ile َنيِكِرْشُم اَّنُك اَم cümleleri arasında) ayrı bir ara cümle olduğunu kaydeder.

238 İbn Zencele, Hüccetü’l-Kıraat, I, 244. 239

Mecrur olarak okunan kıraat veçhine gelince, yedi kıraat imamından geriye kalanlar bu şekilde okurlar. Bu kıraat veçhine göre اَنِّبَر kelimesinin gramatik konumu لله lafzı için sıfat olur. Bazıları bedel, bazıları da atf-ı beyan olur demişlerdir.

Merfu okunabilir şeklindeki kıraat veçhini İkrime ve Selam bin Miskine kabul ederler. Bu kıraat veçhinde hem lafzatullah الله hem de اَنِّبَر kelimesi merfu okunur. Bunların hücceti şöyledir: Lafzatullah mübteda, اَنِّبَر ise onun haberidir. İbarede takdim tehir olmuş olur ve ayetin takdiri akışı انُّبر ُاللهو نيكرشم انك ام şeklindedir. İbaredeki ُاللهو lafzatullah başında bulunan و harfi hâl, yani belirleyici zarf tümleci olur. Hâl cümlesi daha sonra asıl cümleye takdim olunmuştur. O halde اَّنُك اَم اَنِّبَر ِ َّاللهَو َنيِكِرْشُم terkibi bir bütün olarak mahallen mensup olup, kavlin yani sözün mefulü konumundadır.240

2.5. 2. İkinci Örnek

﴿

بذكن لاو درن انتيل اي

“Ah keşke (dünyaya ) geri döndürülsek de (rabbimizin ayetlerini) yalanlamasak /inkâr etmesek, ayetiyle alakalı müellif der ki; Yakup, Hamza ve Hafs بذكن لاو درن fiillerini cevap olarak nasb üzere okumuşlardır, Hüccetleri ise و harfinden sonra nasp edatı olan نأ var sayılır. İbn Amir ise birinci fiili kendinden önceki fiil üzerine atf olunmak üzere merfu, ikinci fiili de mensup olarak kıraat etmiştir. Bkz. El yazma eser, b/ 33

İbn Zencele, Hamza ve Hafs, نوكنو انبر تايآب بذكن لاو درن انتيل اي اولاقف ayetinde fiilleri temenni yüklemine cevap babından ي ve ن harflerini mensup olarak kıraat etmişlerdir. Hüccetleri ise و harfi ile yer alan cevap ف harfinde olduğu gibi mensup okunur. Nitekim bu meyanda şair şöyle demiştir. اذإ كيلع راع ...هلثم يتأتو قلخ نع هنت لا

ميظع تلعف .

.. veya كمركنو انيلإ ريصت كتيل şeklindeki cümledeki yaygın kullanım gibidir. Anlamı, Keşke gelişin ve sana ikramımız gerçekleşseydi… Buna göre ayetin anlamı da, keşke tekrar dünyaya dönüşümüz ve gerçekleri yalanlamamamız gerçekleşseydi… yani eğer döndürülürsek yalanlamayacağız.

İbn Amir بذكن لاو درن انتيل اي fiillerini merfu olarak, بذكن لاو fiilini ise mensup olarak kıraat etmiştir. Buna göre birincisi normal atıf ikincisi ise cevap mahiyetinde olur.

240 Ahmed bin Yusuf, bin Malik er-Rüaynî, el-Ğanatî el-Berrî, Ebu Cafer el-Endülüsî , (Ö. 779 H.)

Ayetin takdiri akışı بذكن لا نحنو “Biz de yalanlamayız…” sonra انتيل اي terkibine cevap şeklinde olur. Bütün olarak anlam akışı şöyle olur: “Keşke dünyaya döndürülsek de inananlardan olsak…”Bu kıraat veçhinin gerekçesi: ayette yer alan نوكأف ةرك يل نأ ول نينسحملا نم (ah keşke bir kere dönebilsem de o zaman inananlardan olurum) kavli şerifidir.

Diğer kıraat imamları نوكنو انبر تايآب بذكن لاو درن انتيل اي terkibinde her iki fiili de ref ile kıraat etmişler. Buna göre cümle kendinden öncekinden bağımsızdır. Zeccac bu takdirde ayetten çıkan mana, “Onlar dünyaya dönüşü temenni eder ve gerçekleri/ ayetleri inkâr etmeyeceklerini garanti ederler. Takdiri anlam akışı لا نحنو درن انتيل اي نينمؤملا نم نوكنو درن مل مأ انددر انبر تايآب بذكن “keşke tündürülsek, döndürülsek de döndürülmesek te Rabbimizin ayetlerini yalanlamayız ve biz inananlardan oluruz.” Yani biz bütün gerçekleri gözümüzle öyle şeyleri gördük ve şahit olduk ki artık buna rağmen asla yalanlamayız. Başka bir vecih üzere de ref ile kıraat etmek caiz olur. O da انبر تايآب بذكن لا انتيل ايو درن انتيل اي şeklinde yani keşke döndürülsek ve keşke Rabbimizden gelen gerçekleri / ayetleri yalanlamasak. Burada dünyaya döndürülmeyi temenni eder ve Rablerinin ayetlerini tasdik etmek için Allahtan tevfik temenni ederler.241

El-Hüccet fi’l-Kıraati’s-Seb’ müellifi İbn Haleveyh,242 el-Mebsut fi’l-Kıraati’l-Aşr müellifi ebu Bekir en-Nisaburî243 gibi kıraat alanında eser kaleme alan âlimlerin ekseriyeti bu vecihlere yer vermişlerdir.

El-Muhtasab müellifi İbn Cinnî burada şaz bir veçhi daha zikretmiştir.244

2.5. 3. Üçüncü Örnek

﴿

عي لافأ نولق

“…-iki işten hangisinin daha hayırlı olduğunu-akıl etmiyorlar mı?” ayetiyle alakalı olarak Nafi’, İbn Amir ve Yakup hazır bulunanlara hitap ettiğini ifade ederek ikinci şahsın eril çoğul kipinde ﴾نولقعت لافأ﴿şeklinde okumuştur. (b/35)

241 İbn Zencele, Hüccetü’l-Kıraat, I, 245. 242 İbn Haleveyh, el-Hüccet, III, 294. 243 Es-SerahsÎ, el-Mebsut, I, 192. 244

2.5. 4. Dördüncü Örnek

﴿

كننوبذكي لا مهنإف

“Aslında onlar seni yalanlamıyorlar,” ayeti üzerinde şunları kayd

eder: Nafi’ ve Kisâî كنوبذكي لا şeklinde şeddesiz olarak Yani sadece yalandan yalamıyorlar… (Bkz. El yazma eser, b/36)

2.4. 5. Beşinci Örnek

معطي وهو

معطي لاو birinci fiil malum çatılı, ikincisi ise meçhul çatılı olarak yani O yedirir fakat yedirilmez. ayeti üzerinde şunları söyler: معطي لاو معطي وهو terkibindeki fiillerin çatısı birincisinin aksine de kıraat edilmiştir. Bu takdirde “ve yedirilir fakat kendisi yedirmez” şeklinde bir anlamda yüklemde gizli olan üçüncü şahıs zamiri Allah’a değil başka bir kişiye ait olmaktadır. Nitekim müşrikler kendi saçmalıklarına binaen komşuluk adına kendi putlarına yedirirlerdi. Putların başına süt dökerlerdi. (Fakat putlar asla onlara bir şer şey yediremez.) (Bkz. El yazma eser b/ 23)

İthâfu füdelai’l-Beşer adlı eserinin müellifi ed-Dimyatî gibi kıraat ehli âlimler bu minval üzere yorum yapmışlardır.245

2.5. 6. Altıncı Örnek

﴿

ذئموي هنع فرصي نم

-burada فرصي fiili bina-ı meçhul yani edilgen çatılıdır. “Her kim

ki o günde kendisinden azab alıkonulursa…” ayeti üzerinde: Hamza,246

Kisâî,247

245 Dimyâtî, Ahmed bin Muhammed bin Abdilğani, İthâfu Fudalâi ‘l-Beşer fi ‘l-Kırâati’l-Erbe’a

Aşera, thk. Ali Muhammed ed-Dabbağ, Mısır, 1359, s. 260; Ebü’l-Beka Abdullah bin Hüseyin el-

Ukberî, et-Tibyan fi İ’rabi’l-Kur’ân, Darü’n-Neşr, Tah. Ali Muhammed el-Becavî, s. 484 .

246 Hamza b. Habib (ö.156, 773) Fars asıllı, Kûfe kurrâsındandır. Zeytinyağı ticaretiyle meşğul olduğu

için ez-Zeyyât lakabını almıştır. oğum yeri Kûfe olması hasebiyle el-Kûfî nisbesini almıştır. Abdullah b. Ebû Evfa ve Enes b. Malik gibi bazı sahabileri görmüş olabileceği ileri sürülmüş, ancak bu nesilden faydalanmamıştır. Henüz çocukluk yaşlarında iken Kur'ân’ı Kerim'i ezberleyen ve kırâat tahsîlini on beş yaşında iyi bir seviyeye getirdiğini söyleyen Hamza (718-19) yılında imamlık görevi yapmışsa da hayatını ticaretle kazandığı Kûfe'den Hulvân'a yağ götürüp sattığı kaynaklarda verilen bilgiler arasındadır. Hicrî 156 (773) yılında Hulvan'da vefat edip buraya defnedilmiştir.

247

Ali b. Hamza 189, 805, Bağdat, Kırâat Âlimidir. Kûfe kurrâsından olan el-Kisâî’nin künyesi Ebû Abdullah’tır. Benî Esed’in mevlâsı olduğu için Esedî nisbesiyle anılmıştır. Kisâî diye meşhur olmasının sebebi abâ giymesiyle ilgilidir. Kûfe’de doğduğu rivayet Bağdat'a yakın bir yerde doğduğu, küçük yaşta Kûfe’ye gittiği nakledilir. Dedelerinden birinin adı Fîrûzî olmasından hareketle kendisinin İranlı olabileceği de söylenmiştir. Bazı kaynaklarda, Kureyşli olduğu şeklindedir.

Yakub248 ve Asım’dan rivayetle Ebu Bekir249 فرصي fiili bina-ı malum yani etken

çatılı olarak kıraat etmişlerdir. Bir kıraat veçhine göre فرصي fiilinde gizli zamir fail olup Allah’a aittir, hatta bu gizli olan zamir zahir olarak da okunmuştur. Yani نم﴿

فرصي ذئموي هنع الله

şeklinde “Hekim o günde Allah ondan -azabı- alıkoyarsa…” Bu

durumda mealde yer verdiğimiz azab kelimesi mahzuf meful hükmünde, ذئموي kelimesi de mahzuf bir muzâf, muzâfun ileyh olur. Bazılarına göre bu hazif yoluna başvurmaya da gerek yoktur. ﴾همحر دقف﴿ terkibinden maksad ise Allah’ın büyün merhametidir. Bu manada kullanım çoktur; zira mutlak ifade kemale haml edilir. Bkz. El yazma eser, a/25

2.5. 7. Yedinci Örnek

Yakup, Hamza ve Hafs بذكن لاو درن fiillerini cevap olarak nasb üzere okumuşlardır, Hüccetleri ise و harfinden sonra nasp edatı olan نأ var sayılır. İbn Amir ise birinci fiili kendinden önceki fiil üzerine atf olunmak üzere merfu, ikinci fiili de cevap konumunda mensup olarak kıraat etmiştir. Bkz. El yazma eser, b/ 33

Benzer Belgeler