• Sonuç bulunamadı

Diğer İlmi Disiplinlere Değinmesi

III. Araştırmanın Amacı

2.6. Diğer İlmi Disiplinlere Değinmesi

2.6.1. İ’tikâdî ve Kelâmî Görüşleri

İmam el-Kevekibi’nin akidesi ile alakalı bilgiyi âlimlerin onun hakkındaki görüşlerinden öğrenmeyi isterdik. Ne var ki namı ve sanı her tarafa yayılmış ve rahle-i tedrisinden binlerce değerli âlimlerin yetişmiş olmasına rağmen elde edebildiğimiz bilgiler ışığında O’nun akidesi ile alakalı hiçbir şeyden bahsetmemişlerdir. , zannediyorum son dönemlere denk gelen bu zaman diliminde akidevi tartışmalar yoktu ve eş’ari ve Maturidiye’nin temsil ettiği ehl-i sünnet ve

248 Asıl adı Ebu Muhammed Ya’kub b. İshak b. Zeyd el Hadrami olup, Basra Kıraat imamıdır. Hicri

117 yılında Basra’da doğmuş olup248

kıraatini Ebu’l Münzir b. Sellam b. Süleyman, Şihab b. Şerife, Ebu Yahya Mehdi b. Meymun ve Ebu’l Eşheb Cafer b. Hayyan’dan bunlar da İmam Asım, İmam Ebu Amr, Hasan Basri, Abdullah b. Abbas, Yahya b.Ya’mer, Nasr b. Asım ve Ebu’l Aliyye’den, bunlar ise Ebu Musa el-Eşari ve Übeyy b. Kab’dan onlar da Hz.Peygamber’den almışlardır.

249

cemaati o dönemde yaygın olarak bulunuyordu. Bundan dolayı âlimler, herhangi bir muhalefeti veya akidevi bir sapma olmadığı sürece akideden bahsetmemiş ve bu konudan uzak durmuşlardır. el-Kevâkibî onlardan olmayıp ehlisünnet akidesi üzerine idi.

Buna rağmen El-Kevâkibî’nin tefsirinde O’nun bazı akidevi yönlerini görmek mümkün oldu, İmam el-Kevâkibî tefsirinde işaret sadedinde bazı akidevi noktaları ele almaktadır, Onun akidevi yaklaşımı eş’ari mezhebine uygun düşmektedir. Burada konuyla alakalı bazı örnekler verelim:

2.6. 1. 1. Birinci Örnek

B/6 olu el yazma eserde der ki: el-Bari azze ve celle öyle değil. O bütün kemal sıfatlarını kendisinde toplamış kusur ve noksanlık sıfatlardan münezzehtir. Bu ifadesi ehl-i sünnet ve’l-Cemaat kelamına uygundur. Maaricü’l-Kabul250 adlı eserin müellifi; tevhid iki kısma ayrılır. Birincisi, ilmî, hadis ve nakle dayalı olan akidevî tevhittir. Allah’ın rububiyet, sıfat ve zatında tevhidi ifade eden bu minvaldeki tevhit, Allah’ın bütün kemal sıfatlarla muttasıf olmayı isbatı ve onun başka şeylere teşbih ve temsilini, bütün eksik sıfatlardan tenzihini ihtiva eden bir tevhittir.

Kur’ân-ı Kerim de bunu ifade eder. Nitekim yüce Allah’ın; (دحأ اوفك هل نكي مل) “Ona hiçbir şey denk ve eşit değildir.” (ءيش هلثمك سيل) “Onun eşi ve benzeri yoktur.”

(لاحملا ديدش وهو) “Onun muhakeme ve cezası şiddetlidir.” diye buyurmuştur. (Bkz. El yazma eser, b/6)

2.6.1. 2. İkinci Örnek

el yazma eserda geçtiği üzere (b/11) nolu هدابع قوف رهاقلا وهو (O, kullarının üstünde kahirdir/her türlü tasarrufa sahiptir.) :ayetin tefsirinde o mekândan münezzehtir. Dolayısıyla her hangi bir zarfta bulunmayı Allah’ın ilmine nispet etmek doğru olmaz

250

– Allah bundan münezzehtir- Ancak İlahi ilmin bağlandığı şey yani malumatlar söz konusu olunca bu manada onun ilminin onların içindeymişçesine malumatların, Allah’ın ilmine zarf olması, caiz olur. Bu görüş ehl-i sünnetin itikadına uygundur.

İbn Cemaa bu konuda şöyle demiştir: “Bil ki ayette geçen قوف lafzı, Arap konuşmalarında yüksek hizalama, kudret ve yüksek mertebe anlamına gelmektedir. Kur’ân’da geçen مهيديأ قوف الله دي ve هدابع قوف رهاقلا وهو gibi ayetler Allah’ın kudretinin yüksekliğini ifade etmektedir; zira رهاقلا kelimesindeki kahrın zikredilmesi, buna ve mertebesinin yüceliğine delalet etmektedir; ancak لك قوفو

ملع يذ

ميلع ayetten maksadın mekân fevkiyeti olduğunu söyleyen olmamıştır. Burada maksad kahrın favkiyeti söz konusudur.251 (Bkz. El yazma eser, b/11)

2.6. 1. 3. Üçüncü Örnek ﴿

راصبلأا كردي وهو

(O, gözleri görür) ayetin tefsirinde: “راصبلأا kelimesi رصب kelimesinin çoğul kalıbı olup görme duyusu demektir. Görme duyusunun yeri olması hasebiyle göz için رصب tabiri kullanılır. Bu manadan hareketle Mutezile Allah hakkında rü’yetin mümkün olmadığı iddia etmişlerse de bu zayıf bir görüştür; çünkü idrak mutlak görüş demek değildir. Bütün zamanlar için de söz konusu değildir. Belki sadece bazı zamanlara mahsustur. Süreklilik de arz etmeyip belki bazı zamanlarda geçerlidir…” der. (Bkz. El yazma eser A/93)

Rü’yetüllah (Allah’ı görmek) meselesi, akla göre de şeriata göre de caizdir. Nitekim; “O gün bazı yüzler parlaktır. Rablerine nazar eylerler.” ( ةرضان ذئموي هوجو ةرظان اهبر ىلإ), “Hayır, o gün onlar Rablerinden perdelenecekler.” ( مهبر نع مهنإ لاك نوبوجحمل ذئموي) ve “-Bu dünyada- iyilik yapanlara -öbür dünyada- iyilik ve daha fazlası vardır.” (ةدايزو ىنسحلا اونسحأ نيذلل) gibi ayetler bunun caiz olduğuna delalet ederler. Bu ayette geçen iyilik kelimesinin Arapçası olan ىنسحلا ifadesi cenneti ifade eder. Daha fazlası anlamındaki ةدايز kelimesiyle Rü’yetüllah kastedilmiştir. Bu meyanda başka ayetler de vardır. Mesela, ( هيلإ مهنأو مهبر اوقلام مهنأ نونظي نيذلا

نوعجار )

. “Onlar Rableriyle karşılaşacaklarını düşünmüyorlar mı?” , “O’nunla karşılaştıkları zaman merhabalaşmaları “selam”dır.” ((Bkz. El yazma eser, b/93

( ملاس هنوقلي موي مهتيحت

251

2.6. 1. 4. Dördüncü Örnek

Yine şöyle der: “Bazı üstün fazilet sahipleri kim ki, ahirette mizan vardır der ve amellerin tartısına inanır ve amellerin bir ağırlığı var olduğuna kanaat getiriyorsa bunun tartılarının ağırlığına dair temsili bir anlatımdır diyemez; zira burası zikri geçenleri inkâra düşme ihtimali olan bir yerdir.” Sözü burada son buldu. Buradaki sorun akaid kitaplarında yer aldığı üzere böyle düşünen kişi, tartılanın kitaplar değil amelleri olduğunu kabul etmektedir. Dolayısıyla böyle bir düşünce kitapları da amelleri de birer cisim olarak kabul ettiği anlaşılır. (Bkz. El yazma eser, a/ 35)

Kelam kitaplarının dediğine göre o kitaplar hariç amellerinin toplam ağırlığı ve tecsimidir (Bkz. El yazma eser, a/ 35

2.6. 1. 5. Beşinci Örnek

Yine Yüce Allah’ın الله مكقزر امم اولكو﴿ “Allah’ın size verdiklerinden yiyin,” ayeti hakkında; mutezile’nin iddia ettiği gibi haram, rızık değildir, der. (el Yazma eser, b/117)

2.6. 1. 6. Altıncı Örnek

Yine Yüce Allah’ın يتايآ مكيلع نوصقي مكنم لسر مكتأي ملأ سنلإاو نجلا رشعم اي﴿ “Ey cin ve ins topluluğu ayetlerimi size anlatan bir peygamber gelmedi mi?” ayeti hakkında; peygamberler özellikle insanlardan gelmiştir, fakat hitabın cinlerle beraber cem şeklinde çoğul zikredilmesi doğrudur. (Bkz. El yazma eser, b/110 )

2.7. Fıkhî Görüşleri

el-Kevâkibî bu eserinde direk olarak fıkhî konulara girmemektedir. Dolayısıyla belli bir fıkhî mezhep gözüyle yaklaşmadığını söyleyebiliriz. Nitekim tefsirini yaptığı sürede ahkâm ayetlerinin çokluğuna rağmen el-Kevâkibî buna direk olarak

girmemektedir. Bunun sebebini düşündüğümüzde biri genel biri özel iki muhtemel gerekçe önümüze gelmektedir. Birincisi, söz konusu çalışmanın bir tefsir ameliyesi olduğu, mümkün derecede konuyu fazla dağıtmamak adına bu alana fazla yer vermediğidir. Doğrusu böyle bir muhtemel gerekçe yaşadığı dönem itibariyle dikkate şayan bir yaklaşım olur. Diğeri se el-Kevâkibî ve benzeri şümullü ve ansiklopedik düzeyde ilmi ve tecrübî derinliğine sahip şahsiyetlerin görüş ve yaklaşımlarından belli bir mezhebe hasredilebilecek işaretleri bulmak zordur. Her ne kadar çalışmamızın birinci bölümünde el-Kevâkibî ailesinin ağırlıklı olarak Halep’te Hanefî mezhebinden oldukları ve Osmanlı himayesinde bu mezhebe müntesip topluma dini hayatta rehberlik ettikleri ifade edildiyse de ferdi olarak bu gibi şahsiyetlerin fikir ve fıkıh alanında ilim üretirken belli bir mezheple bağlı kalmadıkları da söylenebilir.

Nitekim Âlim el-Kevâkibî Hanefî mezhebine tabi idi. Bu durum onun hakkındaki kaynakların incelenmesinden ve telif ettiği eserlerden ortaya çıkmaktadır. Ez-Zirikli onun hakkında: “Halep ahalisinden olup Hanefi fıkıh âlimidir. Halep’te Hanefi müftüsü idi” der.252

Bu izahattan sonra örnek babından söz konusu eserde fıkıhla ilgili bazı kayıtları zikredecek olursak:

“Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin.” ayetiyle alakalı; ayetin zahiri manası kasten ve unutarak besmelenin terkedildiği hayvanların haram olması kastedilmektedir. Ahmed ve Davut da aynı görüştedir. Malik ve Şafii de (ra) peygamber efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem); “Üzerine Allah’ın adını anmasa bile Müslümanın kestiği helaldir,” hadisine binaen bu görüşün hilafı bir görüş beyan etmişlerdir. Ebu Hanife ise kasıt ile unutma durumlarını birbirinden ayırmıştır ve onu ölü veya Allah’ın adının dışında başka bir ismin anılması örneği ile açıklamıştır. Görüldüğü gibi fıkhî konularda belli bir mezhep gözlüğüyle muteber birçok görüşü kayda almıştır. Bu örnek müellifin ve dolayısıyla dönemin âlimlerinin fıkhî yaklaşımları bağlamında anlamlıdır.

252 ez-Ziriklî, el-A’lâm, I, 240.

Benzer Belgeler