• Sonuç bulunamadı

Küreselleşmenin Düşünsel Altyapısı: Postmodernizm

BÖLÜM 1: EKONOMİK, KÜLTÜREL VE SİYASİ BOYUTLARIYLA

1.1. Küreselleşmenin Mahiyeti ve Özellikleri

1.1.4. Küreselleşmenin Düşünsel Altyapısı: Postmodernizm

Liberalizmin yeniden yorumlanışına paralel olarak, düşünce dünyasında da Post-Modern olarak isimlendirilen yaklaşım ve bu yaklaşımdan kaynaklanan toplumsal teoriler giderek popülerleşmiştir. Bugün bilimde, sanatta, edebiyatta kısacası toplumsal hayatın her alanında yaşanan dönüşümler, ortaya çıkan yeni durum ya da yapılar daha ziyade “Post-Modern” kavramı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Küreselleşme sürecinde, dünyayı anlamlandırma çabalarının başında gelen Post-Modern düşünce kavramı üzerinde durmakta fayda vardır.

“Post-Modern” kavramının, üzerinde mutabakat sağlanmış bir tanımı yoktur. Bunun başlıca nedeni; kavramın, hem bir dönemi hem de bir düşünceyi ifade etmesidir. Ayrıca sanat, mimari, politika, eğitim gibi toplumsal hayatın hemen her alanına yönelik oluşu, kavramın çerçevesini çizmeyi zorlaştırmaktadır (Kale, 2002: 35). Ancak bir düşünce biçimi olarak Post-modernizmin hareket noktası yetmişli yıllarda insanlık açısından bir kırılma dönemi yaşandığının kabulüdür. Buradan hareketle modern toplumdan farklı yeni bir toplumsal yapının belirdiğini ileri süren bu kavramın;

32 “Greenpeace” in dünyanın ekolojik dengesinin bozulmamasını için çeşitli biçimlerde katkıda bulunan dünyanın dört bir yanından 2,8 milyon üyesi bulunmaktadır (Greenpeace, 2005).

modernizme ait tüm değerleri eleştiren bir bakış açısı olduğu rahatlıkla ifade edilebilir33 (Özbilen, 2003).

Bu düşünce biçimine göre, evren hiçbir formülle açıklanamayacak kadar karmaşık (kaos) bir ortamdır (Kale, 2002: 34-36). Bu esas, post-modern felsefenin akılcılığa karşı olmamakla birlikte, modernizmin aklı yücelten yapısına ve de akıl sayesinde evrenin anlamlı kılınabileceği yaklaşımına katılmadığını göstermektedir. Başka bir ifadeyle, modernizmin rasyonel düşüncenin temeline koyduğu; aynı kuralların aynı şartlarda ve her yerde geçerli olması tarzındaki mutlak gerçekçi yaklaşım post-modernizme göre yanıltıcıdır. Gerçek rasyonellik, her duruma uygun akıl ya da hissetme yakalanarak sağlanabilir. İşte bu yüzden, bütüncül tarzda, tek bir gerçek arayan modern felsefe aslında tuzağa düşebileceği ihtimalini gözden kaçırmakta, rasyonelliğin kör noktasına takılıp kalmaktadır (Kellner, 1994: 227; Ryan, 1994: 301-303). Dikkat edilirse, post-modernizmin bu şekilde akla uygunluk esası üzerinde yükselmesi, mistisizme dahi açık kapı bırakan bir akılcılık tarzıdır. Bundan dolayıdır ki, post-modern yaklaşımlar, hayatın her alanında esneklik, farklı durumlar karşısında değişebilme, kısacası hissedildiği gibi yaşamayı savunmaktadırlar (Mouffe, 1994: 188). Bütüncül yaklaşımlara karşı olan post-modernizm, çoğulculuğu da önemli bir değer olarak ortaya koymaktadır. Post-modernizm tek ve mutlak gerçekliği kabul etmeyen bir yapıdadır. Bu yapı ise modernitedeki türdeşliğin ve farklılıkları homojenize etme yaklaşımının yerine parçalanmayı koymaktadır. Post-modernizmde toplum yerine birey merkez kabul edilmektedir (Keyman, 1999: 57).

Post-modern felsefeden hareketle ortaya konulan toplumsal teorilere34 göre; gelişmiş ülke toplumlarında, modern toplumun karakteristikleri olan; kitlesel üretim tarzı,

33 Modernizm sezgiyi ve metafiziği dışlayan, bireyi ikinci plana atan yapısıyla her dönemde yoğun eleştirilere uğramış, en azından“modernlikten sonra gelen bir şeyler olmalı düşüncesi” hiçbir zaman peşini bırakmamıştır (Robertson, 1999: 27). Bu bağlamda post-modernizm, neo-liberalizm etkisiyle modernizmin yeniden eleştiriye tabi tutulması olarak görülebilir (Laçiner, 2003). Gerçekten de, post-modern düşüncede, post-modernizmin ne kadar özelliği varsa onlara karşı nesne, oluşum ve kavramlar görmek mümkündür: Atasayar’ın ifadesiyle post-modernizmin kapsamında: “Modern çağın düzen

fikrine karşı parçalanmışlık, ulus fikrine karşı etnik topluluklar, çözümlemeye karşı bütünsel bakış açısı, akla karşı sezgi, bilime karşı inanç, güzel sanatlara karşı otantik sanat, yalına karşı karmaşa, determinizme karşı rastlantısallık” mevcuttur (Atasayar, 2002).

34 Post-Modernizm ilk olarak, sanatta, edebiyatta ve resimde modern sanat biçimlerinden kopma şeklinde; keyfiliği, anarşiyi, nostaljiyi, serbestliği, parçalanmayı hatta ticari kaygıları ön plana alan bir sanat tarzı olarak kendini göstermiş olsa da; post-modern düşüncenin tanınması ve yerleşmesi, yetmişli yılların sonundan itibaren görülmeye başlayan post-modern toplumsal teoriler sayesinde olmuştur (Kellner, 1994: 227; Ryan, 1994: 298).

müdahaleci devlet anlayışı ve tam istihdam gibi özellikler, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra giderek kaybolmaya başlamış; mal ekonomisinden hizmet ekonomisine geçilmesiyle de toplumsal yapı ve ilişkiler derinden etkilenmiştir. Sanayileşmiş toplumlardan başlayarak tüm dünyaya yayılmakta olan bu yeni toplum tipi “sanayi ötesi toplum”, “bilgi toplumu”, “hizmet ekonomisine dayalı toplum” gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Post-modern yaklaşımlara göre; bu yeni toplumsal yapının temelinde bilgi yatmaktadır ve bu husus; rekabete dayalı bir toplumsal yapılanmayı, iktidar paylaşımını zaruri hale getirmektedir. Bu bakımlardan, modern toplum yapısının, temel özellikleri itibarıyla yaşanan bu gelişmelere karşılık vermesi mümkün değildir. Dikkat edilirse, post-modern toplum teorilerinde dile getirilen değişiklikler ve öneriler neo-liberal siyasal ve ekonomik ilkelerle paralellik arz etmektedir (Yılmaz, 1996: 59).

Hemen belirtilmelidir ki, tüm post-modern toplumsal teorilerin ortak noktasını, modernitenin bütünleştirici toplumsal teorilerine karşı çıkış, dolayısıyla müdahaleci siyasetin reddi oluşturmaktadır (Kellner, 1994: 228). Modernitenin bütünselci tarzına karşı çıkan post-modernite müdahaleci, farklılıkları yok etmeyi amaçlayan siyaset anlayışının yerine farklılıkların tanınması temelinde yükselen yeni bir siyaset anlayışını “radikal demokrasi” yi önermektedir (Saage, 1993: 54; Keyman, 1999: 59). Radikal demokrasi, hayatın farklı biçimlerinin meşruluğunu ve özgünlüğünü savunan bir kimlik politikası ile çoğulcu siyaset anlayışı üzerinde yükselmektedir. Bu yaklaşım, liberal demokratik söylemin; evrenselliğe ve bütünselliğe yönelik niteliklerini ortadan kaldırarak; tikel, çoğul ve heterojenlikle yeniden yorumlanması olarak ifade edilebilir

35 (Mouffe, 1994: 187; Keyman, 1999: 59). Bu arada, bireyin ön plana çıkarılması, siyasete modern döneme göre çok farklı bir görünüm kazandırmaktadır. Toplumsal manada güvenliği ve huzuru ana gaye gören, iç-dış güvenlik meseleleriyle ekonomik ve sosyal güvence konularını fazlaca önemseyen eski siyaset anlayışı yerini, artık,

35 Radikal demokrasi kavramı, bütüncül ya da toplulukçu yaklaşımların küreselleşmeyle beraber hızla gözden düşmesine paralel olarak; çoğulcu toplum yapısı esas alınarak ortaya konan yeni bir siyaset anlayışıdır. Bu anlayışla, liberal demokrasinin yeniden yapılandırılması, siyasal sürece katılımın daha çok sağlanması amaçlanmaktadır. Yeniden yapılanmanın temel taşları olarak; çok kültürlülük, bireysellik öğeleri ön plandadır. Modernitenin bütünleştirici ruhuna ters bir şekilde, farklılığa dayalı kimlik söylemlerine saygılı olmak, bunları yansıtan katılım yollarıyla, daha açık bir parlamenter sistem amaçlanmaktadır. Daha açık bir parlamenter sistem için, modernitenin bütüncül yapısından kaynaklanan halk adına temsil ya da yönetim yerine, hiç değilse temel siyasetlerde karar alınırken, sistemin bireylerin katılımına açık olması önerilmektedir (Barker, 1995: 160,162, 195-200; Keyman, 1999: 44-50).

bireysel hayat kalitesinin yükseltilmesini, temel hak ve hürriyetlerin geliştirilmesini, siyasal haklarının arttırılmasını hedefleyen siyaset anlayışına bırakmaktadır (Yılmaz, 1996: 153-154).

Post-modernitenin farklılıkları tek tipleştirmeyi reddeden tutumu, modernitenin savunduğu homojenliğin önemli sonucu olan; “ulus” esaslı toplumsal yapılanma biçimini de tehdit eder boyuttadır. Bu durum, ulus devlet siyasi yapılanma biçimine yönelik ciddi bir tehdittir. Düşüncenin siyasi boyutundaki bu çerçeve; post modern düşüncenin, bireyselliği esas almasından kaynaklanmaktadır. Bu temellere sahip bir felsefenin, farklılıkları homojenize etmeyi reddetmesi son derece normaldir. Bu yapısıyla, küreselleşmeci söylemlere kaynaklık eden post-modernitenin çoğulcu yapılara ve ulus-üstü kimliklere de sıcak baktığı söylenebilir (Saage, 1993: 54; Yılmaz, 1996: 145).

Post-modernizmin muhteviyat açısından uğradığı en büyük eleştiri henüz sağlam bir teorisinin oluşmadığıdır. Gerçekten de, modernitenin net bir şekilde homojenliğe dayalı bir toplumsal ve siyasi yapılanma biçimi önermiş olmasına mukabil özellikle siyasi açıdan netleşen, kabul edilen bir post-modern yaklaşımın olmadığı söylenebilir (Saage, 1993: 54; Yılmaz, 1996: 161). Sözgelimi, post-modern bir yaklaşım olan çok kültürlülük modernitenin bütünselliğine karşı çıkarak yerel kimlikleri desteklerken bu kimliklerin folklorik ve kültürel bazda kalmasını da önermektedir. Ancak bu tutumdan, karşı çıkılan bütünselliği ya da türdeşliği destekleme anlamı da çıkarılabilir (Kellner, 1994: 229; Şişman, 2002).

Post-modernitenin bu muğlâklığı, küreselleşmeye emperyalizm yakıştırmaları yapan şüpheci çevrelerin önemli bir kozudur. Şüphecilerce dile getirilen post-modernitenin yol açabileceği belirsizlik ve kargaşa ortamının ulusal bütünleşmesini sağlamış zengin toplumlar ile bunların içinden çıkan büyük sermaye çevrelerinden başka kimseye yaramayacağı görüşü günümüzde önemli bir tartışma zeminidir. Bu bağlamda, post-modernitenin alt aidiyet bağlarını canlandırıp kargaşa yaratmaktan başka bir işe yaramayacağı, binlerce mikro-ulustan oluşan kaotik bir yapı ortaya çıkararak

toplumları Hobbescu doğa durumuna36 sürükleyebileceği şüpheci çevrelerce dile getirilen bir ihtimaldir. Bireylere ve toplumlara mutluluk getirmeyecek olan bu durumun, verimliliği arttırmayacağı gibi dünyayı kargaşa ortamına iterek toplumların bir “üst egemen emperyal” grup tarafından koordine edilmesine yol açabileceği vurgulanmaktadır (Güler, 2002: 20).

Günümüzde felsefi alanda küreselleşmeyle ortaya çıkan değişiklikleri apayrı bir dönemin başlangıcı olarak gören (post-modernler) yaklaşım ile modernitenin devamı olarak, yaygın tabiriyle, “yüksek modernite” şeklinde değerlendiren iki farklı yaklaşımdan bahsedilebilir. Bu yaklaşımlardan entelektüel dünyada hakim olanı post-modernizm, revaçta olan toplum nitelendirmesi ise post-modern toplumdur (Giddens ve Pierson, 2001: 84-88, 162; Aydın, 2001). Bunun altında yatan faktör post-modernizmin, sınırları kabul etmeyen, farklılıkların iç içe olmasını savunan esnek yapısının günümüz toplumsal ve siyasi değişmelerine olan uygunluğu ve olayları anlamlandırmada en çok başvurulan düşünce biçimi olmasıdır (Şişman, 2002).

Küresellik ile post-modernizm arasındaki ilişkinin karşılıklı olduğu görülmektedir. Bütüncül yaklaşım ve politikaları aşındıran ekonomik gelişmeler, sınırları olmayan digitalleşmiş bir dünya, artan göç, cemaatleşme ve gettolaşmalar post-modern toplumsal yaklaşımları gündeme taşırken; postmodernite de bireyselliği, yerelliği ve evrenselliği kapsayan esnek yapısıyla küreselliğe imkân vermektedir. Mekân ve zamanın giderek engel olmaktan çıkmasıyla hız kazanan toplumsal ve özel alandaki parçalanmaya; farklı ulus ve kültürlerin yan yana gelişine, güçlenen yerelleşmeye türdeşliğin yerine çeşitliliği, merkeziyetçiliğin yerine âdem-i merkeziyetçiliği esas alan yapısıyla post-modern düşünce biçimi cevap verebilmektedir (Harvey, 2003: 54, Yılmaz, 2004: 167). Bu karşılıklı ilişki en net ekonomi alanında kendini göstermektedir. Kapitalizmin politik ekonomik dönüşümü hizmet sektörünün ön planda olduğu, hızla uluslararasılaşan, kitlesel değil de esnek üretim anlayışına dayalı bir şekilde sürmektedir. Bu yeni süreçte zaman, mekân, üretim, tüketim ve piyasa açısından gerekli olan esneklik ve hıza post-modern düşünce destek olabilmektedir

36 Thomas Hobbes doğa durumu ile; genel bir güç ve kuralların olmadığı toplumsal hayatı

kastetmektedir. Hobbes’ a göre böyle bir ortamda güç ve zekâ olarak herkes eşittir. Eşitlikten

güvensizlik, güvensizlikten de kavga ortamı doğduğundan doğa durumunda her zaman herkes savaş halindedir. İnsanları topyekün korku altında tutacak bir güç oluşmadıkça bu savaş ve kargaşa durumu devam edecektir (Hobbes, 1986: 184-188).

(Ülman, 2003; Yılmaz, 2004: 60). Bu arada, post-moderniteyle sürecin ideolojisi olan neo-liberalizm arasındaki uyumdan da bahsedilmelidir. Neo-liberal ilkelerin de modernite kurumlarını bütüncüllükten uzaklaştırarak çoğulculuk esasında değişime uğratması aralarındaki mantıki yakınlığın en net göstergesidir.