• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: BİR SİYASİ ÖRGÜTLENME MODELİ OLARAK “ULUS-

2.2. Temel Unsurları ve Yapısal Özellikleriyle Ulus-Devlet Modeli

2.2.3. Ulus-Devletin Temel Unsurları

Temel unsurlarla, bir siyasi örgütlenmeye ulus-devlet formu kazandıran asıl öğeler kastedilmektedir. Ulus-devlet şeklinde bir siyasi yapılanmada, toplumsal ve siyasi meşruiyet zemininin ulus olmasından hareketle, temel unsurlar olarak milli egemenlik ilkesiyle milli kimlik gösterilebilir. Bu noktada şöyle bir önermede bulunmak mümkündür: Bir siyasi yapılanma, federal, üniter ya da son zamanlarda gündemde yer tutmaya başlayan bölgeli89 devlet sistemlerinden hangisiyle örgütlenirse örgütlensin tek bir milli kimlik içeriyor ve egemenliğin kaynağı ve sahibi olarak ulusu kabul ediyorsa ulus-devlet formundadır.

2.2.3.1. Milli Egemenlik

Milli egemenliğin ulus-devletin en fazla vurgu yapılan niteliği olduğu söylenebilir. Ulus-devletin temel unsuru olarak kabul edilen milli egemenlik anlayışının temelleri XVI. yüzyıl Avrupa’sında atılmıştır. Kilise, kral ve feodal beyler arasındaki güç mücadelesi yapısal değişime yol açmış; merkezi kurumsallaşmaya geçilmesi güçlü bir egemenlik anlayışı sayesinde olmuştur.

89

Günümüzde, bazı üniter devletlerde, (İtalya, İspanya, Fransa ve İngiltere gibi) etnik, dilsel, dinsel, ekonomik veya tarihsel özellikleri nedeniyle farklılaşan bölgelerin, değişik ölçülerde özerklikten yararlandırıldıkları görülmektedir. Bölgelerin özerk statülerinin anayasal güvenceye kavuşturulmasıyla uygulanan, bölgeye dayalı yönetimlerin önemli yetkilere sahip olduğu bu sistem bölgeli devlet kavramı ile ifade edilmektedir. Bu yapılanmadaki orijinal husus, söz konusu yönetimlerin yasama yetkisi ile donatılmalarının bir sonucu olarak, siyasal karar merkezleri haline gelmiş olmalarıdır. Özerkliğin anayasayla güvence altına alınmakla birlikte, merkezi yönetimin özerk yönetimlerin kuruluş ve işleyişine müdahale imkânlarının açık tutulması bölgeli devletin federal devletten en önemli farklılığıdır. Mesela federal devlette, federe birimler kendi anayasalarını, federal yönetimin hiç bir müdahalesi olmaksızın, kendileri hazırlayıp yürürlüğe sokarlarken bölgeli devlette ulusal parlamentonun bir yasayla bu kuruluş yasasını uygun bulması şartı uygulanmaktadır. Yine merkezi yönetim, özerk yönetimlerin işleyişine müdahale edici mekanizmalara da sahiptir. Kısacası, bölgeli devlette söz konusu olan, üniter siyasal sistem içinde, sınırlı veya geniş bir özerklik uygulamasıdır (Uygun, 2004).

Ulus-devlet egemenliğinin iki esas üzerinde yükseldiği söylenebilir. Bunların ilki siyasal otoritenin kendi yetkilerini ve temel hukuk kurallarını serbestçe belirleyebilme hak ve yeteneğidir. İkincisi ise egemenliğin kaynağı olarak ulusun kabul edilmesiyle devletin halk egemenliği esasına dayandırılmasıdır. Ulus-devlet modeliyle birlikte, teokratik ya da aristokratik unsurlar siyasal anlamda meşruiyet zemini olma vasfını tamamen kaybetmiş; siyasi iktidarın kaynağı olarak ulus, en yüce egemenlik olarak da milli egemenlik benimsenmiştir (Gündoğan, 2003: 184). Tüm ulus-devletlerde, parlamentolar anayasalarca en üst kurum olarak kabul edilmekte, demokratik işleyişte farklılıklar olmakla beraber, siyasi sistem milli egemenlik ilkesine göre yapılandırılmaktadır (Erözden, 1997: 79; Habermas, 2002a: 25). Devlet biçimleri içinde sadece ulus-devlete özgü olan bu gelişme, ulus-devletle özdeşleşen en temel vasfını da oluşturmaktadır. Nitekim bir devletin milli egemenlik ilkesine dayanması, ulus-devlet olarak nitelendirilmesi için yeterli görülmektedir 90(Özkul, 1999: 247). Modern devletin egemenliği Westphalia ve Utrecht Antlaşmaları’na dayanmakta; devletlerin egemenliği üzerinde hiçbir güç olamayacağının kabulü ile şekillenmekteydi. Ulus-devlet aşamasında ise buna ilave olarak; insanların kendi kaderlerini millî politik mekanizmalar ve kurumlar çerçevesinde belirlemesini sağlayan ulusal egemenlik anlayışının da devreye girdiği görülmektedir. Ulusun bu denli yüceltilmesi ve egemenliğin sahibi olarak görülmesi, iç (en üstün olma) ve dış egemenlik (bağımsızlık) hususlarını ulus-devlet için son derece önemli hale getirmektedir. Bu durumun, uygulamada egemenliğin kontrol yönüne de büyük önem verilmesini beraberinde getirdiği XX. asırda görülen güçlü ve büyük idari örgütlenmeler için uygun bir siyasi zemin ve anlayış teşkil ettiği söylenebilir (Kapani, 1992: 57-58; İskenderoğlu, 2001).

2.2.3.2. Milli Kimlik

Milli kimlikten kasıt herkesin ortak, tek bir üst kimliğe sahip olması, benimsenmiş bir üst-kültür ve yerleşmiş milli bilincin sağlanmasıdır. Ulus-devlet, geleneksel grup aidiyetlerinin yavaş yavaş silinmesiyle ortaya çıkan kimlik ve bütünleşme krizine milli

90 Smith’in ulus-devlet tanımı bu yaklaşımı çok güzel yansıtıyor. Smith’e göre, “ulus-devlet, coğrafi

olarak aynı yer veya zamanda var olan devletle mutlak iktidarı elinde bulunduran ulusun bir arada olmasının ifadesidir.”(Gürses, 1998: 27).

kimlik formülasyonu ile cevap vermiştir. Ulus-devlette, toplumsal ve siyasal örgütlenmenin temeline ulusun yerleştirilmiş olması; fertleri, ortak üst kimlik yoluyla birleştirmeyi, tarihi ve geleceği olan ulusa bağlamayı daha da önemli hale getirmektedir (Eraydın, 1998: 264).

Ulus-devlet kavramlaştırmasındaki birinci bileşen olan “ulus” un siyasi bir inşa sürecini gerektirmesi, milli kimlik ve kültürün önemini model açısından bir hayli arttırmaktadır. Çünkü bu modeli tercih eden bir ülkede milli kimlik ne kadar sağlam tesis edilirse uluslaşma sağlanabilecek, siyasi ve toplumsal sistem sorunsuz işleyebilecektir91 (Habermas, 2001: 88). Bu sebeple uluslaşma politikaları ile, etnik, dini, bölgesel alt kimlikleri milli kültür potasında eriterek, tek bağlılık odağı olarak ulusun görülmesini sağlamak ulus-devletler açısından önemlidir. Vatandaşların kendilerini milletle özdeşleştirme seviyesini arttırmak için milli marşlar, başkentler, anıtlar, bayraklar, armalar, milli bayramlar, tarihteki zaferler ve kahramanlar, tabiat güzellikleri hatta hükümet binaları dahi birer milli sembolizm değerleri olarak kimlik politikalarında kullanılmaktadır (Csepeli ve Örkeny: 2002: 83). Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere milli kimliğin oluşturulmasında, temel öğeler ise; ulus olma kriterlerinden dil ile ortak tarih ve kültür birikimidir (Gürses, 1998: 29; Durgun, 2000: 114).

Milliyetçi ideolojinin ulus olma kriterleri içinde en ön sıraya yerleştirdiği dil, milli kimliğin de en belirgin öğesi konumundadır (Kösoğlu, 2001: 43). Dil birliğinin bir insan topluluğunun, ulus olarak nitelendirilebilmesinin ilk şartı olduğu hususunda genel bir kabul söz konusudur. Çünkü aynı dili konuşma toplumdaki fertler arasında “biz” duygusunu yaratan en etkili faktör, dış dünyadan farklı bir topluluk oluşu en çok hissettiren unsurdur. Bu yüzden, ulus-devletlerde genelde tek bir resmi dil (daha çok çekirdek etninin dili) söz konusudur ve resmi dili ülkenin her yerinde hakim kılma ulus-devletler için önemli bir amaçtır92 (Hobsbawm, 1995: 117-119; Erözden, 1997: 106).

91Bu durumu Seton Watson şu şekilde ifade etmektedir “Bir toplulukta önemli sayıda insan bir millet

oluşturduğunu düşünüyor ya da öyle davranıyorsa orada millet vardır” (Seton Watson, 1977: 5’ den

aktaran: Eraydın, 1998: 265).

92 Dilin milli kimliği oluşturmasındaki rolüne ilişkin aşağıdaki istatistikler ilginçtir: İtalyan devleti kurulduğunda, bugün İtalyanca olarak adlandırılan Toskana diyalektiğini tüm nüfusun ancak % 2,5’u

Tek bir milli kimlik amacıyla alt kimlik ve aidiyet bağlarını mümkün mertebe eritmek isteyen ulus-devlet, bu amaca ulaşmakta dil birliği kadar, ortak tarihsel birikimden kaynaklanan kültürel kodları, bu kodlardan kaynaklanan simgeleri, törenleri, mitleri, olaylar ve şahsiyetleri kültür ve eğitim politikası çerçevesinde devamlı kullanır (Kalafat, 2000; Anderson, 2001: 17-18). Bilhassa tarih yazılması ve öğretilmesinin milli bilinç oluşturma amacıyla kullanıldığı belirtilmelidir (Ersanlı, 2003: 15). Ulus devletler bu çabalarında; ülkedeki büyük çoğunluğu teşkil edişi, ülke sınırları içinde yaşayan tüm insanları kültürel bakımdan tesiri altına almış oluşu, genelde o coğrafyada asırlardır yönetici elitin ve devlet geleneğinin bir parçası oluşundan ötürü genellikle çekirdek etninin (büyük ya da standart toplum) kültürel ve tarihsel değerlerini kullanırlar (Smith, 2002b: 126, 127).

Bir ulusu, diğerlerinden ayıran ana tema, milli kimlik ve kültürüdür. Ayrıca kimliğin farkına varılması ve güçlendirilmesi yönündeki politikalar, ulus olmanın devamlı yenilenmesi, gelişmesi olarak görülmekte ve önemsenmektedir. Tüm bunlardan ötürü, milli kimlik öğesi ulus-devlet modelinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilmektedir. Ulus-devletlerde tarih ve dil çalışmalarına verilen büyük önem ve bunların milli eğitim politikalarına yansıması bu önemin göstergeleridir (Kösoğlu, 2001: 43). Ayrıca, ulus-devletlerin kurulduktan sonra da bir milli kültür hareketi olarak devam etmeye adeta mecbur oluşu artık kültürel kimliğin antropolojinin yanı sıra siyasi bir anlam kazandığını da göstermektedir.