• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM I: KURAMSAL ÇERÇEVE

1.2. MEKANSAL FARKLILAŞMA VE AYRIŞMA KAVRAMI, NEDENLERİ VE TEMEL

1.2.2. Mekansal Farklılaşma ve Ayrışmanın Nedenleri ve Temel Dinamikleri

1.2.2.4. Küreselleşme ve Mekan (Kent)

Küreselleşme kavramı, genel olarak 20.yüzyılın son çeyreğinde toplumsal, ekonomik ve kültürel alanda meydana gelen kapsamlı değişim ve dönüşüm sürecini ifade etmektedir. Küreselleşme, paranın, malın ve hizmetin uluslar arası hareketliliğidir. Küreselleşme, neo- liberal politikalar ve buna bağlı olarak gelişen serbest pazar anlayışıyla şekillenmektedir. Çok uluslu şirketlerin temel aktör olarak çıkması, üretim yapılanmalarının dağılarak ademi merkezileşmesi ve kitlesel üretimin yerini esnek üretimin alması ekonomik alanda görülen değişimlerdir (Bozkurt, 2000; Kazgan,1997;Yetim,2002;Keyman,2000).

Genel olarak bakıldığında ekonomik ve toplumsal düzlemde küreselleşme, sermayenin küreselleşmesi ve iş gücünün küreselleşmesi şeklinde iki temel boyutta gerçekleşmiştir. Sermayenin küreselleşmesi, üretim, ticaret ve finans alanlarındadır. Sanayi sermayesinin genişlemesi, etki etme kapasitesinin artması, ağlar şeklinde örgütlenmesi, ticaret rejimlerinde liberalleşmenin önem kazanması, ulus-devletlerin ithal ikamesine dayalı korumacı politikaları

terk ederek uluslararası mal akışını ve ticareti kolaylaştıracak akımları benimsemeleri, dünya finans sistemine entegrasyon ve küresel düzeyde sanayi, ticaret ve finans sermayenin sorunsuz döngülerini sağlamak için güçlü finansal kuruluşların oluşması küreselleşme sürecinde gerçekleşmiştir. Emeğin küreselleşmesi ise, uluslar arası düzlemde gelişmemiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru iş gücü akışını içermektedir (TBAR,2006:15).

Robertson’a göre küreselleşme, dünyanın küçülmesi ve dünya bilincinin güçlenmesidir. Özellikle enformasyon, ulaşım ve üretim teknolojisindeki gelişmeler sayesinde dünyanın tek bir alan haline gelmiş, ulusal-etnik tartışmalar ön plana çıkmış, tikelcilik evrenselleşmiş, eşitsizlik, kimlik, gelenek ve yerel motifler küresel düzeyde yaygınlaşmıştır (1999:212-220).

Üretim teknolojisindeki değişimler, büyük pazarlar yaratmıştır. Bu pazarlar, farklı gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerde etkinlik göstermişlerdir. Ulaşım teknolojilerindeki değişimle, mal ve hizmet akışını sağlamak için yapılan harcalar düşmüştür. Özellikle, metropoliten alanların yada büyük kentlerin birbirlerine demiryolu ve otoyol ağlarıyla bağlanması, mal ve hizmet akışında büyük ölçüde zamandan tasarrufu sağlamıştır. İletişim teknolojisindeki değişimler ise bilgisayar ve internet alanında gerçekleşmiştir. Bütün bu gelişmeler, uluslar arası örgütler aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.

Giddens küreselleşme olgusunu, dünyanın küçülmesi şeklinde tanımlamıştır. Küreselleşmenin temel sonuçlarından biri uygarlıksal, toplumsal ve topluluksal anlatılar arasındaki çatışmaların şiddetlenmesidir. Küreselleşme, toplumsal ilişkilerin yoğunlaşmasıdır (1998: 64-177).

Touraine, küreselleşmeyi, dönüşü olmayan bir sosyo-ekonomik süreç olarak ele almıştır. Bugün dünya, pazarın küreselleştiği evrenle, ulusal, dini ve kültürel kimlikler arasında bölünmüş bir evren arasında ikilileşmiş bir dünyadır. Bir yanda para ve enformasyonun hızla dolaşımı, öte yanda da radikal bir çokkültürlülük vardır. Bu iki eğilim uyuştukları ölçüde zıtlaşmaktadır (akt. Timur, 1996:22).

Friedman’a göre küreselleşme ekonomik ve siyasal gücün örgütlenmesini ifade etmektedir. Ulus-devlet terminolojisi ve modernleşme retoriğiyle uluslar arası fonlar ve destekler edinme isteği arasındaki ilişki, yeni elitler ve elit kimlikler oluşturmuştur. Bu çerçevede küreselleşme, dünya sisteminin bağımlı niteliğidir (akt. Kömeçoğlu,2002:20).

Bauman, küreselleşmeyi güvenlik, özgürlük, ben-öteki ikilemi, kimlik olguları ile değerlendirmiştir. Bu olgular çerçevesinde kurulan ikilemler, demokratik bir toplum oluşturma vizyonu üzerine temellenmektedir. Topluluk ve bir topluluğa ait olma bilinci yükselmektedir. Güvenlik, bir topluluk içinde var olma istemiyle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bir topluluğa ait olma düşüncesi, ürkütücü, yalnızlaştırıcı, güvensiz ve belirsiz olan dış dünyaya karşı bizi korumakta, bize güven içinde olduğumuz duygusu vermekte, bizim için bir sığınak oluşturmaktadır. Güvensizlikle dolu dış dünyada yaşadığımız tedirginlikler, korkular, sınırlar belirli bir topluluğa girdiğimizde kaybolmaktadır. Kendi topluluğumuzda birbirimizi anlarız, birbirimize güveniriz, aynı dili konuşuruz, aynı kültürü paylaşırız, aynı yüzlere sahibiz. Sonuçta, topluluk, güvensizliklerle dolu dış dünyaya karşı korunaklı olma duygusu sağlayan “mekandır”, “aidiyettir”, “güven” ve “korunma duygusu”dur (akt. Keyman,2002:29).

Küreselleşme sürecinde, bireysel ve toplumsal düzlemde ortaya çıkan bu belirsizlik, güvensizlik ve ait olmama duygusu, kentsel mekana yapılan yatırımlarla aşılmaya çalışılmıştır. Kent (mekan) global ve yerel arasındaki etkileşimin yoğun olarak yaşandığı yerdir. Kentler arasında sürekli artan bir rekabet söz konusudur. Kentlerin dünya pazarında rekabet etme potansiyelinin arttırılması ise belli bölgelere yapılan yatırımlarla desteklenmektedir. Bu durum, bir ülke içerisinde belli bir bölgenin gelişmiş bir görünüm sergilemesine belli bölgelerin ise ihmal edilmesine yol açmıştır. Küresel kent yada dünya kenti olguları bu süreçteki kentsel gelişim stratejilerine karşılık gelmektedir.

Kentlerin, finans, ticaret, hizmet ağlarının merkezilendiği yerler haline gelebilmesi için uluslar arası alanda kabul görebilecek projeler geliştirilmiştir. Bu projeler ise kamu desteğinin dışında büyük ölçüde kentleri, global düzlemde rekabet edebilecek konuma yükseltecek yatırım ve projeler gerçekleştirecek büyük firmalar, şirketler tarafından yerine getirilmiştir. Genel olarak baktığımızda küreselleşme politikaları, kentsel mekanda bölgesel gelişme ve büyüme dinamiklerinin yakalanması yönündeki çabalarla somutlaşmaktadır. Reklamcılık ve pazarlama stratejilerindeki yenilikler kentsel mekandaki dönüşümleri desteklemektedir. Bu stratejilerin amacı farklılık ve ait olma bilinci yaratmaktır. Üst sınıfları hedef kitle olarak seçen şirketlerin, konutların pazarlanması esnasında kullandıkları reklam ve sloganlarda da vurgulanan noktalar bunlardır. Büyük alışveriş ve eğlence merkezleri, restoranlar, bireysel

zevkler ve bedensel hazlar ekseninde kentleri her şeyin kısa sürede tüketilebildiği merkezler haline getirmiş; bu merkezler, kent yaşamının simgesi olmuştur.

Kentsel alana yapılan yatırımlar, refah sağlayıcı, sosyal adaletçi, eşitlikçi, çevreci, demokratik karar üretme niteliklerini bir arada içeren geniş kapsamlı sürdürülebilirlik anlayışı üzerinde durmaktadır. Mekanın üretilen, tüketilen, birikim sağlanan ve imgelerin oluşumunda belirleyici rol oynayan çok yönlü sosyal bir olgu olduğunun bilincine varılması sonucunda fiziksel mekanla sınırlı geleneksel planlama anlayışının aşıldığı ve planlamanın bir yer’in genel gelişmesinin çeşitli boyutlarıyla bir bütün olarak kontrol edilip yönlendirilmesi olarak görüldüğü çok daha geniş kapsamlı bir anlayışa varılmıştır (Sökmen, 2003:47-50). Bu anlayış, küresel ekonomik gelişmelerin uluslar arası düzlemde empoze etmeye çalıştığı politikalarla ilişkilidir ve sermayenin yoğunlaşmasının göstergesidir.

Küreselleşmenin mekansal düzlemdeki en önemli yansıması banliyö tipi yerleşim biçimleridir. Birbirlerinden ayrıt edilemeyen banliyö evleri insanı bunaltacak kadar standartlara uygun olmakla birlikte, kent içindeki halk tipi blokların kitlesel özelliğinden yoksundurlar. Tek başlarına müstakil yada yarı müstakil olabilen konutlar, farklılaşma peşinde koşarken bir yandan da hem özel yatırımcılığı özendirmekte hem de sınırların izinsiz olarak aşılamayacağını garantilemektedir. Tüketiciye yönelik etkileyici eğlence alanlarına burada kolaylıkla ulaşılabilmesi, demokratik katılım vaadi getirmekte aynı zamanda kentteki yerleşim yoğunluğunun tehlikelerine karşı kent dışı konutun özel yaşamı koruyabildiği yönünde ortaya atılmış bir dizi miti de desteklemektedir (Chaney,1999:31-32).

Kentsel alanda gerçekleşen bu tarz dönüşümler, birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Ekonomik ve sosyal politikalar, ulusal ve uluslar arası alanda eşitsizliğin giderek artmasına neden olmuştur. Kentin alt yapı, konut ve diğer sosyal hizmet ağlarından yoksun olan kesimi, özel sektör tarafından gerçekleştirilen çalışmalardan optimum şekilde yararlanamamaktadır. Çünkü ticarete ve rekabete dayalı bir mantıkla gerçekleştirilen etkinlikler, yapılan harcamalar için ödenen ücretlerin yükselmesiyle sonuçlanmakta bu da alt sınıflar için önemli bir sorun haline gelmektedir.

Bu şekilde küreselleşme politikalarıyla birlikte toplumsal eşitsizlik, ayrışmalar ve dışlanma, kentlerin genel karakteristiği olmaya başlamıştır. Farklı coğrafyalarda kentler küresel ekonomiyle eklemlenerek yeni büyüme dinamikleri yakalamıştır. Küreselleşme bu bağlamda, birbirine zıt iki sürecin yaşanmasına neden olmuştur. Bir yanda ekonomilerin birbirine

bağımlı kıldığı bütünleşme çabaları, diğer yanda küreselden yerele her yerde artan eşitsizliktir (Geniş,2007:69). Küreselleşme politikaları, kentleri, statü ve mülkiyet göstergesi olan simgelerin yüzdüğü yerler haline gelmiştir. Konutlar, hem fiziksel yapılarıyla hem de simgesel anlamlarıyla rekabetçi bir piyasanın varlığına işaret etmektedir. Kentlerdeki mekansal tasarım, pazar mekanizmasının katmanlaştırdığı, mevkiye, statüye dayalı toplumdan kesitler sunmaktadır adeta. Her türlü etkinlik, bu katmanlaşmış toplum yapısını daha marjinal bir noktaya taşıma amacı gütmektedir. Bireyler mekanların salt kullanıcısı olarak değil bu mekanın fiziksel görünüşünün taşıdığı simgesel anlamdan yararlanan yegane özneler olarak konumlandırılmaktadır. Kentsel alanlar artık kendine özgü iktidar ilişkileri oluşturmuştur.

Öncü ve Weyland’ın dediği gibi, “günümüzde büyük metropoller, küresel/yerel eksende yeniden şekillenen iktidar ilişkilerinin ana halkasını oluşturmaktadır. Küreselleşme diye adlandırılan çapraşık ve çok yönlü iktidar ilişkileri ağı büyük metropollerde düğümlenmekte, kendini yeniden üretmekte derinleşmektedir. Bunun en bariz göstergesi, kent dokusunu yarıp yükselen cam gök-kulelerin dünya coğrafyasına dağılımıdır. Çok değil, yirmi yıl öncesine kadar dev sermayenin bu görkemli anıtları, sadece kuzey yarımkürede, küresel ekonominin başkentleri sayılabilecek birkaç büyük metropolde boy göstermekteydi. Şimdilerde, fakir- zengin, güneyde-kuzeyde, tüm metropollerde art arda cam gök-kuleler inşa etmektedir. Kentlerin silüetini tanımlayan anıtsal mimari, daima hakim iktidar biçimleriyle iç içe şekillenmektedir (2005:9).

Sonuç olarak, küreselleşme, gerek ekonomik gerekse toplumsal ve kültürel alana yönelik uyguladığı politikalarla kentsel yaşamda ve bireylerin gündelik yaşamlarında önemli değişimler yaratmıştır. Bu değişimlerin bir ayağını tüketici taleplerini arttırma ve bunları karşılama yönündeki stratejiler oluştururken diğer yandan kentsel alanın tüketici taleplerine göre aldığı yeni biçimdir. Küreselleşmenin en önemli sonucu, tüketim merkezli örgütlenen yaşam tarzları, kent alanlarının dışında oluşan yerleşim yerleri ve yeni yaşam tarzı stratejileriyle kentsel düzlemde görülmektedir. Bu süreç, eşitsiz bir yapılanmaya işaret etmektedir. Mekansal ayrışma, statüsel farklılıklar ve sınırların keskinleşmesi, küreselleşme politikalarının bir sonucudur.