• Sonuç bulunamadı

Küreselleşme Kavramının Tanımlanması

1. KURAMSAL ÇERÇEVE: KÜRESELLEŞME

1.1. Küreselleşme Kavramının Tanımlanması

Küreselleşme kavramsal olarak farklı ekonomilerin, toplumların daha yakından bütünleştiği ve dünyada yaşanan olayların, eş zamanlı bir hale gelme sürecini ifade etmektedir. Farklı politik, ekonomik ve kültürel eğilimleri kapsayan küreselleşme terimi, günümüzde politik ve akademik tartışmaların en popüler kavramlarından biri haline gelmiştir (Irani ve Noruzi, 2011: 216). Bayar’ın ifadesine göre küreselleşme kavramı genel olarak dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan birey, toplum ve devletler arasındaki iletişim, etkileşim ve ilişkilerin “karşılıklı bağımlılık” kavramı çerçevesinde giderek artması olarak ifade edilmektedir (Bayar, 2006: 88). Bu bağlamda küreselleşme dünya üzerinde bulunan toplum, devlet ve bireyleri “karşılıklı bağımlılık” çerçevesinde bir araya getirmekte olup hem toplumsal hem de siyasal etkileşimleri birbiri ile ilintili hale getirmektedir.

Küreselleşme, bir kavram olarak ele alındığında; küresel (global) sözcüğünün kökeninin 400 yıl öncelere gittiği bilinmektedir (Kaymakçı, 2007: 3). Küresel, bir

10

sözcük olarak “dünyanın bütününü kapsama” anlamında 19. yüzyılın sonlarında kullanılmaya başlamıştır. Küreselleşme ya da küreselleşmecilik ise ilk kez Reiser ve Davies’in 1944’te kaleme aldıkları “Gezegen Demokrasisi: Bilimsel Hümanizm ve Uygulamalı Anlamı” kitabında hayat bulmuş ve 1961’de literatüre giriş yapmıştır (Varlık, 2009: 14). 1980’lere doğru kavram dünyanın önde gelen (Harvard, Stanford ve Columbia) okullarında kullanılmaya başlamış ve bu okullarda eğitim görmüş akademisyenler tarafından telaffuz edilmeye başlamıştır (Timur, 2000: 8). Fakat belirtildiği gibi kavramın somut belirtilerini gösterip; telaffuz edilmesi 1960’ları bulmuş ve 1990’larda bilim adamlarının kabul ettiği popüler bir sözcük haline gelmiştir. Vladislov Inosemtsev, küreselleşmeyi günümüzün en popüler sosyal araştırma konularından biri olarak tanımlamaktadır (Inosemtsev’ den akt. Cuterelo, 2012: 138). Başka bir deyişle ilk olarak 1940’lı yılların ortalarında literatürde bahsi geçen terim, 1990’lı yıllarda ise sık sık kullanılmaya başlamıştır. Soğuk savaştan sonra kavramın ekonomik ve akademik boyutu, dünyanın birbirine daha bağımlı hale geldiğini betimlemek amacıyla kullanılmaya başlamıştır.

Küreselleşme kavramının tanımlanması sürecinde pek çok tartışma ve ayrılıklar meydana gelmektedir. Bunun nedeni küreselleşmenin, farklı bakış açılarından hareketle farklı anlamlarda kullanılabilmesinden kaynaklanmaktadır.

Örneğin; bazı araştırmacılar küreselleşmenin siyasal ve sosyo-kültürel boyutu üzerinde dururken, kimi araştırmacılar ise kavramın ekonomik boyutunu öne çıkarmaktadır. Öte yandan araştırmacılar arasında, kavramın gelişim süreci ile ilgili de tartışmalar mevcuttur. Bir grup araştırmacıya göre küreselleşme, kendiliğinden gelişen bir süreci ifade ederken; diğer bir grup araştırmacı ise, küreselleşmenin gelişmiş ülkelerin kontrolünde olan ve şekillenen bir süreç olduğunu vurgulamaktadır. Yine küreselleşmenin tarihçesi hakkında da bir görüş birliği bulunmamaktadır. Bazı araştırmacılar küreselleşmenin tarihçesini çok eski tarihlere dayandırırken; bazı araştırmacılar ise küreselleşmenin başlangıcını kapitalizm ile eşleştirmektedir (Kaymakçı, 2007: 4). Fakat Fischer’a göre bazı araştırmacılar tarafından şiddetle reddedilen, bazı araştırmacılar tarafından ise tutkulu bir biçimde savunulan küreselleşmenin, dünya siyasetini ve ekonomisini etkilediği inkâr edilmemelidir (Fischer, 2003: 3). Bunun sebebi küreselleşmenin devam eden bir sürece işaret

11

etmesinden kaynaklanmaktadır. Küreselleşmenin devam eden büyük bir süreci temsil etmesinin nedenini Fischer; ülkeler ve vatandaşlar arasındaki karşılıklı bağımlılığın çok yönlü ilişkisine bağlamaktadır.

Küreselleşmenin diğer yaklaşım ve tanımlarından bazıları şöyle özetlenebilir.

Aberden Üniversitesin ’de sosyoloji profesörü olan Roland Roberstson, küreselleşmeyi “dünyayı bir bütün olarak anlama” olarak tanımlayan ilk kişidir.

Robertson, küreselleşme olgusunun on altıncı yüzyıldan beri etkin olduğunu savunurken, küreselleşmeye kültürel bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır (Elçin, 2012:

3). Robertson’a göre küreselleşme; Avrupalı olmayan toplumların, Avrupa merkezli dünya sistemine dâhil edilmesi sürecini ve bu toplumların kültürel anlamda “Batı”

değerlerini benimsemesini ifade etmektedir (Kaymakçı, 2007: 5). Öte yandan Sosyolog Martin Albrow ve Elizabeth King, küreselleşmeyi “dünya halklarının tek bir dünya topluluğuna katıldığı süreçler” olarak tanımlamaktadır (Cuterelo, 2012: 138).

Bu açıdan Robertson, Albrow ve King için küreselleşme, dünyayı tek bir mekân haline getirip ortak bir bilinç yaratma anlamı taşımaktadır.

“Modernitenin Sonuçları” adlı makalesinde Anthony Giddens küreselleşme ile ilgili, şu tanımı kullanmaktadır: “Küreselleşme, dünyadaki sosyal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanabilir ve yerel olayların ya da birçok mil uzaklıkta meydana gelen olayların, globale yayılması süreci olarak ifade edilebilir” (Giddens’

tan akt. Cuterelo, 2012: 139). Giddens’ın görüşüne göre; dünya çoktan küreselleşmiş yani entegre olmuş durumdadır. Belirtilen yapıda, yerel olgular giderek dünyaya yayılmış ve bu olgular global bir nitelik kazanmıştır (Kaymakçı, 2007: 7). Buna bağlı olarak ekonomik ve sosyal alandaki küresel dönüşüm, siyasal alanları da etkilemiş ve bu alanlarda da globale göre yapılanmalar meydana getirmiştir.

Anthony McGrew küreselleşmeyi, dünyanın bir yerindeki olayların, kararların ve faaliyetlerin, dünyanın oldukça uzak bölgelerindeki birey ve topluluklar için önemli sonuçlar doğurmasına sebep olan bir süreç olarak tanımlamaktadır (Reich, 1998: 5). Bu bağlamda McGrew, küreselleşmenin, dünya sistemini oluşturan ulus devletleri ve toplumları aşan bir bağlantı zinciri oluşturduğunu belirtmektedir.

12

Ulrich Beck ise globalizm ve küreselleşme arasında bir ayrım söz konusu olduğunu belirtmekte ve küreselleşme kavramını bu ayrım üzerinden tanımlamaktadır.

Bu bağlamda Beck’in globalizm tanımı şu şekildedir: “Dünya piyasasının, siyasal eylemi yok ettiği ya da yerini aldığı durumdur. Globalizm, küreselleşmenin diğer boyutlarından (ekoloji, kültür, sivil toplum, siyaset) bahsederse, bunu onları dünya-piyasa sisteminin etkisi altına yerleştirerek yapar”. Kısacası globalizm, topluma, dış politikaya ve kültüre sahip olan komplike bir yapının yani devletin, bir şirket gibi işlediğinden bahsetmektedir. Beck’in belirtmiş olduğu globalizm terimine ek, küresellik tanımı ise şu şekildedir:

Küresellik, kapalı alanlar nosyonunun aldatıcı olması anlamında, uzun bir süreden beri bir dünya toplumunda yaşıyoruz demektir. Bu bağlamda küreselleşme ise, iktidarın, yönelimlerin, kimliklerin ve ağların görünümünü değiştirerek ulus-ötesi aktörlerin egemen ulus-devletlerin altlarını oydukları ve bu devletlerin krizle karşılaştıkları süreçleri belirtir” (Beck, 2006: 222).

Beck’e göre küresellik ve küreselleşme arasında karşılıklı bir bağlantı bulunmaktadır. Ona göre; küresellik, dünyada olan hiçbir şeyin sadece yerel bir olay olarak kalmaması ya da kalamaması demektir. Bu açıdan dünyada meydana gelen bütün zaferler, felaketler ve icatlar tüm dünyayı etkilemektedir. Ayrıca örgütler, kurumlar ve bireylerin eylemleri “yerel-küresel” ekseninde yeniden şekillenmektedir.

Bu noktada küreselleşme ise; tüm bu süreçleri bünyesinde barındırarak, ulus-ötesi toplumsal ilişkiler ve alanlar yaratmakta, yerel olguları ön plana çıkarmakta ve üçüncü dünya toplumlarını küresel sisteme entegre etmektedir.

Küreselleşme kavramına iktisadi bir bakış açısıyla yaklaşan Prenab Bardhan, küreselleşmeyi uluslararası ekonominin entegre olması ve ticari engellerin giderek azalması olarak belirtmektedir (Elçin, 2012: 3). Yine bu bakış açısı ile Paul Hirst ve Grahame Thompson’da küreselleşmeyi; dünya ekonomisinin ulus-ötesi bir hal alması ve hiçbir devlete tabi olmayan ve piyasa avantajlarını belirleyen ulus-ötesi şirketlerin var olması ile özdeşleştirmektedir (Hirst ve Thompson’dan akt. Kürkçü, 2013: 3).

Diğer bir deyişle dünya ekonomisi, küresel bir nitelik kazanarak piyasa koşullarını ve faaliyetlerini küresel koşullara göre biçimlendirmektedir.

13

Küreselleşmenin ekonomik boyutuna odaklanan diğer bir isim ise Boratov’dur. Ona göre küreselleşme aslında teknoloji vasıtasıyla insan hayatına giren emperyalizmin ta kendisidir. Emperyalizm, dünyayı kutuplara ayırmakta ve bu kutuplaşma doğrultusunda merkez-çevre aktörleri oluşmaktadır. Merkez-çevre kutupları arasında bir akım söz konusu olmaktadır. Çevre devlet, merkez devlete doğru sahip olduğu hammaddelerini aktarmakta; merkez devlette hammaddeleri işleyerek, çevre devlete mal ve hizmet akışı sağlamaktadır. Boratov’a göre emperyalizm ve küreselleşme aynı süreci açıklamaktadır fakat küreselleşme, emperyalizmin açıkladığı

“kutuplaşmayı” göz ardı etmektedir (Kaymakçı, 2007: 6). Kısacası küreselleşme emperyalizmin perdelenmiş halini belirtmektedir.