• Sonuç bulunamadı

Küreselleşme ve Dünya’da Gelir Dağılımı

2.2. GELİR DAĞILIMI TÜRLERİ

2.2.5. Küresel Gelir Dağılımı

2.2.5.1. Küreselleşme ve Dünya’da Gelir Dağılımı

Akademik ve politik tartışmalarda çokça kullanılan küreselleşme kavramına atfedilen anlamlar birbirinden farklıdır. Bu bakımdan çok boyutlu içeriklere sahiptir. Ekonomik yönü yaygın olarak vurgulansa

da ekonomik olmayan süreçlerle birlikte hareket etmektedir (ECLAC, 2003). Seyidoğlu (2017) da küreselleşmenin 1970 ve 1980’li yıllardan sonra yaygınlaşan bir kavram olduğunu sadece ekonomik değil sosyal, siyasal ve kültürel yönünün de bulunduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda küreselleşmeyi, "dünya ticaretini evrensel boyutlarda serbestleştirme çabaları" olarak tanımlamaktadır. Scholte (2005) ise küreselleşmeden bahsederken bunu dört farklı kavramla açıklamak gerektiğini ifade etmektedir. Bunlar: “uluslararasılaşma olarak küreselleşme”, “liberalleşme olarak küreselleşme”, “evrenselleşme olarak küreselleşme” ve “Batılılaşma olarak küreselleşme”dir. Şimdiye kadarki tanımlar ya bunlardan biri ya da birkaçı baz alınarak yapılmaktadır. Uluslararası küreselleşme, ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılığı ifade etmektedir. Emeğin, sermayenin, yatırımların, ticaretin ve fikirlerin ulusal sınırları aşarak ortak bir kullanım alanı oluşturmasıdır. Globalleşme kelimesiyle de eş anlamlı olarak görülen uluslararasılık yerliliğe, bölgeselciliğe, kimlikleşmeye ve marjinaliteye karşı kullanılan bir kavramdır. Dehesa (2007) da küreselleşmenin, ülkeler arasında mal ve hizmet ticaretinin yanında emeğin, sermayenin ve teknolojik hareketliliğin arttığı bir süreç olduğunu belirtmektedir.

Liberalleşme olarak küreselleşme, açık ve sınırsız bir dünya ekonomisi oluşturmak için ülkeler arasında kaynakların serbestçe hareket etmesidir. Bu anlayış döviz kısıtlamaları, ticaret engelleri, sermaye kontrolleri, vize uygulamaları gibi resmi kısıtlamaların minimum düzeye çekilmesi veya tamamen ortadan kaldırılmasıdır.

Neo-liberal düşünce yanlıları özelleştirme, liberalleşme ve kuralsızlaşmanın zaman içerisinde herkese özgürlük, barış, demokrasi ve refah getireceğini iddia etmektedirler. Karşıt görüş ise “laissez-fire” diye belirtilen bu düşüncenin daha fazla ekolojik zarar, demokratik eksiklikler, kültürel yıkım, çatışma, yoksulluk ve eşitsizlik getirdiğini söylemektedir (Scholte, 2005). Evrenselleşme olarak küreselleşme, dünya çapında ekonomik, politik, kültürel ve yasal yakınsamanın gerçekleşmesi benzer standartların ve homojenliğin oluşmasıdır. Gregoryan takvimi, okul müfredatı, iş kıyafetleri, tütün, barbie bebekler bu duruma örnek verilebilir. Batılılışma olarak küreselleşme ise rasyonalizm, bireycilik, şehircilik, kapitalizm ve sanayicilik gibi modernizmin sosyal yapılarının önceden var olan kültürleri ve yerel özerkliği tahrip ederek tüm insanlığa yayılmasıdır. Kolonileşme veya Amerikanlaşma kavramları ile de tabir edilmektedir (Scholte, 2005).

Seyidoğlu (2017) küreselleşmenin, ekonomik anlamda ticari küreselleşme, mali küreselleşme ve üretimin küreselleşmesi olarak üç kanalla açıklanması gerektiğini ifade etmektedir. 1947 yılında GATT’ın kurulması ile gümrük tarifeleri ve kotaların kaldırılması hedeflenerek ticaretin evrenselleşme süreci başlamıştır. Teknolojik gelişmelerle birlikte ulaşım ve haberleşme masraflarının azalması, bu süreci hızlandırmıştır. Ülkeler arası sermaye akımlarının önündeki engel ve kısıtlamaların kaldırılması ile de mali küreselleşme gerçekleşmiştir. Bu sayede, uluslararası sermaye akımlarında büyük artışlar yaşanmıştır. Stiglitz (2016) ise ulaşım ve haberleşmenin

hızlanması, ticaret ve sermaye akımlarının önündeki engellerin kaldırılması her ne kadar küreselleşmeyi teşvik etse de aynı zamanda bunların gelir eşitsizliğini artıran gelişmeler olduğunu belirtmektedir. Üretimin küreselleşmesi ise sınır ötesi üretimin yaygınlaşmasının sonucudur. Günümüzde dünya üretiminin çoğunluğu, çok uluslu şirkeler tarafından farklı ülkelerde gerçekleşmektedir. Küreselleşmenin ekonomik etkisinin yanında siyasal etkisi de 1990’lı yıllarda Sovyet blokunun yıkılıp dağılması, beraberinde iki kutuplu bir dünyadan tek kutuplu bir dünyaya geçişi ile ortaya çıkmıştır (Seyidoğlu, 2017).

Yeldan’a (2011) göre küreselleşme, temel olarak iki büyük döneme ayrılmaktadır. İlki sanayi devrimi ile başlayan 1870-1913 yılları arası “19. yüzyıl küreselleşmesi”, diğeri ise daha sonraki süreci ifade eden “20. yüzyıl küreselleşmesi.” Bu dönemler arasındaki ortak özellik, son 250 yıl boyunca yaşanan hızlı ekonomik büyümedir. 19. yüzyıl küreselleşmesi, kısmen dengeli bir gelir dağılımını ve dünyadaki üretimin ancak kendine yetecek seviyede gerçekleştiği bir dönemi göstermektedir. Ancak 20. yüzyıl küreselleşmesi, büyümenin hızlandığı ve gelir eşitsizliğinin arttığı bir dönemdir. Ayrıca bu dönemin diğer bir özelliği, serbestleşme ve liberalizasyon sürecini başlatmasıdır. Bu süreç, artan gelir eşitsizliğini daha da derinleştirmektedir. Dünya ortalamasına bakıldığında Gini katsayısı 1965 yılında 0,65, 1980’de 0,68, 1990’da ise 0,74’tür. Bu oranlar, gelir eşitsizliğinin giderek bozulduğunun kanıtıdır. Siami-Namini ve Hudson (2015), 1990’lı yıllardan sonra da pek çok ülkede gelir

eşitsizliğinin arttığını belirtmektedir. Pamuk (2017) ise dünya ülkelerinin ekonomik büyümeleri ve kişi başına düşen gelirleri hakkında tarihsel çalışmalar yapan iktisat tarihçisi Angus Maddison’dan derlediği verilere dayanarak şunları ifade etmektedir: İnsanlık tarihinde binlerce yıl büyüme oranları ve kişi başına düşen gelirler düşük ve benzer seviyelerde kalmıştır. Ancak sanayi devrimi ve teknolojik gelişmeler ile birlikte bu oranların ve gelirlerin yükselmeye başladığı görülmüştür. 1820 yılında dünyanın en zengin ve en yoksul ülkesi arasındaki gelir farkı hemen hemen 3 katıydı. Ancak günümüzde bu fark, 60 katına çıkmış ve bu dönem zarfında kişi başına düşen gelirler ise hemen hemen sekiz kat artmıştır. Ortaya çıkan bu farkın altında, son 200 yıl boyunca ortalama %1-2 arasındaki büyüme hızları yatmaktadır.

Dünya Eşitsizlik Raporuna (2018) göre, 1980’li yıllardan sonra hemen hemen tüm ülkelerde gelir eşitsizliği artmaktadır. Ancak bu artış, uygulanan politikaların etkisiyle bölgeler ve ülkeler itibariyle değişmektedir. Brezilya, Ortadoğu ve Sahra altı Afrika’da yüksek seviyelerde; Çin, Rusya, Hindistan ve Kuzey Amerika’da hızlı; Avrupa’da ise kısmen artmıştır. Dünyada en düşük gelir eşitsizliğine sahip bölge, Avrupa; en yükseği ise Ortadoğu’dur. 2016 yılında %10’luk üst gelir grubunun toplam gelirden almış olduğu pay sırasıyla: Avrupa %37, Çin %41, Rusya %46, ABD ve Kanada %47, Sahra altı Afrika, Brezilya ve Hindistan %55, Ortadoğu’da ise %61’dir. 1980’de ABD ve Avrupa’da %1’lik üst gelir grubunun payı %10 seviyelerindedir. Ancak 2016 yılında Avrupa’da bu oran %12’ye,

ABD’de ise %20’ye yükselmiştir. 1980’li yıllardan sonra küresel eşitsizlikte de artış görülmektedir. %1’lik üst gelir grubunun payı 1980 yılında %16 iken, 2000 yılında bu oran %22’ye yükselmiştir. Daha sonraki yıllarda bir miktar kırılma yaşanmıştır. 1980’li yıllardan sonraki politikaların benzer şekilde uygulanmaya devam edilmesi hâlinde, gelecek otuz yıl içerisinde gelir eşitsizliğinin daha da artması kaçınılmaz olacaktır.

2.3. GELİR DAĞILIMI EŞİTSİZLİĞİ ÖLÇÜM