ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÜME KURAMI VE ONTOLOJİ
1. Küme kuramından ontolojiye geçiş: Bir ve çok
Badiou, Being and Event adlı eserine Platon’un Parmenides adlı diyalogu üzerinden varlık ile oluş ve dolayısıyla bir ile çok üzerine yürüttüğü bir tartışmayla başlar. Çünkü Badiou’ya göre Parmenides’in geliştirdiği “tamamlanmış bir bütün olan varlık” savından beri, ontoloji kavramı kendisini “çokluk” olarak sunan şeyin etrafında değil, “bir” olarak sunan şeyin etrafında oluşmaktadır.59 Bunun ne anlama geldiğini anlamak için ise, söz konusu tartışmanın zemininde Parmenides’in, Peri Physeos adlı şiirinde varlık ile düşünce arasında kurduğu bağıntıyı ele almak gerekir. Çünkü bu bağıntıyla Parmenides, hem konuya kavramlarla ilişkili bir temellendirme getirmiş, hem de ardından gelişecek olan Batı fikriyatını yüzyıllarca etkileyecek düşüncelerini ortaya koymuştur.
Parmenides, Peri Physeos adlı şiirine peri benzeri varlıkların ona eşlik ettiği ve sıradışı atlarla gizemli yollar aştığı, mistik olarak ifade edebileceğimiz bir yolculuğa çıkarılışını anlatarak başlar. Bu sıradışı yolculuğa dair bir kaç betimleme yaptıktan sonra ise yolun sonunda Tanrıça ile karşılaştığını söyler. Bu Tanrıça, Parmenides’e öncelikle, ölümlülerin bilmediği ve bir türlü temas edemediği gerçek varlık alanına dair gizlilikleri ona açacağını söyler.
Bu yol, Tanrıçanın ifadesiyle; Tanrı kanunu ile hak ve insanların dolaştıklarının çok dışında bir yoldur. 60 Bu cümleyle anlamaktayız ki, Parmenides, insanların hakikatin bilgisinden çok uzakta yol almakta olduğunu ve basit varsayımlar düzeyinde kaldıklarını düşünmektedir. Çünkü onlar, aslında düşünülemez ve dolayısıyla hiç olan, yani var olmayan hakkında bir takım savlar geliştirerek, yanlış yollarda oyalanıp durmaktalardır.
Bu başlangıçtan sonra şiirde belli kanıtlamalarla öne sürülen görüşlerin ilki, düşünmekle var olmanın aynı şey olduğu üzerinden var olmayanın varlığı gibi bir düşüncenin imkansız olduğu fikridir.61 Çünkü herhangi bir düşünce pratiği içinde var olmayanın düşünülebilmesi imkansızdır; bu da her şeyin bir ve aynı anda doldurduğu bir bütünü gerektirir ki, bu yüzden çokluk imkansız olandır. “Çünkü gerçekte olan durum var olmanın olduğu var olmamanın ise olmadığıdır.”62 Ne kadar uğraşılsa da Parmenides’e göre var olmayanın olduğunu ispatlamak hiç bir zaman mümkün olamayacaktır, çünkü o sadece bir hiçlik halidir. Buna karşılık Bir olan varlığın yapısı ise bütün ve sarsılmazdır, herhangi bir zamanda meydana gelmesi söz konusu olmadığı gibi yok oluşta onun için geçerli bir durum değildir.63 Yani var olan için herhangi bir oluş ya da bozuluş söz konusu değildir. Onun her türlü oluşum ve değişimden uzak, sarsılmaz bir yapısı vardır. Eğer bunların aksi söz konusu olsa idi bu var olmanın yani hiçlik halinden uzak olmanın yapısına ters olurdu.
60 Walther Kranz, Antik Felsefe, çev. Suad Y. Baydur, (İstanbul: Sosyal Yayınları, 1994), s. 80. 61 Kranz, Antik Felsefe, s. 81.
62 Kranz, Antik Felsefe, s. 81. 63 Kranz, Antik Felsefe, s. 82.
Var olana dair bu özellikler bağlamında ise Parmenides’e göre düşünme fiili ile var olma düşüncesinin aynı şey olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü daha önce de ifade ettiğimiz gibi içinde var olan barındırmayan herhangi bir düşünce olamaz,64 eğer öyle olsa çelişik olanın varlığından bahsetmek zorunda kalırdık. Ancak çelişik olan olmadığı için, düşünceler arası bölünmez bir bütünlük vardır ve düşünülebilen her şey içinde boşluk barındırmadan vardır.65 Ayrıca düşünsel olan içerik hiç bir şekilde zamana tâbi değildir. Onda zamanda var olan yahut zamana tâbi şeylerde olduğu gibi farklılıklar olması söz konusu değildir. Bu yüzden onda herhangi bozulma, değişme, yok olma vb. durumlar olmaz. Dolayısıyla Parmenides’e göre var olan olarak görülen, var sayılan olarak addedilen her şeyin düşünsel içeriği bu yönüyle ondan çok daha fazlası olmak zorundadır. Çünkü bir şeyin zaman ve mekana bağlı yanı her zaman oluş ve bozuluşa tabi olmak zorundadır. Ancak söz konusu düşünsel içerik olduğunda o, her türlü etkiden bağımsız, her daim olduğu gibi kalan bir yapıdır. Örneğin; “Ahmet zekidir” cümlesi düşünsel bir içerik olarak “Ahmet”ten de, “zekidir” yükleminden de ve bu cümleyi söyleyenden de bağımsız olarak varlığını her türlü değişimden uzak olarak sonsuza kadar sürdürecektir. İşte bu yüzden düşünsel içerik asıl kalıcı ve gerçek olandır. Ve bu kalıcı düşünsel içeriğin özelliği, içinde herhangi bir yokluğa yer bırakmadan tamamlanmış bir bütün oluşturmasıdır. İşte bu şekilde düşünülebilir olanların tamamı bir bütün yani Bir’i (Yun. Hen) oluşturur.
64 Kranz, Antik Felsefe, s. 84. 65 Kranz, Antik Felsefe, s. 83.
Tüm bunlara rağmen insanlar, Parmenides’e göre yokluk barındırmayan bu tamamlanmış bütün fikrinin zıttına, var olanın ikilik yani çokluk olduğuna inanıp, şeyler arasında karşıtlık iddiasında bulundu ve öyle kabul ettiler. Ancak bu tamamen yanlış bir yönelimdi. Çünkü Parmenides’e göre iki var olan arasında herhangi bir farklılıktan bahsedebilmek ancak var olmayanı kabul etmekle mümkündür. Yani bir varlık ile bir başka varlığı ayıran tek şey ancak bir var olmayandır.66 Ama daha önce de ifade ettiğimiz gibi var olmayan yoktur, o ancak bir hiçlik halidir. Ve dolayısıyla da ikilik yani çokluk var olamaz. Bu anlamda böyle bir çokluğun kabulü var olanın doğasına aykırı olmaktadır.
Parmenides’in bu şekilde düşünülür olanların tamamına Bir diyerek varlık hakkında düşünme üzerine geliştirdiği savı, ardından gelen öğrencisi Zenon ve Gorgias gibi isimlerle devam ettirilmiş ve farklı kanıtlamalarla geliştirilmiştir. Sonrasında ise bu savla ilgili bir şeyler söylemeden, yani bir anlamda onu çürütmeden Varlık hakkında yeni düşünme imkanları sunulamayacağı düşüncesiyle Platon Sofist, Phaidon ve Parmenides gibi diyaloglarında konuyu detaylıca ele almıştır. Çünkü Parmenides’in bu şekilde var olmayanın olmadığını yani var olmama durumunun bir hiçlik hali olduğunu söylemesi, Platon’a göre öncelikli olarak doğru ve yanlış vardır deme imkânını ve dolayısıyla epistemoloji alanındaki tüm tartışma zeminini ortadan kaldırmaktadır.67 Bu görüşünü daha ziyade Sofist diyalogunda dile getiren Platon, doğru bilginin anlamsızlaşması hatta yok olması endişeleriyle Parmenides’in düşüncelerine bir takım eleştiriler getirir. Çünkü düşünülebilir
66 Kranz, Antik Felsefe, s. 85.
olan her şeyin uzay ve zamandan bağımsız olarak, bir ve aynı anda, aynı doğruluk değeriyle var olduğunu iddia etmek, Platon’a göre tüm tartışma imkanlarını yok etmektedir. Bu bağlamda Parmenides, çelişik olanın düşünülemeyeceğini savunurken, Platon ise çelişmezlik ilkesi olmadan herhangi bir anlaşma ya da diyalog yolu bulunmadığını iddia eder. Çünkü herhangi bir düşünülene vardır diyebilmek, ancak söz konusu düşünüleni çelişmezlik ilkesi (A, A’dır ve A olmayan değildir) ile diğerlerinden, yani o olmayan her şeyden ayırt etmekle mümkündür. Bu yüzden var olmayanın olmadığı ve düşünülemeyeceği gibi bir kabul, bizi her açıdan muğlak ve herhangi bir tartışmanın mümkün olamayacağı bir istikamete götürür. Çünkü bu kabulle birlikte yani düşünce ile düşünülenin bir ve aynı anda olması görüşüyle; herhangi bir şeye yanlış deme imkanını ve dolayısıyla bir görüşü diğerine tercih etme fırsatını kaybederiz. Bu ise, sadece söz sanatı ile ilgilenip, içeriğin doğruluğunu önemsiz olarak addeden sofisti haklı çıkarmak demektir. Bu sebeple Platon için bize doğru ya da yanlış deme imkanını veren çelişmezlik ilkesi hakikat bilgisinin savunulabilmesi için temel ilkedir.
Parmenides’e özellikle bu bağlamda eleştiriler getiren Platon, Parmenides’le varlığın düşünürlerle özdeş olduğu fikrini paylaşmaktadır. Bu konuya özellikle sevgi üzerinde yoğunlaşan diyalogu Şölen’de detaylıca yer veren Platon, her şeye rağmen varlığın özüne ulaşmak için diyalektik yöntemin nasıl yetersiz kaldığını çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Çünkü tam da Parmenides’in söylediği gibi, düşünülür olanlara (bu Platon’da duyumsamadan bağımsız olarak şeylerin özüne inmek demektir) dair herhangi bir değişikliğin olması, onlara bir ekleme ya da çıkarma yapmak varlığın özüne aykırıdır. Yani bilgelik sevgisi olan herhangi biri hakikatin bilgisine ulaşmak için çabalayabilir,
bu çabaları ona Platon’un ifadesiyle anımsama (Yun. Anamnesis) imkanı da sağlayabilir. Ancak hiç kimsenin, bu filozof bile olsa, varlığın mükemmel ve eksiksiz yapısına bir şey dahil etme ya da onda herhangi bir şeyi değiştirme imkanı yoktur. Bu bağlamda kişinin yapabileceği ancak belli sınıflandırmaları genişletmek ve değiştirmek olacaktır. Ancak bu sınıflandırmalar düşünsel olanda zaten mevcut olan kavramların anımsanmasından ibaret olduğu için söz konusu düşünülürler katmanına kişinin herhangi bir etkisi söz konusu değildir. Bu itibarla da Varlık Platon’da da Parmenides’te olduğu gibi tamamlanmış ̧ bir bütün oluşturur diyebiliriz.
Platon’un Devlet diyaloğunda ortaya koyduğu bölünmüş çizgi diyagramı söz konusu bütünlüğü tüm kapsamıyla ortaya koymaktadır. Söz konusu çizginin alt katmanı (Yun. Horaton) duyumlama yoluyla bilinen varlıklara, üst katmanı ise (Yun. Noeton) düşünme yoluyla bilinen varlıklara ayrılmıştır. Her iki katmanda kendi içerisinde iki ayrı alt katmana ayrılmıştır. Duyumlama yoluyla bilinen unsurların en altında duyusal temsiller olarak adlandırabileceğimiz varlıklar yer alır. Bu katmanın hemen üzerinde ise algı tecrübemizde ortaya çıkan ve bir bütünlüğe sahip nesneler bulunur. Düşünme yoluyla farkına vardığımız var olanların alt katmanında ise muhakemeye konu olan varlıklar, en tepede ise dolaysız bir akletme ile bilebildiğimiz idealar yer alırlar. Bu sırayla ele alındığın her bir katman varlığını bir üst katmana borçludur ve varlık olmak bakımından gerçek varlıklar düşünürler veya tümeller olarak idealardır. Söz konusu ideaların en tepesinde ise İyi (Yun. Agathon) bulunmaktadır.
Öte yandan kişinin bu tamamlanmış bütün ile, ve en nihayetinde Platon’un tabiri ile İyi ideasıyla (Yun. Agathon) ilişkisi ise diğer idealar üzerinden anlamlanmaktadır. İdealar duyumsamanın konusu değillerdir. Yani
güzel, iyi, eşit gibi kavramları yüklenen, nesneler değil güzelin, iyinin, eşitin kendisidirler.68 Örneğin; “güzel bir ağaç”, “eşit sandalyeler”, diyerek duyumsama sonrası anlamlandırılan güzel ve eşit ideasının duyumsamanın konusu olan o ağaç ve sandalyeden bağımsız bir kendinde hali vardır. Ve buna dair bilgi, duyumsama kaynaklı bilgi gibi yanıltıcı olmayıp, asıl kalıcı ve değişmez olandır. Ve kişinin bu kalıcı olan idealara dair bilgisinin olduğu açıktır, çünkü onları inkar etmenin herhangi bir yolu yoktur.
Duyumsamaya konu olmadıkları halde bunlara, yani tümellerin kendindeki haline dair bu kadar kesin bilgimizin olması ise Platon için ruhumuzla ilgilidir, çünkü ruh ölümü kabul etmeyendir, ölümsüzdür. 69 Dolayısıyla ruhun önceden bildiklerini anımsamasından ibaret olan bilmek ya da bilgelik, duyumsamanın konusu olmayan tümellerle ilişkilidir. Eğer öyle olmasaydı duyumsamaya konu olmayan bu tümellerin varlığına dair bilgiden söz etmek mümkün olamazdı. Ancak Platon’a göre biz hem onları hem de onların en üstünde, tamamlanmış bütüne bütünlüğünü veren idea olarak “İyi”nin yer aldığını biliriz. Var olan her şey işte bu İyi ideası ile olan zorunlu ilişkisinden dolayı başka türlü olamayacağı için tam da olduğu gibi vardır. Yani olup biten her şeyin zemininde bir düşünülür olarak İyi vardır ve tüm bilgilerin kesinliği de ona bağlıdır. Bu yüzden insanın, ölümsüz olan ruhunun önceden bildiği ve duyumsama yoluyla hatırladığı bilgilerin saf ve bütün haline varması ancak, bir şeyin İyi olan ilişkisini bilmesi ve İyi’nin bilgisine ulaşmasıyla mümkündür.70
68 Platon, Phaidon, (Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1945) s. 92 69 Platon, Phaidon, s. 105.
Platon için düşünülürlerin çokluğundan söz edilebilir. Ancak söz konusu bu çokluk İyi ile bağıntısı itibarıyla bir zorunluluk içermektedir. Bu itibarla söz konusu varlığa bir şey eklemek ya da çıkarmaktan söz edilemez; varlık tıpkı Parmenides’de olduğu gibi tamamlanmıştır. Bu bağlamda Platon’a göre aslolan değişmez ve kalıcı olan İyi’nin varlığı ve dolayısıyla bilgisidir.
Öte yandan söz konusu bu bilginin mahiyeti ve muhakeme faaliyeti üzerinden ne ölçüde elde edilebileceği tartışmalıdır. Platon’un olgunluk döneminde kaleme aldığı düşünülen Parmenides adlı diyalogda bu tartışmanın farklı bir boyut kazandığını görmekteyiz. Çünkü bu diyalogda Platon, varlık hakkında düşünme üzerine geliştirdiği tüm yolları tek tek sorgulayarak, kendi görüşlerinin eleştirisini yine kendisi yapmaktadır.
Bu noktada daha ziyade düşünülenlerle duyumlananlar arasında ontolojik bir bağıntının olup olmadığı, eğer varsa bunun nasıl olabileceği ya da yoksa bunun ne gibi sonuçlara sebebiyet verebileceği özellikle cevap aranan noktadır. Bu sebeple diyalogda Platon, öncelikle idealar kuramının pay alma ve ilk örnekler üzerinden ne şekilde açıklanabileceği ya da daha doğru ifadeyle açıklanmakta nasıl yetersiz kalacağını göstermiştir.71 Platon bununla da kalmayıp varlığı tüm düşünülenlerin toplamı olan Bir olarak ele almanın ne şekilde mümkün olabileceği üzerine farklı savlar geliştirmiştir. Bir’in var olması ya da olmaması, varsa ne şekilde var olabileceği, yoksa eğer bu durumda nasıl bir bilgi ve ontoloji anlayışının savunulabileceğini farklı açılardan tartışmıştır
Platon Parmenides diyaloğunda öncelikli olarak, Bir’in ne şekilde var olabileceğini bilinen tüm varlık durumlarıyla ilişkili olarak parça-‐bütün, biçim,
devinim-‐hareketsizlik, yer kaplama vb. üzerinden ele alarak Bir’in bilinen herhangi bir şekilde olabilmesi durumumun imkansızlığını gösterir.72 Sonrasında Bir’in özdeşlik ve değişiklik açısından Bir olarak var kabul edilmesinin ne gibi çelişkilere yol açtığını açıklar.73 Öte yandan Bir’in öncesiz ve sonrasız olması gereksinimiyle ilişkili olarak zamanın dışında kalması gerekliliğiyle ona zamansal bir fiil yüklenmesinin de imkansızlığını ortaya koyar.74 İdealar kuramının açıklanma şekli olarak var olan varlıktan pay almaya da dahil edilemeyen Bir’in, herhangi bir biçiminin olamayacağını da ispatlar. Ve tüm bu açıklamalarla var kabul edeceğimiz Bir’e bildiğimiz herhangi bir varlık şeklini veya var olma biçimini yüklediğimizde, Bir’in kendi kendini yokluk haline indirgediğini gösterir. Çünkü bildiğimiz halleri Bir için uygulamak demek, onun Bir olmasına engel olan şeyleri ona yüklemeye çalışmak demektir.
Öte yandan Platon’a göre Bir varsa bu ikinin ve dolayısıyla üçün, dördün ve ardından tüm sayıların olmasını gerektirir.75 Ayrıca Bir vardır demek ona bildiğimiz parça-‐bütün, devinim-‐hareketsizlik, sınırlılık-‐sonsuzluk vb. gibi var olma statülerini yüklememiz demektir. Çünkü daha önce de ifade ettiğimiz gibi bizim herhangi bir varlığı bunlardan bağımsız, başka türlü kurmaya dair bir bilgimiz yoktur. Bu ise Bir’i kabul etmenin, bu kabullenmeyle birlikte çokluk ortamını da gerektirdiğinin göstergesidir. Yani Bir’in varlığını bu şekilde kurmak demek, Bir’i bildiğimiz varlıkların alanına indirmek demektir. Bu şekilde Bir’in olduğu durumda ve diğer nesnelerin ondan pay alması halinde, onların da Bir’e
72 Platon, Parmenides, s. 47-61 73 Platon, Parmenides, s. 61-82 74 Platon, Parmenides, s. 82-92 75 Platon, Parmenides, s. 63-64.
yüklenen tüm hallere sahip olmaları, ancak eğer Bir’den pay almıyorlarsa onların da tüm bu hallerden yoksun kalmalarının gerekeceği ortaya konur. Devamında bu düşünce pratiğinin tam tersi yönde, yani öteki nesnelerin var olmayan bir Bir’den pay almaları halinde ortaya çıkabilecek sonuçlar da tartışılır.
Tüm bu tartışmalar içerisinde bizim için asıl önemli olan nokta; Platon’un eğer Bir yoksa (ki bu ifadeyle tamamlanmış, kapalı bir varlık anlayışının reddedilmesi kastedilmektedir) ne gibi sonuçlarla yüzleşilmesi gerektiğini ortaya koyduğu savıdır. Zira Badiou, Platon’un kastettiği gibi bir Bir’in olmadığı durumda, Varlık hakkında düşünme imkanı olduğu fikrini savunmakta ve bunu küme kuramı ile temellendirmektedir.
Platon ise Bir’in olmadığı durumda ne olacağını açıklamaya dil, düşünce ve varlık ilişkisi üzerinden başlamaktadır. Çünkü “Eğer Bir yoksa, …” gibi bir cümle kurabilmek için Bir’in ne olduğu bilgisine sahip olmamız gerektiğini söyler.76 Ayrıca yine “Bir yoktur” demek, onu diğer nesnelerden ayırmak ve başkalaştırmak demektir.77 Öte yandan var olmasa bile Bir’den bahsedebilmek için, onun pay alma üzerinden benzerlik-‐benzeşmezlik, eşitlik-‐eşitsizlik, büyüklük-‐küçüklük gibi bağıntılarla ilişkisi olmak zorundadır.78 Bu durumda var olmayan Bir’den bahsettiğimizde bile onun varlığını kabul etmemiz gibi bir sonuç ortaya çıkar. Ayrıca Bir’in olmadığı durumda öteki nesnelerde de olmaması gerekecek, eğer yoksa Bir’in olmadığı yerde öteki nesneler ne bir
76 Platon, Parmenides, s. 100. 77 Platon, Parmenides, s. 101. 78 Platon, Parmenides, s. 101-103.
olabilir ne de onlar için herhangi bir çokluktan bahsedilebilir.79 Görüldüğü gibi Platon için Bir’in olmaması hali zorunlu olarak hiç bir şeyin olmadığı bir durumu gerektirir.80 Ancak diyalogun daha önceki savlarında da meselelerin nihayetsiz bırakılması gibi bu diyalektik tartışmada başladığından daha karmaşık şekilde sonlanmaktadır diyebiliriz.
... Bir ister olsun ister olmasın; Bir’in kendisi ve öteki nesneler açısından kendi ilişkilerine göre ve karşılıklı ilişkilerine göre; hepsi her şekilde olur ve öyle olmazlar, öyle görünürler ve öyle görünmezler.81
Platon, bu şekilde varlığı ve onun diğer nesnelerle ilişkisini bir sistemle ifade edebilme çabasını her ne kadar nihayetsiz bırakmış olsa da, ardından gelişen Batı fikriyatı Parmenides’in mirası olan tamamlanmış bir bütün ve Bir olan varlık inancı üzerinde gelişim göstermiştir. Bu Bir, kimi zaman sadece hareket ettirici bir misyonla anlamlandırılmış, kimi zaman ise semavi dinlerin tanrısına çevrilerek yorumlanmıştır. Tarihin bu seyrini bir anda farklı bir yöne taşıyan ve ciddi bir kırılımın habercisi olan çıkış ise 18. yy da Immanuel Kant tarafından gerçekleştirilen, aklın sınırlarını çizme projesi olarak adlandırılacak olan girişimdir. Kant, bu çıkışında özellikle insan aklının hangi sınırlar çerçevesinde neyi, ne kadar bilip tartışabileceği üzerine bir takım tezler ortaya
79 Platon, Parmenides, s. 113. 80 Platon, Parmenides, s. 114. 81 Platon, Parmenides, s. 114.
koymuştur. Bu bağlamda Antik Yunan’dan bu yana Batı fikriyatını ele geçiren, tamamlanmış bir bütün olduğu inancıyla metafizik, fizik ve tüm diğer bilimleri yapma şeklini eleştirmiş ve bunun temelde nasıl sadece varsayımlar üzerine kurulu bir yönelim olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Bu geleneğin tutumu olarak, aklın mutlak olana dair ısrarlı yönelişini ve onunla ilgili bilgi edinebileceğine olan inancını “aşkınsal yanılsama” olarak yorumlamıştır.82 Kant’a göre Tanrı, ölümsüzlük ve ruh gibi bir takım konular, insanın hakkında bilim yapıp, aklının sınırları dahilinde yorum getirebileceği alanlar değildir.83 Eğer buna çabalarsa bu yanılsamadan mantıksal yanılsamada olduğu gibi daha dikkatli inceleyerek düzeltmesi ve kurtulması da mümkün değildir.84 Bu çaba, “Dünyanın zamanda bir başlangıcı olmalıdır”85 önermesinde olduğu gibi hakkında ne kadar çalışılıp çabalansa da düzeltilmesi mümkün olmayan bir yanılsama doğurur. Çünkü Kant’a göre “Tüm bilgiler duyularda başlar, oradan anlama yetisine geçer ve en son akılda sonlanır.”86 Anlama yetisi görülerle ilgili ve onlara açıktır, ancak akıl için böyle bir şey söz konusu değildir.87 O tüm bilgileri sezgilerden ayırarak kesin yargılar oluşturmak üzere kuruludur. Ancak aklın bu işlev ve sınırına rağmen yine de insan mutlak ve tamamlanmış olana dair talebinden vazgeçmemiştir. Onun bu talebi ise, aklın birliğinden ziyade