• Sonuç bulunamadı

Kültürel Propaganda

3. PROPAGANDANIN ÇEŞĐTLERĐ

3.2. Konusu Bakımından Propaganda

3.2.3. Kültürel Propaganda

Kültür yoluyla yapılmaya çalışılan propaganda da hedeflenilen, bir toplumun yüzyıllar boyunca, kendi tecrübeleriyle yoğrularak şekillenmiş ve bu haliyle bir tarihsel ve toplumsal bir birikim/sermaye haline dönüşmüş olan toplumsal geleneklerine nüfuz etmek ve onları toptan etkilemektir. Elbette, çok uzun tarihsel dönemler neticesinde oluşan toplumun hafızasını -gelenek ve görenekleri- bir çırpıda değiştirmeye çabalamak çok akıllıca bir yöntem olmayacaktır. Dolayısıyla kültürel propaganda çok uzun bir stratejik öngörüyle yoğrulmuş, sabır isteyen ve emek mahsulü bir çabanın ürünü olarak gerçekleşebilecektir. Bu süre boyunca propagandacı toplumu ilgilendiren ve adeta ‘toplumsal vücut’u çepeçevre saran tüm ana damarları göz önünde bulundurmak; eğitimden, sanata, müzikten, spora değin pek çok toplumsal kurumu hedefleyecek bir söylem ve eylem planı geliştirmelidir.

Kültürel propagandada nihai amaç, bir ülkenin diğer bir ülke halkı üzerinde mutlak otorite ve söz sahibi olmaya yönelik başarı elde etmeye çalışılmasıdır. Bu önemin farkında olan pek çok ülke tarihte ve günümüzde kültürel propagandayı adeta bir istila faaliyeti şeklinde kullanmaya çalışmaktadır. Bunun çok tipik bir örneğini, Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılın son yarısıyla başlayıp, 19. yüzyılda neredeyse zirve noktasına ulaşan kültür politikasındaki değişik ve esnek tavırlarında görmekteyiz. Kültürel propagandanın özellikle eğitim kanalıyla ne kadar kolay bir kabul gördüğünü ve bu sayede nasıl bir yaygınlık kazandığını fark eden Avrupalı pek çok ülke, bu amaç doğrultusunda Osmanlı Devleti sınırları içerisinde okullar açma, eğitmenler gönderme yoluna gitmişlerdir. Evet, kabul edilmelidir ki kültürel propaganda en azından birkaç yüzyıllık bir proje ile meyvelerini verebilecek bir çabadır. Lakin günümüzde çokça tartışılan yerel kültür, kültürel erozyon, milli kültürün kayboluşu yönündeki pek çok sorun, zamanında tedbiri alınmamış ya da hiç önemsenmemiş bir kültürel kabullenişin neticesi olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim Türk modernleşme tarihi, iki yüz yılı aşkın bir süredir içerisinden bir türlü çıkamadığı bu derin muammayı, karşı bir propaganda yöntemi kullanarak aşabilme imkânını bir türlü gösterememiştir. Kültür, sanat ve eğitim alanlarında; zamanı yakalama endişesinden yola çıkarak atılan adımların pek çoğu, bir zaman sonra kültürel bir emperyalizm ve hegemonya karşısında mevcut kültürü teslim eder bir pozisyonun ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Zira kültürel propaganda ile gelenekleri değiştirilmiş daha sonra da yenilmiş ve teslim olmuş pek çok halkın tarihteki enkazlarından bu anlamda ders almak önemlidir. Konfüçyüs’ün

dediği gibi ‘bir milleti değiştirmek istiyorsan, önce kelimelerini/kavramlarını değiştirmelisin’. (Özsoy, 1998: 18–20) Dolayısıyla; hafızaları toptan değiştirmeyi hedefleyen bu türden bir kültürel propaganda, çok tehlikeli ve sonuçları bakımından da dönülmesi zor neticeleri hâsıl edebilecek bir yönü içerisinde barındırmaktadır.

Kültür propagandası, günümüzde adeta bir kültürel savaş politikası durumuna doğru evirilmiştir. Pek çok devletin; kolejler, kültür dernekleri, dil eğitim merkezleri ya da çeşitli vakıflar açmak suretiyle yapmaya çalıştıkları bu propaganda yöntemi büyük oranda 20. yüzyılın başlarında yaygınlık kazanmaya başlayacaktır. Örneğin Đtalyanların kurmuş olduğu “Dante Cemiyeti” pek çok ülkede öncelikle Đtalyanlar arasında bir kültür birliği vasıtası olarak çalışmıştır. Benzeri bir uygulamayı Đngiltere yapmaktadır. Đngiliz dilini ve kültürünü tüm dünyaya yaygınlaştırmak maksadıyla 1934’de yarı resmi bir teşkilat olarak “British Council” kurulmuştur. (Mutlu, 2003: 144) British Council günümüzde sadece bir yabancı dil kursu gibi faaliyet göstermekte ise de, beraberinde Đngiliz kültürüne yönelik pek çok uygulamayı da yaygınlaştırmaya çalışmaktadır.

Barış zamanında kurulan bu ve benzeri pek çok kültür derneği ya da yabancı dil eğitim merkezleri, savaş zamanında sergiler, konferanslar, broşür ve gazeteler yoluyla ciddi bir askeri propaganda hüviyetine de kolayca bürünebilmektedirler.

Günümüzde özellikle eğitim amaçlı olarak planlanıp nihai amaç olarak kültürel bir dönüşümü hedefleyen ‘yabancı devlet okulları’ açma politikası, en nihayet bir kültür propagandası kapsamında hayatiyetlerini sürdürmektedirler. Konuyla ilgili olarak Rabi Baştürk Atilla Đlhan’dan iktibas ederek şunları aktarıyor:

“ … Atilla Đlhan yazısına şöyle devam ediyor; ‘Devlet-i Aliye, Haçlı Emperyalizmi’nin yerleşmeyi kafaya koyduğu ülkelerden birisiydi. XIX. Yy.da ülkenin hemen her yöresinde şeytanın aklına gelmeyecek yerlerde bile misyoner okulları açılmıştı. Cumhuriyet, Lausanne’da, bunların büyük çoğunluğundan kurtulmuş; sadece Đstanbul, Đzmir, Mersin ve Kayseri’dekiler kalmıştı. Prof. Oktay Sinanoğlu, komprador aydınlarımızdan çoğunun mezun olduğu bu ecnebi okullar hakkında, şöyle bir gözlemini aktarıyor ki; son derece dikkat çekicidir; (… Nedense Türkiye’de bunların misyoner okulu olduğu lafı hiç edilmez; bunlar, Robert Koleji, Saint-Joseph vs. düpedüz misyoner okullarıdır. Daha altı ay önce ABD’de TV seyrediyordum. Misyoner teşkilatlarının başkanları konuşuyor, dünya çapında yaptıklarından söz ediyorlar; diyorlar ki; Türkiye’de, Lübnan’da açtığımız okullarda işte Robert Koleji, Beyrut Amerikan Üniversitesi vs. öğrencileri belki Hıristiyan yapamadık ama kafalarımızı kendimize göre değiştirdik. Yabancı dille öğretimin ne işe yaradığını, bundan açık ne gösterebilir? Mütareke yıllarında

Đstanbul’daki Đngiliz Muhibbi, Amerikan mandası taraftarı olanlardan çoğunluğunun, yabancı dille öğretim yapan bu misyoner okullarından çıkmış olması mı?” (Baştürk, 2005: 32–33)