• Sonuç bulunamadı

Haçlı Seferleri Sırasında Propaganda

4. ĐKTĐDAR VE PROPAGANDA ĐLĐŞKĐLERĐNDEN TARĐHSEL

4.4. Haçlı Seferleri Sırasında Propaganda

Haçlı Seferleri, özü itibariyle ortaçağ karanlığına gömülmüş olan Avrupa’nın Doğu’nun zenginlik ve refah düzeyine erişmek, dahası ele geçirmek maksadıyla girişmiş olduğu bir toplumsal seferberlik halini temsil etmektedir. Avrupa’nın içerisinde bulunduğu siyasi ve sosyal şartlar ancak böylesi bir ara çözümle savuşturulabilecektir. Bunun için toplumun her kesiminden yükselen ortak memnuniyetsizlik halini Haçlı seferlerine kanalize etmek propaganda sayesinde hiç de zor olmayacaktı.

Kitlelere vaat edilen şey neticede yeni bir hayat ve zenginlikti.

Kilise haçlı seferlerini başlatmak için hiç vakit kaybetmemiş ve Papa Urban’ın dudakları arasından dökülen büyük öfke ve hınç dolu sözlerle ilk sefere girişmiştir.

Urban haçlı seferlerini başlatacak olan konuşmasından önce, kalabalığa yön verecek şekilde kitle içerisine dağılmak suretiyle bir takım adamlarını yerleştirmiş,

coşkulu ve heyecanlı bir atmosferi yaratmak için çaba harcamıştır. Konuşmasına başladıktan sonra, kalabalık içerisinden “Deus Volt” (bu Allah’ın emridir!) naraları yükselmeye başlamış, önde gelen piskoposlardan birisi olan Nuy piskoposu öne atılmış ve ben katılıyorum diyerek kitleyi istenilen yönde galeyana getirmeye muvaffak olmuştur. Coşkulu kalabalık henüz dağılmamışken pek çok kişi elbisesini haç işareti oluşturacak şekilde kesmeye başlamıştı. Daha sonraları bu uygulama, haçlı seferlerine katılan tüm askerlerin üniformaları olarak dizayn edilmiş ve insanlar yürüyen bir haç gibi giyinir olmuşlardı.

Bu konuşma ile yaratılan hava, papaz ve rahipler vasıtasıyla tüm Avrupa’ya dalga dalga yaygınlaştırılmaya çalışılmış, ‘Haç’ı ayakları altında çiğneyen canavar Türk’ desenli tahta kalıplar köy köy dolaştırılıp bu sayede, gönüllü asker toplanmaya çalışılmıştır. Neticede birkaç yüzyıl boyunca aralıklarla sürecek olan Haçlı Seferleri, kutsal şehir Kudüs’ü kurtarmak adına Avrupa’dan doğuya doğru yollara dökülmüştür.(Bektaş, 2002: 75-76)

Yine benzeri bir kışkırtma ve propaganda örneğini Đmparator Aleksios’da görmekteyiz. Bu toplumsal çılgınlık hali öyle düzeylere erişmişti ki, çocuklar bile ellerinde silahlarla Doğu’ya savaşmaya ve zenginliğe ortak olmaya doğru seferler düzenler hale gelmişlerdi.

Haçlı Seferlerinin tarihçisi Charles Mills, şöyle yazıyor:

“Caniler, hırsızlar, korsanlar ve daha ne kadar ahlaksız varsa, hepsi de ‘kafirler’in kanıyla günahlarını yıkayacaklarını ilan etmişlerdi. Haçlılar, yolları boyunca, akla gelebilecek her türlü rezalet ve çapulculuğu yaptılar. Bundan ne özel mülkiyet ve ne de kamu serveti kurtulabildi. Evliliğin kutsallığı ve bekâretin iffeti de ırza tecavüzleri önleyemedi. Ve bütün bu vahşi taşkınlığın ortasında, Türklere karşı da bu şekilde davranacaklarına and içtiler…

1212 Çocukların Haçlı Seferi ise, Etieme adlı bir Fransız çocuk tarafından başlatılmıştır. Bir çoban olan bu çocuk, Đsa’yı gördüğünü ve onun kendisini, Kutsal Toprakların kurtarılması için elçi tayin ettiğini iddia etmekteydi. Yürüyüşe geçen Etieme’e, yolda binlerce kız ve erkek çocuk katıldı. Bunların bir kısmı silahlı idi. Bütün Fransa’yı bir çılgınlık dalgası kaplamıştı. Analar-babalar, çocuklarıyla başa çıkamıyorlardı. Nihayet bütün çocuklar, Marsilya yolu üzerindeki sahilde toplandılar ve Etienne’in buyruğu ile denizin geri çekilip kendilerine yol açmasını beklediler. Böyle bir şey olmayınca da, gemilere doluşup denize açıldılar. Yedi gemi dolusu çocuk, Kutsal Toprakları kurtarmaya (!) gidiyordu.

Fakat yolda gemilerden ikisi battı; sağ kalan çocuklar ise, gemiciler tarafından Đskenderiye’deki esir pazarlarına götürülüp, köle olarak satıldılar. 1237’de Erfurt’da buna benzer bir olay daha oldu. Çocukların Haçlı Seferleri Fransa’da 1458’e kadar devam etmiştir. (Brown, 2000: 248)

Nitekim yüzyıllar boyu süre gelen bu nefret ve bilinçsizlik hali, bugün dahi Batılı toplumların bilinçaltlarında varlığını devam ettirmektedir.

Benzeri bir örneği, Dr. Azmi Özcan da şöyle anlatır: ‘Güneydoğu Asya’da bulunduğun bir sırada Urduca öğrenmek amacıyla gittiğim bir kursta Orta Avrupa ve Kanada’da yaygın bulunan bir mezhebe mensup misyoner bir aileyle tanışmıştım. Misyonerlik faaliyeti için Pakistan’a gideceklerdi. Benim Türk olduğumu öğrenince oldukça şaşırdılar ve “ilk defa Türk’le karşılaşıyoruz” diyerek hayretlerini dile getirdiler. “Neden çok şaşırdıklarını” sorduğumda, “inanışlarında, Türkler sizin kapınıza dayanırsa onlara direnmeyin, karşı koymayın” gibi prensipler olduğunu açıkladılar. Sebebini sorduğumda ise “Bizim inancımıza göre her Hıristiyan’ın görevi kıyametin kopmasına yardımcı olmaktır. Kıyametin kopması için de Deccal’in gelmesi lazımdır. Türkler ise Deccaldir. Dolayısıyla Türklerde eğer kapınıza dayanırlarsa onlara karşı koymayın ki, bir an önce kıyamet kopsun” dediklerini anlatır.(Özsoy, 1998: 205)

Dolayısıyla halen Avrupa’da çok yaygın birer şekilde kabul gören; pala bıyıklı, eli silahlı, kara çehreli ve barbar bir Müslüman-Türk imajının nasıl bir tarihsel kökene sahip olduğunu, böylece daha iyi anlaşılmaktadır. Haçlı seferleri ile tohumları atılan nefret propagandasının, bugün dahi çoğu kez karikatürlerde ya da sinema filmlerinde sıkça karşılaşılan, kaba ve vahşi Doğulu imajının oluşmasında ne denli kalıcı etkileri meydana getirmiş olduğu görülmektedir. Yine Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi sürecinde, özellikle Avrupa basınında tartışmaların merkezindeki pek çok konu, tarihsel olarak aralarında kan ve düşmanlık olan iki ulusun birleşmesinin imkânsızlığına izahlar getirmek şeklinde cereyan etmektedir.