• Sonuç bulunamadı

Eski Çağlarda Propaganda

4. ĐKTĐDAR VE PROPAGANDA ĐLĐŞKĐLERĐNDEN TARĐHSEL

4.1. Eski Çağlarda Propaganda

Propaganda insanlığın başlangıcıyla denk bir tarihi seyre sahiptir. Kavramsal çerçevesi ve eni-konu belirli bir yöntemi büyük orada 20.yy’la şekillenmeye başlasa da, tarihte kurulan tüm imparatorluklarda bir siyaset sanatı biçiminde farklı uygulanışlarıyla ve bir askeri strateji şeklinde sıkça kullanılışıyla hep var olagelmiştir. Özellikle iletişim imkânlarının çok kısıtlı olduğu, büyük orada kapalı toplumu sembolize eden krallık ve padişahlıklarda; iktidarın ferman buyurmuş olduğu her söz emir telakki edilmekte; iktidara karşı bu şekilde bir korku besleyen kitlelerin ise siyasi ve sosyal açında manipüle edilmesi daha kolay bir hal almaktadır.

Tarihte propagandadan dolaylı da olsa bahseden ilk metne Çin’de rastlamaktayız. Savaş sanatının detaylıca anlatılmaya çalışıldığı ve Sun-Tzu’nun kaleme almış olduğu bu kitapta propaganda, bugünkü manasından daha farklı bir boyutu ele alınarak, psikolojik savaş boyutu öncelenerek incelenmiştir. Yazar, savaş esnasında Çinli komutanların çokça başvurduğu ani ve şaşırtıcı birtakım uygulamalar sayesinde düşmanın savaş kararlılığının kırılması, düşmanın hükümdarı hakkında asılsız pek çok yalan haberi ve şayiayı yaygınlaştırmak suretiyle düşman zayıflatmak ve kendi güçlerinin mevcut olandan daha çok ve daha kuvvetli bir şekilde göstererek suretiyle yanıltıcı bir savaş politikasının takip edilmesi konusunda bir propaganda programından bahsetmektedir. Sun-Tzu’ya göre bu sayede düşman manevi açıdan bir çöküntü yaşayacak ve galibiyet kaçınılmaz bir son olacaktır.(Özsoy, 1998: 25)

Yine propagandanın siyasi bir iktidar aracı olarak ilk uygulanış örneklerinden birine Helenistik dönem olarak bilinen Büyük Đskender döneminde tanık olmaktayız. Makedonya Kralı Büyük Đskender (M.Ö 356–323) propagandadan nasıl yararlanacağını bilen bir hükümdardı. Propagandayı, gücünün bir temsil aracı olarak kullanmayı bilmiş, her türlü propaganda sembolünü bu amaç için seferber kılmıştır. Örneğin Büyük Đskender Zeus’un (Tanrı’nın) oğlu Herkül sıfatıyla -bir nevi Allah’ın yeryüzündeki halifesi sıfatı benzeri- kendisinin anılır olmasını sağlamış imparatorluk sınırları içerisinde dolaşımda olan paraların-sikkelerin üzerine kendi resmini kazıtmış, önemli güç ve seyahat yolları üzerinde heybetli heykellerini ve anıtlarını inşa ettirmiştir.

Benzeri bir şekilde propagandayı iktidar güçlendirici bir araç olarak kullanmış, Makedonyalılar ile Pers hükümranlığını birleştirmeye yönelik pek çok çabada bulunmuştur. Bu maksatla Pers Kralı Darius’u kendi kızıyla, yine üst düzey Makedonyalı bürokratları Persli kadınlarla evlendirmiş ve hatta o derece ki on bin civarında Makedonyalı askerlerin de Persli cariyeler ile evlenmelerini sağlamıştır. Böylece her iki kültürü savaşsız ama iyi planlanmış bir siyasi propaganda ile birbirlerine kolayca yakınlaştırmayı bilmiştir.(Bektaş, 2002: 68-69)

Selçuklu dönemine rasgelen ve Batıni olarak tanımlanan Hasan Sabbah ve adamları -diğer adıyla haşhaşiler-, günümüzde yoğun olarak kullanılan ilaç verme yoluyla motive edip, istenilen işi yaptırma şeklinde ortaya çıkan propaganda türünün ilk uygulayıcıları olmuşlardır. Bu yolla Hasan Sabbah, bir çeşit uyuşturucuyu müritleri üzerinde kullanarak, onların kendilerinden geçmelerini sağlamıştır. Böylece Sabbah’ın bir emriyle kendisini ölüme atabilecek çok sayıda yürüyen ölüm timleri oluşturulmuştur. Nitekim Hasan Sabbah müritlerine, öldürme emrini verdiği herhangi bir kimseyi öldürürse cenneti hak edeceğini, eğer başarısız olur da kendisi ölürse meleklerine vereceği bir emirle onları derhal cennete göndereceği müjdesini veriyordu. Bu sayede Hasan Sabbah döneminde çok sayıda masum insan hunharca katledilmiştir. Örneğin Selçuklu Devleti’nin en önemli vezirlerinden Nizamü’l-Mülk de bu kıyıma uğrayanlardan birisi olmuştur. (Özsoy, 1998: 195-196)

Hasan Sabbah Đsmailiyye hareketini Đran’da yeniden kuran kişi olarak bilinmektedir. Đsmailiyye hareketi, o dönemde hem Selçuklu Devleti’nden hem de Abbasi hilafetinden dışlanarak baskı altına alınmaya ve ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla Hasan Sabbah yeni kurduğu örgütün alabildiğine gizli olmasına önem vermiştir. Aynı zamanda bu durum Haşhaşîleri Selçuklu yöneticilerine ve Abbasi hilafetine karşı yürüteceği gizli savaş politikasında da yeni yöntemler kullanma zorunluluğunda bırakmıştır.

Benzeri propaganda yöntemlerine Attila ve Cengiz Han savaş uygulamalarında da rastlamaktayız. Attila ve Cengiz Han savaş meydanına çıkmadan önce, karşı tarafın savaşta çözülmesini hedefler tarzda bir korku havası oluşturmaya çalışmakta ve türlü şayiaları yaygınlaştırarak bir güç gösterisi yapma yoluna gitmekteydiler. Hatta Cengiz Han daha önceleri ilk kez Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından uygulanmış olan bir yöntemi kullanmak suretiyle de savaş propagandasını güç vermekteydiler. Bu yöntem kendi askerlerinin sayısı mevcut olandan birkaç kat daha fazla göstermek maksadıyla,

kamp yapılan sahada her askerin tek tek bir ateş yakması şeklinde gerçekleştirilmektedir. Böylece düşman taraf, karşı tarafın çok kuvvetli ve kalabalık bir orduyla geldiği yönünde bir izlenime kapılmadan edemiyordu. Benzer bir yöntem yakın zaman önce, Kore harbi esnasında Çinliler tarafından uygulanmıştır ve neticede Birleşmiş Milletler askerleri yürütülen bu propaganda ile geri adım atmak zorunda kalmışlardır. (Özsoy, 1998: 26)

Osmanlı Devletinin kuruluşundan sonraki en sıkıntılı dönemine denk gelen Ankara Savaşı (1402) ve bu sefer sırasında Timur’un Anadolu’da yapmış olduğu propaganda da, daha sonraları pek çok devlete esin kaynağı olmuştur. Timur, Ankara savaşı öncesinde derviş kıyafetine bürünmüş pek çok ajanı Anadolu’nun içlerine kadar göndermişti. Bu sayede Timur’un askerlerinin ne kadar vahşi ve eli kanlı bir topluluk olduğu yönünde ikna edilen Anadolu ahalisi, tüm servetlerini ve mallarını terk edip dağlara sığınmış; böylece Anadolu nerdeyse hiç savaşılmadan ele geçirilmiştir. Ve en son Ankara savaşı ile de Beyazıt Timur’un güçlü propaganda savaşı neticesinde mağlup olmuştur.( Özsoy, 1998: 25-27)

Son olarak, M.Ö. 1400’lü yıllarda cereyan eden ve 1800’lü yılların ortalarına kadar bir türlü gerçek bilgisine ulaşılamayan Kadeş Savaşı sonrasında yürütülen propaganda, tarihte cereyan eden propaganda örneklerinin içinde inandırıcılık etkisi en uzun olan propaganda yöntemi olarak kabul edilmiştir. Hadise şöylece meydana gelir:

Tam 33 asır önce, Asi Irmağı kıyısında bulunan Kadeş kentini, dönemin diğer süper gücü Hititlerden geri almaya çalışan II. Ramses, bu amaçla, emrindeki orduyla Suriye’yi işgal eder. Ordusunu Kadeş tepelerinin ardına saklayan Kral Mutavalli, bu esnada da Ramses’in ajanlarının dolaştığı kentte halkı dezenforme etmek üzere kendi ajanlarını gönderir. Bu ajanlar Kadeşli erkeklerin oturup vakit geçirdikleri tüm mekanlarda günler boyunca muhabbetlere katılarak, ‘ordunun daha kuzeyde, Halep yakınlarında bulunduğu’ yönünde yalan haberler yayarak kısa sürede hedeflerine ulaşırlar. Dezenformasyon neticesini verir ve asılsız bilgiler Mısırlı ajanlar tarafından derhal Ramses’e yetiştirilir. Firavun, ordusu ile birlikte Kadeş’e doğru derhal yola koyulur. Gecenin ilerleyen saatlerinde, Kadeş şehrinin yanında kurulan kampın yakınlarında tesadüfen yakalanan iki Hititli ajan, yapılan işkenceler neticesinde Mutavvalli’nin dâhice planını Firavun’a itiraf ederler. Ancak Firavun bu pusuyu fark etmekte geç kalmıştır. Hitit Ordusu o dakikalarda dalga dalga ırmağı geçmekte ve Mısır ordularını ağır ağır yenilgiye uğratmaya başlamaktadır. Panik halindeki Ramses,

yardımcı kuvvetlerinin desteği ile kan gölüne dönen savaş meydanından kurtulmayı başarır. Çatışmalar o gece ve ertesi gün de bütün şiddetiyle sürer; fakat sayıca çok azalan Mısır ordusunun düşman topraklarında direnecek gücü kalmamıştır. Firavun, sağ kalan ufak bir kuvvetle birlikte yorgun ve kafası karışık bir vaziyette ülkesine doğru yola çıkar. Ve tarihsel kayıtlardan da anlaşıldığı üzere, utanç içindeki savaşçılarına yol boyunca sık sık tehditler savurur. Bu baskılar üzerine Firavun’un adamları da suskunluk yemini ederler.

Ramses Mısır’da büyük bir tantanayla karşılanır. Bunun üzerine durumu bozuntuya vermeyen Ramses, halkın içine hemen propagandacılarının göndererek, sözde kazanmış oldukları savaşı ballandıra ballandıra anlatmalarını emreder. Bununla da yetinmez, başta Karnak Tapınağı olmak üzere, bir dizi önemli dinsel yapının duvarlarına Kadeş savaşını aşama aşama anlatan hiyeroglifler nakşettirir. Dünyanın en dayanıklı baskı sistemi olan bu kayıtlar, yalnız Ramses’in sağlığında değil, ondan yüzlerce yıl sonra dahi bu duvar gazetelerini okuyanlara ‘Kadeş Destanı’nı (!) yaşanmış olanla hiç alakası olmayan bir halde tersinden aktarmaya devam edecektir.

Ta ki, 19 yy.’a gelinip Anadolu’da Boğazköy (Hattuşaş) kazıları başlayana kadar. Ve gerçek 3200 yıl sonra aydınlanır.

Fransız araştırmacı Champollion’nun hiyeroglifleri çözmeyi başardığı 1822’den itibaren pek çok tarihsel olay gibi, Kadeş Savaşı’nı da ilk olarak Mısırlıların perspektifinden okuyan ve bu bakış açısını kabul eden arkeologlar, Osmanlı topraklarında ulaştıkları bulgular neticesinde Kadeş Savaşı’nı kazanan tarafın Mısır değil, Hititliler olduğuna kanaat getirirler. Hatta öyle ki, Hititliler Kadeş Savaşı sonrasında Şam’a kadar genişleyecek olan sınırlarıyla yıllarca Mısırlılara göz açtırmamışlardır. Propagandanın bir iktidar aracı olarak tarih yazımında bile nasıl kullanıldığının güzel bir örneğidir Kadeş Destanı.(Can, 2005: 120-121)