• Sonuç bulunamadı

Kültür, her milletin bünyesinde var olan bir yapı olmakla beraber kaynaklarda farklı şekillerde tanımlaması bulunmaktadır. Özellikle Türkiye ve Türkçe dili açısından kültür kavramının oldukça fazla tanımlamasının olduğunu görmek mümkündür. Bu tanım fazlalığının temel sebeplerinden biri Türklerin oldukça eski ve köklü bir medeni geçmişe sahip olmalarıdır. Türkçede kaynaklardaki tanımlamaların farklılığının yanı sıra kültür yerine kullanılan kavramlarda da farklılıklar olduğu bilinmektedir.

Kültür ve kültürle aynı anlamda da kullanılan medeniyet kavramlarının ilk dönem Türkçe dili içinde yer almadığı görülmektedir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine yakın bir zamanda batılılaşma olarak tabir edilen anlayışın hâkim olduğu zaman diliminde bu kavramların Türkçeye girdiği tespit edilmiştir. Sosyolojik anlamda kültür kavramını ele alan Ziya Gökalp olarak belirtilmektedir. İlk dönem Türkçe dili içinde yer almayan kültür kavramının Türkçeye, Fransızca ve İngilizce olmak üzere iki ayrı dilden girdiği belirtilmektedir. Ancak bu iki dilden giren kavramların içeriklerinin Türkçeye uyarlanmasında, içerik olarak aynı olsa da, kavramsal olarak farklı iki yapı ortaya çıkmıştır. Fransızcadan devşirilen kültür kavramı Türkçede “irfan”, İngilizceden devşirilen kültür kavramı Türkçede

16

“medeniyet” olarak karşılık bulmuştur82. Bu kavramlar arasındaki yakınlık veya farklılık hususu ifade ettikleri yapının içeriğinden kaynaklanmaktadır. Nitekim Fransızcadan devşirilen ve irfan olarak karşılık bulan yapı özünde soyut bir yapıyı ifade etmektedir. Bu soyutluk kültür açısından ele alındığında irfanın “manevi kültür”e karşılık geldiğini söylemek mümkündür. İngilizceden devşirilen ve medeniyet olarak karşılık bulan kavram ise “maddi kültür”ü ifade etmektedir.

Kültür konusunda araştırma yapan önemli insanlardan olan Gökalp'in kültürle ilgili yaptığı tanımlamalarda kültür ve medeniyet kavramlarını ayrı olarak ele aldığı görülmektedir ve Gökalp kültürü “hars” olarak tanımlamaktadır83. Gökalp, kültür konusunda bir milli unsur olmaktan bahsederken medeniyeti milletlerarası bir unsur olarak ele alır. Her topluluğun ortaya çıkışında bir kültürün var olduğunu belirten Gökalp, toplumların büyümesi ve büyüdükçe sınırlarının ve nüfusunun genişlemesiyle medeniyetlerin ortaya çıktığına değinmektedir84. Bu bağlamda sosyoloji ve antropoloji bilimi ile ilgilenenlerin büyük bir kısmının medeniyet kelimesini kullanmadığı ve bunun yerine kültür kelimesini tercih ettikleri görülür. Ancak yine de bu iki kavramı birbiriyle aynı olarak kabul eden araştırmacılar da yok değildir85.

Kültür yapısının medeniyetten ayrı olduğunu savunanlardan olan Baltacıoğlu’na göre, Türkler Tanzimat’tan günümüze kültür ve medeniyet kavramlarını birbirine karıştırmış ve bu kavramları birbirinin yerine kullanmıştır. Baltacıoğlu da Gökalp gibi kültürün milli, medeniyetin ise milletlerarası olduğuna değinmektedir86. Kültür konusunda araştırma yapan bir diğer araştırmacı olan Güngör ise kültür ve medeniyet ayrımının yalnızca sosyolojik bir yapı olarak ele alınmaması gerektiği üzerinde durmaktadır. Güngör, Türkler için millet yaşantısına yön verme konusundaki isteklerin bilimsel desteğinin kültür ve medeniyet ayrımı hususunda yattığını belirtmektedir. Nitekim Güngör’e göre her toplumun bir kültürü vardır ve bu toplumda yaşayan insanların çeşitli problemler karşısında aradıkları çözümler ve denedikleri çözüm yolları bu kültürü meydana getirmiştir. Ancak belirlenen çözüm

82 Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, s. 15.

83 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Haz. Mehmet Kaplan, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul,

1976, s. 25.

84 Ziya Gökalp, Hars ve Medeniyet, Ankara, Diyarbakır’ı Tanıtma ve Turizm Derneği Yayını,

Diyarbakır, 1972, s. 1.

85 Meriç, a.g.e., s. 44.

17

yollarından bazılarının zamanla sabit bir hale gelmesi toplumun tamamına mal olmuş ve toplumsal bir kültür yapısı oluşmasını sağlamıştır87.

Topçu ise kültür ve medeniyetin birbirine karıştırılmasının Türk toplumu için batının taklitçiliği aşamasını başlattığını88 vurgulamakla beraber, medeniyetin somut kültür olarak ele alınması gerekliliği üzerinde durmaktadır. Ona göre medeniyet kavramı, insanların çalışmaları sonucunda ortaya çıkan teknik eserlerden oluşur. Kültür ise toplumun tarihsel süreç boyunca meydana getirdiği soyut yapıların veya diğer bir ifadeyle değer ve hükümlerin bütününü ifade etmektedir. Bu bağlamda kültür soyut bir yapıyı ifade eder ve içine ilim, ahlak, sanat, din gibi yapıları katar89.

Kültür ve medeniyet konusunda bütünsel bir yapıyı savunanlardan Kaplan, bu iki yapının birbirini tamamlayarak bir bütün meydana getirdiğini vurgulamaktadır. Bu doğrultuda medeniyetleri ise kültürün kaynağı olarak ele alan Kaplan, medeniyetlerin kendine has kültürler oluşturduğuna da değinmektedir90.

Kültür olarak kabul edilen yapı, ilk olarak ABD’de ortaya çıkan ve ABD’deki sosyologlar tarafından kısa zamanda benimsenen bir kavramdır. Ancak devamında yayılım gösteren bu yapı Fransa'da aynı şekilde karşılanmamıştır. Fransa'da hâkim olan sosyoloji literatürü Emile Durkheim’in kullandığı yapının ötesine geçmemiştir. Sosyolojinin kurucuları olarak kabul edilen insanlar arasında yer alan Durkheim’in kültür kelimesinin kullanmaması Fransa'da bu yapının ilk zamanlarda benimsenmemesinin temel sebeplerinden biridir. Bunun yanı sıra yine Fransa'da dünya savaşları sırasında sosyoloji alanındaki çalışmaların azalması da etkili olan bir diğer durumdur. Nitekim belirtilen dönem aralığı kültür kavramının ortaya çıkış dönemine denk gelmektedir. Bu nedenle Fransız sosyoloji ve antropoloji sözlükleri incelendiği zaman kültür kavramının yer almadığı görülür. İngilizcede durum bunun tam tersidir. Kültürün sosyoloji ve antropoloji bilimlerine dair anlamlarını tüm lügatlerde bulmak mümkündür91.

Kültürün özelliklerinden bahseden araştırmacıların üzerinde durduğu en önemli hususlardan biri kültürün insani bir yapıda oluşudur. Diğer bir ifadeyle insana özgü bir yapı olarak değerlendirilen kültür, insanı hayvandan ayıran özelliklerden biri

87 Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1986, s. 35. 88 Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet, Hareket Yayınları, İstanbul, 1970, s. 1 – 5. 89 Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Yağmur Yayınevi, İstanbul, 1961, s. 196. 90 Kaplan, Haenlien, a.g.m., s. 59 – 68.

18

olarak ele alınmaktadır. Bu yapı insanlar tarafından paylaşılan ve gelecek kuşaklara aktarılan bir sistematik olarak görülmektedir92.

Kültürün insana has olması veya hayvanlara kültürel bir yapının atfedilmemesi hayvanlar açısından değişim veya birikim olarak ele alınan yapının var olmamasından da kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda hayvanların ilk çağlardan günümüze tüm uygulamalarında değişmez bir yapının olması üzerinde durulmaktadır. Örneğin, arıların bal yapması binlerce yıldır aynı şekilde gerçekleşir ki peteklerin şekli bile aynıdır. Ancak insanlar için durum bundan farklıdır. En basit örnekle yerleşme yerleri bakımından bile zaman içinde değişim yaşayan insanlar günümüzde akıllı evler olarak nitelendirilen yapılarda yaşamaktadırlar. Bu değişim ve gelişim serüveni kendiliğinden bir kültür yapısı oluşturur. Bu hususu insanın içinde olduğu her yapıya adapte etmek mümkündür. Doğumlardan ölümlere, toplantılardan kutlamalara, iletişimden ulaşıma vb. gelişmeler kültürü doğal yollarla toplum yaşantısına sokmaktadır93.

Bahsedilen hususlar kültüre dair olsa da bu yapılar maddi kültür olmaktan öteye geçememektedir. Ancak kültürün bir de manevi boyutu vardır. Bu doğrultuda kültürü yalnızca insanın tabiatta yaptığı değişiklikler olarak değerlendirmek eksik bir kültür anlayışı oluşmasına neden olacaktır. Bu noktadaki eksikliğin giderilmesi için insanın ahlaki, teknik, sosyal vb. tüm yönlerinin de kültür yapısı içinde ele alınması gerekir94. Esasında bu noktada aktarılmak istenen husus insanın eğitsel yönünün de kültüre dâhil olduğudur. Nitekim doğuştan ellerini, aklını vb. diğer canlılardan farklı olarak kullanabilme yeteneğine sahip olan insan toplumsal etkileşime maruz kalmaması durumunda mevcut potansiyelini ortaya çıkarma konusunda yetersiz kalacaktır. Bu da toplumsal anlamda etkileşim ve eğitimin birey açısından önemini ortaya koymakla beraber kültür – eğitim ilişkisini de göstermektedir.

Kültürün tarih sahnesinde var oluşu incelendiğinde toplumun oluştuğu her yerde bir kültür olduğu sonucuna ulaşılmış, bu bağlamda insanlık tarihiyle eşit bir kültür tarihi ortaya çıkmıştır95. Toplumların var oluşu ile ortaya çıkan kültürü toplumsal bir kimlik olarak ele almak da mümkündür. Nitekim toplumsal farkların belirlenmesinde kültür yegâne araç olarak görülmektedir. Kültür, toplumların özelliklerini temsil eden

92 Nermin Erdentuğ, “Kültür Nedir?”, Milli Kültür Dergisi, 3 (6), 11.1981, s. 35. 93 E.W.F. Tomlin, “Kültür Nedir?”, Türk Yurdu Mecmuası, 275, 7(10), 1959, s. 31-32. 94 Yavuz Abadan, “Kültür Mefhumu ve Değişimi”, Yücel Mecmuası, 10, 1956, s. 174.

95 Hamide Topçuoğlu, Genel Sosyoloji Ders Notları (Çoğaltma), AÜDTCF; Felsefe Bölümü, Ankara,

19

bir işaret olarak görülmektedir. Bu nedenle de aynı toplum içinde yaşayan insanların kültürel anlamda ortak bir paydada olması ırk veya coğrafya birliğinden daha önemli olarak görülür96.

Kültüre yüklenen anlam o denli büyüktür ki kültür olmadan toplumun da olmayacağı kabul edilir. Bu doğrultuda kültür “toplumun ruhu” şeklinde önemli bir noktaya oturtulur97.