• Sonuç bulunamadı

Javakheti Sorunu

GÜRCİSTAN’DA ÖZERKLİK SORUNLARI

3. Javakheti Sorunu

Gürcistan’ın Ermenistan ile olan sınırındaki küçük bir bölgede yerleşik Ermenilerin özerklik talepleri, diğer ayrılıkçı hareketlerden daha az yoğun bir seyir gösterir. Sameshi-Javakheti vilayetinin nüfusunun % 42.87’sini Ermeniler oluşturur. (Ağacan, 2006: 16)

İsteklerinde son aşama Ermenistan ile birleşerek “Büyük Ermenistan’ı oluşturmak olmakla beraber, şimdilik sadece sahip olunan fiili yapının tescillenerek özerkliğinin kabul edilmesidir.

1991-1995 yılları arasında Gürcistan’da siyasi ve ekonomik sıkıntıların yükseldiği bir dönemde, Javakheti bölgesinde merkezî yönetimin egemenliğinin sınırlanmasına yol açmış ve Ermeni gruplar yönetimi ele geçirmişlerdir. Bu tarihten itibaren de Javakheti bölgesi filli olarak kendi Temsilciler Meclisi’ni oluşturmuş ve merkezden ayrı bir yönetim olarak varlığını devam ettirmiştir.

Ermenistan ve Rusya’nın desteğiyle özerklik talep eden bu bölgede tansiyon, özellikle Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattı projesinin (Babalı, 2006: 165-188) yapım aşamasında ve Rus askerî üslerinin kapatılması gündeme geldiğinde artmıştır.

Acaristan üzerindeki merkezî kontrolün sağlanması, Javakheti için bir dönüm noktasına işaret eder. Gürcistan merkezî yönetiminin güçlenmesi, Rusya’nın etnik sorunlara müdahalesinin etkisizleşmeye başlaması, Rus üslerinin kapatılması, Javakheti için de sona yaklaşıldığının habercisi niteliğindedir. Dış dünyayla coğrafi olarak tek bağlantısı Gürcistan, Azerbaycan, Türkiye ve İran olan Ermenistan, Javakheti sorunu sebebiyle Gürcistan ile daha fazla problem yaşamaktan kaçınmaya başlamıştır. İran ile ideolojik sorunları olan Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkilerini bir türlü olumlu bir havaya sokamamanın sıkıntısını yaşamaktadır. Dolayısıyla bölgede nispeten daha rahat ilişki kurabileceği tek komşusu Gürcistan kalmıştır.

Dış ticaretinin % 80’ini Gürcistan ile gerçekleştirirken, Rusya ile olan tüm irtibatını Gürcistan üzerinden kurar. Javakheti sebebiyle Gürcistan ile olacak bir çatışma veya savaş, bölge ele geçirilse bile Ermenistan için kardan çok zarar getirecektir.

Rusya ve Ermenistan’ın aktif desteğini giderek kaybeden Javakheti için isteklerin elde edilebileceği tarihin sonuna gelinmiş gibi görünmektedir.

Ayrılıkçı Ermeniler de bunun farkındadırlar ki, taleplerini yoğunlaştırmakta ve giderek tarzlarını sertleştirmektedirler. (Ağacan, 2006: 19) Buna rağmen, Saakashvili Hükûmeti de toprak bütünlüğünden ve ayrılıkçı hareketlere karşı alınan sert ama barışçıl tedbirlerden taviz vermeyecek gibi görünmektedir.

Saakashvili’nin Politikaları

Rusya’nın Batı’yla en yakın ilişki kurmuş Dışişleri Bakanı Eduard Shevardnadze, Gürcistan’ın devlet başkanı olduğu zaman, uluslararası camiadan çok büyük bir destek almıştı. Ancak mafya ve Rusya arasında sıkışan Shevardnadze bu olumlu havayı kısa sürede kaybetti. Gül Devrimiyle iktidara gelen Mikhail Saakashvili ise, pro-Amerikan genç bir liderdi. Saakashvili arkasında büyük bir Amerikan desteğiyle iktidara oturdu. (Tanrısever, 2003: 5) IMF, Dünya Bankası ve AB’den aldığı ekonomik yardımların yanı sıra, iç ve dış politika konularında da batı desteğini çok başarılı bir şekilde kullandı. Ekonomi, siyasi istikrar, dış politika, demokrasi ve liberalleşme konularında yaşanan olumlu gelişmeler, Saakashvili Hükûmeti’nin halk gözündeki prestijini oldukça sağlamlaştırdı. Yapılan değerlendirmelerde, 2015’e kadar Gürcistan yönetiminde bir isim değişikliği olmayacağı öngörülüyor. (Ağacan, 2006: 6) Dolayısıyla arkasında büyük bir siyasi uzlaşı ve halk desteği olan Saakashvili, etnik sorunlar karşısında çok rahat bir hareket alanına sahip olacaktır.

Bu rahatlığa rağmen, Saakashvili etnik sorunların askerî yöntemlerle çözülemeyeceğinin farkına varmış gibi görünmektedir. Saakashvili, en azından Rus askerlerinden temizlenerek, uluslararası askerî bir gücün bölgeye yerleştirilmesi yönünde çağrılar yapmaktadır. Bölgeye Moskova müdahalesi ve bölgede Rus asolduğu sürece sorunun çözülemeyeceği, çeyrek yüzyılı bulan kanlı çatışmalar sonucunda anlaşılmıştır. Her ne kadar, Saakashvili’nin BM ve AGİT’e yaptığı çağrılar beklediği cevabı almasa da, Saakashvili’nin sorunun çözümü için doğru yolda olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Saakashvili, Abhazya ve Güney Osetya sorunlarının çözümü için üç aşamalı bir plan önermektedir. Öncelikle tarafların sorunun çözümü yönündeki çabalarında samimi olduklarına dair güven inşası, ikinci olarak özellikle Ruslar olmak üzere, bölgenin askerden arındırılması ve barış gücü operasyonlarının uluslararasılaştırılması ve son olarak da bölgelerin statüsünün belirlenerek geniş bir özerklik verilmesi. (Ağacan, 2006: 16) Bu plandaki temel sorunlardan biri, Güney Osetya’nın özerklik değil, tam bağımsızlık istemesidir. Saakashvili ise Gürcistan’ın toprak bütünlüğü konusunda asla taviz verilemeyeceğini kesin bir dille açıklamıştır. Diğer bir sorun ise Rusya’nın Kafkasya’daki etkinliklerinden vazgeçmesinin nasıl sağlanabileceğidir. Bu noktada Saakashvili oldukça akılcı bir yöntem izlemektedir: Rus politikalarına karşı ABD desteği sağlamak.

Kafkasya’da Rusya ve Amerika Rekabeti

Soğuk Savaş biteli uzun yıllar olmasına rağmen, akıllarda hâlâ Rus-Amerikan ayrımı devam etmektedir. Uzun yıllar SSCB baskısı altında

yaşamış olan Kafkas ülkelerinde bu ayrım çok daha belirgin bir şekilde kendini muhafaza etmektedir. SSCB ideolojisinden en çok sıkıntıyı çeken ve fakat Batı’ya en yakın devletler Azerbaycan ve Gürcistan olmuştur. Ermenistan ise güçlü diasporası ve Sovyet ideolojisiyle uyum gösteren irredentist politikaları sayesinde neredeyse hâlâ küçük Sovyet olarak varlığına devam etmektedir.

Dolayısıyla Azerbaycan ve Gürcistan için, Batı hâlâ özenilen bir hayaldir.

Ayrıca yaşanılan iç politika sıkıntılarında ve etnik çatışmalarda Rusya’nın kışkırtması olması, bu devletlerin Rusya’yı her zaman bir tehdit olarak algılamasına sebep olmuştur. Doğal olarak bağımsızlıklarına kavuştukları andan itibaren batıya yaklaşma, batı sistemine entegre olabilme ve en önemlisi Rus tehdidine karşı batının desteğini sağlama çabası içinde olmuşlardır. 2000’li yıllara kadar gerek Azerbaycan gerekse Gürcistan batıdan istedikleri yardımı ve kabullenmeyi görememişlerdir. Yükselen radikal İslam tehdidi, 11 Eylül saldırıları, büyük bir trajedi olmakla birlikte bu iki devlet için fırsat olmuştur.

Özellikle 11 Eylül sonrasında Amerika’nın Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya’ya olan ilgisi ve uyguladığı politikalarda büyük değişimler yaşandı.

Ermenistan’ın Rusya’ya olan kayıtsız şartsız bağımlılığı karşısında Kafkasya’da etkileyebileceği iki devlet kalıyordu. Stratejik ortağı olan Türkiye sayesinde Azerbaycan’a ulaşabilen Amerika, Gürcistan’da Amerikan ekolünden yetişmiş bir lider buldu. Saakashvili’nin ise Rusya’ya karşı Batı desteği ararken, Kafkasya’ya yerleşmeye çalışan Amerika’nın desteğini alması şarttı. Yani Saakashvili ve Bush Hükûmetleri daha iyi bir yer ve zamanda birlikte çalışma imkânı bulamazdı. Gül Devrimi sonrasında Amerika’nın Gürcistan’a yaklaşımı tedbirli olmuştur. Gürcistan’da iş başına gelen bütün hükûmetler, Rusya’ya karşı Amerika’yı bir denge unsuru olarak görmüşlerdir. Tiflis Hükûmetlerinden gelen davetlere rağmen, Amerika’nın yaklaşımları Rusya’nın bölgedeki etkinliğini azaltacak yeterlilikte olmamıştır. Amerika’yla Gürcistan arasında yapılan “Eğit ve Donat” programlarıyla yapılan askerî yardımlar bile, Rusya’nın bölgedeki askerî varlığına karşı oransal olarak çok küçük kalırken, Gürcü askerlerinin Abhazya, Osetya veya Acaristan’da kontrolü sağlamasına yetecek kadar bile değildi. (Tanrısever, 2003: 5) Amerika’nın Gürcistan’a desteğinin ve yardımlarının artması, bölgedeki nüfuzunu arttırma çabaları ancak, Saakashvili’nin beklenen reformları uygulamadaki istek ve becerisini kanıtlamasından sonra gerçekleşmiştir.

Gürcistan ve Amerika arasındaki bu yakınlaşma doğal olarak Rusya tarafından kolay kolay kabul edilemez. Kafkasya ve tüm Orta Asya’yı kendi arka bahçesi olarak gören Rusya, her ne kadar Soğuk Savaş bitmiş olsa da en büyük rakibini bahçesinde görmek istemeyecektir.

Rusya’nın bölge politikası Gürcistan özelinde büyük farklılıklar göstermemektedir. Eski SSCB toplulukları üzerindeki nüfuzunu kaybetmek istemeyen Rusya, gruplar arasındaki çatışmaları körükleyerek ikili oyunlar oynarken, kendisi dışındaki gerek bölgesel gerek daha uzak güçlerin bu etki alanına girmesine izin vermemiş, kontrolleri mümkün olduğu kadar elinde tutmaya çalışmıştır. Sadece Kafkasya ile değil, bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri ile özel ve yakın ilişkilerin devamını istemiştir. Rusya’nın bu tavrını yeni bir emperyalizm anlayışı olarak algılamak pek mümkün değildir.

Zaten Rusya’nın ekonomik ve askerî gücü böyle bir yeni-emperyalliği sağlayabilecek ölçüde olmadığı gibi uluslararası konjonktür de buna izin

vermez. Çünkü bölgenin özelliği ve cazibesi, diğer aktörlerin de iştahını kabartmaktadır. Zayıf ve istikrarsız bölgelerin, batılı devletleri ve yatırımcıları korkutacağını ve buralardan uzak tutacağını düşünen Rusya, eninde sonunda kendisinden yardım isteneceğini ummaktadır. Diğer taraftan zaten ekonomik sıkıntılarla boğuşan, sahip olduğu geniş topraklar üstünde bile tam olarak otoritesini yerleştiremeyen, kayıtsız şartsız bağlılığı sağlayamayan Rusya, aciziyetten kendisine bağlanmak zorunda kalan bölgelerin sadakatinden hiçbir zaman emin olamayacaktır.

Rusya’nın özellikle Acara ve Abhazya’daki ayrılıkçı hareketleri desteklemesinin önemli bir sebebi, bu bölgelerdeki Müslümanlardır. Müslüman Çeçenlere karşı sert tedbirler alan Rusya, kendisine yöneltilen bu eleştirileri, başka Müslümanları kollayarak azaltmaya çalışmaktadır. (Kennedy-Pipe- Welch, 2005: 285) Ayrıca Çeçen direnişçilere yardım eden Gürcistan’a misilleme olarak, Rusya da Gürcistan’a karşı ayrılıkçı hareketleri destekleyerek intikam almaktadır.

Tarihsel, ideolojik ve kültürel yakınlıklarına rağmen Kafkas halklarının Rusya’yı kendileri için bir tehdit olarak görmesinin sebebi, Rusya’nın bölgede izlediği belirsiz ve tehditkar politikalardır. Bağımsız Devletler Topluluğu, Rusya’nın SSCB’yi diriltme projesi olarak görüldüğü gibi Rusya’nın Kafkasya politikalarında bir baskı aracı olarak algılanmıştır. (Ağacan, 2006: 23) Moskova Hükûmetleri, etnik çatışmaları Kafkas halklarını kendisine bağlamanın en kolay yolu olarak kabul etmiştir. Ancak 2000li yıllardan itibaren, Rusya’nın bu oyunları kendini açığa vurmuş ve Rusya’dan çok batıya özellikle Amerika’ya yaklaşmalarına sebep olmuştur. Son zamanlarda Rusya, bölgedeki çatışmaları kışkırtarak istediği nüfuzu sağlayamayacağını anlamış gibi görünmektedir.

Nitekim Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Rusya’nın dış politikasında ciddi bir değişim yaşanmıştır. Artık siyasi ve askerî baskının, bölgede nüfuz sağlamaya yetmeyeceği Putin tarafından da fark edilmiştir.

Rusya artık köktendinci tehlikelere karşı Amerika ile iş birliği yapmaktan çekinmeyen bir politika izlemektedir. Kafkas ve Orta Asya Cumhuriyetlerini kendine yaklaştırmak içinse ekonomik ilişkileri kuvvetlendirmek ve diğer ülkelerin önünü de ekonomik yollarla kesmek yönünde tutum takınmıştır.

Ayrıca anavatanlarına dönmek isteyen etnik Ruslara da, bulundukları yerlerde kalmaları yönünde çağrılar yaparak kalan etnik bağları koruma çalışmalarına da başlanmıştır. (Tanrısever, 2005: 61-62)

Bölgedeki Rus kontrolünün devam ettiğinin göstergesi Rus askerî üsleri olacaktır. Nitekim Rusya Gürcistan’daki askerî üslerinin kapatılmaması için çalışsa da Gürcistan da bu üslerin bir an önce kaldırılmasını istemektedir. Rus askerî üsleri temizlenirken, Amerika Azerbaycan ve Gürcistan’da askerî varlığını sağlamlaştıracak adımlar atmaya devam ediyor. Askerî üs konusunda Amerika’ya yenilen Rusya, petrol boru hatları konusunda da istediğini elde edemedi. Orta Asya ve Hazar petrolünün, Rusya üzerinden yerleştirilecek borularla taşınması, bu devletlerin Rusya’ya sürekli bağımlılığı demek olacaktı.

Fakat Rusya’nın bütün karşı çıkmalarına rağmen, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı, Rusya’nın tüm projelerini elimine etti. Rusya’nın Kafkasya’daki siyasi varlığının iki fiziksel kanıtı bu şekilde ortadan kalkmış oldu. Bunlar aynı zamanda Rusya’nın Kafkas politikasının değişmesi gerektiğinin de kanıtları olmuştur.

Türkiye’nin Gürcistan Politikası

Ülkelerin izledikleri dış politika sistem, devlet ve birey düzeyinde analiz edilerek belirli bir coğrafya veya duruma yönelik olarak takip edilen politikanın ne derece etkili olduğu ve ne yöne doğru gitmekte olduğu değerlendirilebilir.

Türkiye gibi bir bölgesel gücün yakın coğrafyasına yönelik politikalarına etki eden parametrelerde Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte önemli değişimler olmuştur. Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu dünya düzeninde kutup liderleri kendi müttefikleri üzerinde kontrol sahibi olduklarından bölgesel çatışma ve kriz olasılığı daha düşük kalmaktaydı. Ayrıca bölgesel güçlerin hareket kabiliyeti de sınırlıydı. Soğuk Savaş dönemi sonrası bölgesel çatışma ve krizlerin yayılması ve yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin uluslararası sisteme katılması bölgesel güçlerin önemini ve etkisini arttırmıştır. Türkiye’de yakın coğrafyasında yeni fırsatlar ve tehditlerle karşılaşmış ve yeni dış politika açılımları yapma gereği ortaya çıkmıştır. Kafkasya ve Orta Asya’da bağımsızlığını kazanan ülkeler ve bunların çoğuyla Türkiye’nin özel bağlarının olması ve zengin enerji kaynaklarının bu coğrafyada bulunması Türkiye’yi bölgeye yönelik açılımlara itmiştir. Türk Cumhuriyetlerine yönelik televizyon programlarından, bu ülkelerden öğrencilerin Türkiye’de okutulmasına ve bölgeye yönelik doğrudan uçak seferlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede yürütülen bu politikalar aslında fazlaca bir hazırlık ve bilgi birikiminin de olmadığı bir ortamda uygulamaya konmuştur. Oysa Türkiye gibi bir bölgesel gücün yakın coğrafyasını iyi bilen çok sayıda uzmanının ve her bir ülkeye yönelik alternatifli stratejilerinin olması gerekirdi.

Gürcistan’la da yakın ortaklık ilişkilerine sahip olan Türkiye, bu ülkeyle mevcut bağların daha da geliştirilmesine ve toprak bütünlüğünün korunmasına büyük önem atfetmektedir. Abhazya ve Güney Osetya sorunları, yalnızca Gürcistan’da değil, tüm bölgede barış ve istikrarı tehlikeye sokmaktadır.

Türkiye, başından itibaren bu sorunların Gürcistan’ın egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü çerçevesinde barışçıl yollardan çözümlenmesini desteklemiştir. Bu sorunların çözümü tüm bölge istikrarı açısından önem taşımaktadır. Türkiye, taraflar istediği takdirde, Abhazya sorununun barışçı bir çözümünde kolaylaştırıcı bir rol üstlenmeye hazır bulunduğunu açıklamıştır.

2003 yılı sonunda Gürcistan’daki “Gül Devrimi” ile meydana gelen yönetim değişikliği ve 2004 yılında Acara’da yaşanan gerginliğin barışçıl bir şekilde aşılmış olması, bu komşu ülkede demokrasi ve istikrarın güçlendirilmesi bakımından önem taşıyan gelişmeler olmuştur. Geçtiğimiz dört yıl içerisinde gerçekleşen çok sayıda üst düzey ziyaret ikili ilişkilere yeni bir ivme

kazandırmıştır. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer ve Gürcistan Cumhurbaşkanı Mikhail Saakashvili 2006 yılında da karşılıklı resmî ziyarette bulunmuşlardır.

Türkiye bir bölgesel güç olarak Kafkasya’da daha etkili olabilecek kapasiteye sahiptir. Sovyetler Birliği’nin dağılıp Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın bağımsızlığını izleyen ilk yıllara göre Türkiye tecrübe kazanmış ve önceliklerini daha iyi belirleme noktasına gelmiştir. Ancak yine de bölge uzmanlarından yararlanma ve kurumlar arası eşgüdüm noktasında eksiklikler vardır. Bazı dış politika konularının ve tercihlerinin iç kamuoyuna, sivil toplum kuruluşlarına ve basına anlatılması da önem taşımaktadır.

Türkiye’nin Gürcistan’da yaşanan tüm etnik sorunlara, diğer aktörlere göre çok daha masum bir katılımı vardır. Kendi yaşadığı etnik sıkıntılar sebebiyle bu tür çatışmalara her zaman mesafeli ve dikkatli bir şekilde yaklaşmak zorunda kalmıştır.

19. yüzyıldan itibaren Ruslardan kaçarak Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Kuzey Kafkasyalıların sayısı Anadolu’da bugün 6-7 milyonu bulmuştur.

(Çolakoğlu, ?) Türk kamuoyunda bölgeyle doğrudan alakâlı bir nüfusun olmasının yanı sıra, Anadolu insanın soydaş ya da ezilen halkları destekleme çabası içinde Gürcistan’da yaşanan etnik sorunlar, basında ve kamuoyunda sık sık ele alınmakta, hükûmete çağrılar yapılmaktadır. Kamuoyundaki bu ilgi ve sempatiye rağmen, iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde ve belki de kendi yaşadığı etnik sorunlara müdahale fırsatı vermemek için Türkiye bu sorunların barışçı yollardan çözümü için her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu tekrarlamaktadır. Bu resmî tutuma rağmen, sivil derneklerin yaptığı maddi yardımlar, bölgeye giden gönüllüler, Gürcistan ve Türkiye arasında sorunlar doğmasına sebep olmuştur. İki ülke arasında artan ekonomik ve diplomatik ilişkiler, Türkiye’nin resmî tavrında da ufak değişimlere yol açmıştır. Gürcistan Hükûmetlerinin teklif ettiği geniş özerkliğin kabul edilmesi, hem kamuoyuna hem de Abhazya’daki ayrılıkçı gruplara Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi yönünde çağrılar yapılmaya başlanmıştır. Fakat aynı zamanda da özellikle Gamsakhurdiya döneminde azınlıklar üzerine uygulanan sert ve milliyetçi politikalara da itiraz edilmekten kaçınılmamıştır.

Tüm bölgelere yönelik politikalarda olduğu gibi Türkiye’nin Kafkasya ve enerji kaynaklarına yönelik politikalarında da sistemik etkiler ile iç yapıya

ilişkin etkiler bir arada yer almış ve bazen biri diğerinin önüne geçmiştir.

Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi’nin gerçekleştirilmesi önemli bir başarıdır. Burada Türkiye’nin kararlı politikasının yanında uluslararası sistemdeki gelişmeler de etkili olmuştur. ABD’nin Doğu-Batı enerji koridoru stratejisini ortaya atması ve bu çerçevede Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı projesini desteklemesi, projenin gerçekleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Yine 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra ABD’nin askerî anlamda da bölgeye yerleşmesi ve hattın geçtiği ülkelerden olan Gürcistan’ın istikrarının

ABD için önemli olması sürecin hızlanmasını sağlamıştır. (Kasım, 2006: 19-35) Tabii ABD-İran ilişkilerindeki gerginliğin İran’ı devre dışı bırakması da rekabette Türkiye’ye avantaj sağlamıştır. Sistemden ve sistemin önemli aktörlerinden kaynaklanan etkilere rağmen makro politikalarda başarı için ülkelerin iç istikrarı ve belirlenen politika ve stratejinin kararlılıkla takibi önemlidir. İçyapısal nedenler ve tartışmalarla belirli bir bölgenin ihmal edilmesi ileride telafisi zor kayıplara neden olabilir. Kafkasya ve bölge enerji kaynaklarına yönelik oluşturulan politikaların değişen şartlara göre yeniden düzenlenmesi ve bölgenin sürekli izlenmesi Türkiye açısından büyük önem taşımaktadır. İç politikada oluşabilecek olan belirsizlik durumları Türkiye’nin bölgeye yönelik ilgisini azaltmamalıdır. Türkiye, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının açılmasıyla bölgede yakaladığı ivmeyi hızlandırmak yolunda 7 Şubat 2007 tarihinde Tiflis’te Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanan demiryolu hattının yapımıyla ilgili anlaşmayla önemli bir adım atmıştır. Bakü’den Gürcistan topraklarından geçerek Kars’a ulaşacak olan bu demiryoluyla ülkeler arasında kurulan enerji köprüsüne bir de demiryolu köprüsü eklenmiş olacaktır ve Gürcistan’ın Orta Asya bağlantısı ile Azerbaycan ve Gürcistan’ın Batıyla bağlantısını pekiştirecek olan proje bu ülkelerin Rusya’nın etkisinden çıkması açısından önemlidir. Rusya’nın bölgedeki enerji ile ilgili girişimleri dikkate alındığında Türkiye’nin Azerbaycan ve Gürcistan politikasını kararlılıkla sürdürmesi; bu ülkelerle siyasi, ekonomik ve askerî ilişkilerini daha da geliştirmesi büyük önem taşımaktadır.

Gürcistan’ın bağımsızlığını kazanmasından itibaren Türkiye bu ülke için en önemli ticari ortak ve komşu hâline gelmiştir. (Aydın, 2005: 129-130: Demir, 2003: 224) Türkiye’nin sürekli olarak Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik çağrıları ve yaşanılan sorunlarda hakemlik yapma çabaları Türkiye’nin güvenilirliğini de kanıtlamıştır. (Demir; 2003: 187) Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattı projesi ise iki ülkeyi artık geri dönülemez bir şekilde birbirine bağlamıştır. Türkiye buradan gelecek enerjiye büyük umutlar bağlamışken, Gürcistan da ülkesinden geçecek boru hatlarından alacağı transit gelirler sayesinde planladığı ekonomik reformları gerçekleştirebilecektir.

Bundan sonra iki ülke izleyeceği politikalarda daha ılımlı ve yapıcı davranmak zorundadır.

SONUÇ

Gürcistan hem Abhazya hem de Güney Osetya için çok geniş bir özerklik teklif etmektedir. Osetlerin kabul etmesi durumunda, Güney Osetya, Rusya’ya bağlı Kuzey Osetya Cumhuriyeti’nden çok daha fazla hakka sahip olacak.

Fakat, Osetler özerkliktense bağımsızlıkları için kan dökerek savaşmayı göze alıyorlar. Abhazya ise son zamanlarda Rus desteğinin azalmasıyla beraber, tavrını biraz yumuşatmak zorunda kaldı. Hâlâ konfederasyon yönünde çabalar olmasına rağmen, eğer teklif gelirse federasyon konusunu görüşmek için Gürcistan’la masaya oturmaya hazır olduğunu açıkladı. Ayrılıkçı grupların

Fakat, Osetler özerkliktense bağımsızlıkları için kan dökerek savaşmayı göze alıyorlar. Abhazya ise son zamanlarda Rus desteğinin azalmasıyla beraber, tavrını biraz yumuşatmak zorunda kaldı. Hâlâ konfederasyon yönünde çabalar olmasına rağmen, eğer teklif gelirse federasyon konusunu görüşmek için Gürcistan’la masaya oturmaya hazır olduğunu açıkladı. Ayrılıkçı grupların