• Sonuç bulunamadı

Sen ne düşünürsen düşün O, o düşüncenin de üstünde, ne düşünürsen düşün, hepsi de yok olup gider; düşünceye gelmeyen yok mu? O'dur Tanrı.327

Bu bölümde ikinci olarak, bilincin intellectus düzeyindeki formunda edindiği idrak ve temaşayı niçin ifade etmekte zorlandığı hususuna değineceğiz. Intellectus düzeyindeki aydınlanmış bilincin idrak ve temaşasına gerçek bir mistik özellik katan şey, 'konuşulamaz' ifadesi ve 'bir insan tarafından dile getirilmesi yasal olmayan' sözüdür.328

Başka bir deyişle idrak ve temaşanın tam olarak anlatılamaz bir doğada olması mistik bilincin ortak bir ifadesidir.329

Peki, bu neden böyledir? Bu husustaki görüşümüzü açıklamadan önce Ethica ve Tractatus okumalarından edindiğimiz pers- pektiften hareketle bir analiz yapacağımızı belirtmekte fayda vardır.

Bilincin mistik formdaki idrak ve temaşasını ifade edememesi yahut eksik ifade etmesinin, aklın reason ile intellectus formu ve dilin yapısı ile çok yakından ilişkisi vardır. Aklın reason ile intellectus formu ile olan ilişkisine Spinoza'nın bilgi türlerinden, dilin yapısı ile ilgili ilişkisine ise Wittgenstein'ın dil kuramından hareket- le ulaştığımızı belirtirsek konu daha anlaşılır olacaktır.

Reason olarak akıl dünya ile olan bütün ilişkilerimizi düzenleyip bilimsel çıkarımlarımızın temelini kuran çıkarımsal akıldır. Intellectus olarak akıl ise aydın- lanmış bilinç olarak tarif edebileceğimiz ve kavranabilecek en üst bilinç düzeyi olan 'mistik bilinci' temsil eden nihai bilinç formudur.330

Bilincin bu iki asli formunun birbirinden nitelik olarak ayrıldığı temel noktalardan bir tanesi ise çalışmamızda bah- settiğimiz üzere zamansal olma meselesidir. Zamansal olma, bir zaman içersinde olma halini temsil eder. Peki, bir zaman içersinde olma halinin, bilincin reason ile intellectus formu ve dilin yapısı ile nasıl bir ilişkisi vardır? Ve işbu ilişkiden çıkacak

327

Erdal Baykan, Düşünceye Gelmeyen Tanrı Sorunu ve Mevlana.

328

Antti Revonsuo, Bilinç Öznelliğin Bilimi, Birinci Baskı, çev: Selim Değirmenci, Küre Yayınları, s. 404, Ekim İstanbul, 2016.

329

Antti Revonsuo, Bilinç Öznelliğin Bilimi, s. 404.

330

sonucun 'bilincin intellectus formunda' deneyimlediği idrak ve temaşayı 'ifade ede- memesi' yahut 'eksik ifade etmesi' durumu ile dilsel bildirim açısından nasıl bir ilişki vardır?

Biz burada zamansallığın, reason olarak akıl formunda farklı, intellectus ola- rak akıl formunda farklı işlediğini iddia edecek ve dilin, doğası gereği reason olarak aklın içinde işlediği zamansallık dahilinde işlerlik kazandığını söyleyerek, intellectus düzeyindeki aklın içinde bulunduğu zamansal farklılıktan dolayı, dilin 'ifade' yetisini aklın bu formunda, ya hiç işe koşamadığını ya da eksik işe koştuğunu izah edeceğiz.

Zamansallığın reason olarak aklın içinde işlediği formu, çizgi- sel/doğrusal/lineer/nedensel zaman olarak adlandırılan ve geçmiş-an-gelecek üçlü dizilimi ile ancak ve sadece doğrusal/lineer konstrüksiyonda ilerleyen, başka bir de- yişle oluşun içinde sürekli ileriye doğru aktığı zamandır. Zamanın bu formu dünya- nın ve içindeki bütün varlıkların içinde varoluşlarını devam ettirdiği çizgisel zaman- dır. Dünyayı dolduran çizgisel zaman aynı zamanda bütün bilimleri, mantığı, mate- matiği ve özellikle dilin içinde işlediği temel parametredir. Bu noktada zaman-mekan ilişkisi, zamanın fiziksel fenomenlerle ve hareketle olan ilişkisi gibi konulara girme- den doğrudan meselemiz olan dil ile ilişkisine odaklanacak olursak diyebiliriz ki dil, doğası gereği çizgisel zaman içersinde işleyen bir kurulum mekanizmasına sahiptir. Şöyle ki bütün bir dil alanı çeşitli sembollerden ibaret olan ve harf olarak adlandırdı- ğımız şekillerin o ya da bu şekilde bir araya gelip varlıklar yahut kavramları imleme- sinden oluşur. Zihin, varlık alanındaki fenomenler çeşitliliğinden edindiği duyusal deneyimleri algılar ve bunları kendisinde uyandırdığı etkilere göre sembolik olarak sınıflar. Sözgelimi t anında yuvarlak, kırmızı, parlak, sert, tatlı gibi niteliklere sahip bir cisimden algıladığım duyusal deneyimler ve a kişisinin gelip bana bu cismin bir elma olduğunu söylemesi zihnimde birbirine bitişik şekilde 'elma' sözcüğü ve elma resmi olarak sınıflanır. Artık nerede ne zaman bu cismi görsem zihnimde e-l-m-a harflerinden oluşan söz dizimi ile o cismin görüntüsü birbirine bitişik olarak canlanır. Kavramların yapısı da benzer yolla edinilir. Zihin örneğin idea kavramıyla birlikte kavramı somutlaştırmak için kavrama dair edindiği en yakın görsel imgenin resmini kavramla yan yana bitiştirerek sınıflar. Nitekim şiir ve felsefe faslıyla geçen bol kah- veli bir gecenin bitiminde hayatında ilk defa töz kavramını öğrenen bir insan tahay-

yül edin. Bu kişi zihninde bu kavramı (1)t-ö-z harflerinin yan yana gelerek oluştur- duğu dizilimi ve (2)o akşam kavramdan bahsedilirken zihnin kavrama dair en yoğun izleniminin resmini birbirine bitiştirerek sınıflar. Her ne zaman töz kavramından bah- sedilse işbu dizilim zihninde canlanır. Böylelikle zihin; oluşun içinde sürekli çizgi- sel/doğrusal bir şekilde birbirine bitişik olarak aktığı anlarda, çeşitli algılamalar ve kavrayışlar yoluyla yeni terimler, formüller, mantıksal yapılar üretir ve bunlar vasıta- sıyla da düşünme yetisini geliştirerek çıkarımlarda, muhakemelerde bulunur. Başka bir deyişle diyebiliriz ki dilin ürettiği bütün terimler ve önermeler çizgisel zamanda işlerlik kazanır. Şöyle ki bir terimi oluşturan harfler terimin başlangıcından sonuna kadar tıpkı bir zincirin baklaları gibi birbirine bitişik ancak aynı zamanda birbirinden ayrı olarak tek tek sıralanır. Örneğin 'bilgelik' terimini düşünelim. Bu terimi tek tek oluşturan harfler birbirine öncelik sırasına göre sıralanmıştır. Yani 'b' harfi 'i'den 'i' 'l'den 'l' 'g'den ve sonra gelenler kendisinden önce gelenlerden sonradır. Bu, zamansal dizilimdeki art ardalığının, birbirine çok yakın olmasından kaynaklanan farkına va- ramadığımız bir durumdur. Başka bir ifade ile çizgisel zamanın art ardalığa dayalı doğrusal ilerleyişi 'b' ile 'i'nin birbirinden t1 ve t2 gibi birbirinden farklı 'an'larda ol- duğunu gösterir. Bu da dilin, çizgisel/doğrusal zamanda işleyen bir yapıya sahip ol- duğunu gösterir. Bizler, önermeler ve cümlelerimizi kuran terimleri bir bütün olarak semboller koleksiyonu şeklinde aldığımız için çoğunlukla art ardalığı ya da çizgisel zamanın dilin doğası üzerindeki bu yapısal bağlayıcılığını fark etmeyiz. Dili kuran harflerin çeşitli şekillerde bir araya gelerek oluşturduğu kelimeler ve söz dizimlerinin tamamı çizgisel/doğrusal zamanın art ardalığı içinde, oluşun sıra düzenine göre çalı- şır. Bir terimi, kelimeyi yahut söz dizimini oluşturan her bir harf, oluşun sıra düzeni içersinde bir t zamanını tek tek imleyerek çizgisel zamansallıkla birlikte birbirine paralel olarak ilerler. Buradan hareketle diyebiliriz ki, dili oluşturan terimler, kav- ramlar, kelimeler kullanıldıkları anda zorunlu olarak çizgisel/doğrusal zamanda ger- çekleşen yapılar halini almaktadır. İşte dilin içerisinde işlediği bu çizgisel/doğrusal zamansallık aynı zamanda aklın; çıkarım yapan, yargıda bulunan, muhakeme eden reason formunun da içinde işlediği çizgisel/doğrusal zamansallıktır. O halde diyebili- riz ki dilin ifade alanına giren her şey aynı zamanda reason olarak aklında ifade ala- nına girer ve bütün ifadeler çizgisel/doğrusal zamansallığın dil üzerindeki yapısal bağlayıcılığına dahildir. Ve bundan dolayıdır ki intellectus düzeyindeki aklın dene-

yimlediği idrak ve temaşanın, dilin, çizgisel zamanın yapısal zorunluluğunun bağla- yıcılığından ötürü tam bir ifadesi imkansızdır. Çünkü çalışmamızda bahsettiğimiz üzere, aklın intellectus düzeyindeki formunun aklın reason düzeyindeki formundan ayrıldığı bazı temel noktalar vardır. Bunlardan en önemlisi aklın intellectus formu, çizgisel olmayan bir zamansallığa sahip olmak anlamında ezeli-ebedi bir doğaya sahiptir. Nitekim ezeli-ebedi bakışla dünyanın bütünsel olarak idraki ve temaşası, çizgisel zamanın bağlayıcılığının üzerinde ezeli-ebedi şekilde gerçekleşir. Böyle ol- duğu için de intellectus düzeyindeki aydınlanmış zihnin idrak ve temaşası (1) tam olarak ifade edilemez ve (2) zamanın doğrusal/çizgisel zorunluluğunun bağlayıcılığı- nın üzerinde ezeli-ebedi bir forma ulaşmak anlamında zamansızdır. Zamansızlık ise hem Spinoza hem de Wittgenstein'ın ortak kanaatinin gösterdiği üzere sonsuzluktur. Çünkü sonsuzluk, zamana ait herhangi bir kavramla açıklanamadığı yani zaman ötesi olduğu için onu en uygun şekilde ifade eden kavram sonsuzluktur.331

O halde bilincin bu formunun zamanla olan ilişkisi hususunda diyebiliriz ki intellectus (1) çizgisel zamana göre düşündüğümüzde ve sonsuzluktan kastımız za- mansızlıksa, sonsuzdur. Ve zamanın çizgiselliğinin yapısı üzerine düşünerek bir baş- ka ihtimali durum olarak (2) bilincin intellectus formu, çizgisel zamandan ayrıldığı akışın doğrudan zorunluluğuna aşkın bir pozisyonda bulunması hasebiyle döngüsel diye adlandırılan ve geçmiş-an-gelecek olarak akmayıp 'an' olarak şimdiden ibaret olan zamansallıkla benzerdir. Her halükarda yapısının ezeli-ebedi bir boyutta olması hasebiyle aklın intellectus formu, zamansal olarak çizgisel/doğrusal değil döngüsel ya da sonsuzdur. O halde bilincin bu formunun ezeli-ebedi bakışla dünyaya dair edindiği idrak ve temaşa reason düzeyindeki akılla hiç bir zaman tam olarak ifade edilemez. Ancak belli kavramlarla bir ölçüde ifade edilebilir. Bu ifadenin dildeki yansımalarından en güçlüsü sonsuzluğun ufku altında/ezeli-ebedi bakış olarak adlan- dırılan sub-specie aeternitatis kavramıdır ki, bu kavramdaki ezeli-ebedi ifadeleri sonsuz (aeternitas) kavramıyla bir ve aynı olan niteliklerdir. Bu nitelikler ise insanlık tarihinin entelektüel melekelerinin ifade edildiği kadim bilgeliği temsil eden ezeli hikmettir.

331

Arslan Topakkaya, Felsefe, Din ve Kültürde Zaman, Birinci Baskı, Say Yayınları, s. 159-160, İstanbul, 2017.