• Sonuç bulunamadı

6. ARAŞTIRMAYLA İLGİLİ TÜRKİYE’DE VE YURTDIŞINDA YAPILAN

6.2. Şükür İle İlgili Yapılan Çalışmalar

1.1.2. İyi Olma

İyi olmayı tanımlamak için İngilizce’de iyi olma hali kavramına denk gelen “Welness” kavramı kullanılsa da bu kavram psikolojik bir terim olan “well-being” ten farklıdır. Welness sağlıklı olmanın ve iyi oluşun tüm yönlerini kuşatan bir kavramdır. Fakat well-being kavramı hastalıklı olmamanın aksine insanın psikolojik, sosyolojik özelliklerine olumlu yaklaşım sergileyen, öznel ve objektif anlamda da ölçülebilen bir kavramdır (Göçen, 2012: 26-27). Sözlükte Well-being kavramı “ Esenlik, mutluluk” olarak geçmektedir (Phillips, 2012).

Dünya Sağlık Örgütü, günümüzde ruh sağlığı kavramını açıklarken, olumlu durumları esas alarak iyi olmayı; bireyin yetenek ve kabiliyetlerinin farkında olması, hayatta karşılaştığı stresli olaylarla baş edebilmesi, üretken ve verimli çalışabilmesi ve yaşadığı topluma katkıda bulunması olarak açıklamıştır (Sandıkçı, 2014: 8).

İyi oluş, “mutluluk, kişide patalojik bir durumun olmamasından öte, sahip olduğu kabiliyetleri en üst düzeyde kullanabilme, yaşamın anlamı ve amacını fark edebilme, özerklik, yeterlik ve ilişki kurma temel psikolojik ihtiyaçlarını karşılamayabilme” şeklinde tanımlanmıştır (Kuyumcu ve Güven, 2012).

Psikoloji başlangıçtan bu yana yönünü daha çok mutsuz ve acı çeken insana çevirmiş, pozitif fonksiyonların neden ve sonuçlarına gereken ilgiyi göstermemiştir. Geleneksel yaklaşıma göre sağlık, ruhsal bozuklukların olmaması iken, pozitif yaklaşıma göre daha çok olumlu özelliklerin varlığıdır (Ryff, 1995).

Psikoloji insanın sorunları üzerine harcadığı yoğun zaman nedeniyle sağlıklı bireyin güçlü ve pozitif yönleri üzerine çalışmayı ihmal etmiştir. Yapılan çalışmalar çoğunlukla başarısızlık, umutsuzluk gibi konulara odaklanmış, umut, sebat, yaratıcılık, şefkat, sevgi ve hayatı değerli kılan diğer niteliklere karşı ilgisiz kalmıştır (Gillham ve Seligman, 1999).

Ruh sağlığının neliği, nasıllığı ve niceliği konusunda araştırmacılar arasında bir görüş birliği yoktur. Bireyin iyi bir ruh haline sahip olması demek, kişinin dengeli ve normal olduğu anlamına gelmez. Çünkü böyle bir tanımlama yapılırsa bireyin hayatı boyunca yaşadığı, fakat onun üzerinde olumlu etki gösteren bazı dengesizlik

17

halleri nasıl açıklanabilir? Böyle bir yaklaşımla yola çıkılırsa, marjinal olan sanatkarlar ve dehalar da sağlıklı bir ruh haline sahip olmayan kişiler olarak kabul edilebilir. Bu nedenle ruhsal anlamda iyi olmanın “uygun tanımı” sadece psikoloji ve psikiyatriden beklenmemelidir. Çünkü ruh sağlığı kavramının açıklanması yolunda psikoloji ve psikiyatrinin açıklamaları önemli olduğu gibi teoloji, sosyoloji ve felsefenin yapacağı açıklamalar da önemlidir (Yapıcı, 2011).

Strack, Argyle ve Shwarz’a göre psikoloji yakın zamana kadar olumlu duygulardan çok olumsuz duygular üzerinde durmuştur ve bunun nedeni olarak şu sorular sorulabilir: İlki: “Psikoloji insan doğasının daha çok karanlık tarafıyla mı ilgilidir?” İkincisi: “Psikoloji yalnızca birey acı çekerken ve yardıma muhtaçken mi akla gelmiştir?” Üçüncüsü: “Olumsuz yaşantılar, olumlu yaşantılara kıyaslandığında daha güçlü bir nedensel açıklama ihtiyacı mı göstermektedir?” (Doğan, 2014: 142- 143).

İyi olma hali devamlı olmak zorunda değildir. Önemli olan bireyin zor yaşam koşullarında ve acı tecrübelerde bile bununla baş edebilmesidir. Fakat bunun yanında uzun süreli olumsuz duyguların tesiri altında kalmanın psikolojik sağlığı bozabileceği de belirtilmiştir (Özasma, 2016: 127).

Son yıllarda, araştırma literatüründe psikolojik bozukluk ve hastalıklardan ziyade, iyi olma ve pozitif ruh sağlığını vurgulayan inanılmaz bir değişim gözlemlenmektedir. Bu paradigma değişimi hali hazırdaki psikolojik araştırmalar üzerinde özellikle etkili olmakla beraber aynı zamanda epidemiyologların, sosyal bilimcilerin, ekonomistlerin ve politika belirleyicilerinin dikkatini çekmiştir (Göçet Tekin, 2014: 10).

Yakın tarihe kadar psikologlar insanların sorunlu ve hastalıklı yönleri üzerine yoğunlaşmış ,insanın olumlu yönleri ihmal edilmiştir. Mutluluk , mutsuzluğun tersi ve acının yokluğu olarak görülmüştür (Deci ve Ryan, 2006).

Olumsuz durumları inceleyen psikolojik makaleler, olumlu durumları inceleyenlere kıyasla 17 ila 1 oranında daha fazladır (Diener, Suh, Lucas ve Smith,1999). Bu eşitsizlik psikoloji alanında fark edildikten sonra araştırmacılar

18

insanın ruh sağlığının olumlu yönlerini daha fazla araştırmaya başlamışlardır. Bu durum psikolojinin, bireyin olumlu yönleriyle hiç ilgilenmediği anlamına gelmese de alandaki büyük bir boşluğun belirtisidir ( Kuzucu, 2006: 13).

Ryan ve Deci (2001) “iyi oluş” kavramını, hazcılık (hedonizm) ve psikolojik işlevsellik (eudaimonism) olarak iki temel yaklaşıma dayandırmaktadır. Bu bakış açısına göre hedonizm daha çok öznel iyi oluşla ilgili iken eudomonik kavramı psikolojik iyi olma ile ilgilidir. Psikolojik iyi olmanın hedonik ve eudaimonik iki şeklinin iyi olma üzerine psikoloji alanında kullanımı artmaktadır. Hedonik iyi olma, hem fiziksel hem de zihinsel hazza dayanmaktadır. Olumlu ve olumsuz duygulanım ise hedonik iyi olmanın boyutları olarak düşünülmektedir. Eudaimonik iyi olma ise şükran gibi değer egzersizleriyle bireyin kabiliyetlerini geliştirmesiyle mümkün olmaktadır (Doğan, 2014: 143-144).

İyi olma kavramı beden, ruh ve zihnin bir bütün olarak iyi olmasını ifade eder. Bu kavramdan şekilsel anlamda birbirine benzeyen fakat içerdiği anlam bakımından farklı olan iki kavram ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki olumlu duyguların çoğunlukta, olumsuz duyguların azınlıkta olduğu ver bireye yaşadığı hayattan tatmin olma hissini veren öznel iyi olmadır. İkincisi ise iyi olma halinin anlık değil zamana yayılmış olarak yaşandığı psikolojik iyi olmadır. Öznel iyi olma hedonizme, psikolojik iyi olma eudaimonizme dayanır (Seyhan, 2013). Aslında hem hedonik hem de eudaimonik aktiviteler, insanın olumlu psikolojik bir hal içerisine girmesini sağlamak bakımından eşittir. Fakat hedonik ve eudaimonik eylemlerden ortaya çıkan iyi olma halinin süreklilik, genellik vb. gibi konularda farklılıklara sahip olduğu da unutulmamalıdır (Balcı,2011: 39). Bulguları birçok yönden kesişse bile bu iki yaklaşım kritik noktalarda birbirinden ayrılmaktadır (Ulu, 2018).