• Sonuç bulunamadı

Sena Aydın

İçinden geçmekte olduğumuz pandemi ve derinleştirdiği eko-nomik kriz döneminde, emek-çilerin ve halkın çıkarlarını sa-vunduğunu iddia eden günümüz

“sol,” “ilerici” ya da reformist önderliklerinin bu krizlere ver-dikleri cevapları değerlendirmek ve bilançolarını çıkarmak gere-kiyor. Bu yazıda bu bilançoyu iki önderliğin politikaları çer-çevesinde ele alacağız. Birincisi, 2018’den beri Meksika’yı yöneten ve AMLO lakabıyla bilinen And-rés Manuel López Obrador ve partisi MORENA’nın hükümeti, ikincisiyse İspanya Devleti’ndeki koalisyon hükümetinin iki bile-şeninden biri olan Podemos. Bu iki önderlik ortaya çıkışları, bu çıkışların üzerine yükseldiği po-litik-ekonomik konjonktür, söy-lemleri ve izledikleri politikalar

açısından birbirlerinden oldukça farklılar. Zaten tam da bu fark-lılık birlikte ele alınmalarını de-ğerli kılıyor. Çünkü her ne kadar kapitalizmin tarihi, sistemden kopuş perspektifinden yoksun

“ilerici” ve reformist önderlik-lerin işçi sınıfının ihtiyaçlarına cevap veremediğini ve sınıf mü-cadelesini kapitalist-emperyalist düzen içine hapsederek gerileten sınıf işbirlikçi bir aktarım kayı-şı rolünü üstlendiğini defalarca göstermiş olsa da, çeşitli dönem-lerde yükselen politik-ekonomik krizlere cevap olarak farklı mas-keler, akımlar, yöntemler ve söy-lemler altında tekrar tekrar orta-ya çıkan bu önderlikler, çözüm arayışındaki kitleleri peşleri sıra çıkmaza sürüklüyorlar.

Her iki coğrafyada da (tek ba-şına ya da koalisyon içerisinde)

iktidar konumunda olan bu iki önderliğin, ortaya çıkış ve iktida-ra geliş süreçlerini, pandemi ve derinleştirdiği ekonomik krizin yarattığı sosyal yıkım karşısında yaptıkları ve yap(a)madıklarını, Saray rejiminin iflas eden politi-kaları her alanda belirginleşir ve muhalefet kanatları son dönem-de hukuk, liyakat ve eşitlik gö-zeten bir demokrasi cephesi ve

“ideolojilerden uzak parlamen-ter sistem ittifakı” ihtiyacını gi-derek daha yüksek sesle dile geti-rirken ele almamız tesadüf değil.

Bu iki güncel örnek, solun geniş bir kesiminin “tek adam bir git-sin de…” gibi aşamacı, ya da “şu an tek gerçek alternatif bu” gibi teslimiyetçi ve sınıf işbirlikçi bir perspektifle peşine takıldığı bu reformist hattın kitlelere sunaca-ğı “ilerici” çözümlerin ve

kötü-nün iyisine oy verme refleksleri-nin karşılaşacağı sınırlar üzerine önemli dersler barındırıyor.

Podemos’un radikal

demokrasisi ve AMLO’nun

“dördüncü dönüşüm”ü

İspanya Devleti 2008 dünya ekonomik krizinin en sert vur-duğu Avrupa ülkelerinden bi-riydi. Bu krizin faturasının ke-mer sıkma politikalarıyla halka kesilmek istenmesi 2011 yılında Öfkeliler (Indignados) hareke-ti olarak bilinen kitlesel sokak seferberliklerinin fitilini ateş-lemişti. Podemos’un, heterojen yapısına rağmen siyasi parti kar-şıtlığı konusunda genel bir or-taklaşma içerisinde olan Öfkeli-ler (15M) hareketini bir partinin gerekliliği konusunda ikna ettiği doğru. Ancak bu ikna ne sefer-berlik içerisinde gerçekleşen bir inşa sürecinin sonucuydu, ne de kitleleri devrimci bir parti-nin inşasına çağırıyordu. “Bizi temsil etmiyorsunuz!” şiarıyla Pablo Iglesias’ın başını çektiği Castro-Chavizm savunucusu ve çoğu akademisyen çekirdek bir kadro, Ocak 2014’te yayımladı-ğı bir manifestoyla “Yapabiliriz”

(Podemos) diyerek, Öfkeliler ha-reketiyle yükselen sokak forum-larının içerisinde popülerleşti ve kurumsal tabanını bu forumlar içerisinden çıkan yeni kadrolar üzerine oturttu.

Podemos “kitlesel cazibesini”

başından beri siyaseti sınıflar arası bir mücadele olarak de-ğil, “kast” olarak adlandırdığı yozlaşmış siyasetçiler ve halk arasında bir mücadele olarak kurgulamasına dayandırıyordu.

“Gerçek demokrasi” arayışında-ki arayışında-kitleleri, bunun ancak burjuva demokrasisinin ve parlamenter

monarşik düzenin devrilip yeri-ne bir işçi hükümeti ve demok-rasisi gelerek mümkün olacağı üzerinden örgütlülüğe, eylemle-re ve seferberliğe yönlendirme-di. Manifestosunda öne sürdüğü işsizliği azaltacak önlemler, vergi reformu, kemer sıkma politika-larının terk edilmesi, sosyal ko-nut politikaları, işten çıkarmala-rın yasaklanması, yenilenebilir enerji kaynaklarının teşviki gibi radikal sosyal taleplerle çelişki-li bir şekilde kapitaçelişki-list düzenin kendisini hiç sorgulamadı ve va-rolan burjuva devlet modeline de siyasi-ekonomik açıdan taraf-sız, dolayısıyla seçimler kanalıy-la iyileştirilebilir bir olgu okanalıy-larak yaklaştı.

Ancak devlet tarafsız bir olgu değildir. Kapitalizm altında sun-duğu reform alanı her zaman yerli ve yabancı sermaye ile olan ilişkisi tarafından belirlenir. Yol-suzluğa karşı “hukukun üstün-lüğü” olarak üzeri örtülen mülk sahipleri için yasal ve siyasi hak-ların güvence altına alınması ve sermaye birikimi için elverişli (sömürü) koşullarının yaratıl-ması burjuva devletin DNA’sı-na kodlanmıştır. Bu, devletin sermayenin çıkarlarına görece aykırı şeyler yapmaya zorlana-mayacağı anlamına gelmez. An-cak bunun mümkün olabilmesi, kitlesel bir emek mücadelesinin ve bu mücadeleyi kapitalizm-den kopuşu hedefleyen sosyalist perspektife yönlendirebilecek devrimci bir partinin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla devrimci Marksist bir perspektiften ba-kıldığında, reformları araç değil amaç olarak gören bir parti ola-rak Podemos, ancak kitlelerin varolan bilinç düzeyine kapita-lizmin gerekliliklerin izin verdiği oranda cevap verebilirdi, onların

somut talep ve ihtiyaçlarına de-ğil.

Kadrajı Meksika’ya çevirince de benzer bir siyaset anlayışıyla karşılaşıyoruz. Iglesias’ın “kast”

olarak tabir ettiği siyasetçiler, AMLO tarafından “devlet aygıtı-nı halktan çalan bir mafya” olarak tanımlanıyordu. AMLO’nun he-def aldığı tekil mafyalar, ülkede tarihsel olarak patronaj ilişkileri-ne dayalı kapitalist işleyişi garan-ti altına alan rejimin devamlılı-ğını savunan ve birbirlerine et ve kemik şeklinde bağımlı sana-yi devleri, organize suç çeteleri, medya patronları ve PRI, PRD, PAN gibi ittifak içerisindeki burjuva partilerin kurum olarak değil kişi bazında hedef gösteri-len çeşitli liderleri ve müttefik-leriydi. AMLO rejim içerisinde-ki çeşitli elebaşlarını ve bunlar arasındaki ilişkileri hedef almayı seçti, çünkü MORENA’nın yöne-tim kadrolarının çoğu, ayrıcalık-larını, devlet yapısı içerisindeki konumlarını ve patronaj ilişki-lerini korumak adına parti de-ğiştirip MORENA’ya geçen eski PRI, PAN ve PRD üyelerinden oluşuyordu. (1) İşte tam da bu yüzden AMLO, Podemos lideri Iglesias’ın aksine topyekûn bir yönetenler kastına değil, sadece tekil “mafyalara” saldırdı. Çün-kü MORENA’nın kadroları geri dönüşüme uğramış yönetenler kastının ta kendisiydi.

İktidar partisi PRI ve müttefik-lerinin aşmakta başarısız olduğu ekonomik ve politik sorunlar karşısında biriken ama henüz patlamamış toplumsal öfke, siya-sette temiz bir sayfa açtığını id-dia eden MORENA kanalıyla bir seçim politikasına kanalize edil-di; yani MORENA olası bir kitle seferberliğini sandıkta soğura-rak iktidara gelebildi. Bu tabiki

AMLO ve partisi MORENA’nın kitleler gözünde bir alternatif teşkil etmediği anlamına gel-miyor. PRI-PAN-PRD’nin 2008 krizi sonrasında imzaladıkları Meksika Paktı isimli neoliberal kemer sıkma politikalarının de-rinleştirdiği ekonomik ve sosyal yıkım karşısında, AMLO’nun yükselttiği yoksulluk ve yolsuz-luk karşıtı söylemlerin halkın geniş bir kesiminde karşılığı ol-duğu aşikardı. Ulusal solcu İşçi Partisi (PT) ve sağcı sosyal mu-hafazakâr PES ile “Beraber Ta-rih Yazacağız” (Juntos Haremos Historia) isimli bir seçim cephesi oluşturan AMLO’nun, neolibe-ral ekonomi politikalarının hal-ka felaket getirdiğini savunarak içinde tarımın canlandırılması, enerji sektörünün kamulaştı-rılarak huachicol  (2) sistemine son verilmesi, asgari ücretin ve emeklilik maaşlarının arttırıl-ması, depreme yönelik tedbirler alınması, eğitim reformu, de-mokrasinin tesis edilmesi, yol-suzluk ve şiddetle mücadele gibi kulağa oldukça tanıdık gelen 10 maddelik bir program etrafında yürüttüğü seçim kampanyasına çeşitli sol kesimler, sosyal hare-ketler ve sendika önderlikleri de

“şu üçlü ittifak (PRI-PAN-PRD) bir gitsin de…” umuduyla destek verdiler.

Parti tabanını oluşturan kitle-lerin sola dönük arayışı, sol ve sendikaların seçim kampanya-sına verdiği destek ve önerdi-ği “ilerici” program nedeniyle, AMLO’ya hem ulusal hem de uluslararası çapta “yeni solun temsilcisi,” “Meksika’nın San-ders’ı” gibi yakıştırmalar yapılsa da AMLO, Iglesias’ın (ve San-ders’ın da) aksine hiçbir zaman solcu ya da sosyalist olduğunu iddia etmedi. Ama seçim

kam-panyası boyunca bunu hiçbir zaman reddetmedi de. Hem sağa hem de sola göz kırptı. Bir yandan Meksika işçi ve emek-çilerine değişim ve “dördüncü dönüşüm” (3) vaatleri verirken, diğer yandan burjuvaziye, çoku-luslu şirketlere ve emperyaliz-me “karşılıklı saygı” politikaları izleyeceğini söyleyerek güven vermeye çalıştı; ülkenin organize suç ve uyuşturucu ticareti yapan sektörlerine af önerisiyle yaklaş-tı. Kısacası sınıf mücadelesinin önünü kesmek için takındığı ve en açık ifadesini “ben hem zen-ginlerin hem fakirlerin başkanı olacağım” cümlesinde bulan bu

“sınıfsız” uzlaşma pozisyonu, en radikal biçimiyle bile sağ liberal teknokratlıktan ve kapitalizme

“sosyal duyarlılık” maskesi tak-maktan öte bir şey önermiyordu.

Bu noktada Podemos’a geri dönecek olursak geleneksel burjuva partileri PSOE ve sağ-cı PP’den bağımsız yeni kadro-lardan oluşan Podemos, politik deneyimlerini Avrokomünizme, teorik arka planını Laclaucu po-pülizme, örgütlenme modelini ise 15M’in yatay örgütlülüğüne dayandırdı. Bu üç parçanın bir araya gelebilmesi, oluşturduğu derin çelişkilere rağmen, her üçünün de tarihsel materyalizm ve sınıf mücadelesi karşısında-ki tutumu, soyut bir hegemonya fikri adına sosyal ittifaklar ge-liştirme arzusu ve son tahlilde burjuva demokratik kurumlara bağlılıkları sayesinde mümkün olabildi. Devrimci Marksistler için barındırdığı çelişkiler nede-niyle sürekli olamayacağı başın-dan beri belli olan bu amalgam, tam da Podemos, Syriza ve ben-zeri Avrupa sol reformist akım-larının ekonomik kriz ve kemer sıkma politikalarına karşı

“alter-natif,” “yeni sol” ya da “radikal demokrasi” söylemlerini oturt-tukları düzlemdi.

Bu düzlem sanıldığının aksine karşısına burjuva düzeni ve kapi-talist-emperyalist sistemi değil, sekterlikle suçladığı devrimci Marksistleri alıyordu. Iglesias’ın temel önerisi şuydu: “Euro böl-gesi krizinin yarattığı bu ben-zeri görülmemiş durumla karşı karşıyayken, çıkış noktamız 20.

yüzyıl solunun yenilmiş olduğu-nu kabul etmektir.” (4) “Açıkça mevcut koşulların devrimle veya sosyalizme geçişle — bu terimle-rin tarihsel anlamıyla — hiçbir ilgisi yoktur. Ancak, finans sek-törünün gücünü sınırlandıracak, üretimin dönüşümünü teşvik edecek, daha geniş bir servet da-ğılımını sağlayacak ve Avrupa kurumlarının daha demokratik bir şekilde yapılandırılmasını sağlayacak egemen süreçleri he-deflemek mümkün hale gelmiş-tir.” (5)

Yani Podemos da başından beri kendisine sınıf mücadelesi temelinde ve sosyalizmin inşası hedefinde bir yön çizmedi. Bu nedenle, devletin biçimi veya üretim ilişkileri gibi devrimci Marksistlerin geçiş programı te-melinde hedef aldığı sorunlar-dan ziyade, Podemos kendini yolsuzluk, konut tahliyeleri ve eşitsizlik gibi konulara dönük reform önerileriyle sınırlandırdı.

Bu aşamacı anlayış, seçimlerde çoğunluğu kazanmanın güvence altına alınmasını tek hedef ola-rak görüyordu. Bu şekilde devlet mekanizmasının kontrolü müm-kün kılınacak ve ileride başka konu ve taleplere de etkili bir şekilde müdahale edilebilecek-ti. Yani Podemos için toplumsal dönüşümün merkezinde sınıf mücadeleleri değil, burjuva

se-çimler vardı.

Dolayısıyla toplumsal çatışma sınıfsal değil ideolojik alanda gerçekleşirken, siyasi mücadele de bir sınıf mücadelesi değil he-gemonya mücadelesinden ibaret oluyor. Yani Podemos’un “popü-list aklı,” sol ve sağ kategorileri-nin ve sınıf perspektifikategorileri-nin yeter-sizliği ve uygunsuzluğu önkabulü üzerine yükseliyor. Iglesias’ın

“radikal demokrasi” söylemi de AMLO’nun “ben hem zenginle-rin hem fakirlezenginle-rin başkanı ola-cağım” söylemi de bugünlerde Türkiye’de sıkça duyduğumuz

“vesayetçi iktidar odaklarına”

direnen milli iradenin temsilci-liği söylemi de burjuva kapitalist rejimi meşrulaştıran, olası bir se-ferberliğin önünü sandıkta kese-rek işçi sınıfının bilincini rejimin

“merhametine” endeksleyen bu popülist aklın çeşitli izdüşümleri olarak görülebilir.

Kendini sağ-sol ikileminin üs-tünde konumlandıran, bu yüz-den de işçi ve sendikal hareket-lerden uzak durarak onlardan

“medet” ummayan bu popülist akıl, tam da bu sınıfsız, hatsız, programsız pozisyona dayanarak çeşitli demokratik ve ekonomik talepleri, anın taktik ihtiyaçları-na göre raftan indirip işe yaramı-yorlarsa rafa geri kaldırmaya izin veren programatik bir görelilik üzerinden hareket ediyor. Çün-kü sosyalist stratejinin ve prog-ramın yokluğunda, burjuva ik-tidarı ve hükümeti ele geçirmek nihai amaç haline geliyor ve her şey hızlı bir seçim zaferi olasılığı-na tabi kılınıyor.

Nitekim Podemos, tam da bu sandık sevdası yüzünden za-manla hem ulusal hem yerel yönetimler düzeyindeki tüm ra-dikal vaatlerini yumuşattı, parti içi demokrasinin önünü kesti ve

Iglesias’a muhalif sesleri bastır-dı. Bu şekilde kitleler nezdinde popülerliğini yitirmeye başlayan Podemos kaybettiği kitlesel des-teği geri kazanmak adına giderek sağa kaymaya başladı. Bu sağa kayışın en büyük göstergesi, Ka-talan bağımsızlık hareketi karşı-sında düzen partilerinin yanında saf tutması, kapitalist-emperya-list sistemi içeriden zayıflatabi-lecek bu seferberliği destekleme-mesi ve o döneme kadar sahip olduğu anayasaya tümden itiraz pozisyonunu terk ederek, “müm-kün olduğunda anayasada kısmi reformlar yapılmasını” destek-leyen bir tutum takınmaya baş-lamasıydı. Bu, Podemos’un bir zamanlar karşısında durduğunu iddia ettiği “kast”ın artık açıkça parçası haline geldiğinin bir ka-nıtıydı.

Podemos’un bu karşıdevrimci tutumunu zamanında Moreno şöyle özetlemişti:

“Komünist partiler değişti-rilip devrimcilere dönüştürü-lebilselerdi ne Üçüncü Enter-nasyonal’in ne de sonrasında Dördüncü Enternasyonal’in kurulmasına gerek kalmazdı.

Troçkistlere göre, tüm dünyanın komünist partileri, özellikle de Avrupalılar, burjuvaziyle işbirli-ğine dayalı ve halk cepheci olan açıkça hain bir politikaya sa-hiptir. Avrokomünizm, Mandel yoldaşın önerdiği gibi KP'lerin halk cepheci politikalarını terk etmeleri anlamına gelebilir mi?

Bu olasılığı kategorik olarak red-dediyoruz (...) Bu partiler geniş kitlesel desteğe ulaştıkları zaman

“ulusal” zorluklarla birlikte bü-rokratikleşmeleri derinleşir çün-kü “ulusal pazar,” [partinin] sen-dikaları, milletvekilleri ve parti aygıtının kendisi aracılığıyla bu ayrıcalıklı bürokrasinin ana

ge-lir kaynağına dönüşür. Örneğin, İtalyan, Fransız, İspanyol ve Por-tekizli Avrupa KP’lerinin mevcut durumu budur. Bu bürokrasi, bu ayrıcalıklı katman, ulusal komü-nist partilerin devrimci yenilmesini toplumsal nedenlerle en-gelleyen şeydir.

“Mevcut İtalyan, Fransız ve İspanyol gerçekliğinde söyledi-ğimiz her şey milimetrik olarak doğru çıkıyor (…)

“Olaylar aynı zamanda İspan-yol KP’sinin uğursuz hain rolünü de doğrulamıştır. [Onlar] Franco sonrası rejimin ve hatta Franco rejiminin kollayıcısı olmuşlar-dır. Rejimi bozguna uğratacak büyük bir genel grevin örgüt-lenmesini engellemeyi başaran parti onlardır. Bir yandan parti rejimi kurtarırken, diğer yandan da Carillo, kralın iradesine sadık ulusal birlik hükümetine katılma olasılığına göz kırpan açıklama-larda bulunuyor (…) Nadiren daha iğrenç ve hain bir politika gördük.” (6)

Nitekim Podemos da More-no’yu milimetrik olarak doğru çıkardı. Kasım 2019’da Katalan liderleri cezalandıran PSOE ile

“güçlü ve uyumlu bir İspanya”

için gönül rahatlığıyla koalisyon masasına oturdu. Koalisyona dair seçim cephesinde olduğu Birleşik Sol’un lideri Alberto Garzón “[kızıl] bayrak yiyerek karın doymuyor” (7) yorumunu yaparken, PSOE üzerinde basınç uygulamaya devam edeceklerini kaydeden Iglesias ise yakın za-manda şunları söyledi: “Siyasi çatışma demokrasinin motoru-dur (…) Demokratik bir devlette aile içi tartışmalar yapabilmek iyidir…” (8)

Ve Moreno şunu da söylemişti:

“Ve bu sadece başlangıç! İs-panyol KP’si tarafından daha

kötü ihanetler de göreceğiz. Bu yüzden şu anda onun hüzünlü geçmişini görmezden gelerek, gelecek politikalarının bilinmez-liğine sığınarak bu duruma göz yumamayız. Troçkistler olarak bizler onların ileride ne yapa-caklarını şimdiden açıkça öngö-rüyoruz: İşçi sınıfına her zaman-kinden daha fazla ihanet etmek.”

(9)

Reformizm = Güler yüzlü kapitalizm

Kitlelerin ister büyük umutlar-la ister alternatifsizliğin yarattığı kötünün iyisi iç çekişlerle, ister önceki iktidarları cezalandırmak amacıyla bel bağladığı bu önder-liklerin iktidara gelince izledik-leri politikalar ise, bir elizledik-leriyle verdiklerinin on mislini diğer elleriyle geri aldıklarını açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Temmuz 2018’de iktidara gelen AMLO ve partisi MORENA, 1 Kasım 2018 itibariyle görevi dev-raldığında ABD’nin bölge üze-rinde yürüttüğü kirli emperyalist politikaların direk sonucu olarak ülkenin ABD’yle olan kuzey sı-nırında yaşanan göçmen krizi patlak vermişti bile. O güne ka-dar “göçmen dostu” bir söylem benimseyen AMLO, Trump’a karşı “iyi niyet” göstermek adı-na göçmenleri emperyalizmin gazabından değil, emperyalizmi göçmenlerden korumayı tercih eden politikalar izledi.

AMLO’nun emperyalizme uzattığı zeytin dalı bununla da kalmadı. MORENA, Meksi-ka’nın emperyalizme tanıması gereken yeni ekonomik ve po-litik imtiyazlar anlamına gelen ve NAFTA’nın yerini alan US-MCA’yı (Amerika-Meksika Ka-nada Serbest Ticaret

Anlaşma-sı) “ekonomik büyümeyi teşvik edeceği” gerekçesiyle destekledi.

Daha anlaşma yürürlüğe girme-den çokuluslu kapitalist otomo-tiv devlerinin tedarik zincirinin aksamaması yönünde Trump’ın Meksika’ya yaptığı çağrı son-rasında AMLO, pandemi kar-şısında önlem alınmasını şart koşmaksızın işçilerin hayatları pahasına üretimin tam kapasite normale dönmesi emrini verdi.

Benzer şekilde, ülkenin ABD’yle sınır kuzey eyaletlerinde bulunan maquiladora (10) fabrikalarında 4 ay süren grev karşısında işçile-ri “şirketleişçile-rin durumunu da dü-şünmeye” davet ederek “denge”

bulmaya çağıran, işçilerin geri adım atmaması üzerine grevleri yasadışı ilan ettirip, işçilere sal-dırarak grevleri durdurması için ordu aktif olarak devreye sokan da yine AMLO’ydu.

Üstelik bu, AMLO’nun ikti-darını işçi ve emekçilere değil, organize suç çeteleriyle işbirli-ği içerisinde ekonomik kazanç uğruna sivilleri katleden orduya yaslamasının tek örneği de değil.

AMLO, bugüne kadar yürüttüğü üç cumhurbaşkanlığı kampan-yasında da askerlerin sokaklar-dan ve kamusal düzenden elini çekmesi gerektiğini savunmuştu.

Ama başkanlığı devralır almaz, Federal Polis, Ordu ve Deniz Kuvvetleri birliklerinden oluşan yeni bir jandarma birliği olan 80.000 kişilik Ulusal Muhafızlar’ı kurarak onlara kamusal ve sivil düzeni koruma ve güçlendirme yetkisi verdi. Yani o zamana ka-dar acil durum ve olağanüstü hâl koşullarında sivil düzene karış-ma yetkisi olan orduya, Ulusal Muhafızlar aracılığıyla AMLO hükümeti tarafından olağanüs-tü olmayan koşullarda da soka-ğa inebilme, şiddet kullanma ve

tutuklama yetkisi verildi. MO-RENA hükümetinin ilk yılında şiddet ülke çapında %10 arttı.

MORENA da kendinden önce gelen hükümetler gibi, devlet şiddetini politik örgütlenme-yi caydıracak siyasi bir strateji olarak kullanacağını göstermiş oldu. Peki neydi bu “olağanüstü olmayan” koşullar? Elbette ki öğ-renci protestoları, kadın eylem-leri, sendikal hareketler, grevler gibi işçilerin, gençlik ve kadın sektörlerinin hak arama müca-deleleri.

Ülkede yaşanan kadın cinayet-leri karşısında yükselen kadın hareketi (11) ve AMLO’nun ne-oliberal kemer sıkma politikala-rına karşı öne sürdüğü kamusal hizmetlerde ciddi kesintilere da-yalı “cumhuriyetçi kemer sıkma programına” yönelik artan tep-kiler ve grevler karşısında, kadın ve emekçilerin talepleri doğrul-tusunda tek bir adım bile atıl-mazken, tersine AMLO, kendi

“ilerici” hükümetini eleştirdiği için kadınları ve emekçileri “tu-tucu” olmakla suçlayacak kadar ileri gitti. Söz verilen vergi ada-leti de tabii ki zenginlerden alı-nacak vergileri arttırmak ya da on yıllarca vergi borçlarını ötele-melerine izin veren yasaları lağ-vetmek çerçevesinde yapılan bir vergi reformu değildi. Reform-dan kasıt AMLO’nun vergi borcu en yüksek 15 şirketi kamuoyuna ifşa edip (Walmart, Toyota, IBM Mexico, FEMSA gibi) onlardan kamuoyu önünde “borçlarını ödemelerini” rica etmesiydi.

Tüm bunlara ek olarak,

Tüm bunlara ek olarak,

Benzer Belgeler