3.1. -v
Anıñ uyınça ḥalḳnıñ yarlılanuvına, azuvına sebeb yaña çıḳġan nerseler iméş. “Ona göre halkın fakirleşmesine, yoldan çıkmasına sebep yeni çıkan şeyler imiş.” (2/22-
3/1), Şuñar küre üzénéñ ḥaddé bulmaġan éşlerge de ḳatışup kiñeş birüv, maṣlaḥat
. “Şuna göre kendi haddi olmayan işlere de karışıp öğüt vermek, iş buyurmak adeti idi.” (3/5-6), Maṣlaḥatlarını duġrı ṣanarġa yarasa da başḳa tuġrılarda
küp söyleşüvé, bélgéçlenüvé bik urınlı tügél idé. “İşlerini doğru sanmak yarasa da başka şeylerde çok konuşması, uzmanlaşması pek yerinde değil idi.” (3/7-8)
3.2. -rġa / -rge
Üzénéñ bu uyını dürüstke çıġarurġa törlé delīller de söyliy idé. “Kendinin bu fikrini
hakikate çıkarmak için türlü deliller de söylüyordu.” (3/1-2), Şehr ḫalḳınıñ kübésé
bér-bér maṣlaḥ ḳl alurġa, kiñeş ögrenérge Ḫālid Aġayġa kilürler idé. Şehir
halkının çoğu henhangi bir iş olsa akıl almaya, nasihat almaya Ḫālid Aġay’a
gelirdi.” (6/7-8), Māhrūy Abıṣṭay hem şehr cavçılarından alarnıñ da bigrek osta
ṭırışuv idé. “Māhrūy Abıṣṭay da şehir çöpçatanlarından onların da iyi usta dillilerinden idi, adeti birine görücü olup geldi mi, onu oldurmaya çalışmak idi.” (13/6-7)
3.3. -masḳa / -meske
Üzé bīçāre, aḳçaġa muḥabbeté artıḳ bulġanlıḳdan aḳçalı yaḫşılıḳlar ḳıla almaġanġa ḳaldırmasḳa ṭırışadır idé. “Kendi biçare, paraya sevgisi çok olduğundan para ile iyilikler yapamadığı için ten ibadetinden hiç işi
bırakmamaya çalışırdı.” (17/1-2-3), Séz miném süzge ḳarışmasḳa tiyüş idé. “Siz
benim sözüme karışmamalıydınız.” (4/13-14), ḳaġa yibermeske küp
ḥīleler uylıy torġaç ḫāṭırına şul ḥīle kilde.
çok hileler düşünüp durunca hatırına şu hile geldi.” (39/11-12)
3.4. -maḳ / -mek
Bugünkü Tatar Türkçesinde, Türkiye Türkçesindeki gibi hareket adı olarak kullanılmayan bu ek, élmek “ilmik”, tabışmaḳ “bilmece” gibi az sayıda kalıplaşmış varlık adlarında karşımıza çıkıyor (Öner 2007: 701). Bu ek Maîşet’te Osmanlı Türkçesinin tesirinden dolayı Türkiye Türkçesindeki gibi hareket adı olarak kullanılmıştır:
Lekin ul bérniçe şākird öçün bötün şākirdlerné ḫor rezīl dünyādan ḫaberséz dip uylamaḳ bik ḫaṭādır. “Lakin birkaç öğrenci için bütün öğrencileri kötü, rezil, dünyadan habersiz diye düşünmek pek hatadır.” (19/9-10-11),
de kimçélék kitérüp āḥiretden hem maḥrūm ḳalmaḳı iḥtimāldér. “Üstüne ibadetlerine de kusur getirip ahiretten de mahrum kalması ihtimaldir.” (22/21-22), Dünyāda kéşé hīçbér tik ṭorırġa yaramıydır, şöġılséz buldımı ādemné éç poşmaḳ digen nerse borçıy başlıydır. “Dünyada hiçbir kişi boş durmayı sevmiyor, işsiz oldu mu insanı can
sıkıntısı denen şey rahatsız etmeye başlıyor.” (34/2-3), Fātiḥde tīzden öylenesé
ḳ éstedégéné atasına bélgértérlék, ḳıyuvlıḳ taġı yuḳ idé. “Fātiḥ
için için cesaret de yok idi.” (39/10-11), Bu tuġrıda oyalmaḳ “Bu konuda utanmak gibi işler de faydasızdır.” (40/1-2),
ḥattā yazuv ṭanımaḳdan da maḥrūm bulup meñgé nādānlıḳ éçénde ḳalmaḳdalardır. “Belki az miktarda bilgiden hatta yazı öğrenmekten de mahrum olup ebedi cahillik
içinde kalmaktadırlar.” (48/22-23) Yuḳsa ḳorı ostalıḳ ile 4-5 yöz méñ ṣumalarġa
iréşmek mümkin bulmas idé. “Yoksa kuru ustalık 4-5 yüz bin sumaya erişmek
mümkün olmazdı.” (8/10-11), Bu zamānda Yavropa ḥalḳı isértkéçnéñ ẓararlılıḳını
ḳl ile ṭabup isérmek digen éşné azaytırġa törlé çāreler ézlemekdelerdér. “Bu zamanda Avrupa halkı içkinin zararlarını akıl ile bulup sarhoş olmak denen işi
azaltmaya türlü çareler aramaktadırlar.” (25/18-19), Mādāmki dīnéméz öylenmek
öçün kürérge ruḥṣat biredér ḥattā küp kitāblarda kürüp aluvnı sünnet dip eytedér. Niçün kürmeske kirek? “Mademki dinimiz evlenmek için görmeye ruhsat veriyor hatta çok kitapta görüp almayı sünnet diye söylüyor.” (37/11-12)
4. SIFAT-FİİLER
4.1. -ġan / -gen, -ḳan / -ken
Ḫ ḳlına bik inanġan bér kéşé bulup her éşde
her tuġrıda üzénéñ fikréné dürüst, uyını duġrı dip uylıy idé. “Ḫālid Aġay kendi fikrine pek inanan kendi aklına pek güvenen biri olup her işte her meselede kendi
fikrinin doğru olduğunu düşüyordu.” (3/3-4), Muḥammediyyege şul ḳadar küñél
birdé ki éşséz buldımı şöġıllengen nersesé Muḥammediyye uḳuv idé. “Muḥammediyye’ye o kadar gönül verdi ki işsiz oldu mu meşgul olduğu şey
yalḳav, münāfıḳ, riyālı, nādān, aḫlāḳsız östéné başını yırtıḳ yırtıḳ yörétken şākird buladır idé. “Onun sevdiği öğrencileri herzaman derse üşengeç, münafık, riyakâr, cahil, ahlaksız üstü başı yırtık yırtık yürüyen öğrenci oluyordu.” (18/12-13)
4.2. -açaḳ / -eçek
Bikrek de séñlésé bulġan yégétlerge alaçaḳ tutaşını kürüv bérde aġır éş tügéldér. “Daha büyük kız kardeşi olan yiğitlere alacak bekar kızı görmek hiç ağır iş değildir.”
(37/14-15), Lekin ul kéşéler ḳatışsalar da sır çıġaçaḳ kéşéler tügél idé. “Lakin
omkişiler karışsalar da sır çıkacak kişiler değildi.” (40/7) Çünki şākirdler kileçekde milletéméznéñ dīn ögreteçek, aḫlāḳ ögreteçek bér zūr kéşésé bulaçaḳ ādemlerédér. “Çünkü öğrenciler gelecekte milletimizin din öğretecek, ahlak öğretecek bir büyük
kişisi olacak adamlarıdır.” (19/5-6), Başıma kileçek ḫafā bulġanġa yilkéngenmén.
“Başıma gelecek endişe olduğundan öfkelenmişim.” (71/6)
4.3. -ası / -esé
kiyev bulasının “damat olacağının” (23/8), bérge ṭorası kéşénéñ “beraber olacağı
kişinin” (23/9), barası yiré “gideceği yeri” (44/21) éşler çıġası (62/1), diyesé yirde
“diyeceği yerde” (12/4), eytesé süzé “diyeceği sözü” (20/3), kiyev kéresé bülmege
“damatın gireceği oda” (55/22), eytesé süzém “söyleyeck sözüm” (56/15), onıtasım yuḳ “unutamam” (9/7), ṭorasım ḳalmadı “duracağım kalmadı” (71/9), çāreler ézlep yöriysém yuḳ “çareler aramıyorum” (35/7).
4.4. -ar / -er, -r
Kāmilnéñ ḳarar kéşésé yuḳ. “Kāmil’in bakacak kişisi yok.” (30/10), Yégétlerné tevfīḳlarında ṣaḳlar öçün bolay yeşlék mīzānları tigéz vaḳtda kübésénçe öylendérüv “Yiğitleri edepliliklerinde saklayacağı için böyle gençlik mizanları eşit zamanda çoğunlukla evlendirmek de pek fayda verir.” (34/13-14), Min siné rencétér öçün labaṣa, nik rāẓī bulmıysıñ?” falān digen kébi süzler ile borçıy başlaġan idé. “Ben seni üzeceğim için elbette, neden razı olmuyorsun?” (9/1-2),
Ḫ ḳnı, öylenüv öçün géne birmeyénçe kéşége żararı tikmiy torġan
zenginliği evlenmek için vermeyince insana zararı dokunmayan zevkler ile rahat
olmak ve hayır işlerine sarf etmek için vermiştir.” (9/14), Anıñ nindeyün kéşé
ikenéné tīz géne bélür ḥāl yuḳ idé. “Onun nasıl insan olduğunu hemen bilecek hâl
yok idi.” (14/20-21), Anı yaḥşı bélür öçün bayṭak ṣanav tiyüş idé. “Onu iyi bilmek
için çok saygı göstermek gerek idi.” (14/21),Yeş kéşénéñ bayına da ışanır ḥāl yuḳ. “Genç kişinin zenginine de güvenir hâl yok.” (20/6),Yuḳsa aṣlda Fātiḥ köler yözlé, şād küñéllé bér mecliséné kürgen kéşé ikénçé kürérge télerlék bér yégét idé. “Yoksa aslında Fātiḥ güler yüzlü, mutlu, (onun) bir meclisini gören kişi ikincisini görmeyi dileyen bir yiğit idi.” (24/1)
4.5. -mas / -mes
Ul bīçāre séz eytken ḳızlar elbette yarlıraḳ kéşé balalarıdır, çaḳırġan yirge barmıy ḳalmas öçün barını kiyüp kilgenlerdér. “O biçare sizin söylediğiniz kızlar elbette daha fakir insan çocuklarıdır, çağırılan yeri gelmekten geri kalmamak için varını giyip gelmişlerdir.” (49/20-21)
4.6. -vçı / -vçé
Barup ḳotırtuvçı kéşélernéñ süzleréne ḳarap medresege barup uḳuvlarını kiléştérmiy. “Varıp takrik eden kişilerin sözlerine bakıp okula gidip okumalarını geliştirmiyor.”
(3/21-22), Ḳızımıznıñ tösé bité kürkem, baylıḳımız da yarası uḳımasa da aluvçı
bulur. “Kızımızın yüzü güzel, zenginliğimiz de yeterli, okumasa da alan olur.”
(36/14-15), Béznéñ etkeyler başḳalar etkesé kébi şefḳ
iréşüvéné télevçé tügéller iken. “Bizim babalarımız başkalarının babası gibi şefkatli çocuklarının saadete erişmesini dileyenler değil imiş.” (52/12-13)
4.7. -dıḳ / -dék
Türkiye Türkçesinde geçmiş zaman bildiren bu sıfat-fiil, Osmanlı Türkçesinin etkisiyle Maîşet’te kullanılmıştır:
Baya söyledégémçe iské ṭ “Demin söylediğim gibi eski tabiatlı
bir kişi idi.” (24/4-5), Bér meclis yaṣalup Fātiḥ de üstedégé ḳadar kürdé, télegené
sınadı.” (37/22-23), ḳ éstedégéné atasına bélgértérlék, ḳıyuvlıḳ taġı yuḳ idé.
(39/11), Ḫālid Aġay bu éş öçün uġılı Fātiḥné éstedégé ḳadarı sükdé. “Ḫālid Aġay bu iş için oğlu Fātiḥ’e istediği kadar sövdü.” (62/6), Kāmil Efendé uḳıta başladıġı ilen
Ḫālidden aylıḳ . “Kāmil Efendé okutmaya başlamasıyla
Ḫālid’den aylık vazife tayin etmesini istedi.” (30/8), Ḫālid Aġayġa, éçénde ṣaḳladıġı açuvnı, düşmānlıḳnı çıġarırġa cay çıḳdı. “Ḫālid Aġay’a, içinde sakladığı, öfkeyi düşmanlığı çıkarmak için fırsat çıktı.” (61/16-17)