• Sonuç bulunamadı

İran'da İslamiyet Sonrası Toplumsal Gelişim ve Devlet Yapısı

1. DEVRİM ÖNCESİ İRAN’A GENEL BİR BAKIŞ

1.2. Devrim Öncesi İran’ da Yerleşik Toplum Geleneği ve Devlet Yapısı

1.2.2. İran'da İslamiyet Sonrası Toplumsal Gelişim ve Devlet Yapısı

İran, Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. İslam’ın ortaya çıktığı ilk dönemde dikkat çeken üç önemli medeniyet Eski Mısır, Bizans ve Sasani olmuştur. Sasani medeniyeti, İslam’dan önce Bizans’ın bütün saldırılarına rağmen buna direnmiş ve ayakta kalmıştır. Bu yüzden İran’ı ve Şiiliği daha iyi anlayabilmek için bu medeniyetin belirgin özelliklerini bilmekte fayda vardır. Çünkü Şiiliğin ve dolayısıyla da İran kültürünün “Fars ruhuyla içten bir bağlantıya sahip olduğu” hemen ilk bakışta göze çarpan bir özelliktir. Şiiliği, güçlü Sasani medeniyetinin İslam’a karşı bir tür başkaldırısı olarak yorumlamak ve öyle okumak mümkündür. (Akt. Onat, 1996: 13) İslam tarihinde gerçek manada devlet yapısı anlayışı, İran yönetim anlayışının bir devamı niteliğindedir. Öyle ki geçmişinde bir kabile anlayışı sistemi ile yaşamış olan Araplar, devlet yönetim pratiğine sahip değillerdi. Bu yüzdendir ki Araplar, devlet yönetimini İranlılardan öğrenmişlerdir. İranlıların devlet yönetim tecrübesi Sasaniler'in son döneminden başlayarak İran'ın İslam topraklarına katılmasıyla devam etmiştir. Bu devlet geleneği Emevi ve Abbasilerde etkili bir şekilde kendini hissettirmiştir. (Akt. Fekri, 2007: 35) İslam’ın ortadan kaldırdığı son İran hanedanlığından sonra bugün Irak topraklarında bulunan Basra, Küfe, Bağdat gibi İslami ilimlerin doğduğu ve geliştiği merkezlerde İran kültürü belirgin bir şekilde etkin olmuştur. (Uludağ, 2002: 13)

33

İslam toplumlarında devletin kutsallığı büyük bir öneme sahiptir. Aslında İran bağlamında bu anlayış İslam öncesi dönemde de geçerliğini korur. İran'da İslam öncesi dönemde devlet-din ilişkisi karşılıklı anlayış ve hoşgörü temeline dayanırken, İslam'dan sonra bu anlayış değişmiştir. Öyle ki Arap İslam’ına karşı bu tepki bir çatışma ortamını sürekli olarak tetiklemiştir. (Fekri, 2007: 38) İslam devletleri İran coğrafyasını ele geçirdikten sonra tam olarak bir hâkimiyet kurmamıştır. Genel olarak bunun en büyük nedeni Arap devlet yöneticilerinin, devlet yönetim geleneğine sahip olmaması ve diğer bir nedeni de İslam topraklarına yeni katılan bu bölgeleri sadece vergi ve kazanç alanı olarak görmesinden kaynaklanmaktadır.

Emevi yönetimindeki İslam devleti, egemenliği sırasında izlemiş olduğu Arap

milliyetçiliği, Arap olmayan ve İslam devleti idaresinde bulunan diğer ulusların yönetime karşı tepkili olmasına neden olmuştur. Bu durum, Emevi iktidarına karşı isyan hareketlerine zemin hazırlamış ve Emevi iktidarının yıkılmasının en önemli sebeplerinden birisi olmuştur. (Elmas, 20011: 21-22 ) Yani yönetimde hâkim olan Arap aristokrasisinin izlemiş olduğu bu ayrımcı politika, Arap olmayanlarda sistemin sorgulanmasına yol açmıştır. Hatta dindar Araplar da yöneticilerin izlemiş olduğu bu durumdan rahatsızdırlar. Bu durumdan rahatsız olan gruplar mevcut düzenin haksızlıklarına son vereceğini düşündükleri Ehl-i Beyt-in olası bir iktidarını destekleme ihtiyacı duymuşlardır. Hz. Hüseyin ile birlikte bütün ailesinin, halifenin ordusu tarafından katledilmiş olması Şia'da acı ve intikam duygularının yer etmesinde etkili olmuştur. Bu durum Şia'nın güçlenmesine yol açmış ve Şia’yı Emevi halifesine karşı siyasi nitelik taşıyan bir hareket haline getirmiştir. (Akt. Akdevelioğlu, 2008: 26) Arap olmayan Müslümanların dışlanması, özellikle Hz. Ali taraftarlarının adı haline gelen Şia'ya destek vermelerine neden olmuştu. II. Yezid döneminde Abbasoğulları büyük bir isyan başlatmışlardı. Emeviler'in sonunu getiren büyük ayaklanma II. Mervan zamanında 745 yılında İran'ın doğusunda bulunan Horasan bölgesinde Ebu Müslim adlı Türk kökenli bir kişi tarafından başlatılmıştı. Bu isyan sonrasında, 750 yılında Abbasoğullarından Abdullah Seffah ile II. Mervan karşı karşıya gelmiş ve II. Mervan bu mücadeleyi kaybetmiştir. Böylece İslam dünyasında Emevi iktidarı yıkılmış ve onun yerine Abbasi iktidarı başlamıştır. (Elmas, 20011: 21-22 ) İran topraklarında Şia kültürünün ve inancının oluşmasıyla

34

beraber genel olarak İslam devletine ve onun idarecilerine bir karşı çıkış mücadelesi başlamıştır. İslam dini bu topraklarda inanç ve terbiye usullerini etkilemekten öte gidememiştir. Çünkü devlet yapısını ve kültürünü etkileyecek kadar güçlü bir devlet yapısı ve geleneğine sahip değillerdi.

Şii devlet anlayışına göre devlet başkanının taşıdığı unvan halife değil imamdır. Öyle ki bu "imam" terimi halifeden daha kapsamlı bir anlam taşır. Dini ve dünyevi görevleri birbirini kapsar niteliktedir ve kutsiyet içerir. Sünni halife, Şii imama göre daha laiktir. Şii öğretiye göre masum olan cemaat değil imamdır. Sünni inanışa göre fiilen icraat yapan bir kimsenin halife olması istenirken, bu durum Şia’da farklı bir boyut kazanır. Öyle ki Şii imam gizlendiği yerden bile dünyadaki etkinliğini devam ettirebilir. Gaybiyet döneminde Şia'nın yönetimini, gaib imamın yetkisi altındaki ulema üstlenmiştir. Gaib İmam Mehdi'nin dönüşüne kadar ulema, halka İslam'ı anlatacak, yöneticilere tavsiye verecek ve Mehdi gelene kadar bazı yetkileri emaneten kullanacaktır. (Akt. Akdevelioğlu, 2008: 27-28) Yüzlerce yıldır yöneticiler, tarihin sayfaları içinde birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, İran’ı bileşik ulus haline getirmeye çalışmışlardır. Şah İsmail de Büyük Krush ile Hz. Ali’den sonra gelen yedinci imamın ardılı olduğunu iddia ederek kabileleri bir ulus yapmaya çalışmış ve Şiiliği devlet dini haline getirerek herkesi Şii yapmaya uğraşmıştır. Bu açıdan Şah İsmail, hem Aryan geleneklerini hem de Şii mezhebinin İran’da politik bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır. İlk olarak da Ahameniş ve Sasani imparatorluklarının aslan ve güneş figürünü bayrağa taşıyarak işe başlamıştır. Dinin etkisini sınırlamak amacıyla Zoraastarianizm’i resmi devlet dinleri arasına koymuş ve İran’da Bahai, Ermeni, Yahudi, Zerdüşt ve bunlar gibi yüzlerce İslami tarikatı saf dışı ederek unutturmaya çalışmıştır. Ki İslam devrimiyle bu amacı da gerçekleşmiştir. (Çizgen, 1994: 40)

Tarihi kaynaklarına göre İran, İslam'ın gelmesinden Safevi Şahlığının kuruluşuna kadar yaklaşık altı yüz yıl boyunca Türk-İslam devletleri tarafından yönetilmiştir. İran coğrafyasını hâkimiyet altına alan bu devletler, bu toprakları Mülükül-Tavayif şeklinde yönetmişlerdir. (Mülükül-Tavayif: Merkeze bağlı yerel yönetimler.) Bu bahsedilen dönemde İran'ı idaresi altında tutan devletler; Emeviler (651-745), Abbasiler (749-809), Tahirliler (785-836), Samaniler (866-968),

35

Gazneliler (967-1134), Selçuklular (1055-1194), Harezmşahlar (1094-1231), Moğollar (1259-1335), Teymuriler (1384-1500) dönemlerinden oluşur. (Mokhtarpour, 2009: 20) Birçok hanedanlıklar hüküm sürmüş ve din-mezhep çatışması yaşanmıştır. Hz. Ali’ye ve soyuna aşırı bir sevgisi olan bölge halkı arasında Şiiliğin en aşırısından en ılımlısına kadar her çeşidine rastlanır. Ünlü Hasan Sabbah kendisine Kazvin yakınındaki Alamut kalesini seçmiş, Taberistan ve Deylem’de Şii zümreler daima varolagelmiştir. Şii Büveyhiler bu zümreleri himaye etmiş olmasına rağmen, Safevilere gelinceye kadar halkın büyük çoğunluğu Sünni kimliklerini korumuşlardır. Bugün Sünnilere az rastlanır olan bu topraklarda, Gazali’nin şehri Tus’ta (Meşhed), Kuşeyri’nin şehri Nişabur’da, Fahrettin Razi’nin şehri Rey’de (Tahran), Seyyid Şerif Cürcani’nin şehri Gurgan’da, Abdülkadir Geylani’nin şehri Gilan’da bulunmaktadır. (Uludağ, 2002: 13-14) Bugünkü İran İsna-aşeriyye Şiiliğinin, 15-16. asırlarda Safevilerle birlikte İran’a hâkim olduğu bilinmekteyse de Şiiliğin Büveyhilerle birlikte resmi mezhep olarak tarih sahnesine çıkmış olduğu, onların da İran’ı hâkimiyetleri altına aldığı unutulmamalıdır. (Akt. Onat, 1996: 13) Aslında Şii ulema, ayrı bir konuma konulmuş halktan üstün bir ruhban sınıfını temsil eder. Öyle ki onlar dinsel metinleri anlayıp yorumlayacak kadar bilgili insanlardır. Bu da aslında diğer insanların bunu yapamayacağı anlamını da içerir. Yani Şii uleması, kendine kısmen kutsal ve katı bir hiyerarşi oluşturmuştur. Ama günümüzde Şia'nın içine düştüğü en büyük sorun Gaib İmam Mehdi'nin henüz zuhur etmemiş olmasıdır. Bu durumda Şii ulemasının nasıl bir rol üstleneceği kendi başına bir çıkmazdır. Bir gruba göre ulema doğrudan yönetime el koymalıdır. Diğer bir gruba göre ise ulema sadece yönetimi takip eden, onu denetleyen bir yapıda olmalıdır görüşünü ileri sürer. (Akt. Akdevelioğlu, 2008: 29) İran’ın politik tarihine baktığımız zaman ise İslamiyet, monarşi ve milliyetçilik kavramlarının her dönem başat halde olduğunu görürüz. Bir toplumlar mozaiği olmasının sonucu olarak milliyetçilik hareketleri yoğun olmaktadır. Çünkü milliyetçilik Batı fikir akımlarıyla beslenir ve İslam da tam olarak bu noktada devreye girer ve özellikle monarşi ile yönetilen toplumlarda ümmet değerleri içinde herkesi birleştirmek mümkün görünür. Fakat monarşinin hep yabancılarla bütünleşmesi, ruhban sınıfının halkın safına doğru geçmesine neden olur. Çünkü İslami anlayışla yabancı gâvurdur ve ruhban sınıfı halkın gücünü bildiği için onun yanındadır. Bu yüzden monarşi, ruhban sınıfını

36

eylemsiz kılmaya, politikadan uzak tutmaya çalışmıştır. Ki monarşi, ruhban sınıfına güvenmemekte ve onu rakip olarak görmektedir. Monarşi bunun sonucu olarak da adaleti ve yasal düzenlemeleri, ruhban sınıfını saf dışı bıraktığı için tamamen Batı biçimlendirmesine uydurmaya çalışmıştır. (Çizgen, 1994: 39) Ama nitekim bugün Fars asıllarının hemen hemen hepsi Şii’dir. (Akt. Onat, 1996: 13) İran’da birçok hanedanın hüküm sürmesinden dolayı İran vatandaşlarının çoğu Fars asıllı değil, Fars asıllı olanların sayısı % 40’ları geçmemektedir. Fars asıllı olanlar ise Luriler, Lariler, Bahtiyariler, Mazenderaniler ve Gilgililer gibi alt gruplara ayrılmaktadır. (Uludağ, 2002: 18) Bu durum bize aslında şunu da göstermektedir: Şia aslında bir milliyet mezhebi haline gelerek Fars milliyetçiliğinin koruyucu bir kılıfı olma özelliğini de göstermektedir. Kısaca günümüz İran’ında din ve yönetim birbirinden ayrılmaz bir bütün halindedir. Yani İran’da genel geçer din temelli devlet görüşüne dayalı bir siyasi yapı bulunmaktadır.