• Sonuç bulunamadı

3. DEVRİM SONRASI İRAN İSLAM CUMHURİYETİ

3.3. Devrim Sonrası Siyasi Gelişmeler

3.3.1. İmam Ayetullah Humeyni Dönemi

“Çağın büyük adamı, çağının istemini dile getirebilen, çağına isteminin ne

olduğunu söyleyebilen ve bu istemi yerine getirebilen kişidir. Onun yaptığı çağımızın yüreği ve özüdür; o çağını gerçek kılar.”

HEGEL

Humeyni bir lider olarak belki çağın değil ama tam olarak İran’ın İslam Devrimi ile büyük adamı olmuştur. İran’ın, İran halkının istemini dile getirmiş, ne olduğunu açıkça dille ifade etmiş ve içinde yaşanan gerçeği somuta dönüştürmeyi başarmıştır. Sürecin ürünü olarak zamanlamayı doğru yapan, inançlarından ödün vermeyen, inançlarıyla beslenen, sade, mesafeli ve köktenci bir tutuma sahip bir kişilikti. (Çizgen, 1994: 78) Humeyni, geleneksel dini kurumlardan beslenerek, İran’da köklü bir toplumsal değişimin imamı olma özelliğinin yanı sıra, milyonlarca insanın tartışmadan, sadakatle bağlandığı bir şahsiyet, bir yanıyla dini, diğer yanıyla siyasi bir lider olması, çağdaş toplumlarda rastlanmayan karizmatik bir lider olmasını sağlamıştır. (Kaya, 2013: 278) Hem geleneksel fundamentalist hem de üçüncü dünyacı bir devrimci olan Humeyni, genç İslamcıların büyük bir bölümünü ulema sınıfına yaklaştırmayı bilmiş; ama aynı zamanda da iki yüz yılda ulema tarafından oluşturulmuş oyunun kurallarını bozmuştu. (Roy, 2015: 212) İslam Devriminden sonraki süreçte, Ayetullah Humeyni kendisinin en üst mevki olduğu ve devleti “devrimci” Şii inanç sistemiyle kendisinin şekillendirmiş bir biçimde İran’a mahsus otokratik-teokratik bir İslam Cumhuriyeti meydana getirmişti. Cumhuriyet ile İslami yönetimin nasıl bir arada olacağı sorusuna ise Humeyni, İslam’ın bildiğimiz İslam olduğunu ve uygulanacak cumhuriyet sisteminin de dünyadan farklı olmayacağını söylüyordu. Yani Humeyni, İran İslam Cumhuriyeti’nin kaynağının ilahi olduğunu

157

söylemişti ve bunun uygulamaya geçmesinin de halkın iradesiyle oluşacağını belirtmişti. (Akt. Vural, 2012: 42)

Dünyada İslamcı hareketler, siyaset oyunundan dışlanan toplumsal kategorileri seferber ederek ve kliyantelizm ile aşiretçiliğe ideolojik bir alternatif sunarak, anavatanlarındaki ulusal siyasal sahneyi yapılandırmaya katkıda bulunmaktadırlar. İran İslami Devrimi’nde olduğu gibi Humeyni ve devrim yanlıları, halkı politikleştirerek birçok “nasipsizi” ya da başka bir deyişle kendi ülkesinde olmasına rağmen ülkesinin nimetlerinden yararlanamayan vatandaşı toplumla bütünleştirerek, eğitim sistemini yaygınlaştırarak, hiyerarşik düzeni bozup sınıfları birbirine karıştırarak, özellikle de siyasal iktidarla din adamları arasındaki ikiliğe son vererek devleti güçlendirmiştir. (Roy, 2003: 36-37)

Humeyni, İran'a geldikten sonra yaptığı ilk iş, “İslam Devrim Konseyi”ni kurmak oldu. Devrim Konseyini “Merkezi Komite” nin kuruluşu takip etti. Merkezi Komite, Devrim Komiteleri’nin faaliyetlerini kontrol edecek, Devrim Konseyi de ülkenin idaresi için gerekli tedbirleri ve görüşleri ortaya koyup karara bağlayacak görevlerden sorumluydular. Fakat Humeyni’nin sadece bu kurduğu konsey ve komite ile ülkeyi yönetmek imkânsızdı. O yüzden, bir bürokrat olan Mehdi Bazargan’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. (Akt. Saray, 1990: 99-100) Humeyni, Şah döneminin resmi hükümeti olan Bahtiyar’ın görevi bırakmasını beklemeden onun yerine Bazergan’ı geçici hükümetin başbakanı olarak görevlendirdi. Bunun üzerine baskılara daha fazla dayanamayan Bahtiyar hükümeti, on gün sonra Yüksek Askeri Konseyin tarafsız bir konuma geçmesi sonucunda 12 Şubat 1979 yılında resmi olarak yıkıldı. (Elmas, 2011: 108)

Humeyni, İslam Cumhuriyeti’nin kabulü için referanduma sunup İslamcı Anayasa hazırlanana kadar geçici başbakan olarak Özgürlük Hareketi'nden Mehdi Bazargan'ı atadı. Mehdi Bazargan'ın başbakan olarak atanması Özgürlük Hareketi'nin popüler lideri Ayetullah Telekani'yi etkisiz hale getirdi. Ama bu durum devrimin diğer güçleri arasında öfke yaratmadı. Çünkü Mehdi Bazargan liberal, iyi niyetli ve etkisiz biriydi. Bu dönemde Şahlığın kaldırılarak İslam Cumhuriyeti’nin kurulması amacı ile oylamaya gidildi. Bütün gruplar Şahlığın kaldırılması için fikir birliği

158

sağladı. İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasını destekleyenler Humeyni ve onun destekçilerinden ibaretti; ama zaten İslam Cumhuriyeti’ne hayır demek, başlı başına Şahlığa geri dönmek anlamına geliyordu. Bu yüzden diğer gruplarda istemese de İslam rejimini onayladı. Böylece İran İslam Cumhuriyeti Humeyni liderliğinde kurulmuş oldu. (Dabashi, 2007: 179) Bu süreç içerisinde devlet yönetmede yeterli tecrübeyi kazanan Humeyni, kendi fikirleri ve prensipleri doğrultusunda bir anayasa hazırlatarak bu anayasaya göre, ülkeyi İslami prensiplerle yönetecek ve din adamları memleket idaresinde görev alacaklardı. Eğitim, iktisadi ve ticari işlerin hepsi İslami kriterlere göre yapılacaktı. Anayasa’dan sonra 72 üyeden oluşan bir meclis kurarak bu yeni rejimin adını “İran İslam Cumhuriyeti” olarak halka duyurmuştur. Rejimin ve devrimin lideri olan Humeyni, bu sisteme göre ülkede büyük yetkileri olan bir cumhurbaşkanı seçmek zorundaydı. Halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan, bir uzman bürokrat olarak Fransa’da yetişmiş modernist Beni Sadr, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanarak Humeyni ve arkadaşlarını hayal kırıklığına uğratmıştı. Kısa süre sonra Beni Sadr, mollalar tarafından saf dışı bırakılarak istedikleri adam olan Hamaney’i cumhurbaşkanlığına getirmişlerdi. (Saray, 1990: 100-101) Ali Hamaney, yüksek dini lider olmamasına ve taklit mercii olan büyük Ayetullah olmak için gerekli teolojik niteliklere sahip olmamasına rağmen Uzmanlar Meclisi tarafından cumhurbaşkanlığına seçilmişti. Bu durum da, yüksek dinsel işlev ile en üst düzeydeki siyasal işlev arasında bir ayrışmanın olduğunu gösteriyordu. (Roy, 2015: 212-213)

Devrim sonrası İran dış politikası doğrusal bir çizgi göstermek yerine istikrarsızlık yaşamıştır. Devrimi gerçekleştiren güçlerin iktidar mücadelesi, uluslararası ve bölgesel güçlerin devrim karşısında aldıkları tavırlar, karar yapımında ideoloji-pragmatizm ikilemi İran dış politikasında istikrarsızlığın temel kaynakları olmuştur. 1979 sonrası İran’ın Ortadoğu ve dünya ülkeleriyle olan ilişkilerinde belirli bir eğilimin egemen olduğu çeşitli dönemlerin varlığı hissedilmektedir. İlk dönem Humeyni’nin Şubat 1979 yılında yönetimi ele geçirmesiyle başlayıp Kasım 1979 yılında son bulmuştur. Bu dönem, İran’da devrimi yerleştirme çabaları ve dış politikanın bu amaç doğrultusunda manipulasyonu taktiğiyle ilerletilmiştir. Devrimin önemli hedeflerinden ve meşruiyet kaynaklarından biri, bağımsız dış politika anlayışı ve Şah döneminde üstlenilen uluslararası yükümlülüklerin reddi olmuştur. Bu amaç

159

doğrultusunda devrim hükümeti ilk dış politika uygulamaları olarak İsrail ve Güney Afrika ile diplomatik ilişkileri kesmiş, CENTO’dan çekilerek FKÖ’yü resmen tanımıştır. Dahası Şah döneminde ABD ile yapılan bütün gizli ve açık askeri ve ekonomik anlaşmalar tek taraflı olarak iptal edilmiş; fakat diplomatik ilişkilere devam edilmiş ve Sovyet Birliği ile herhangi bir sürtüşmeye girmekten kaçınılmıştır. Irak ile sorunlar ise daha devrimin ilk aylarında başlamış; İran’ın da Irak’ta yaşayan Şiiler üzerindeki propagandası hissedilir hale gelmiştir. Bütün bu gelişmeler doğrultusunda Şah döneminde uygulanan dış politika çizgisinden tamamen farklı bir yol izlenmiş olunsa da Kasım 1979’a kadar çatışmacı bir görünüm almamıştır. (Akt. Dağı, 2002: 73) Devlet kadrolarının tevhidi olmayan, İslami ilkeleri benimsememiş ve milliyetçi kadrolardan temizlenmesi esas amaç olmuştu. (Çizgen, 1994: 118)

İran İslam Cumhuriyeti’nde bir yandan devrimi korumak, bir yandan İran İslam Cumhuriyeti’nin kurumlarını inşa etmek ve bir yandan da devrime ve cumhuriyete karşı olabilecek isyanları engellemek gerekmekteydi. Bu dönemde meydana gelen en önemli olaylardan bir tanesi de yaklaşık sekiz yıl süren Irak-İran Savaşı olmuştur. Irak-İran arasında çıkan bu savaş körfez monarşilerini de oldukça rahatsız etmiştir. Çünkü bir nevi devrimin getirdiği bu savaş çok kolay bir şekilde kendi ülkelerine sıçrayabilirdi ya da kendi ülkelerindeki iç huzursuzlukları tetikleyebilirdi. Bu savaş sonucunda yaklaşık bir milyon kişi hayatını kaybetmişti. Ayrıca bu savaş iki ülkenin de kaynaklarının tükenmesine yol açmıştı. Bilinen adıyla iki ülke için “yıpratma savaşı” olarak nitelendirilmiştir. Savaş, 1988 Ağustos’unda varılan ateşkes kararıyla son bulmuş ve Birleşmiş Milletler gözetiminde barış görüşmeleri başlatılmıştı. Ancak barış görüşmeleri bir sonuç vermemiş, Irak’ın Kuveyt’i 1990’da işgal etmesinin sonucunda ABD’nin Irak’a savaş ilan etmesi sonrasında Irak’ın İran’dan almış olduğu toprakları terk etmesiyle sona ermiştir. (Akt. Vural, 2012: 43-45) Devrim sonrası İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nda dış politikada İslam dışı devletlerle ittifakın reddine dair kesin beyanatlar ve ilkeler bulunsa da, kimi zaman vatandaşlarının yaşam standardının ve ülkenin ekonomisinin daha iyi bir duruma gelmesini öngören dini liderler tarafından bu durum, suistimal edilmiştir. Bu nedenden ötürü Humeyni, İran-Irak savaşı sonrası ülkenin ekonomik sıkıntılarla karşılaşması durumunda “yabancı kaynakları kullanmalıyız. Savaş sonrası

160

ülkenin ekonomik bakımdan yeniden inşası için dokuz yüz yıl bekleyemeyiz.” beyanatını vermeye itmiştir. (Akt. Dağı, 2002: 70) Ayrıca bu dönemde İran İslam Cumhuriyeti’nin Sanayi Bakanlığı Şah döneminden kalma altmış dört girişimcinin sahip oldukları mal varlıklarını devletleştirerek çok büyük bir serveti İran İslam Cumhuriyeti’ne kazandırmıştır. Bir başka önemli olan ise Adalet Bakanlığı da Yüce Mahkemeler, Bölgesel Mahkemeler, Yerel Devrim Mahkemeleri gibi bütün hukuk sistemini kendisine bağlamış, laik eğitim görmüş hâkim ve yargıçlar görevden alınarak yerlerini medreselerde eğitim almış din adamlarını atamıştır. Bundan böyle ülkede şeriat kanunları geçerli olmuştur. Yine bu dönemde İslam kurallarına göre giyinme kanunu çıkartılarak kadınlara kapanma zorunluluğu getirilmiş; erkeklerde ise kravat takma zorunluluğu kaldırılmıştır. Aynı zamanda halkı On İki İmamın göründüğü Kum kenti yakınlarındaki Cemkeran’da bulunan dilek kuyusunu ziyaret etmeleri teşvik edilmiştir. Buna ilaveten İran İslam rejimiyle birlikte yazılı ve görsel basına büyük bir sansür uygulaması hayata geçirilmiştir. Monarşiyi ve laikliği öven yayınlar ortadan kaldırılmış, kitaplar yeniden yazdırılmıştır. Kısaca din adamlarını ve yeni rejimi öven toplu bir basın-yayın kampanyası başlamıştır. (Hüseyinoğlu, 2009: 90)

İran İslam Cumhuriyeti, yeni ve tarihsel bir tecrübesi olmayan bir rejimdi. Ayetullah Humeyni bu sistemin her şeyiydi, yani İran İslam Cumhuriyeti demek Ayetullah Humeyni demekti. Eğer Humeyni ölürse onun yerine kim geçecek ve bu rejime rehberlik-liderlik edecekti? Bu yüzden Humeyni ölmeden onun yerine geçecek rehberin kim olacağının önceden belirlenmesi gerekiyordu ki, bu sayede devrim varlığını koruyup devam edebilecekti. Bu amaç doğrultusunda Humeyni daha hayattayken yerine Ayetullah Montazeri'nin geçmesini istiyordu. Hatta bu fikrini din adamlarından oluşan Meclisi Hobregan'a danışmış ve onlarında onayını almıştı. Ama İran-Kontra Skandalı diye bilinen olayın patlak vermesi ve bu yüzden Montazeri üzerinde oluşan kötü intiba sebebi ile Montazeri, Humeyni'nin nazarında itibarını kaybetti. (Milani, 2004: 390) Ayetullah Humeyni yaptığı devrimi, bu devrimin dünyaya dair açıklamasını ve ardında yapılması gereken birçok şeyi bırakarak kesin bir sonuca ulaşmaksızın göçüp gitmişti. Büyük Şii ulemasının da yaptığı bir nevi buydu aslında; çünkü onlar dünyada kesin bir eksikliğin varlığına inanıyorlardı. Bu

161

yüzdendir ki dünyada yapmış oldukları şeyleri hep bir eksik ve tamamlanmamışlık olarak bırakmışlardı. (Dabashi, 2007: 194-195)

Ayetullah Humeyni öldükten sonra Meclisi Hobregan, yaklaşık sekiz saat süren bir toplantıdan sonra yeni rehberin kim olacağını seçmişti. Ali Hamaney on dört ret oyuna karşılık altmış kabul oyu ile 4 Haziran 1989’ da yeni rehber olarak seçildi. Ama bu gelişmede ilginç bir durum söz konusuydu. Ali Hamaney dini bir eğitim almamıştı, yani rehberlik için yetersizdi. Bu nedenden dolayı İran Anayasası’na göre rehber olma yeterliliği yoktu. Meclisi Hobregan, Hamaney'in rehberliğinin geçici olduğunu ilan etti. Ama daha sonra anayasadaki ilgili madde değiştirilerek Ali Hamaney kesin olarak rehber oldu. (Milani, 2004: 392) Kısaca özetleyecek olursak bu dönem İslam Devrimi’nin karizmatik lideri Ayetullah İmam Humeyni’nin önderliği, devrim ve savaştan kaynaklanan kaos ortamı, slogan ve heyecanın tüm alanlara egemen olması nedeniyle ideolojik düşünce üzerinde temellenerek yükseldi. Ayrıca devletin yapılanmasında Müslüman aydınların modeli, yerini “fıkıh İslamı”na bıraktı.