• Sonuç bulunamadı

1.7. Tüketim ve Din

2.1.1. İnsanda Tüketim Eğilimi

İbn Haldun insanları yaşayış biçimlerine göre tasvir etmiştir. Kırsalda yaşayan, az tüketen, azla yetinen, yalnızca zaruri ihtiyacı kadar kazanıp o kadar tüketen insanları bedevi, şehirlerde yaşayan, zaruri ihtiyaçlarının yanında işlenmiş ürün ve lüks tüketime yönelen, refah düşkünü insanları hadarî olarak nitelemiştir. İbn Haldun bu yaşayış tarzlarının kişinin ahlakı ve dini üzerinde etkili olduğunu savunmaktadır.

Bedevilerin bu tüketim alışkanlıklarından dolayı fıtratla gelen özelliklerini koruduğunu hadarîlerin ise refah ve bolluk sonucu ortaya çıkan israfa ve lükse yönelik

27 tüketim sebebiyle bu fıtrat özelliklerinin bozulduğunu ifade etmektedir. Bu anlamda İbn Haldun bol tüketim eğiliminin insanı ahlaki açıdan zayıflatarak dinini bozduğunu ifade etmektedir.

Yaşam tarzı olarak İbn Haldun “bedevi” ve “hadarî” olarak iki tip yaşantıdan bahseder. Bedevilerin bir araya gelip içtimai bir hayat yaşamaları gıda, barınak ve elbise gibi ihtiyaçları, maişetleri ve ümranları konusunda yardımlaşmaları sadece hayatı koruyacak ve yaşamalarına yetecek miktardadır. Hadarîler ise bedevilerin aksine zaruri olandan fazlası için yardımlaştılar, gıdaları çoğalttılar, bu husustaki dikkat ve itinaları arttı, daha geniş evler yaptılar, şehir ve kasabaları inşa ettiler. Refah hali arttıkça incelikte son haddine ulaşan aşırı refahın adetleri ortaya çıktı. Gıdaların terbiye edilmesi, yemek yapılan kapların güzelleştirilmesi, pişirilen yemeklerin nefaseti, ipek ve atlas gibi pahalı kumaşlardan elbise edinilmesi, ev ve konutların yükseltilerek sağlam, süslü ve sanatkârane yapılması ve sanat imkânlarının son haddine çıkmasına daha fazla dikkat ve itina gösterildi. Binaların görkemli olmalarına aşırı derecede önem verdiler, elbise, yatak, kap kacak ve ihtiyaç maddeleri gibi edinmiş oldukları şeylerin güzelliği konusunda değişik yollara başvurdular.

Bedevilikteki gıda, yiyecek, meskenlerin hadarîlikte ihtiyaç ölçüsünden çıkılıp lüks ihtiyaç maddelerine doğru bir eğilimi söz konusu olmuştur (İbn Haldun, 2017: 324).

Zaruri ihtiyaç maddeleri esas olarak gereklidir ve lüks ihtiyaçlardan daha eskidir, onlardan önce gelir. Çünkü zaruri ihtiyaçlar köktür, lüks ihtiyaçlar ise ondan doğmaktadır. Çünkü insanların istedikleri şeylerin ilki zaruri ihtiyaç maddeleridir.

Zaruri ihtiyaçları elde etmedikçe insan mükemmele ve refaha varamaz. Nefis ilk fıtratı üzerinde bulunursa kendisine gelen şeyleri kabule hazır bir vaziyette olur, üzerine gelen hayır veya şer onun tabiatı haline gelir. Çünkü bir huy nefse gelir ve yerleşirse nefis diğerinden o nispette uzaklaşmış ve onu kazanması o derecede güçleşmiş olur.

Yani kişinin nefsine hayırlı ve iyi adetler yerleşirse ve nefsinde hayırlı işleme melekesi oluşursa o kişi artık şerden ve kötülükten uzaklaşmış olur. Aynı şekilde daha önce nefsine şer ve kötü adet yerleşmiş olan için de durum aynıdır. Bu anlamda lüks tüketime ve refahın getirdiği adetlere kaymış, dünyevi arzuları üzerinde ısrarla duranların nefisleri kötü ve çirkin bir huy ile kirlenmiştir. Bu durum kendilerinde yer ettiği nispette hayır ve faziletten uzaklaşmıştır (İbn Haldun, 2017: 326-327). Bu anlamda yalnızca ihtiyacı kadar olanla yaşamak fıtrata uygun olandır. Bol harcama ve lüks tüketim insan nefsini kirletir.

28 İbn Haldun’a göre nerede olursa olsun kendini açlığa alıştırıp, haz, zevk ve lezzetlerden uzak durarak yaşayan kişiler, bolluk ve refah içerisinde yaşayanlardan daha güzel bir dini yaşayışa sahiptir ve ibadete daha düşkündürler. Gıdayı fazla tüketen kişi gaflet halinde bulunur ve kalbi katıdır. Bu yüzden abid ve zahidler gıdalarını en aza indirir. Aynı zamanda kendini lezzetli nefis yiyeceklere ve bolluğa alıştıran kişiler kıtlık anında çabuk helak olur. Yani insanları açlık değil daha önce alıştıkları tokluk helak eder. Kişiler kendilerini adet ve itiyat halinde belli gıdalara alıştırırlar. Eğer bu gıdayı terk etmek zorunda kalırlarsa bu onlarda dert ve hastalık yapar. Kesin olarak insan nefsi bir şeyle ülfet edince, ülfet ve ünsiyet ettiği şey onun cibilliyetinden ve tabiatından bir şey haline gelir. Çünkü insan nefsi birçok renge girer. Eğer bir kişi kendini açlığa alıştırırsa bu onun tabiatı olur (İbn Haldun, 2017: 271-273). Bu alışkanlıklar günlük yaşantıda süreklilik kazanırsa hayatın farklı yönlerinde disiplin ve düzenleme becerisi kazandırır (Ülgener, 2015: 43).

İbn Haldun’a göre bol ya da az alınan gıda maddeleri, beden ve ruh üzerinde aynı kuvvette fakat farklı yönde tesire sahiptir. Az yemek çeviklik, güzellik, mükemmellik ve safiyet yaparken çok yemek tersini yapar. Ruhsal bakımdan ise az yiyen kişi zihin daha açık, anlayışı daha iyi, kavrayışı daha hızlı, daha akıllı ve daha zeki olur (İbn Haldun, 2017: 274). Çok yemek ise bunun tersini meydana getirir. İbn Haldun’a göre tüm hastalıkların başı alınan gıdalardır. Peygamberimiz bir hadisinde

“Mide dert yuvasıdır. Perhiz baş ilaçtır. Tüm hastalıkların menşei oburluktur” diye buyurmuştur. Perhiz az yemek anlamındadır. Az yemek insana sağlık kazandırır (İbn Haldun, 2017: 740). İnsan yaşamının basit olması ve ihtiyaç azlığı, insanların hem bedenen hem de ruhen daha güçlü olmasına katkıda bulunur. İbn Haldun’a göre az miktarda gıda almak kişileri hem tembellikten korur hem de ahlaklı bir yaşam tarzı sürdürmelerine neden olur. Aynı zamanda iklimle birlikte tüketilen gıda çeşidi ve miktarının, bedenlerini kullanma biçimlerinin bir mekânda bir araya gelmesiyle benzer insanların meydana geldiğini söyler (Zorlu, 2019: 33).

İbn Haldun’a göre ihtiyacın üstünde zenginlik ve refah insanları rahata sürükler. Bu rahat içerisinde insanlar daha geniş evlerde yaşamaya ve lükse yönelirler.

Tüketimlerinde aşırıya kaçarlar ve daha iyi daha çeşit tüketim malları üretirler. Haldun bu durumu şehir hayatına bağlamaktadır (İbn Haldun, 2017: 324). Şehir hayatında var olan ihtiyaç fazlası bu aşırılık kişinin nefsine yerleşir. Aşırılığın yerleştiği bu nefis ne dini ne dünyevi huzur bulamaz. Refahla ilgili adet ve itiyatların gerektirdiği ama

29 kazancın yetmediği külfetler ortaya çıktığı için dünya olarak da istikamette olamaz.

Bu durum insanları itidal haddinden çıkararak israfa sürükler ve sonuç olarak fakirlik baş gösterir (İbn Haldun, 2017: 670). İsraf ve ifrat insanları düşkün, hakir ve fakir yapar (İbn Haldun, 1997: 638). İbn Haldun kırsal yaşamdaki insanların yaşam tarzlarına uygun olarak ihtiyaçları kadar üretip tükettiklerini, kırsal yaşamda geçim ve kazanç koşullarının sınırlı olduğunu iddia etmiştir. Aksine şehir yaşamında ise üretim çeşitlilik arz eder ve ihtiyacın üzerinde bir değer ortaya koyar (Demir, 2018: 54). Şehir yaşamının aksine kırsal yaşam yalındır ve gıda, giyim, savunma için sağlamlık ve pratiklik aranır. Şehir karmaşık yapısı içinde, uzmanlaşma temelli ve ziraat yaklaşımıyla ihtiyaç fazlası ürün ortaya çıkarır. Bu fazla ürün ise rahat ve lüks yaşam harcamalarında kullanılır (Demir, 2018: 56). Bu noktada İbn Haldun’a göre rahat ve lüks yaşamın temelinde şehir hayatı yatar. O’na göre kırsal yaşam sadeliği şehir hayatı ise lüks ve bolluğu getirir. Bu noktada kırsal insanlar fıtrata daha uygun yaşar. Bu da onların dini yapılarına daha uygun yaşadığı anlamına gelmektedir. Haldun’a göre fıtrata uygun tüketim tarzı itidalli tüketimdir.

İbn Haldun’a göre itidal dinin kaynağıdır. İtidal gibi faydayı, emniyeti ve fazileti kendinde toplayan başka bir şey yoktur. İtidal doğru yolun bir alametidir ve insanı doğru yola götürür. Doğru yol ise insana mutluluk getirir. Bu şekilde insan maksadına ulaşır. Bu yüzden tüm işlerde itidalden ayrılmamalıdır. İtidal insanları günahtan uzaklaştırır, hayırlı işlere sevk eder (İbn Haldun, 1996a: 122-123). İtidal dairesini aşan harcamalar israf derecesini bulur (İbn Haldun, 1996a: 298). Dünyanın yerilen tarafı serveti israf etmek ve sarf ederken itidalden ayrılmaktır. Servet itidal elden bırakılmadan ve Allah yoluna harcanırsa insanlara hak yolunda ve ahirette derece kazanmada yardımcı olur (İbn Haldun, 1997: 518).