• Sonuç bulunamadı

Asketizm ve Mistisizm Bağlamında Dindarların Tüketim Eğilimleri:

Dinlerin ya da kurtarıcı emirlerinin özü kutsal değere ulaşacak hayat sürme isteğine dayanır. Bu bir anlamda dinin hayat tarzını belli noktalarda ya da tamamen sistemleştirmesi demektir (Weber, 2004: 417). Dinin ilkeleri ekonomik yaşam içinde

43 grup içi ahlak olarak kardeşe yardım yükümlülüğü getirir. Zengin olanların diğerlerine karşılıksız mal vermek, faizsiz borç vermek, misafirperverlik ve destek olma yükümlüğü vardır. Cemaat yapısı içerisinde bu tüm din kardeşleri arasında uygulanır (Weber, 2004: 420-421).

Max Weber dindar insanların eylemlerini ideal tip olarak inşa etmiş olduğu asketizm ve mistisizm kavramlarıyla ele alır. Asketik dindar Protestan mezhebi örneğinde olduğu gibi dünyaya yönelir ve Tanrı’nın emrine uyarak dünyayı eylemiyle dönüştürür. Kurtuluşun yolunu meslekte başarılı olmak olarak gören dindarlığı ile bu dünyayı dönüştürür. Mistik dindar ise, bu dünyadan kaçarak öte dünyaya yönelir.

Kurtuluşu tefekkür, ibadet ve dua gibi mistik eylemlerde arar (Weber, 1985: 280-281).

Weber Asketik yaşam tarzını Protestanlığın yaşam tarzı ile ilişkilendirmektedir. Tüketim açısından bakarsak; Protestanlığın dünya içi sofuluğu, sınır tanımayan mülkiyet hazzına tüm kuvvetiyle karşı çıkmış, tüketimi, özellikle lüks tüketimi sınırlandırmıştır. Buna karşılık mal edinmeyi geleneksel ahlakın yasaklarından kurtarmıştır ve mal edinimi hem yasal hale getirmiş hem de tanrının isteği olarak görmüştür. Dünya mallarına bağlanmaya ve bedensel hazlara karşı verilen kavga, akılcı kazanca değil, mülkiyetin akıldışılığına ve gözü kör edişine karşı yapılmıştır. Tanrı, servetin, bireyin ve toplumun yaşama amaçlarına uygun olarak akılcı ve faydacı biçimde kullanılmasını ister. Bu türden kullanım yerine onun akıldışı ve ihtiraslı kullanılması lüks tüketim olarak sayılmıştır (Weber, 2017: 156). Protestan sofuluğu servetin zorunlu ve pratikte yararlı şeyler için kullanılmasını ister. Konfor kavramı ahlaki olarak izin verilen kullanım amaçları çerçevesini karakteristik biçimde kapsar. Bu kavrama bağlı gelişen yaşam üslubu, sağlıksız ekonomik temele dayanan ışıltılı ve parlak yaşamın gösterişine karşı, ölçülü yalınlığın temiz ve sade rahatlığı koyar (Weber, 2017: 156). Protestan anlayışa göre Tanrı kazancı serbest bırakmış, tüketime sınır koymuştur.

Wesley’e göre, din hem çalışkanlık hem tutumluluk üretir. Bunların sonucunda da zenginlik gelir. Zenginlik arttığı zaman gurur ve dünya sevgisi de artacaktır. Bu da dinin biçim olarak değişmemesine fakat ruhunu kaybetmesine sebep olmuştur. Fakat insanların çalışkan ve tutumlu olmalarını engellemeye çalışılmamalıdır. Kazanabildiği kadar kazanmaya ve olabildiği kadar tutumlu olmaya teşvik edilmelidir. Bu teşvikin sonu zenginliktir. Dinsel hareketlerin ekonomik gelişim açısından önemi verdiği sofu eğitiminin etkilerinde yatar. Burada dinsel inancın doruk noktasına ulaşıldığı zaman

44 bu hareketler ekonomik gelişimi düzenli olarak etkiler. Sonuçta ölçülü bir meslek erdemi ortaya çıkar ve dinsel kök zamanla azalır (Weber, 2017: 197-198).

Protestan ahlakının emrettiği yaşam tarzı, dünyayı boş vererek içe kapanmak ya da savruk bir biçimde günü gün etmek değildir. Tam aksine çağrıldığı görevde gösterişsiz ve her dakikasında disiplinli çalışarak Tanrı’nın şanını yükseltmektir.

Bunun yanında servet bizzat kendisi, metodik çalışma ve nefsini hırs ve taşkınlıktan uzak tutmanın eseri olduğu için seçkin ve sevgili kul olmanın işaretidir (Ülgener, 2015:

48). Protestan ahlakta, ahlaki olarak itiraz edilen şey, mülkiyet sağladığı rahatlık ve zenginlik ile birlikte tembelliğe ve bedensel zevklere yol açtığı, aynı zamanda kutsal yaşamı elde etme uğraşından ayırdığı düşünüldüğü için şüpheyle karşılanmıştır.

Çünkü azizlerin huzuru öte dünyadadır ve öte dünyayı garanti edebilmek için gündüz olduğu sürece Tanrının işini yapmak zorundadırlar. Tanrının şanına boş zaman ile değil sadece çalışmak ile hizmet edilir. Bu anlamda zamanı boşa harcamak günahlar içinde ilk ve ilkece en ağır olanıdır. İnsanın mesleğini kesinleştireceği yaşam süresi çok kısadır. Boş konuşma, lüks ve sağlık için gerekli olandan daha fazla uyumak vakit israfıdır (Weber, 1999: 134-135).

Çalışma Weber’e göre yalnızca ihtiyaç karşılama zorunluluğu değil aynı zamanda Tanrı’nın emridir. Ancak insanlar ihtiyaçları sebebiyle çalışmak durumundadırlar. Toplumun mülk sahibi veya mülksüzler olarak ayrıştığı yerlerde işçiler yaşamak için çalışmak zorundadır. Yani insanı çalışmaya ve kazanmaya yönlendiren güdü ihtiyaç ve arzulardır. Her durumda çalışma ve kazanma harcamayla iç içedir (Zorlu, 2016: 71). Protestan ahlakı Weber’e göre işte başarı, tasarruf ve sürekli çalışmayı teşvik ederek modern kapitalizmin doğuşuna ve gelişmesine öncülük etmiştir. Bu ahlak mülk sahibi olmak gibi dünyevi zevklerin karşısında durmakta, tüketimi özellikle lüks tüketimi kısıtlamıştır. Bunun sonucunda yaşam zevklerine bağlılık tembellik hatta zenginlik tehlikeli ve olumsuz olarak düşünülmüştür (Zorlu, 2016: 74). Protestan ahlakı dünya nimetlerinden kaçınmayı ve disiplinli çalışmayı tembihlediği için kazancı harcamayıp elde tutma, kapitalizmin gelişimi ve kar elde etmenin yollarındandır. Kar olan bu kazanç yatırım amacıyla kullanılır. Protestanlık ve kapitalizm bu anlamda birbiriyle benzerlik göstermektedir. Weber kapitalizmin ortaya çıkışında maddi koşulları da göz önüne alarak özel değerlerin etkisini açıklamıştır. Sonuç olarak kapitalizmin oluşumuna Protestan ahlakı nedensel bir katkı sağlamıştır (Zorlu, 2016: 71). Bu anlamda Protestan ahlakı çalışmayı teşvik edip

45 harcamaya kısıtlama getirerek kapitalizmin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Zamanı değerlendirerek çalışma ve tasarruf bu ahlakın temelini oluşturmaktadır. Braduel’e (1993b: 515-517) göre kapitalist zihniyet bu noktada ortaya çıkmaktadır. Zamanın Tanrı’ya ait olduğu anlayışı yerini zamanın hayatın bir boyutu ve insanların israf etmemekte çıkarlarının olduğu bir mal olduğu anlayışına dönüşmüştür. Braduel Alberti’nin “Çocuklarım, aklınızda iyice tutunuz ki harcamalarınız gelirinizi asla aşmasın” ve Sombart’ın “söz konusu olan karınlarını ancak doyurabilen küçük insanların sefil ev ekonomilerinde değil de zengin evlerine tasarruf zihniyetini sokabilmektir” şeklindeki ifadelerinin soyluların gösteriş merakını yıkan bir kuralı belirttiğini ve kapitalist zihniyeti oluşturduğunu ifade etmektedir.

Sonuç olarak Asketik yaşam tarzı çalışmayı bir erdem olarak gören fakat işin tüketim kısmına gelince az harcayan, özellikle lüks tüketim olmak üzere aşırı tüketimden uzak duran bir yaşam tarzını ifade etmektedir. Weber bu yaşam tarzını Batı insanına atfeder ve İslam’ı bu anlayışın karşısına koyar. Weber mistik yaşam tarzı olarak dünya nimetlerinden kaçan, tefekkür, ibadet ve dua gibi mistik eylemlere yönelen bir yaşam tarzından bahseder (Weber, 2004: 414-415).

Weber’in Protestanlık anlayışına karşıt olarak gördüğü İslam toplum yapısı ve kuruluşu ile en başından cihat ve fütûhata yönelik bir din olarak görülür. Rant ve ganimet tarafının üretim ve ticaret kazançlarının önünde olduğu ileri sürülür (Ülgener, 2015: 58). Weber gözüyle İslam iki farklı manzara sergiler. Birincisi ilk İslam’ın dışa açık, dünya malı ve nimetleriyle içli dışlı gaza ve ganimet coşkusu, ikincisi ise tasavvuf ve tarikatların içe dönük huzur dünyasıdır. İlk Mekke devrinde dünya hazlarına kapalı perhizkâr bir topluluğun ahirete yönelik din anlayışı Medine’de yerini dünya malı ve nimetine bırakan açık bir yapıya dönüşmüştür (Ülgener, 2015: 59).

Weber, İslam’ı kazanma yolları ve kullanım-tüketim olarak iki bağlamda incelemiştir. Kazanma yolları bakımından basit ve mütevazı kazançlardan fazlası normal üretim yollarıyla değil zor ve cebir üzerine kullanarak sağlanmaktadır.

Kullanım ve tüketimi ise feodal-politik özellikleri üzerinden değerlendirir. Servet üretimin devamlılığını sağlama amacıyla değil iyi yaşantının aracı olarak görülür ve bu sebeple arzulanır. Bu aşamada Weber görüşünü “tanrı kuluna dünyalık vermişse bunun gözle seçilebilir izlerini onda görmek ister” hadisi ile destekler. Zengin kişiler statülerine uygun şekilde yaşamalı ve bunu belli etmelidirler. Bu noktada Weber İslam’ı Kalvinizmin tam karşısına koymak istemektedir (Ülgener, 2015: 60-61).

46 Weber, püriten ahlakın hem disiplinli çalışma ve yaratma ethosunu destekleyip, tüketimi kısıtlayıp hatta savurgan ve gösterişçi tüketimi yasaklamasına ile beraber savruk gösterişçi tüketime hiçbir zaman izin vermemesine karşılık İslam, rasyonel bir iş ve üretim felsefesinin dışında ancak dünya nimetlerinin tam ortasındadır. Sonuç olarak, Weber’e göre bu ahlak burjuvaziyi temele koyarak sürekli birikim ve değer yaratmayı esas alırken, İslam feodal bir savaşçı ve aristokrat topluluğun başını çektiği tüketim ekonomisini temel almaktadır (Ülgener, 2015: 61).

İslam aynı zamanda düzlüğe ve selamete çıkmada kişiye üstün varlığa teslimiyet dışında bir sorumluluk yüklememektedir. Tasavvufta da Tanrı anlayışı aynı şekildedir. İnsanın ruh ve beden varlığı dışında her şeyi yoktan var eden Tanrı imajından çok vecd ve cezbe haliyle içinde vücudun ve nefsani varlığın eritilip yok edileceği bir Tanrı anlayışı bulunmaktadır. Bu anlamda kul Tanrı iradesinin yeryüzündeki aktif bir adet değil O’nu bütün tecellileriyle nefsinde hazır bulmanın huzuruna varmış bir vecd ve murakabe insanıdır (Ülgener, 2015: 63-64 ).

Weber, asketizm ve mistisizm kavramsal tipolojileriyle İslam dindarlığını ele alır (Weber, 2004: 414). İslam’ın mümine dünya nimetlerini yasaklamadığı durumu karşısında bu kavramsal şema yetersiz kalır. Diğer taraftan Weber’in12sosyalleştiği kültürel ortam İslam’ı anlamaya elverişli olamaz. Sonuçta Weber’e göre cinsellik, evlilik konusundaki dünya nimetlerini reddetmemesi nedeniyle İslam’ı bir haz etiği olarak anlatır, diğer taraftan da dünyadan el etek çeken sufi tarikatlar nedeniyle mistik bir dindarlık barındırdığını iddia eder (Zorlu, 2015: 271-275). İslam’ı Protestanlığın tam karşısına koyan Weber, İslam’ı rasyonel bir iş ve üretim felsefesinin uzağında görmekte ve bir yandan da dünya nimetlerinin tam içinde olduğunu ifade etmektedir.

Ona göre İslam feodal ve savaşçı bir topluluk olmakla beraber tüketim ekonomisinin içindedir. Buna karşın püriten ahlak disiplinli bir çalışmayı temel alır, gösteriş ve tüketimden uzak durarak birikim esasına dayanır (Yılmaz, 2007: 67).

Bunun yanında Weber emeğin dinler tarafından sadece Tanrı’ya kulluk yolunda aç kalmayacak kadar olduğu ve o kadarının bile katlanılacak bir külfet olarak görüldüğünü söyler. O’na göre emek Protestan ahlakı ile değer kazanmıştır. Oysaki İslam Weber’in söylediğinin tam aksine özellik göstermektedir. Sadece “yarın

12 Weber’in İslam’ı anlama deneyiminin eleştirisi ve değerlendirmesi için bknz. Zorlu, A. (2015)

“Max Weber’in İslam Sosyolojisi: Anlamadan Yorumlanan Bir Din Olarak İslâm”, Sosyal Teoride Din. (Edit. C. Özyurt, İ. Mazman). Ankara: Hece Yayınları

47 ölecekmiş gibi ibadetle beraber hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıp kazanmak!” şeklindeki Peygamber tembihi ve “Cuma namazını kıldınız mı yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından nasip arayın!” (Cuma suresi ayet 10) ayeti bile İslam’ın emeği külfet olarak değil bir Tanrı buyruğu olarak gördüğünü belirtmek için yeterlidir (Ülgener, 2015: 82-83). Protestan ahlakı ile benzer şekilde İslam çalışmayı Tanrı buyruğu sayar ve az harcamayı tembihler fakat Protestan ahlakının aksine ihtiyaç dışındaki servetin ya da gelirin sermaye olarak birikmesini değil ihtiyaç sahiplerine harcanmasını emreder.

2.4. Zihniyet Dünyasının Dünya Yaklaşımı Olarak Dindarların Tüketim