• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN DİN POLİTİKALARI

2.3. İsmet İnönü Dönemi CHP’nin Din Politikaları

2.3.2. İnönü ve Kuşatıcı Laiklik

Her tarihsel dönemin kendine has özellikleri bulunmaktadır. İnönü dönemi, Türkiye siyasal tarihinin önemli aşamalarından birini oluşturur. Din politikalarının temel ilkesi olan laiklik, bu dönemde farklı işlevlere sahip olmuştur. Bazılarına göre dışlayıcı (Kuru: 2011) bazılarına göre de baskıcı olan bu laiklik, toplumun ve siyasalın tüm alanlarını kuşatmıştır. Bizce bu dönemin laikliğin temel özelliği kuşatıcı olmasıdır. Kuşatıcılık, aynı zamanda baskıcı e totaliter olmayı zorunlu kılar. Kuşatıcı laiklik kavramını şu

85

anlam çerçevesinde kullanıyorum. Atatürk döneminde inşa edilen laiklik, bu dönemde neredeyse toplumun ve siyasal her alanını kuşatmış, hiçbir alanı boş bırakmamıştır. Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılması veya din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması anlamına gelmekten öte bir dünya görüşüdür. Bu laiklik biçimi, Atatürk döneminde inşa ve sınırları tayin edilen dinin baskı altında tutulmasını ifade eder. Bu dönemin bariz özelliği, dine ve dindarlara uygulanan baskının boyutlarının büyüklüğüdür. Bu bölümde kuşatıcı laikliği çok boyutluluğu ile ortaya koymaya çalışacağız.

Din ve vicdan özgürlüğü, laiklik, kontrol, baskı kavramları, Türkiye laikliğinin fay hatlarını belirler. Din ve vicdan özgürlüğünü koruması gereken laiklik, devletin dini vicdanlara göndermesi anlamına dönüşür. İnönü dönemi laiklik uygulamasının en temel göstergelerinden birisi de, din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlamaya dönük olan uygulamalardır. Bu dönemde, dini müessese ve din adamlarına yönelik uygulamalar ve laiklik politikası, sert ve baskıcı bir tavır almıştır. Halkın vicdan ve inancına yönelik, kanunlarla veya keyfi uygulamalarla kısıtlama ve yasak getirilmiştir (Akandere, 1998: 238-239). Laikliği din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından öte dinin kamusal alandaki görünürlülüğünü ortadan kaldırmak şeklinde anlayan Kemalist anlayış, dini ve dindarları hem kontrol etmeyen çalışmış hem de yeniden şekillendirerek makul vatandaş yapmaya çalışmıştır (Üstel, 2004: 386).

İnönü’nün otoriter tavrı ve döneminde uygulanan dinsel baskı, romanlara bile konu olmuştur. Sepetçioğlu “Cevahir ile Sadık Çavuş’un Buğday Kamyonu” başlıklı romanında kahramanları aracılığıyla İnönü döneminde, dine karşı takınılan olumsuz ve baskıcı tavrı şöyle anlatır; İnönü yanında yer alan kasabanın belediye başkanı; “Bu devirde? Bu çağda? Paşamız başımızdayken hem de? Tanrı ha? Günah ha? Hadi canım sen de!” diyerek anlatır (Sepetçioğlu, 2008: 68). Yine aynı romanın başka bir yerinde dönemin bürokratlarının dine bakışını bürokratın şu sözüyle anlatır; “Ben askerin gelişi medeniyetin gelişidir diyorum medeniyetin; sen tutmuş camilerden söz ediyorsun. Medeniyetin yanında caminin sözü mü olur Reis?” Ardından ben de seni aydın bir adam diye bilirdim, Kemalist bilirdim yazık küflü kafalının biriymişsin” (Sepetçioğlu, 2008: 78) yaşanan baskıyı ortaya koyar. Kısacası yaşanan otoriteryanizm ve dinsel baskı farklı alanlarda kendini göstermiştir.

86

İnönü döneminde uygulanan katı laiklik politikası nedeniyle, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nda var olmasına rağmen-maarifçe yetiştirilmesi gereken Diyanet Mütehassısı ile İmam hatip yetiştirmek üzere İmam Hatip Okullarının açılmasına engel olunmuştur. Bu politik tutum, din adamlarının cehaletine ve dinin suiistimal edilmesine neden olmuştur. CHP’nin VII. Kurultayında yaşanan sert tartışma bu suiistimalin sonuçlarındandır. Bundan dolayı laiklik de, kamuoyu tarafından yargılanmaya ve yadırganmaya başlamıştır (Bozkurt, 1969: 165-166).

Baskı nedeniyle “Mukaddeslerin can çekiştiği” (Meriç, 1994: 101) bir dönem olan İnönü döneminde yaşanan olaylardan bazıları şunlardır; Her derece okul ve topluluklarda oruç tutmak ve namaz kılma gericilik unsuru olarak kabul edilmiştir. Hafta tatilinin pazara alınması, Cuma ibadetine kısıtlama olarak anlaşılmış ve yadırganmıştır. Hac farizasının lüzumsuzluğu ve fuzuli bir masraf olduğu iddiası sık sık gündeme getirilmiştir. Dini vakıflar kaldırılmış; din adamlarının yetiştirilmesine gerek duyulmamış ve din adamlarıyla istihza edilmekten çekinilmemiştir. Birçok cami şu veya bu sebepten dolayı ibadete kapatılmıştır. Okullarda dini terbiye verilmemesinin yanı sıra; din aleyhtarı telkinlerde bulunulmuştur. Din derslerinin okutulduğu yıllarda, dersler ehil olmayanlara verilmesinin yanı sıra, din dersi almak aileden getirilecek bir belgeye bağlanılarak küçümseyici bir tavır takınılmıştır. Dini neşriyat baskı altında tutulduğu gibi, diyanetin de neşriyatı sınırlanmıştır. Ezan ve Kuran’ın Türkçeleştirilmesi, ciddi tepkiler doğurmuştur. İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri kapatılmıştır (Bozkurt, 1969: 168-169).

Cumhuriyet Halk Partisi Üsnomal Büyük Kurultay’ından sonra değişmez Milli Şef’liğini ilan eden İnönü’nün döneminde katı laiklik politikası tavizsiz bir biçimde devam ettirilmiştir. Bundan dolayı, Atatürk reformlarını koruyan yasaları çiğneyenler ağır bir biçimde cezalandırılmıştır (Dikici, 2008:164).

Arapça ezan okuyanlar, Arapça olarak kamet yapanlar, herhangi bir dini gruba bağlı olanlar, evinde Yasin, tebareke ve amme cüzü bulunduranlar, birisine kuran veya Arapça öğretenler, dini vaaz verenler, hafızlık eğitimi verenler hem gözetim altında tutulmuş hem de cezalandırılmışlardır(Dikici, 2008: 161-192).

Bu tavizsiz laiklik uygulamalarından bazıları şunlardır; 1939’da Erzurum’un köylerinde bazı şahıslar yakalanarak adliyeye sevk edilmişlerdir. İçişleri Bakanı, 3üncü Umumi

87

Müfettişliğine gönderdiği bir yazıda, ‘çocuklara Arapça tedrisat yaptıranlarla ilgili olarak kanunlarımıza ve rejime aykırı olan bu vakıa faillerinin fenalıklarını yerinde bastırmak ve sari mikroplar gibi yurda dağıtmamak başlıca esastır. Binaenaleyh Halk Partisi ve evleri cihazı ile harekete geçilerek bu kötü propagandalar önlemek ve kötüleri adaletin pençesine vermek lazımdır. Bu yoldaki iyi çalışmalarınızı memnuniyetle takip ediyorum’ sözleriyle görevlileri uyarmıştır (Dikici, 2008:165).

Arapça tedrisat yaptıran birçok insan yakalanarak adliyeye sevk edilmiştir. Çocuklara hafızlık yaptıranlar, Arapça harflerle basılmış Elifba, Amme, Tebareke cüzleri satanlar, baz mahallelerde imamlık yapanlar cezalandırılmışlardır. Bu tür olayların çoğalması üzerine Diyanet İşleri Reisi Şerafettin Yaltkaya 1942 yılında İstanbul Müftülüğü’ne bir yazı göndermiş ve yasakları hatırlatmıştır: ‘Bazı Kuran öğreticilerinin ilk tahsil çağındaki çocukları kursa devam ettirdikleri istihbar edilmiştir. Bu gibi usulsüz hareketlere meydan verilmemesi lüzumu ehemmiyetle beyan olunur.’” (Dikici, 2008:165-166).

İnönü döneminde şeyhlik yapanlar takibat altına alınmış, evinde herhangi bir Arapça kitap bulunduranlar yargılanmıştır. 1943 yılında Kocaeli Akça Camiinde Bayram namazında vaaz veren Şevket Sezen; “Muhitimiz layiktir, fakat din yoktur, mekteplerde ise din olmadığı gibi dine de alaka yoktur. Siz babalar evlatlarınızı evlerinizde din dersi öğretiniz, namaza ve camilere alıştırınız, bu babdaki mesuliyet-i maneviye velilere aittir, sonunda siz mes’ul olursunuz’ şeklinde sözleri dolayısıyla adliyeye sevk edilerek yargılanmıştır (Dikici, 2008:169).

Milli şef döneminde halkın en fazla tepkisini çeken uygulamalardan birisi de, Türkçe Ezan uygulamasıdır. 2 Haziran 1941 yılında çıkarılan bir kanunla Arapça olarak ezan okuyanların üç ay hapis ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Adalet bakanı Fuat Sirmen’in bir açıklamasına göre, 1947 yılında ezanı Arapça okumaktan dolayı 29 kişi tutuklanmıştır (Gottard, 1972: 46).

Toplumsal hayatın hiçbir alanında varlığı kabul edilmeyen, yadsınan din basında da görülmez. 1940’lı yıllardan sonra basında çıkan bazı haberlerden dolayı basın kuruluşları ikaz edilir. Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından basına yönelik talimat hazırlanmıştır. Bu talimata göre; ‘Dinler mevzuu gerek tarihi gerek temsili ve gerek mütalaa kabilinden olan her türlü makale, bend, fıkra ve tefrikaların neşrinden tevakki

88

edilmesi ve başlanmış bu kabil tefrikaların en geç üç gün zarfında nihayetlendirilmesi ehemmiyetle rica olunur” basın uyarılmıştır (Akandere, 1998: 239).

Dinsel öğelerden kendini kurtaran bir kültür atmosferi inşa etme projesi (Karacasu, 2001: 335) dini hayatın kontrol altına alınmasını veya din eğitiminin yasaklanmasını, dini eğitim konusunda cehaletin ortaya çıkmasına neden olmakla beraber din eğitimi de yeraltına inmiştir. Din eğitimini gizlice cami hocasından almaya çalışan halkın ihtiyacı çoğu zaman görmezden gelinmiştir. Ancak yasak olmasına rağmen halk çocuklarına en azından Kuran-ı Kerim okumayı veya temel ilmihal bilgilerini öğretmek için yoğun çaba sarf etmiştir (Özcan, 2015: 232) Aynı şekilde aydın din adamı yetiştirmek için kurulan Diyanet Reisliği, vaiz veya dini hizmetlerde bulunmak için başvuranlarda CHP’den tavsiye ve öneri almıştır. Nitekim Diyanet yazışmalarında bu durum; “Cumhuriyet prensiplerine karşı iyi durum ve hareketi sabit olduğu takdirde vaizlere ve dini hizmetlerde bulunmak için talep edenlere hizmet etme imkanının verilmesi” şeklinde karşılık bulmuştur (Albayrak, 1973: 243)

CHP’nin din aleyhtarlığına dayanan din politikası, özellikle çok partili siyasi hayatın başlamasıyla beraber, CHP’nin dinsiz bir parti olduğu propagandasına malzeme teşkil etmiştir. CHP’nin dinin kamusal hayattaki görünümüne karşı olan politikası, muhalif partilerin CHP’yi dinsiz bir parti olarak göstermesine kaynaklık etmiş ve muhafazakâr, dindar seçmenin oylarının CHP’nin dışlındaki partilere kaymasına neden olmuştur (Cem, 1974:377).

Aksoy’a göre İnönü döneminde dinsel alanı ilgilendiren üç düzenleme yapılmıştır. İlk olarak, 1938 yılında cemiyetler kanunu çıkarılarak din, mezhep ve tarikat gibi farklı cemiyetlerin kurulması yasaklanmıştır. Buradaki asıl amaç Alevi, Sünni, Bektaşi, Nakşibendilik ve Nurculuk gibi dini grupların kurulmasına ve yeniden ortaya çıkmasına engel olmaktır. İkinci olarak, belirli bir dini gruptan destek alma amacını taşıyan siyasi partilerin kurulması da yasaklanmıştır. Böylece partilerin tüzük ve programlarında din ve din özgürlüğü gibi söylemleri yer alması kontrol altına alınmıştır. Üçüncüsü de 1949 yılında TCK’da değişiklik yapılarak devletin laik yapısını değiştirmeyi hedefleyen eylemler suç kapsamına alınmıştır (Aksoy, 2005: 128).

Ali Fuat Başgil’in Hz. Muhammed’e Dair isimli Sebilürreşad tarafından basılan bir eserin toplatılması üzerine yazdığı mektuba Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim

89

Tör’ün vermiş olduğu cevap, dönemin ruh halini ve dinsel baskının boyutunu ortaya koyması bakımından manidardır: “Biz her ne şekil ve surette olursa olsun memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz. Zat-ı Alilerinin herkesçe de müsellem olan ilim ve faziletinize hürmetkârız. Ancak günün bu kabil neşriyata tahammülü olmadığını siz de takdir edersiniz” (Başgil, 2003: 10). Özellikle tek parti döneminde dinsel alanda yapılan reformlar ve çıkarılan kanunlar, dinsel özgürlüğü sınırlamış, din özgürlüğü baskı altına alınmıştır (Tanör, 1999: 188).

İnönü döneminde uygulan dinsel baskının iki nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, “Kamusal alanı dini değerlerden, toplumu da dini simgelerden arındırma, dinin etkisini azaltmak için onun üzerinde mutlak anlamda kontrol ve denetim sağlamaktır (Çaha, 2001: 77-89). İkinci olarak ise milli şef döneminde başlayan laiklik uygulamalarını derinleştirmek, kökleştirmektir (Dikici 2008: 187).

1930’lu yıllardan 1950’li yıllara kadar Türkiye’de din alanda hakim olan atmosfer, oldukça baskıcıdır. İnönü de bu atmosferi aynen sürdürmüş ve hatta devrimler konusunda hassasiyeti biraz daha artırmıştır. Atatürk’ün manevi mirasının koruyucusu İnönü, devrimler konusunda hiçbir geri adım atmamış, Arapça ezan okuyanlara verilecek ceza oranını artırmıştır (Gotthard, 1972: 101)

Atatürk’ün devrimlerinin ve laiklik uygulamalarının sıkı bir takipçisi ve bekçisi olan İnönü’nün ilk yaptığı icraatlardan birisi, 1935 yılında başlayan dilde sadeleşme ve Arapça veya Farsça kökenli kelimelerin Türkçeden arındırılmasını amaçlayan tasfiyeci eğilimi gözden geçirmek olmuştur. İnönü, dilden atılan yabancı kelimelerin yerine Türkçe sözcüklerin kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla gazetelerin ve radyonun desteğiyle yeni bir kampanya başlatmıştır. Bunun yanı sıra, Atatürk'ün laik reformlarını empoze etmek için cezai yaptırımlara da gidilmiştir. Örneğin, 2 Haziran 1941'de kabul edilen Ceza yasasının hükümlerine göre, eski başlık ve Arapça harfleri yasaklayan kanunların ihlal edene uygulanacak ceza arttırılmıştır. Arapça ezan ve kamet yasaklanmış ve ihlal edenler üç aya kadar uzatılabilecek hapis cezası ile cezalandırılmışlardır (Feroze, 2000: 34).

İnönü’nün, Atatürk’ün laiklik politikasını sürdürmüş olduğu belirtilmelidir. Ancak Atatürk’ün vefatının ardından İnönü’nün dine karşı daha yumuşak bir tutumu içeren

90

politika izleyeceği şeklinde bir beklenti vardı. Çünkü İnönü Terakkiperver Parti’nin bazı üyelerini hükümete almıştı. Ancak aynı zamanda, 1941 yılında Şapka Kanunu’na ve Ezan’ın Türkçe okunmasına karşı çıkanlara verilecek ceza arttırılmıştır. Dini alanı ilgilendiren yumuşamaya tek somut delil, İslâm Ansiklopedisi’nin Türkçe baskısının Eğitim Bakanlığınca desteklenmesi olmuştur (Feroze, 2000: 75).

İnönü, genel olarak Atatürk devrimleri konusunda “tutucu olmuş”, yapılan devrimlerin dejenere edilmemesi konusunda oldukça hassas davranmıştır. Onun devrimler konusundaki tutum ve davranışını gazeteci olan damadı Metin Toker şöyle tanımlar: “İnönü ne gerici ne tutucu olabilirdi. Çünkü devamlı biçimde kendisini yenileyen bir adamdı. Eğer benden onun bu tarafını tanımlamam istenilirse şöyle derdim: ilerici atılımlarda tutucuydu” (Kalkanoğlu, 1992: 142).

Atatürk ve İsmet İnönü’nün dine, dinsel olana veya muhafazakârlığa karşı tavır alışlarının önemli nedenlerinden birisi de, Dürrizade’nin Ankara Hükümeti ve milli mücadele aleyhine vermiş olduğu fetvadır. Dürrizade’nin fetvasının ardından I920’de Millî Meclis'in büyük ihaneti karşı kabul ettiği, dinin yanlış kullanımına ilişkin bir cümle içeren yasa ve 1926’da kabul edilen Ceza Kanunu ‘dini, dinî duyguları ve dinin kutsal saydığı değerleri yanlış kullanarak halkı devletin güvenliğini tehlikeye sokacak hareketleri teşvik etmeyi’ kesinlikle suç sayıyordu. Bu fetvanın yansımaları İnönü’nün konuşmalarında bariz olarak görülür. Örneğin 7 Haziran 1957 tarihinde Mecliste konuşan İnönü, dini siyasete araç etmeyi yasaklayan hükmün tarihsel arka planını şöyle açıklar: “Bizim yürürlükteki rejimimize dini siyasete araç etmeyi yasaklayan hüküm nereden rejimimize dini siyasete araç etmeyi yasaklayan hüküm nereden ve niçin gelmiştir? Bunun kaynağı ulusal savaşa kadar gider. Ulusal savaşta yene taraf, Türkiye Devleti’nin yeryüzünden kalkmasına karar verdi ve bunun için halifeyi, padişahı ve ulemasını araç olarak kullandılar… Ulema toplandı. Şeyhülislam bunların başına geçti. ‘Anadolu’da Mücadele edenler kâfirdir’ fetvasını verdi. Huzurunuzda konuşmak şerefine eren bu arkadaşınız onların içinden seçilen beş-altı idam mahkûmundan birisidir. Halifenin Şeyhülislam Dürri Efendi’nin fetvası ile… Yunan uçakları her gün avuç avuç Şeyhülislam Dürri Efendi’nin fetvasını bizim saflarımıza atardı. Ne derlerdi bunlar? ‘Anadolu’da ülkeyi kurtaracağız diye mücadele edenler arabozucudurlar. Bu adamlar, kâfirdirler” (Kalkanoğlu 1992: 163; Aydemir 1999: 109).

91

Oğlu Erdal İnönü’ye genç bir subayken laiklik anlayışının nasıl olması gerektiği üzerine kafa yoran İnönü, gençken din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmaması gerektiğini, din ile devlet işlerinin beraber götürülebileceğini düşünürmüş. İnönü’ye göre, Kurtuluş mücadelesi sürecinde yaşanan siyasal gelişmeler, din ulemasına devlet işlerinde ortaklık tanımanın yanlış olduğunu göstermiştir. Yapılması gereken, din devlet işlerini tamamen birbirinden ayırmaktır. Cumhuriyetin laiklik anlayışına türlü sıkıntılarla gelindiğinden bahseden İnönü, din adamlarına devlet işlerinde otaklık tanındığı takdirde doğru ile yanlışın karışacağını ve bu durumunda devletin güvenliğini zedeleyeceğini söyler (İnönü, 1998: 234). İki farklı kutup olan din ile devlet ilişkileri ayrı olmalıdır.

Babası ile ilgili hatıralarında Erdal İnönü, babasının din istismarından hiç taviz vermediğinden bahseder. İnönü; “Çok partili düzene geçildikten sonra, siyasal parti başkanlarının meydan konuşmalarında vatandaşların din duygularına sık sık hitap ettiklerini herkesten daha iyi Müslüman olduklarını anlatmaya çalıştıklarını gördük. Bu din istismarı akımına babam hiç ödün vermedi. Hep anlatılır, kendisinden ‘aman paşam Allah’ın adını anmayı ihmal etmeyin’ dileğinde bulunan yerel politikacılara ‘işte konuşmanın sonunda vatandaşlarıma Allah ısmarladık dedim’ şeklinde yanıt verirdi. Bir hayli oy kaybetme pahasına bu konuda hiç ödün vermeyen davranışının nedenlerini… şöyle anlatırdı; Din istismarı edebiyatını ben herkesten iyi bilirim. Biz, zaten o ortamda büyüdük. Ama ben de bir defa bu yola girersem, bu yarışı istesek de durduramayız. Kimse başkalarının altında kalmak istemez. Sonunda laiklik elden gider” (İnönü, 1998: 235).

Kazım Karabekir ile İnönü arasında geçen şu diyalog, İnönü’nün politikalarını ve dine karşı tavrını ifa etmektedir: Karabekir Paşa, 1923 yılında Ankara’nın Keçiören semtinde, “Kubbeli Köşk” diye bilinen bir küçük köşkte oturmaktadır. 19 Ağustos 1923 günü Mustafa Kemal, Lâtife Hanım ve İsmet Paşa bu köşke yemeğe gelirler. Yemekte çıkan tartışmada İsmet Paşa bir inkılâp hamlesi teklif eder ve der ki; hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılâbı yapmazsak hiçbir zaman yapamayız… İnönü üç maddelik program önerisinde bulunur; İslâmlık terakkiye manidir, Arap oğlunun yavelerini Türklere öğretmeli, Hocaları toptan kaldırmalıdır (Mumcu, 1993: 97-98). Bundan dolayı, böylesi bir bakış açısının ürünü

92

olan, İnönü’nün asıl yapıcılarından biri olduğu Cumhuriyet inkılâplarının nerdeyse tamamı, doğrudan veya dolaylı, dinle bağlantılıdır (Kara, 2000: 33).

İnönü’nün politik ve dini tutumun oluşmasında içinde bulunduğu dönem ve şartlar etrafında oluşan algının etkisi yadsınamaz. Osmanlının gerilemesinin nedeni olarak mevcut din anlayışının görülmesi ve İslam’ın yaşanma şekli yönelik algı İnönü döneminin din politikasını belirleyen parametrelerdendir (Özcan, 2015: 151). Dönemin gazetecisi Ziyad Ebuzziya’ya göre ismet Paşa’nın laiklik yobazıdır ve dinin zararlı olduğuna inanmaktadır. Bunun nedeni ikinci cihan harbinde Araplardan görülen muamelenin etkisi olabilir (Gerger, 1991: 44) Bu bağlam da Atatürk ve İsmet İnönü’nün içinde bulunduğu Batıcı cenaha göre, siyasal çöküşün nedeni, hurafeler ve batıl inançlardan oluşan bir din, gözü ahirete dönük toplumsal yapı ve kaderi ön plana çıkaran zihniyettir (Kara, 2001: 193). Her ne kadar milli mücadele boyunca Kemalistlerle din arasındaki zoraki bir nikâh yapılmış olsalar da, bu uzun sürmeyecekti. Çünkü din, iktidar seçkinlerinin yapacakları reformlar için engel çıkarma ihtimali vardı (Aydın, 2001: 349).

Yukarıda görüleceği üzere kuşatıcı laiklik, siyasalın ve ideolojinin toplumu tayin etmesini savunur. İnönü döneminde ideolojik laiklik toplumun sınırlarını belirlemiştir. Hayat, laiklik tarafından kuşatılmış vaziyettedir. Bu durum, metazoriyi ve baskıyı da beraberinde getirmiştir. Fransız laikliği en kaba haliyle bu dönemde kendini göstermiştir. Bu durum hem laikliğin dinsizlik olarak anlaşılmasına neden olmuş hem de CHP’nin din politikalarının baskıcı bir özellik kazanmasına neden olmuştur.