• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN DİN POLİTİKALARI

2.2. Mustafa Kemal Atatürk Dönemi CHP’nin Din Politikaları

2.2.2. Atatürk ve Kurucu Laiklik

Atatürk dönemi laiklik politikaları hakkında etraflıca düşündüğümüz zaman karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır. Toplumsal, siyasal ve kültürel kimliğin merkezine yerleştirilen laiklik ilkesi; yeni siyasal gerçekliğin hüviyetini belirleyen, eylemlere meşruiyet kazandıran, toplumsal ve siyasalı dizayn eden bir ideolojik merkezdir. Atatürk dönemi din politikalarının güzergâhlarının genel olarak şöyle olduğu söylenebilir; Cumhuriyet, Osmanlı sonrası kurulan bir gerçekliktir. Bu yeni durum, kimliğini laik olarak kabul eden ve sınırlarını kendisinin ve kendi modernlik anlayışının belirlediği bir siyasal durum icat etmeye çalışmıştır. Yeni siyasallık, bir taraftan devri sabıkı çağrıştıran İslam’ı kamusal hayattan tasfiye ederek vicdana ait bir moraliteye dönüştürmüş, bir taraftan da bu gerçekliğe uygun toplumsal kurumlar inşa etmiştir. Erken cumhuriyet döneminde din politikalarını belirleyen ilke olan laiklik, kurucu ilke olma özelliği taşımaktadır. Yaşanan köklü değişim ile beraber, reddedilen din, önce modernize edilerek ıslah edilmiş ardından da toplumsal ethos için seferber edilmiştir.

58

Türk siyasi ve sosyal tarihi içinde oldukça ayırt edici bir konumda bulunan ve altı ok tarafından oluşturulan Kemalist ideoloji içerisinde laiklik, yeni devletin kimliğini veya şeklini oluşturan ve din politikalarını belirleyen ana ilke olduğu belirtilmelidir. Devletin kuruluşundaki hâkim ilke olmasının (Konyar, 1993: 299) yanı sıra ortaya çıkan her inkılâp ya da devrim adımının belirleyici ilkesi olma özelliğini taşıyan (Özek, 1982: 483) laiklik, meşrulaştırım ilkesine dönüşmüştür. Temel hedef de, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak birinin bir diğerinin alanına girmesine engel olmaktır. Bu gaye içinde din, siyasal, toplumsal ve kültürel alanlarda belirleyici olma özelliğini kaybetmelidir. Sadece bireysel inanç ve ibadet konuları ile sınırlandırılan din, milliyetçilik ile çerçevelenerek, Kemalist kadro tarafından daha modern bir anlama büründürülmüştür (1993: 408).

Bu bağlamda Atatürk’ün düşünce sisteminde laiklik şu anlama gelir; din; toplumsal, siyasal, ekonomik kurum ve kuralları belirleyen bir ilke olmaktan çıkarılmalıdır. “Kemalist laiklik politikasının temeli; ‘fertleri mütefekkir kılmak’, boş inançları yok etmek ve yeni toplumun temeli olarak düşünülen ‘müsbet ve tecrübî ilim’ anlayışını geçerli kılmaktır (Ozankaya, 1990:168-169). Mustafa Kemal’in, neredeyse ‘şapkasından çıkardığı bir kuş’ olarak nitelendiren laiklik, muhalifler tarafından İslam’a indirilen bir darbe olarak nitelendirilmiştir (Gencer, 2000: 151). Çünkü din, laiklik ilkesi üzerinden estetize edilmeye çalışılmıştır.

Bununla beraber, Kemalist seçkinlerin en temel korkularından birisi, devlet yönetiminde dinin etkili olması endişesidir. Kemalizm’in temel ilkeleri arasında önemli bir ağırlığa sahip olan laiklik, dini hareketler, örgütler ve partiler üzerinde devlet egemenliğini kurmayı hedefleyen uygulamaların meşruiyet kaynağıdır. Bununla beraber, Kemalist seçkinler için din, irtica ile eş anlamlı olduğu vurgulanmalıdır (Toprak, 2003: 237). İslam’ın sahip olduğu muhalif dil, iktidar seçkinlerini endişelendirmiştir. Bundan dolayı laikliğe referansla din kontrol ve gözetim altında tutulmaya çalışılmıştır.

Tek parti dönemi baskıcı laiklik uygulamalarının önemi ve farkı şuradan kaynaklanır; Erken Cumhuriyet döneminde, Kemalist toplum projesinin temel ilkesi olan (Kocaoğlu, 2007: 1297-1307) laiklik; “Seküler dünya görüşüne adeta bir misyon duygusuyla bağlanmış olan tek-parti dönemi siyasal seçkinleri, laikliği bir toplumsal uzlaşma ve

59

barış aracı olmaktan çok, topluma her türlü dini duyarlılık tezahürden arındırılmış bir biçim verme politikası olarak görmüşlerdir” (Erdoğan, 2000: 309).

Ancak konun zorluğu, İslamiyet’in, din ile dünyanın veya devletin iç içe geçmesi esasına dayanan bir din olmasından kaynaklanır. Bundan dolayı, İslam dininin egemen olduğu bir toplumda laiklik ilkesinin kabul görmesi öncelikle dinin devlet tarafından denetim ve kontrol altına alınmasına bağlıdır. Ardından da din devlet veya din dünya birlikteliğinin ayrıştırılması ile beraber dinin kurumsal gücünü yok edilmeye çalışıldığı söylenebilir. Dolayısıyla laiklik ilkesi, öncelikle din ile devletin ayrılmasına değil, dinin devlet tarafından denetlenmesi ve kontrol altına alınması anlamına gelir (Davison 2002: 306). Çünkü Kemalist perspektife göre laiklik, din ile siyasetin arasına aşılmaz duvarlar örmekten öte, sosyal hayat din ile olan münasebetinin koparılmasıdır. Laiklik; sosyal hayatı dinden izole etmeyi ve zamanın, hayatın, müspet bilimin verilerine uyarlamayı hedefler” (Sitembölükbaşı, 1995: 50).

Dinin, insan ve toplum üzerindeki otoritesi azaltılmaya çalışılırken, artık dini kurumların işlevini kaybettiği vurgusu da piyasaya sürülmüştür. Atatürk’e göre Hilafet makamının hiç bir önemi kalmamıştır; “Halife ve bütün cihan kat’i olarak bilmelidir ki, Halife Makamının ne din, ne siyaset bakımından hiçbir mana ve hikmeti yoktur”(Belen, 1968: 77). Bunun siyasal anlamı şudur; Cumhuriyet reformlarının en önemli yönü, siyasal gücün kaynağı artık İslam hukuku değildir; aksine ulusun egemenliğine gücün merkezine taşınmıştır. Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması bu amaca hizmet etmiştir. Yine bu bağlamda siyasal alanda, parti programlarında dine veya din özgürlüklerine atıf yapan, yer veren partiler kapatılmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması en açık örnektir (Zurcher: 2003).

Türkiye’de İslam, diğer İslam ülkelerin aksine, “sadece” laik rejimin arka planında yer almaktadır. 1923 yılında Kemalist özellikler taşıyan yeni Cumhuriyeti kuruluşu ile beraber İslam siyasi ve kamusal alanda ayrıcalıklı statüsünü kaybetmiştir. İslamın kamusal alandaki ayrıcalıklı halini kaybettiren değişiklik, Kemalist güçlerin Batı tarzda bir rejim kurmak için din ile devlet işlerinin ayrılması yani laiklik ilkesinin kabul edilmesidir; en dramatik ve güçlü bir adım budur. Saltanatın kaldırılması, hilafetin ilgası, laik karakterli İsviçre hukukunun benimsenmesi, dini mahkemelerin ve 1937 yılında anayasal bir değişiklikle laikliğin benimsenmesi ile beraber siyasal sistem yeni

60

hüviyetine kavuşmuştur (Kanra, 2005: 526). Çünkü halifeliğin kaldırılması ile beraber yeni siyasal yapının ve toplumun laikliğe doğru yönelişi hızlanmıştır. Halifeliğin kaldırılması ile beraber Mustafa Kemal, 1919-1921 arasında savunmak zorunda kaldığı İslamcı monarşik devlet anlayışından kesin bir biçimde ayrılmıştır (Kapat 1996: 44). Böylece Kemalist seçkinler, İslam ile devlet otoritesi arasında bin yıldan fazla süregelen tortulaşmış ilişkiyi tasfiye etmiştir (Sayyid, 2000: 92).

Bu bağlamda Atatürk’ün dünyasında laikliğin önemli bir özelliği de devletin resmi bir dininin bulunmamasıdır. Vicdani bir değere dönüştürülen din, dünya işlerinden uzaklaştırılır. “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür” (İnan, 1969: 352). “Türk milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur bir devlettir. Türk Devleti lâiktir. Her reşit dinini seçmekte serbesttir” (İnan, 1969: 352).

Kemalist laiklik, bireyin toplumsallaşma sürecine müdahaleler içerir. Hurafelere karsı savaş açan Türk laikliği, pozitivist bir toplum tasavvur etmiştir. Atatürk de konuşmasında hurafelere karsı hep bir gerçek İslam anlayışından söz etmiştir. Laiklik, dinin devletten ayrılması ile sınırlı kalmamış; aksine dini kontrol ve denetim altına almaya dönük işlev kazanmıştır. Ancak Tunçay göre, bu durum Atatürk’ün pek de arzu ettiği bir durum değildir. 1930’lu yılların ortalarında Atatürk, bu rahatsızlığını şöyle dile getirmiştir: “Bugünkü manzara aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır (…) Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir” (Okyar, 1980: 59) Bu itiraf ile Atatürk, laikliğin baskıcı taraflarını ifşa eder niteliktedir.