• Sonuç bulunamadı

A. Kara İmparatorlukları

Kara imparatorlukları emperyal yayılımlarını teritoryal alanlar üzerinden gerçekleştirmektedirler. Deniz güçleri ve donanmaları olmayan ya da sınırlı olan bu imparatorlukların kara ordularının kapasitesi ve emperyal yayılım hızı dikkat çekicidir. Genellikle kıtasal alanlar içinde yayılımları öne çıkmaktadır. Kara imparatorlukları antik dönemlerden bugüne büyük bir etki yaratmıştır. Yaklaşık 4000 yıl önce Güney Batı Asya ‘da kurulan ilk büyük siyasi birimler Akadlı Sargon ve Hammurabi gibi güçlü hükümdarların devletleri imparatorluklar olarak adlandırılmıştır. Kara imparatorluklarının temel politikaları fetih ve yabancı bölgelere boyun eğdirme olmuştur. Ancak kara imparatorluklarının en zayıf yönü aşırı emperyal yayılımdır. İmparatorluk sürekli suretle genişleme eğilimindedir ve bunun kontrol edilmediği noktada çöküş başlamaktadır.

Kara imparatorlukları, aktif ve pasif yayılmacı örnekler olarak ikiye ayrılabilir. Aktif- pasif ayrımı, kara imparatorluklarının emperyal yayılım alanı ve itici güç olarak iktidar arayışının sonucudur. Burada aktif ve pasif ayrımımızı daha çok bir imparatorluğun savaşçı ya da yayılmacı özellikleri ile sömürge anlayışının içselleştirilmesi üzerinden okuyabiliriz. Bu kategori içerisinde pek çok örnek

73

konabilir; ancak biz özellikle pasif ve aktif yayılmacı imparatorluklar üzerinde öne çıkan belli imparatorluk örneklerine odaklanacağız.

1. Aktif-Yayılmacı Kara İmparatorlukları

Aktif yayılmacı imparatorluklar açısından temel motivasyon yayılmacılığın düzenli şekilde gerçekleşmesidir. Yani küçük bir devletten başlamak sureti ile küre-egemen hedefler ya da en azından kendi bölgesinden yola çıkarak kıta-küre-egemen amaçlar ile hareket etmesidir. Bu yayılma her dönemde, benzer araçlar ile uygulanmaktadır ki, bu araçlar askeri, siyasi, iktisadi ve kültürel boyutta yani imparatorlukların yapısal özelliklerinin muntazam kullanımı ve yayılımı ile gerçekleşmektedir. Kara imparatorlukları genel olarak yarattıkları sosyokültürel alanlarda açık sistem ağları ile imparatorluklar hızlı bir bilgi, teknoloji, sosyalleşme ilişkileri kurabilir. Bu kategori içerisinde Asur İmparatorluğu, Ahamenniş İmparatorluğu, Part İmparatorluğu gibi antik imparatorluk örneklerinin yanı sıra Moğol İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu gibi dünya tarihinde belirleyici örnekler öne çıkmaktadır. Bu başlık kapsamında Roma ve Moğol İmparatorlukları bizim örneklerimiz olacaktır.

Aktif yayılmacı kara imparatorluğuna verilecek ilk örnek Roma İmparatorluğu’dur. Roma İmparatorluğu M.Ö 27 yılından, M.S 476 yılında çöküşüne kadar dünyanın en büyük imparatorluklarından biri olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun temelinde, Yunan tarzı yurttaşlığın ve Makedonya tarzı militarizmin harmanlanması yer alır. Bu açıdan Roma İmparatorluğu, Antik dünyadan başlayan tarihi ile en dinamik emperyalist devlet örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. M.Ö. V. ve IV. yüzyıllarda Romalılar, İtalya Yarımadasını ele geçirmesinin ardından, Batı Akdeniz’in kontrolünü de dönemin güçlü devletlerinden biri olan Kartaca devleti ile girdiği savaş sonrasında sağlamıştır. M.Ö. II. yüzyılda, Yunanistan’ı almak için Makedonya Krallığı ile iki büyük savaş gerçekleştirmiş, bu savaşlar ise Roma’nın askerî birikim sürecini beslemiştir. Öte yandan, yenilen devletlerin yönetici sınıfları Romalılaştırılmış ve Roma yurttaşlığına kabul edilerek

74

Roma kültürünü benimsemeleri sağlanmıştır. Ayrıca yöneticilere gelecekteki Roma fetihlerinden pay da teklif edilmiştir. Bu sayede Roma hem isyanları önlemiş hem de lejyonlarına yenilerini katmıştır. 143 Roma örneği bizim açımızdan bu bölümün omurgasını oluşturan örnektir. Çünkü Roma İmparatorluğu, savaş ve kan ile yürüttüğü yayılma politikasında yurttaşlık ayrıcalığı ile kitleleri kendine çekme başarısını sağlamıştır. Yüzyıllar içerisinde durmadan yayılan devasa bir imparatorluk halini alan Roma İmparatorluğu sadece askeri değil, kültürel, sosyal ve hukuki rolü ile de büyük bir etki alanı yaratarak kendi kültürünün kökleşmesini sağlamıştır.

Roma İmparatorluğu’nu diğer imparatorluklardan ayıran en büyük özelliklerinden biri, yönetimi altındaki bölgelerde sağladığı hukuk tekliği ve savunmada yarattığı ortaklığıdır. Öte yandan imparatorluk yarattığı uygarlık düzeyini beş yüz yıl boyunca sürdürmüş ve büyük bir cazibe merkezi olmuştur. 144 Bu açıdan Roma İmparatorluğu, tüm halklara karşı görece hoşgörülü bir politika benimseyerek, Antik Yunan’da kent-devletlerinde yaşanan etnik bölünmenin sıklıkla savaşa yol açan kırgınlıklardan uzak kalmıştır. Nisbi hoşgörü politikası ile farklı etnik gruplar siyasi birimlerin belli kademelerinde yer alma imkânı da elde etmiştir. Örneğin İmparator Gaudius’un Roma Senatosuna yaptığı konuşmada, Galyalı kabilesinin kamu görevine getirilebileceklerine ilişkin ifadeleri önemlidir:145

“Sparta ve Atina’nın çöküşü, yabancı olarak fetheden küçümsemesinden başka ne oldu? Fakat kurucumuz Romulus’un bilgeliği, bir insan ile bir gün içerisinde bir hem savaşma hem de onu vatandaşlığa geçirme olmuştur! Bizler kral olarak yabancı olduk; … bütün savaşlarımızı incelerseniz, hiçbiri Galyalılara kıyasla daha kısa sürede bitmedi; O andan itibaren sürekli ve sadık bir barış oldu. … Gelenek, kültür ve evlilik bağları onları bizimle bağladı, onlara altınları ve zenginliklerini ayrı tutmak yerine getirmelerine izin verin…”

İmparator Gaudius’un konuşması karşısında senato ikna olmuştur. Ancak bu konuşma içinde en önemli noktalardan biri hoşgörü politikasının nedenlerinden birinin Roma’nın genişlemesindeki zenginlik arayışıdır. Roma İmparatorluğu savaşçı bir politikanın yanı sıra yurttaşlık ile birlikte kendi çekim alanını yaratarak

143 Faulkner, s. 71-72.

144 Henry A. Kissinger, Dünya Düzeni, Çeviren: Sinem Sultan Gül, İstanbul: Boyner Yayınları, 2014, s. 23.

145 Chua, s. 33.

75

imparatorluk içinde zenginleşmeyi de bir anlamda taahhüt altına almakta idi. Ayrıca Chua, Roma İmparatorluğu’nun hoşgörü için yeni bir standart belirlediğine dikkat çeker. Bahsettiğimiz gibi her etnik grup kendini özgürce bu imparatorluk içerisinde ifade edebilmekteydi. Bu noktada Chua 1790 yılına bir atıf yaparak, ABD Yüksek Mahkemesi yargıcı James Wilson, 1790’da dile getirdiği, “Romalıların tüm dünyaya yayılmalarından ziyade, dünya sakinlerinin Romalıların üzerine yığıldığı söylenebilir.” ifadesine yer vermiştir.146 Bu imparatorluğun çekim alanının gücü ile alakalıdır.

Öte yandan pek çok imparatorlukta olduğu gibi, Roma’nın gelir kaynakları fetihler ile doğrudan bağlantılıdır. M.Ö. 200’lerden başlayarak yaklaşık 150 yıl boyunca Roma’nın devlet gelirlerinin büyük kısmı, Akdeniz’in doğusundaki zengin yörelerin fethinden gelmekteydi. Roma İmparatorluğu’nda savaş olgusu coğrafi yayılımın yanı sıra yağma ve çapul açısından da önemli olmuştur. İmparatorluk bu sayede mal ve köle gücüne bağımlı hale getirmiştir. Bu bağımlılığın bir sonucu olarak yeni fethedilen yerler müttefike dönüştürülmekten ziyade nakdi olarak haraç ödeyen kâr alanları halini almıştır. Ayrıca fetihlere bağlı artan zenginlik, küçük bir tarım devletiyken kurulmuş olan çok zayıf Roma kurumları üzerinde muazzam bir baskı yaratmaya başlamıştır.147 Bu baskıya bağlı olarak bürokratik ağlarını ve kurumlar arası idareyi sağlamada güçlük çeken Roma’nın yıkımı da büyük olmuştur. Bu açıdan aktif yayılmacı imparatorluklar yayıldıkları bölgelerde silinmesi zor etkiler bırakmıştır. Bu örneklerden en önemlisi Avrupa tarihinde görülebilir. Roma İmparatorluğu’ndan bu yana Avrupa bağlamında geliştirdiği gibi imparatorluğun kelime hazinesi, onu izleyen rejimler için Roma’nın mirasının önemini yeterince açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Charlemagne’den Britanya emperyalizmine, modern İtalyan faşizmine uzanan süreçte Roma’nın ve Roma İmparatorlarının dili ve sembolleri pek çok emperyal güç tarafından örnek alınmıştır.148

146 Chua, s. 33.

147 Ponting, s. 223.

148 J. S. Richardson, “Imperium Romanum: Empire and the Language of Power” The Journal of Roman Studies, Vol. 81, 1991, s. 1-9.

76

Her ne kadar Roma İmparatorluğu’nun ardıl devletleri imparatorluk söylemlerine meşru bir zemin sağlama amacı ile Roma’ya atıfta bulunmuşlarsa da Roma tarzı bir aktif yayılmacılık örneği ortaya koyamamışlardır. Roma İmparatorluğu öncesinde karşımıza çıkan Ahameniş Pers149 İmparatorluğu, tarihteki ilk dünya-egemen iktidar olmasıyla birlikte Roma İmparatorluğu’nun aksine kapsayıcı bir siyasi kimliğe sahip olmamıştır. Çünkü askeri güç dil ya da kültür olmadan imparatorluğu birbirine bağlamada tek başına yeterli değildir.

Nitekim Ahameniş İmparatorluğunda yaşanan isyanlar bunun bir göstergesidir.

M.Ö. 500’lerden itibaren İyonya bölgesindeki halkın isyana başlamasının ardından yaşanan Maraton ve Pers Savaşları Yunanistan karşısında önemli bir imparatorluk örneği olan Ahameniş ‘in gerilmesine ve M.Ö. 330 dolaylarında çökmesine neden olmuştur.

Aktif yayılmacı kara imparatorluklarına bir başka örnek, Avrasya steplerinde güçlenen Moğol İmparatorluğu’dur. Bu imparatorluk, Roma İmparatorluğu’nun yayılma hızını katlayan bir şekilde tarih sahnesine çıkmıştır. Ancak Moğolların Roma ya da Çin gibi siyasi ve bürokratik yapı eksikliği imparatorluğun en büyük zaaflarından biri olmuştur. Hızlı yayılım hızlı çöküşü de bir anlamda beraberinde getirmiştir.

Genel olarak, Avrasya bölgesindeki erken devletler siyasi ve iktisadi açılardan çok kırılgan bir yapıda olmuştur. Bölgede siyaset, cumhuriyetçi Roma’da olduğu gibi temelde iktidar, varsıllık ve etki elde etmek amacıyla çeşitli seçkin aileler arasındaki mücadele ile şekillenmiştir. Bu bağlamda var olan iktidar, özel ve kişisel bir yapı içinde sürdürülmüştür. Avrasya coğrafyasının gerek fiziki özelliği gerekse de bölge halklarını yaşam şekilleri, devlet geleneklerinin de uzun ömürlü olmasını engellemiştir.150 Ayrıca bölgedeki en önemli geleneklerden biri olan hükümdarların

149 Pers kelimesi Farsça cennet anlamını taşımaktadır. İngilizce paradise kelimesi de kökünü buradan almaktadır. Eski Farsça bu kelime, Yunanlıların paradeisos olarak atıfta bulunduğu 559 ila 330 yıllarında hüküm süren güçlü Pers İmparatorluğu’nun Kralı Achaemenids’in muhteşem kraliyet parklarına ve zevk bahçelerine atıfta bulunmak için kullanılmıştır. (Akt: Chua, s.3). Ahameniş İmparatorluğu’na dair daha fazla bilgi için bkz. Johannes Haubold, “The Achaemenid Empire And The Sea” Mediterranean Historical Review, Vol. 27, No. 1, June 2012, s. 5–24.

150 M.Ö. 3200 ‘de atın ehlileştirilmesi ile Avrasya uygarlıkları, Ukrayna’dan, Baykal Gölü yöresine olduğu kadar, Moğolistan ‘dan Amur Nehri’ne kadar uzanan bölgede geniş alanlara yayılma ve bu alanlarda iklimin nimetlerinden yararlanma fırsatı yakalamışlarıdır. Bu açıdan Avrasya uygarlıkları;

77

aile fertlerini sarayda rehine olarak tutmak gibi yöntemleri de güçlü aile fertleri üzerinde baskıcı bir rol oynamıştır. 151 Ancak bu yöntem Moğol İmparatorluğunun kuruluşu sonrasında küresel alanda yarattığı etki açısından düşünüldüğünde farklı bir sonuç doğurmuştur.

Büyük Hun Devleti’nin yıkılmasının ardından Asya bölgesinde yaşanan siyasi güç boşluğunu III. yüzyılın başlarından VI. yüzyılın ortalarına kadar Moğol asıllı Hsien-pi ve Juan-juanlar kabileleri doldurulmuştur. Moğol adı, ilk defa VII.

yüzyılda Çin’de T’ang sülalesi resmi tarihleri Chiu T’ang-shu ve Hsin T’angshu’da

"Memg-wu" ve "Memg-wa" şeklinde Proto-Moğol Shih-wei kabile grupları arasında geçmektedir. Kaynaklarda küçük ve önemsiz olarak görülen bu kabilenin, devlet ve hanedan adı olarak kullanılması ise Timuçin (Cengiz Han)152 zamanında gerçekleşmiştir.153

1206 yılında Timuçin Onon kıyısında toplanan Kurultay’da “Şutu Bogdo Çingis Han” (Tanrısal Cengiz Han) adını almıştır. Şüphesiz Cengiz Han adının anlamını karşılayan liderlik vasıflarına sahip olmuştur. Öncelikle birbirleri ile savaşan kabileleri birleştirmiş, ardından da 1207 yılında Sarı Irmak kıyısındaki Tangutlar’a karşı zafer kazanmış, ardından büyük bir hızla Kuzey Çin, Çungaristan, Doğu-Türkistan, Orta-Asya, İran, Kafkasya ve bütün Güney Rusya’ya yönelmiştir.

Cengiz Han 1227 yılında ölümüne kadar Hindistan ve Çin’in iç bölgelerine kadar imparatorluğunu yaymıştır. Moğolların en önemli özelliği hızlı yayılma güçlerinin yanı sıra, oluşturdukları haberleşme teşkilatlanması ile de bölgeler arası bilgi alışverişini sağlamak olmuştur. Dolayısıyla iyi ata binen ve iyi bir haberleşme ağına Güneybatı Asya’da başlayıp Hindistan üzerinden Çin’ e kadar uzanan yerleşik toplumlar bölgesinde halklar yaklaşık XX. Yüzyılın başlarına kadar çiftçiliğe geçişte başarısız olmuşlardır (Ponting, s. 134).

Göçebe hayat, bölge uygarlıklarının imparatorluklarının güçlenmesinin önündeki en önemli engel olmuştur.

151 Ponting, s. 127-128.

152 Cengiz Han’ın yaşamı mitler ile şekillenen bir tarihtir. “…çocukluk dönemi … atalarının, Borte, Çine ve Koa Maral’ın, Türklerin bozkır halkların simgesi olarak kabul ettikleri mavi bir kurt ile kula bir dişi geyiğin birleşmesine, daha soma da yurdun üst ucundaki açıklıktan, duman deliğinden gecen bir güneş ışığından gebe kalan Alan-Hoa (Alan Koa, Alankoa) adındaki bir kadına dayanmaktadır.”

Ancak Paul Poux bu mitin Altay halklarında da benzer olduğuna özellikle dikkat çekmektedir (Paul Le Roux, Roma İmparatorluğu, Çev. İsmail Yerguz. İstanbul: Dost Kitabevi Yayınları, 2006, s.

271.)

153 Osman Gazi Özgüdenli “Moğol”, İslam Ansiklopedisi Cilt 30: Mısra - Muhammedıyye, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2005, s. 225.

78

sahip olan Moğolların hızla Avrasya bölgesinden yayılması şaşırtıcı değildir. Cengiz Han askeri hedeflerine gerçekleştirme adına iki önemli adım atmıştır; (i) drakonik kanunların154 yürürlüğe konulması, (ii) toplumla orduyu birleştirerek devlete tam bir askeri özellik yüklemesidir.155

Moğol İmparatorluğu, yayıldığı alan itibarıyla tarihin en büyük imparatorluklarından biridir. Yaklaşık 24 milyon kilometrekarelik Moğol İmparatorluğunu (Bkz. Grafik 4) kıyaslayabileceğimiz tek büyük imparatorluk şüphesiz en parlak döneminde 35 milyon kilometrekareyi bulan Britanya İmparatorluğudur. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta Britanya’nın denizleri de kapsayan yayılma alanına karşılık, Moğol imparatorluğu Avrasya’da bir kara imparatorluğuydu.156 Moğol İmparatorluğu kara imparatorluğu olmasının yanı sıra tıpkı Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi küresel alanda büyük kaynaşmanın da önünü açmıştır. Moğol İmparatorluğu XIII. yüzyıl dünyasının en büyük gelişmesi olmakla birlikte etkisi de önemlidir. 1245 yılında ekümenik Lyon Konsili’nde Papa IV. Innocentius Moğolları önemli bir aktör olarak dile getirirken, dönemin Fransa ve İngiltere kralları Moğol imparatorları ile mektuplaşmaktaydı.157 Yine gezginlere yeni fikriler aşılayacak olan Marco Polo’nun bu imparatorluğu ziyareti, sonraki yıllarda gerçekleşecek deniz aşırı seferlerinde temel güdüsünü sağlayan önemli bir ayrıntı olarak düşünülebilir.

154 Drakonik Kanunlara İlişkin olarak Alinge şunları aktarmaktadır:

“Kanunun, adı geçen ana fikrine uygun olarak yasa’da, ordunun ve önderlerinin teşkilât ve disiplini oldukça geniş bir yer almaktadır. …ordunun tecrübe edilmiş olan esas ayrımı, onlu, yüzlü ve binli birlikler, kanunla da tespit edilmiştir. 23/ 24 numaralı fragmentlerde de ordu komutanlarının başkomutanla münasebetleri hükme bağlanmıştır: yalnız Başkomutanın emrine uyruk olmak ve ona kayıtsız şartsız itaat etmek önemli esaslar olarak tespit edilmiş ve buna aykırı hareketin, ölüm cezası ile tehdit edilmesiyle de bu esasların üstün önemine bilhassa işaret edilmiştir. “ (Curt Alinge, Moğol Kanunları, Çev. Coşkun Üçok, Ankara: Sevinç Matbaası, 1967, s. 47-48. )

155 Alinge, s. 1-7.

156 Münkler, s. 17.

157 Roux, s. 267.

79 Grafik 4 Moğol İmparatorluğunun Genişlemesi

Kaynak: Rein Taagepera, “Expansion and Contraction Patterns of Large Polities: Context for Russia”, International Studies Quarterly, Vol. 41, No. 3 (September, 1997), ss. 475-504

Münkler’in deyişiyle “bozkır imparatorlukları” çok geniş bir alana sahip olmakla birlikte, Asya içlerindeki bozkırların atlı göçebeleri olarak düzenli bir siyasi ve ekonomik gelişimden yoksun görünmektedirler. 158 Ancak durum yukarıda da belirttiğimiz gibi, o kadar basit değildir. Moğol İmparatorluğu uzun süreli güçlü bir merkezîleşme sağlayamamış olsa da Avrasya imparatorlukları açısından büyük bir örnek, Avrupa tarihi açısından da büyük bir itici güç olmuştur. Dönemin en güçlü imparatorluğu olarak Avrupa ve Asya’da kendisine karşı duracak alternatif güç olmaması (ki Çin ve İran’a düzenlediği seferler ile buradaki büyük güçleri de yenmiştir) karşımıza karasal gücün aslında içe kapanık olmadığını da göstermektedir.

Öte yandan Cengiz Han’ın imparatorluğun kuruluşundaki yeri elbette askeri noktada önemli olmakla birlikte, modern standartlarda bile çağdaş yöneticilerle kıyaslandığında dinsel ve etnik farklılıklar konusunda dikkate değer derecede hoşgörülü politikalar izlediği görülmektedir. Avrupa’nın Orta Çağ dünyasının aksine, Cengiz Han dini özgürlüğü ve etnik çeşitliliği hoş görmüştür. Ayrıca bozkır halkını bölen ve bütün fethedilen halklarının en yetenekli ve yararlı şahsiyetlerini kendi hizmetine çeken kabile zihniyetine de son vermiştir. İki kuşak sonra torunları Mongke, Hülagu ve Kubilay da aynı stratejiyi takip etmişler ve sonuçta şimdiye kadar var olan en büyük imparatorluklardan birini kontrol etmişlerdir. Evrensel hedefleri olan imparatorluklar bu amaçları için belli adımlar atarlar ki Moğollar da

158 Münkler, s. 93.

80

bunun bir örneğini ortaya koymuştur. Kubilay’ın İmparatorluğu döneminde Çin’den Karadeniz’e uzanan Moğol İmparatorluğu Pax-Mongolorum fikri ile hareket etmiştir.

Yine bu dönemde Hıristiyanlık, İslâm, Konfüçyüs, Maniheizm ve Yahudilik gibi farklı dinlere de hoşgörülü yaklaşılmıştır. Dolaysıyla tarihte, Moğolların “kana susamışlıklarından” çok daha fazlası vardır. Moğolların etnik ve dini hoşgörü politikası dünya hâkimiyetini kazanmasına ve sürdürmesine olanak sağlamıştır.159

Moğol İmparatorluğu hızlı bir yayılma süreci takip etmiştir. Burada zaman, mekân ve koşullar şüphesiz çok etkili olmuştur. Ancak belirtmemiz gerekir ki, Moğol İmparatorluğunun yarattığı egemenlik alanı içerisinde devlet yapılanmasının hiyerarşi temelli olması ve Türk devlet geleneği içinde de yer alan ikili yönetim sistemi ekseninde var olan gücün bölünmesi devletleri de hızla bölmekteydi. Tıpkı Doğu ve Batı Roma olarak ayrılan Roma İmparatorluğunun yaşadığı çöküş gibi.

Nitekim burada ele almamız gereken temel noktalardan biri de imparatorluğun aktif yayılım alanında yarattığı etkidir. Münkler, Roma ve Çin İmparatorluklarının yavaş genişlemesindeki nedeninin fethedilen bölgelerde gerçekleştirilen hukuki ve idari bütünleşme sürecine dikkat çekmiştir. Bu durum askeri bir devlet anlayışına sahip olan Moğol İmparatorluğu ya da Hunlar gibi siyasi yapılanmalarda güçlü değildir.

Her ne kadar Roma ve Moğolların çöküşleri farklı olsa da esas nokta iki imparatorluğun da yayılmalarının tıkanmasıdır. Bu durum Roma örneği açısından imparatorluğun uygarlaştırıcı gücünün tükenmesi olarak karşımıza çıkarken, Moğol imparatorluğu örneği açısından ise, askerî birliklerinin operasyon kapasitesinin zayıflaması olarak görülebilir.160

2. Pasif-Yayılmacı Kara İmparatorlukları

Pasif yayılmacı kara imparatorlukları, aktif yayılmacı kara imparatorluklarında olduğu gibi hızlı bir yayılma ve fetih politikasından ziyade,

159 Ancak eş zamanlı olarak da Moğollar savaşta tamamen acımasızdı. Erimiş gümüşü, düşmanlarının gözlerine ve kulaklarına döktüler. Hain kadınları, ağızlarını dikerek öldürdüler (Ayrıntılı bilgi için bkz: Amy Chua, Day of Empire: How Hyperpowers Rise to Global Dominance – and Why They Fall, New York: Doubleday Publishing, 2007)

160 Münkler, s. 98.

81

zaman içerisinde yavaş bir emperyal yayılımı gerçekleştirme hedefi ile hareket etmektedir. Pasif yayılmacı imparatorluk örnekleri daha çok mistik bir devlet sistemi anlayışı ile hareket eden ancak bununla birlikte emperyal yayılımı zamanla kültürel olarak gerçekleştiren örneklerdir. Hindistan, Çin, Bizans ve Habsburg161 imparatorlukları örnekleri bu açıdan en dikkat çekici olanlarıdır. Avrasya’da Çin ve Hindistan çok farklı kültürel kodlar ile ortaya çıkmışlarsa da bu farklı bölgeler arasındaki temas, ticaretle birlikte teknolojik ve fikri gelişmelerin, özellikle dini düşüncelerin taşınmasını sağlamıştır. Bölgede öne çıkan dinler arasında M.Ö. V.

yüzyılda ortaya çıkan Budizm, Brahmanizm’in birçok özelliğini korurken, Hinduizm’i de birçok açıdan etkilemiştir. Başta Hindistan olmak üzere Çin, Kore, Seylan, Burma, Tibet ve diğer Asya ülkelerine yayılan Hinduizm ve Budizm uzun yıllar boyunca iç içe geçtiği için, birlikte ele alınmaktadır.162

Çin ve Hindistan örnekleri imparatorluk gelişimi açısından siyasi birimleri eksenine büyük bir farka sahip iki örnektir. Çin 2200 yıllık geçmişinde siyasi düzende iç savaşlar istilalar ve çöküş dönemlerine karşın güçlü bir imparatorluk kurmayı başarmıştır. Buna karşılık Hindistan örneğine baktığımızda kısa dönemli birlik sağlama süreçleri ve imparatorluk döneminin araya girdiği küçük siyasi sistemler karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Hindistan, Çin’e benzer şekilde bir sosyal

Çin ve Hindistan örnekleri imparatorluk gelişimi açısından siyasi birimleri eksenine büyük bir farka sahip iki örnektir. Çin 2200 yıllık geçmişinde siyasi düzende iç savaşlar istilalar ve çöküş dönemlerine karşın güçlü bir imparatorluk kurmayı başarmıştır. Buna karşılık Hindistan örneğine baktığımızda kısa dönemli birlik sağlama süreçleri ve imparatorluk döneminin araya girdiği küçük siyasi sistemler karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Hindistan, Çin’e benzer şekilde bir sosyal