• Sonuç bulunamadı

Her savaş sonrasında olduğu gibi 1945’ten sonra da uluslararası alanda yeni bir düzen oluşmuştur. İmparatorluklar yerine bu kez büyük güçler sistemde yerlerini almışlardır. Savaş dönemi müttefikleri Truman, Churchill ve Stalin 1945 yılında Potsdam’da gerçekleşen son zirvede Almanya’yı işgal bölgelerine ayırmışlardır. Bu adım Almanya’nın yarattığı karmaşanın, gelecekte yenilenmemesi adına bir adım olarak görülebileceği gibi, yeni düzenin mantığını da ortaya koymuştur: Büyük

165

güçlerin paylaşımları sistemi şekillendirecektir. Yalta Düzeni daha ilk başta sistemde öne çıkacak yeni güçlerin ideolojik hegemonyası ile şekillenmiştir. Alman İmparatorluk girişimi Kıta Avrupa’sında kaybolurken, Japonya’nın imparatorluk girişimi de Asya’da büyük bir boşluk yaratarak kendi içine dönmüştür. Ayrıca geleneksel dünyanın büyük Avrupa imparatorlukları büyük bir iktisadi ve sosyal krizle karşı karşıya kalmıştır. XIX. yüzyılın büyük imparatorluğu Britanya ise yerini eski sömürgesi ABD’ye bırakmıştır. Böylece tam anlamıyla geleneksel ve modern imparatorluklar çağı sona ermiştir.

Güç dönüşümlerini tam anlamı ile sağlayan ABD ve SSCB’nin iki kutuplu hegemonik sistemle yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem her ne kadar iki kutuplu sistem olarak adlandırılsa da kimilerine göre 1990 yılına kadar Amerika’nın hegemon konumda olduğu bir sistem üzerine şekillenmiştir.348 Son noktada uluslararası alan keskin ideolojik kimliklerin şekillendiği büyük güçlerin alanı haline gelmiştir. Geleneksel dünyanın deniz, kara ve karma tip imparatorluklar büyük bir yıkım ile sona ermiş ve her biri pek çok ulus-devlete ayrılmıştır. Bunlar da yeni bağımsız devletler olarak sistemde orta ve küçük ölçekli güçler halini almıştır. Bu kapsamda bu dönemde, imparatorlukların uluslararası sistemde oynadıkları rolü oynayan büyük güçler üzerinde duracağız. Daha sonra da Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte küreselleşmenin yol açtığı dinamiklerin bu büyük güçler üzerinde nasıl ve neden yeni imparatorluk dönüşümlerini yarattığını ele alacağız.

A. İmparatorlukların Yeni Adı: Büyük Güçler

Braudel ‘den Wallerstein’a kadar pek çok teorisyenin ele aldığı şekliyle, dünya sisteminin Batı merkezli oluşumu 1500 civarında keskin bir kırılmayla ortaya çıkmıştır. XVI. yüzyıl sadece sermaye birikiminin değil “durmaksızın” devam edecek bir üretim motor gücünün oluşması açısından da önemlidir. XVI. yüzyılda farklı “dünya sistemleri” ve hatta “üretim biçimleri” arasında keskin bir kırılma yoktu; ancak bu dönemde “sistem” ve “dünya sistemi” mantığının oluşmaya

348 Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş, Çev. Ender Abadoğlu, Nuri Ersoy, İstanbul: BGST Yayınları, 2011.

166

başladığı görülür. Teorik olarak sistemin tanımlanması ya da kategorize edilmesindeki amaç uluslararası aktörlerin davranışlarının genel geçer noktalarını ortaya çıkarmaktır. Bu açıdan özellikle alanda var olan paradigmalar farklı bakış açıları ile sistemi okumaya odaklanmıştır. Tarih boyunca imparatorlukların yarattıkları farklı sistemler, günümüze kadar şekillenen uluslararası sistemin temellerini sağlamıştır. Westphalia Barışı sonucunda gerçek bir uluslararası sistem doğmuştur. Bu sistem temelinde devletler güçlerine göre adlandırılmaya başlamıştır.

Bu çerçevede imparatorluklar, uluslararası alanda güçlü devlet örnekleri oldukları için uzmanlarca sistemin “büyük güçleri” olarak adlandırılmaya başlanmıştır.

Büyük güç olarak adlandırılan imparatorlukların modern dönem içerisindeki dönüşümü geleneksel imparatorlukların doğasında bulunan askeri ve siyasal iktidar birleşimine jeopolitik ve iktisadi gücü de ekleyerek merkez-çevre iktidarını yeniden kurgulamıştır.349 Böylece ortaya çıkan bu yeni güç hiyerarşik üstünlük arayışını ve sistemin olması gereken doğasını daha en baştan ortaya koymuştur. Bu açıdan imparatorlukların oluşturduğu sistem her daim hiyerarşik bir yapıya sahip olmuştur.

Geçmişte imparatorluklar olarak okuduğumuz aktörler modern sistemin büyük güçleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında bu başlığa kadar gerçekleştirmiş olduğumuz tüm okumalar imparatorlukların büyük güç evriminin bir kümülatif geçmişidir. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, bugün de belirleyici kıstaslar birinci bölümde ele aldığımız sekiz başlık ekseninde şekillenmektedir. Ancak temelde büyük bir değişim yaşanmıştır. İmparatorluk, büyük güç olarak modern dönem içerisinde tanımlanan ancak artık jargon haline gelen sıfat şeklinde karşımıza çıkartır. Böylece imparatorluk yerine yeni kavram olarak büyük güç kullanımı pek çok akademisyen ve teorisyen tarafından kullanıma uygun görülmüştür.

Heywood’un tanımlaması ile büyük güçler; “hiyerarşik bir devlet sisteminde, en güçlüler arasında yer aldığı düşünülen bir devlet” tir.350 Bir devlet biçimi olarak ele alınan imparatorlukların özellikle kapitalizm ve modernleşme etkisi ile değişen sistem içerisindeki yeri ve gücü bugün farklı özellikler ile donatılmasına yol açmıştır.

349 Mann, Vol III, s. 17.

350 Heywood, Siyaset, s. 179.

167

Büyük güç dediğimiz kavramsallaştırmanın merkezindeki aktörleri Haas, davranışı mevcut bir güç dağılımını bozan veya olası bir tehlikeye karşı güç dengesi kurabilen sistemin baskın üyeleri olarak tanımlamaktadır.351 Büyük güçler sisteme sadece güvenlik noktasında değil pek çok açıdan etki eden aktörler olarak Levy, Black, Modelski, Kennedy gibi, pek çok akademisyenin dikkatini çektiği büyük savaş yapabilme kapasitesine sahip güçlerdir. Dolayısıyla bu aktörler kendi kendine yeterli güce sahip varlıklardır. Uluslararası sistem içerisinde büyük güçler pek çok realist teorisyenin hemfikir olduğu şekilde Antik Yunan’da Thucydides’in Peloponnessos Savaşlarından bugüne değin var olmuşlardır.

“Büyük güç” kavramı ekseninde, Kennedy, XVI. yüzyıl itibari ile oluşan bir büyük güç sistemini son beş yüz yılın ürünü olarak görmüştür. Bunları “İspanya, Hollanda, Fransa, Britanya İmparatorluğu ve günümüzde de Birleşik Devletler gibi ülkeler” olarak örneklendirmiştir. Buna karşılık XVI. yüzyılda var olan diğer devletleri tanımlama adına “güç merkezleri” ifadesini kullanmıştır. Buna göre Ming Çin’i, Osmanlı, Rusya, Japonya ve Moğol imparatorlukları merkezi üst otoritelere sahip olmaları bakımından Avrupa’dan ayrılır. Çünkü bu merkezi otoriteler Kennedy’ye göre ilerleme arayışına engel politikalar takip etmiştir. Bu açıdan 500 yıllık tarihi incelemesinde Kennedy’nin temel aldığı kıstasın iktisadi büyüme hızı ile teknolojik ve yapısal atılımlar olduğu görülmektedir. Bu durum devletlerarasında zamanla kapasite ve askeri güç farklılıklarını ortaya çıkarmaktadır.352

Kennedy’nin yaklaşımı “büyük güç”leri modern döneme özgü bir olgu olarak nitelenmesine yol açmıştır. Hâlbuki Moğollar, Ming Çin’i, Sasaniler ya da Partlar bunun örnekleridir. Bu imparatorlukların sistem içerisinde yarattığı etki ve değişim askeri güçleri ve iktisadi ağları ile birlikte düşünüldüğünde geleneksel dönemin pekâlâ büyük güçleridir. Bu noktada Levy, büyük güç çerçevesinin, uluslararası siyasetin realist paradigmasının temel varsayımlarını paylaşmakla birlikte, sistemdeki az sayıdaki lider aktöre açıkça odaklanmasına dikkat çeker. Uluslararası sistemin anarşik yapısı içerisinde güçlü aktörlerin bir hiyerarşi oluşturduğu varsayımı içerisinde okunmaktadır. Bu açıdan geleneksel dünya içerisinde Antik Yunan ve

351 Morton ve Starr, s. 53.

352 Ayrıntılı bilgi için bkz: Kennedy, s. 13-14.

168

Rönesans İtalya’sının uluslararası sisteminde hâkim kent devletler iken, modernleşme ile birlikte sistemin, 1500’den itibaren baskın aktörleri hanedan, ülkesel devletler ve milletler olmuştur.353 Kent-devletlerinin var olduğu dönemde dahi dünyanın farklı bölgelerinde farklı “büyük güç aktörler”i olarak imparatorlukların, kendi bölgelerinde bulunduklarını birinci bölümde incelemiştik.

Dolayısıyla da beş yüz yıllık bir büyük güç yerine, büyük güç olarak imparatorlukların tarihin her döneminde var olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.

Büyük güçlerin yarattığı uzun döngü teorisi de büyük güçlerin rekabetlerini sistem içerisinde ele alarak, son beş yüzyılda gerçekleşen küresel savaş dönemlerinin uluslararası kural koyma ve kurumsal yapılanma gücüne işaret etmektedir. Uzun döngü teorisinde lider konumdaki büyük güçlerin, yükseliş ve düşüşlerini temel alırken, geçmişte her küresel savaşın bir noktada devletlerin hegemon konumunu muhafaza etmek için rakipsiz şekilde küresel sistemin kurallarını koymaya çalıştığı sistemleri anlamaya odaklanmaktadır. Bu hegemonun yarattığı hegemonik istikrar kuramı ise tek bir süper güç tarafından küresel hâkimiyet için hegemonyanın kurulduğu bir sistem ortaya koymaktadır. Büyük güçler hegemonik istikrar kuramı çerçevesinde kendi hegemonya arayışları için küresel statükoyu bozan ya da devam ettiren eylemler yapabilirler.354

Her ne kadar devletlerin güçlerine göre adlandırılması modern dönemin ürünü olsa da, esasında antik dönemden bu yana imparatorluklar istisna olarak kendi güçlerini sistemde hissettirmişlerdi. Bu açıdan tarih boyunca Moğollardan Osmanlı’ya, İspanya’dan ABD’ye kadar her bir imparatorluk/büyük güç kendi kuralları ile sistemde etkili olma girişimlerinde bulunmuştur. Bunun nedeni ise Mearsheimer‘a göre büyük güçlerin, ne düşündüklerini ve nasıl hareket edebileceğini tam anlamıyla bilemeyeceğimiz için, “dünyayı olmasını istediğimiz gibi değil de olduğu gibi”355 görmemiz gerekliliğidir. Bu durum bize daha çok imparatorlukların yarattığı evrensellikleri göstermektedir. Çünkü bu durum imparatorluğun

353 Levy, The Modern Great Power System, s. 8.

354 Shannon L. Blanton ve Charles W. Kegley World Politics: Trend and Transformation, USA:

Cengage Learning products, 2011, s. 66.

355 Mearshiemer, “Power and Fear…” s. 4.

169

hareketlerini meşrulaştırdığı alanların başındadır. Ancak modern dönem içinde büyük güçler ve ardından yeni imparatorlukların evrenselliklerinin üretiminde karşılıklı tedirginlikler ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan ABD’nin karşı karşıya bulunduğu önemli dış politika konularından biri, Çin’in hızlı ekonomik büyümesinin devam etmesi durumunda nasıl davranacağı sorusudur. Tam bu noktada da karşımıza benzer güçteki devletlerin birbirlerine karşı ellerindeki artı değerleri maksimize etme yarışı ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan büyük güçleri incelerken dar anlamda iki noktaya odaklanabiliriz; (i) sahip oldukları yetenekler (çoğunlukla iktidarın kaynakları) ve (ii) verilen herhangi bir durumda taşıdıkları ve aslında gerçekleştirebilecekleri etki derecesi.356 Bunun somut örnekleri Soğuk Savaş dönemi içerisinde iki kutbun birbirine karşı takip ettikleri politikalarda görülmektedir.

Modern uluslararası ilişkilerin temel sorunu ya da farkı güçler arası mutlaklığın olmamasıdır. İmparatorlukların sistem içerisinde birbirlerine karşı güçlerini tanımlayan ve sistematik bir analiz sunacak veriler sınırlıdır. Bu açıdan tarihsel karşılaştırmalarda imparatorlukların gücü noktasında temel odak savaşlar, beşerî güç, iktisadi güç gibi sayılabilen unsurları olmuştur. Ancak her güç değişimi sayısal verilerin karşılaştırması ile elde edilen sıcak savaş ile olmamaktadır. Öyle olsa idi Sovyetler Birliğinin büyük güç olarak sistemden savaşsız ayrılması açıklanamazdı. Bu açıdan modern uluslararası ilişkilerin doğası geleneksel dünya algısının muğlak ve karmaşık bir halidir. Dolayısıyla bugün büyük güçler güç statüsünü sadece savaşlar sonucuna kaybetmemektedir. Sistemin yüklendiği pek çok yenilik sonucunda bu gerçekleşebilmektedir.

Bu durum bizi farklı bir soruya götürecektir: imparatorlukların ya da büyük güçlerin geçici bir zayıflık veya göreceli kesintili iktidarsızlık dönemlerinde, Büyük Güç’ün sistemden çıkarılması gerekli midir? Örneğin XVI. yüzyılın sonlarında İspanya’nın, XIX. yüzyıl başlarında Prusya’nın ya da Fransa’nın yaşadığı süreçler tek bir örnek ile onları sistem başat aktörlüğünden düşürebilir mi? Bu sorunun cevabı devletlerin sadece kaybettikleri savaşlar ile değil, aynı zamanda iktisadi siyasi ve sosyal koşullarda yaşanan zorluklarla yüzleşmesine de bağlıdır. Bu bağlamda bir

356 Klieman, s. 3.

170

örnek olarak, güç mücadelesinde ilk aşamada I. Reich olarak Kutsal Roma İmparatorluğu akabinde II. Reich olarak Almanya’nın sistem içerisinde varlığı onun XIII. yüzyıldan II. Dünya Savaşı sonuna kadar kesintisiz bir şekilde sistemde yer alma hedefini göstermektedir. Nitekim tarih boyunca Almanya gibi pek çok örnek tekrar tekrar sisteme girmeye çabalamıştır. Bu gibi durumlarda, büyük güç statüsü sadece nesnel yetenekleri değil, aynı zamanda bu yeteneklerin öznel algılarını da içerir. Devletlerin bir rakibin askeri gücünü abartma ve bu iktidardaki düşüşü küçümsemeye yönelik tarihsel bir eğilim olsa da kısa süreli bir geçiş dönemi ardından bir devletin geleceğe yönelik potansiyel gücünü ortaya koyacağı imkânları sağlayabilir. Örneğin Napolyon Savaşları’ndan sonra, mağlup edilmiş bir Fransa, işgal edildiğinde bile Avrupa güvenliğine yönelik birincil tehdit olarak algılanmıştır.

357 Ya da I. Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın bir diğer büyük savaşa gidecek süreci yaratacağına dair tehdit algısı sınırlı kalmıştır.

Dolayısıyla buradaki temel nokta devletlerin karşılıklı yarattıkları korkudur.

Bu korku onlar için güvenlik arayışını ortaya çıkarır. Mearsheimer ‘in belirttiği gibi, büyük güç politikalarının temelinde devletin sadece kendi güvenlikleri için kendilerine güvenmek zorunda oldukları gerçeği vardır. Bu nedenle de devletlerin hayatta kalmalarını sağlamak için en iyi strateji, göreceli gücün en üst düzeye çıkarılmasıdır.358 Bu ise karşımıza büyük güçlerin yarattıkları ve kontrol edebildikleri etki alanlarının genişliği sorgusunu çıkarmaktadır. Geçmişte imparatorluklar sınırsızlıklar ve evrensellikler yaratırken bugün büyük güçler sınırlarını özellikle küreselleşme ile yeniden muğlak bir hale getirmeye başlamışlardır. Bu açıdan yeni imparatorluklar geleneksel dönem imparatorluklarının sınırsızlıklarını verili evrensellikler içerisinde oluşturmaktadır.

357 Levy, s. 24-25.

358 John Mearsheimer, “Power and Fear in Great Power Politics”, (Ed.) G.O. Mazur, One Hundred Year Commemoration to the Life of Hans Morgenthau (1904-2004), New York: Semenenko Foundation, 2004, s. 4

171 B. Soğuk Savaş Dönemi Büyük Güçler

Soğuk Savaş dönemi, her şeyden önce imparatorluklar açısından yeni bir sistemin kurgulandığı bir geçiş aşaması olarak görülebilir. Çünkü bu dönemde Rusya geçmiş imparatorluk bağlarından büyük bir devrim ile kopmaya çalışsa da milliyetçi ideoloji onu da geçmişe bağlı bir güç arayışına sevk etmiştir. Bu açıdan bu dönem özellikle Ruslar için büyük güç olsalar da yeni imparatorluk olma yolunda atılacak adımların da temelini oluşturmuştur. Bu dönemin geçiş evresi olması açısından uluslararası alanda da alışılmış çok kutuplu anlayış ve merkezler yaklaşımı da iki kutuplu bir düzen içinde sadeleştirilmiştir. Bu açıdan bu bölüm yeni imparatorluklar dünyasına geçişin temelidir. Askeri, teknolojik, siyasi pek çok değişim bu dönemde devletlerin gücü ve rolünü belirlemiştir.

Soğuk Savaş dönemi, resmi olarak 5 Mart 1946’da Winston Churchill’in gerçekleştirdiği konuşmada “Baltık’taki Stettin’den, Adriyatik’teki Trieste’ye kadar bir Demir Perde inmiştir” açıklaması ile başlamıştır.359 Ancak, ABD ve SSCB’nin 1917’den beri bir Soğuk Savaşa kilitlenmiş ideolojik düşmanlar olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü II. Dünya Savaşı dönemine kadar ABD, SSCB’yi resmi olarak tanımamıştır. Bunun nedeni ideolojik ve iktisadi temelde birbirine zıt iki alternatif büyük güç temsilcisi olarak bu iki devlet karşımıza çıkmaktadır. Dünya 1945 sonrasında mutlak bir şekilde ikiye ayrılmıştır. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles’un ifadesi ile “tarafsızlık gayri ahlakidir.”360 tanımlaması, Soğuk Savaş döneminin en net tanımlamasıdır. Sistem kapitalist ve liberal demokrat ABD ve Batı Blok’una karşı, komünist ve devlet ekonomisine dayalı SSCB ve Doğu Blok’unun hegemonik üstünlük arayışı içinde iki kutuplu bir yapıda yaklaşık 70 yıl devam edecektir. SSCB, Doğu Avrupa ve Baltık’ı kendi emperyal sahası olarak görürken, ABD de mali kaynaklarını Batı Avrupa ve Uzak Doğu üzerinde yoğunlaşmıştır.

Sistemde iki büyük gücün varlığının yanı sıra kendi blokları içine öne çıkan diğer büyük güçleri de unutmamalıyız. Daha önce değindiğimiz gibi Westphalian Sistem öncesi devletler güçlerine göre sisteme etki ederken, modern dönem içinde

359 Kissenger, Diplomasi, s. 422.

360 J. Binter, “ The Actual and Potential Role of Neutrality In Search of Peace and Security”, Bulletin of Peace Proposals, 16(4), s. 387–398.

172

büyük güçler kendi içlerinde güç sınıflandırmasına tabi olmuştur. Böylece ABD ve SSCB iki büyük güç yerine süper güç olarak tanımlayabileceğimiz bir konumda görülebilir. Bunun en somut yansıması BM’nin Güvenlik Konseyinde (BMGK) görülmektedir. BMGK’nin 5 daimî üyesi (SSCB, Çin, ABD, Fransa ve İngiltere) sisteme ilişkin alınan kararların başlıca uygulayıcısı, garantörü ve karar vericisidir.

Bu açıdan her iki kutupta da geçmişteki imparatorlukları günümüze taşıyan güçlerin var olması önemlidir. ÇHC ile SSCB’nin Marksist-Leninist perspektifte sahip oldukları ideolojik duruşa karşılık ABD, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere pek çok Avrupalı eski sömürgeci imparatorluğu kendi sistemine dâhil etmiştir. ABD açısından SSCB ile benzer ideolojik temelde hareket eden ÇHC, küresel alandaki politikalarını sürdürme açısından engel olarak görülmüştür. Çünkü ABD yeni bir tür küresel düzen inşa etmeye çalışırken, eş zamanlı olarak da uluslararası alanda komünizmin yol açtığı tehdidi yok etmeye çalışmıştır. ABD süper güç olarak düzensiz bir stratejik rekabet dünyasında, eski düşmanlarını bölmeyi başararak (SSCB ve CHC), kendi hareket alanını genişletmiştir. En önemlisi de SSCB örneğinin aksine, büyük çaplı askeri harcamalarını belirli bir sistem içinde dünya ekonomisine entegre ederek sürdürebilmiştir. Nitekim Pax Americana, sadece ABD’nin daha dar ilgi alanına hizmet etmekle kalmıyor, aynı zamanda birçok başka ülkeye de yardım ettiği fikri ile genişlemesini sağlıyordu.361 Kısacası sistemin bu yapısı içinde büyük güçler de kendi içlerinde bir hiyerarşik güç ayrımına sahip olmuş ve ABD ile SSCB diğer üç devlet örneğine karşı süper güç konumuna yükselmiştir.

Bu dönemde büyük güç olma durumu sadece askeri ve teknolojik kapasiteye bağlı olmaktan çıkmıştır. Artık süreç devlet için psikolojik açısından da güçlü olunması gereken bir durum haline gelmiştir. Bu dönem içinde savaşların merkez bölgelerden uzak çevreler üzerinde yürütülmesinin belki de en önemli nedeni bu olmuştur. Ancak merkez bu çevre bölgelere iktisadi ve askeri güç sağlamak zorunda olduğu için karşılığının alınması maddi açıdan çok psikolojik ihtiyaç haline

361 Michael Cox , “Empire by Denial: The Strange Case of the United States”, International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), Vol. 81, No. 1 (Jan., 2005), s. 16.

173

gelmiştir. Çünkü emperyal yayılımlar sınırları belli bir dünya için ittifak arayışının parçası olmuştur.

1945’te Stalin’in “Bir bölgeyi işgal eden orada kendi toplumsal sistemini de dayatır. Herkes ordusunun erişebildiği yerlerde kendi sistemini dayatır. Başka türlüsü olamaz.” açıklaması yeni düzenin temellerini en azından Doğu Blok’u için ortaya koymuştur. 362 Bu çerçevede Sovyet Rusya 1946 yılında emperyal yayılımı için üç ana istikamet belirlemiştir. İran üzerinden Basra Körfezi ile Hint Okyanusu, Türkiye üzerinden Boğazlar, Ege Denizi ile Yunanistan üzerinden de Doğu Akdeniz.363 Nitekim süper güçlerin yeni emperyal yayılım alanları kendi bölgelerini kurma açısından çevreleme politikaları ve uluslararası anlaşmalar aracılığı ile ilerlemiştir. ABD ve SSCB arasında oluşan güç dengesi, üstünlük mücadelesini içinde barındırırken, her iki kutup da Almanya’yı ikiye böldükleri gibi dünya devletlerini de ikiye bölecek şekilde birbirlerine karşı çevreleme politikalarını hızlandırmıştır. 1947’de ABD’de Truman Doktrini ve Marshall Planının kabul edilmesi II. Dünya Savaşı’nda Mihver Devletlere karşı ittifak yapmış olan devletler arasında dostluk ve iş birliğinin devam edemeyeceğini göstermiştir. ABD’nin Soğuk Savaş döneminde uygulamaya başladığı Çevreleme Politikası (containment policy)364 büyük güçlerin takip edeceği politikalardaki değişimin en önemli örneğidir. Batı ittifakı içinde Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün (NATO) kurulması ile süreç uluslararası alanda askeri yapılanmalara da yönelmiştir. ABD’nin yürüttüğü çevreleme ve güvenlik politikalarına karşılık SSCB de kendi güvenlik hattını oluşturmuş ve Doğu Avrupa Ülkeleri ile askeri alanda Varşova Paktı, iktisadi alanda da Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON)’u kurmuştur.

Oluşturulan askeri ittifaklar, devletlerin birbirine karşı güvenlik tehdidi algısını sonlandırmamış aksine Soğuk Savaş dönemi içinde hızlı bir silahlanma süreci başlamıştır. Silahlanma, sanayi devrimi ile değişen teknolojinin en önemli alanlarından olmuş ve hızlı teknolojik devrimler ile konvansiyonel silahlar, kimyasal,

Oluşturulan askeri ittifaklar, devletlerin birbirine karşı güvenlik tehdidi algısını sonlandırmamış aksine Soğuk Savaş dönemi içinde hızlı bir silahlanma süreci başlamıştır. Silahlanma, sanayi devrimi ile değişen teknolojinin en önemli alanlarından olmuş ve hızlı teknolojik devrimler ile konvansiyonel silahlar, kimyasal,