• Sonuç bulunamadı

GÜNÜMÜZDE YENİ İMPARATORLUKLAR VE DEĞİŞEN ÖZELLİKLER ÖZELLİKLER

Burada inceleyeceğimiz güç unsurları geleneksel dünya ile benzer başlıklar altında toplanmış olsa da temel fark teknolojik, iktisadi ve siyasi dönüşümlerin yarattığı etkinin yapısal unsurları işlevsel unsurlardan daha fazla öne çıkarmasıdır.

378 Marshall Mcluhan ve Bruce R. Powers, Global Köy: 21. Yüzyılda Yeryüzü Yaşamında ve Medyada Meydana Gelecek Dönüşümler, Çev. Bahar Öcal Düzgören, İstanbu: Scala Yayıncılık, 2015.

379 National Intelligence Council, Global Trends. 2030: Alternative Worlds, Washington, DC: US Government Printing Office, 2012, s. ii

180

Ancak en dikkat çeken yönü şüphesiz sistem içerisinde güç kazanan “sosyal gerçek”

in evrimsel dönüşümüdür. Yeni sistemde karşılıklı bağımlılıklar artmış ve sosyal gerçeklik; (i) çeşit yaratma; (ii) iş birliği (ve ayrışma); (iii) seçim ve (iv) koruma ve aktarma mekanizmalarıyla, bir sosyal öğrenme algoritması oluşturmuştur. Dünya sistemi süreçlerinin, çeşitli analiz düzeylerinde, kurumsal ve örgütsel düzeylerde var olan öğrenme süreçleri modern evredeki kadar büyük sosyal öğrenme eğilimine sahip olmamıştır denebilir. Elbette geçmişte olduğu gibi sistem benzer bir şekilde yola devam etmekle birlikte, mekanizmaların gücünün değiştiği açıktır.380

Dolayısıyla geleneksel imparatorlukların sahip olduğu yapısal unsurlar yeni imparatorlukların farklı kavramlar ile içselleştirdikleri birer özellik haline gelirken, işlevsel özellikler gücün temelini oluşturmaya başlamıştır. Bu açıdan geleneksel dünyanın sosyalleşme ve gelişme aracı olan kentler bu dönemde teknolojik gelişimin yarattığı sosyal medya aracılığı ile yürütülmektedir. Bu iki farklı dünyanın okuması fantastik ögelere yer veren bir uluslararası ilişkiler tarihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişin konvansiyonel silahlarının yerini nükleer silahların aldığı, insanların ve olayların kitle iletişim ağları sayesinde her an her saniye takip edilebildiği yeni bir küresel dünya içinde yaşamaktayız.

Bu dönemin imparatorluklarının yarattığı bir sistemden ziyade bu imparatorlukların içinde yer alma çabasında oldukları bir sistem söz konusudur. Bu nedenle de yeni imparatorluklar geleneksel ve modern imparatorlukların sahip oldukları kendi sistemini kurma imkânına sınırlı oranda sahiptir. Yeni imparatorluklar, var olan sistem içinde kendilerine yer edinme hedefindedir. Bu bağlamda geleneksel imparatorluklar bölümünde incelediğimiz Şekil1’de yer alan denge konusu tamamen karmaşık bir hale gelmektedir. Bu kez unsurlar birbirlerini dengelemekten ziyade birbirlerini dönüştükleri ölçüde yeni imparatorluğa güç sağlamaktadır. Yeni imparatorluklar dönemi rekabet ve iş birliğinin birlikte yürütüldüğü, yeni sömürgeleştirme politikaları ile kapitalist sisteme yeni pazarların açıldığı, teknolojik olarak devletlerin ve bireylerin sürekli tüketim içinde olduğu bir

380 George Modelski, “World System Evolution”, (Ed.) Robert A.Denemark, Jonathan Friedman, Barry K.Gills, and George Modelski, World System History The Social Science Of Long-Term Change, London: Routledge Publish, 2003”, s. 29.

181

yapının parçasıdır. Bu açıdan fütüristtik bir bakış ile konuya giriş yapmış olsak da bu bölümde geleneksel imparatorlukların çok uzağında bir dönemde aynı güdü ile yola devam etmeye çalışan imparatorlukları inceleyeceğiz.

Şu ana kadar okumalarımızda geleneksel ve modern dönem imparatorluklarında var olan özelliklerin şekillendikleri alan kendi kurdukları yapılanmalar olmuştur. Ancak geçiş sürecinde dünya sistemi büyük bir değişim yaşanmıştır. Artık imparatorluklar kendi yapılanmalarını barbar ve uygar birimler okumasına sığdıramayacakları bir uluslararası sistem içindedirler. Modernleşme, kapitalizm ve savaşlar sistemin var olan güç algıları ve yapılarını değişmiştir.

Dolayısıyla artık yeni imparatorluklar belli bir sistem içinde kendi alt üretimlerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu ise kapitalizm ve küreselleşme ile entegre olduğu ölçüde güçlü bir sistem oluşturmaktadır. Çünkü yeni imparatorluklar dünyası sadece alışılmış aktörleri değil örgütleri ve bireyleri de içine alan çok çeşitli bir evrensellik yaratmıştır. Bu evrensellik fikri ise Pax-kapitalizm olarak her gün kendini yeniden üretmektedir. Geçmişin harcama ekonomisi fikrinin yerini kültür endüstrisinin aldığı bir tüketim dünyasında yeni imparatorlukların kendilerinin gerçekleştirmeleri de bir o kadar zorlamıştır. Bu nedenle bu bölümde sistem içinde var olma amacıyla hareket eden yeni imparatorlukların özelliklerini inceleyeceğiz. Bu ise bizim açımızdan en kısıtlayıcı alan olacaktır çünkü tek bir verili sistemin içinde imparatorlukların farklılaşma alanları sınırlıdır.

A. İmparatorlukların Yapısal Özelliklerinde Değişim 1. Siyasi Yapı: Kurumlar, Siyasi Sistemler ve Meşruiyet

İlk bölümde geleneksel imparatorlukların her açıdan kendi sistemlerini kurguladıkları bir dünya tasavvurumuz söz konusu idi. Geleneksel dünyada imparatorlar, sistemin ve ülkenin en üst düzey yetkilerine sahip kişilerdi. Her şeye kendileri karar vermekte ve sistem mutlakiyetçi bir anlayış ile patrimonyal özellikler içerisinde işlemekteydi. Ancak günümüzde kurumların gücü devletin başarı ya da başarısızlıklarını biçimlendirmektedir. Bunun nedeni ise bu kurumlar içerisinde

182

bireylerin rollerinin yıllar içerisinde daha önemli hale gelmesi ve yeteneklerinin pozitif bir kuvvete dönüştürülmesi ve kurumsal bir temele ihtiyaç duyulmasıdır.381 XVIII. yüzyıl itibari ile karşımıza çıkan ideolojik değişimler imparatorlukların iç siyasi yapılarını hızla değiştirmiştir. Değişim bir anda yeni modernleşme sürecine geçişi sağlamamış ve alternatif siyasi rejimler ortaya çıkmıştır. Daha önceki bölümlerde imparatorluk dönüşümlerinde bu alternatiflerin topluma uygulanışı ve ideolojik dönüşümlerin sonuçları kısaca incelenmişti. Bu açıdan son noktada en temel sistem olarak görülen demokrasiler genel kabul görmüş ve sistemin işleyişi de buna göre şekillendirilmeye başlanmıştır. Japonya örneğine bakıldığında feodal dönemden başlamak üzere ülkede otoriteryanizm ve son noktada demokrasinin yerleşmesi süreci net olarak görülmektedir. Bu açıdan her ülke kendi siyasi sistemi ve rejimini belli bir değişim süreci içinde geliştirmiştir. Ancak her yeni imparatorluk ya da devlet açısından demokrasi tek araç değildir. Sistemde otokratik devletlerin varlığı bunun en önemli örneğini teşkil etmektedir.

Öte yandan modernleşmeyle birlikte sanayileşen devletler açısından iş bölümü ve iş gücünün profesyonelleşmesi güçlü bir kurumsallaşma ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Profesyonelleşen yerel ya da küresel ağlar güçlü bir sivil toplumu da beraberinde getirmiştir. Bu açıdan modern dönem geleneksel imparatorlukların kişi odaklı sisteminin ötesinde şekillenmiştir. Özellikle de siyasi güç ve bunun uygulama alanları araçsallaştırılması noktasında değişmiştir. Bu açıdan bürokrasiler ve hukuki-siyasi sistemler artık yeni kavramlar ile karşımıza çıkmaktadır. Siyasi güç unsurlarında yaşanan dönüşümler basit olarak iki alanda gözlenebilir: denetim ve demokrasi. Bu iki unsurdan ilki toplumsal alanın kontrolü, ikincisi ise toplumun devlet aygıtını kontrolü olarak düşünülebilir. Geleneksel imparatorlukların devrim süreçleri içerisinde ortaya çıkan eşitlik ve özgürlük ilkesi özellikle modern Batı’nın sloganı haline gelmiştir. Fukuyama’nın “devlet, hesap verilebilirlik ve hukukun üstünlüğü”382 unsurlarına sahip her siyasi sistemin tüm toplumlar için uygulanabilir olacağı görüşü, bize modern dönemin yapısını vermektedir. Burada hesap verilebilirlik kavramını demokrasi ile eş anlamlı

381 Robinson ve Acemoğlu, s. 47.

382 Fukuyama, s. 24.

183

görmemiz gerekmektedir. Çünkü devrimler süreci sonrasında Avrupa’da başlayan liberalleşme fikirleriyle birlikte demokrasi kavramı sivil toplum ve iktidar ilişkisinde önemli bir yere getirilmiştir. Geleneksel imparatorluklar dünyasında imparatora karşı halkın denetim gücü olmadığını görmüştük. Yeni imparatorluklar dünyasına ise her imparatorluğun denetim, seçim ya da demokrasi gibi ilkeler ile yönetildiğini söylemek de çok gerçekçi değildir. Batı dünyasının bu kavramlar ekseninde kendi yaratımlarını gerçekleştirmesine karşın RF ve Çin gibi örnekler kendi rejimlerini demokrasi kavramının farklı algıları üzerinde şekillendirmiştir.

Değişen iktidar ağları içerisinde yeni yapılanmalar geleneksel dönemin kurumlarında önemli değişimler yaratmıştır. Mann, kurumların “yalıtılmış” ve

“yerleşik” iktidar ilişkileri arasındaki yerini ve bunların hangi kurumlar ya da kimlerce denetlendiğini ortaya koymaktadır. Buradaki temel durum modernleşme ve kapitalizmle birlikte devlet özerkliği ya da yalıtımının mümkün görülmemesidir. Bu bağlamda Mann bize üçlü bir değişimi ortaya koymaktadır: 383

1. İdeolojik ve ekonomik iktidar ilişkilerindeki devrimler kısmen ulus- ötesi sivil toplumu güçlendirmiştir.

2. Kapitalist sanayileşme, devlet modernleşmesiyle iç içe geçerek ulusal örgütlenmeyi güçlendirmiş ve XIX. yüzyılda devlet altyapılanması içerisinde yeni aktörlerin (özellikle iktisadi) varlığını “doğal” hale getirmiştir.

3. Son olarak milliyetçilik sanayileşme ve kapitalizmin saldırgan jeopolitik anlayışla harmanlanması sonucu güçlenmiştir. Bu ise gittikçe artan bir savaş ve

“kârlı sömürgecilik militarizmini güçlendirmiştir.

Bu üç gelişme eş zamanlı olarak devletlerin iç yapılanmalarında farklı siyasi gelişim rotaları takip etmelerini sağlamıştır. Fukuyama, gelişimin boyutlarını altı başlık altında ele alırken her bir başlığın her ülkede farklı gelişim bağları kurduğunu belirtir. 384 Buradaki etken siyasi kültürün ve konjonktürel gelişmelerin

383 Mann, Cilt II, s. 265, 266.

384 Fukuyama gelişim sürecini ekonomik büyüme, toplumsal hareketlilik, fikirler/meşruiyet ve siyasi gelişim (devlet, hukukun üstünlüğü ve demokrasi) üzerinden modellemektedir. Dolayısıyla bu