Hz. Ali hakkındaki atanmış-olağanüstü imâm anlayışı, onun karşısında olanların hükmünü akıllara getirmektedir. Klasik dönem İmâmiyye geleneğinde Hz. Ali’ye karşı çıkanların önemli bir kısmı tekfir edilmiş, geri kalanları da tefsîk edilmiştir. Bu yaklaşım
288 Bk: Tûsî, Fusûlü’l-i‘tikâd, s. 161.
289 Ali Kuşçu, Şerhu Tecrîd’il-kelâm, Çorlulu Ali Paşa ktp., nr. 305, vr. 268b-268a. 290 Bâbertî, Şerhu’t-Tecrîd, Nuruosmaniye ktp., nr. 2160, vr. 157a.
91
tarzında, Hz. Ali’yi peygamber seviyesine çıkartma gibi bir aşırılığın da etkisi olmalıdır.
Tecrîd metninde de “imâma karşı çıkanların hükmü” sadece Hz. Ali bağlamında dile
getirilmiştir. Hz. Ali dışındaki onbir imâma karşı olmanın hükmüne ise değinilmemiştir. Hz. Ali’nin “nas ile atanan hak imâm” olduğu görüşünü benimseyen Tûsî, imâmet bölümünün en sonunda Hz. Ali’nin karşısındakiler ve umûmen Şiî olmayanlar hakkındaki kanaatini “Ali ile savaşanlar kâfir, onun muhâlifleri fâsıktır.”291 diyerek ortaya koyar.
İsfahânî, Tûsî’nin dayandığı iki delili serdeder. Birinci hükme “Seninle savaşmak benimle savaşmaktır, ey Ali!”292 hadisini zikrederek Hz. Peygamber ile savaşanın hiç şüphesiz kâfir olacağını kaydeder. İkinci hükme ise onun imâmetinin haklılığından ve ona uymanın vâcip olmasından bahsederek Nisa suresinin 115. ayetine atıfla Hz. Ali’ye muhalefet edenin müminlerin yoluna muhalefet etmiş olacağını söyler.
İsfahânî itiraz kısmında, doğru olan görüşün; Hz. Ali ile savaşan kimsenin açıkça hatalı olduğunu ve geçersiz bir gerekçeden (şübhe) dolayı savaşıyorsa “isyancı (bâğiye) oluşumlar içerisinde mütalaa edilmesi gerektiği” hükmünün, “râşit halifelerden her biri ile savaşanlar için geçerli olduğunu” belirtir.
Hz. Ali’ye muhalefet edenler hakkında ise İsfahânî, bu muhalefetin i) ya içtihat ile ii) ya da içtihat olmaksızın gerçekleşebileceğini belirterek ikisinin hükmünü ayırır. Birinci durumda onun “hatasının fâsık kılmaya götürmeyeceğini”, zira onun müçtehit olduğunu ve hatalı müçtehidin fâsık sayılmayacağını kaydeder. İkinci durumda ise; söz konusu kimsenin “fâsık olduğuna şüphe bulunmadığını” belirttikten sonra; bu hükümlerin, diğer râşit halifelere muhalefet edenler için de geçerli olduğunu vurgular.293
Ali Kuşçu da bu bölümün tamamını İsfahânî’den alıntı yapmakla yetinmiştir.294 İsfahânî, Hz. Ali’nin ilk üç halifeden ayrıştırılarak özel hükümlere sahip olduğu şeklindeki Şiî tezine karşı “râşit halifeler” vurgusu yapmış ve fıkhî-dînî açıdan bu halifelerin karşısında durmanın eşit olduğunu deklare etmiştir. Bu ifadeler, İsfahânî’nin sahâbeler arasında tarafgir olmama ve taassuptan uzak durma noktasındaki yaklaşımının
291 Tûsî, Tecrîd, s. 295.
292 Bk: İbnü’l-Muğâzilî (ö. 483/1090), Menâkıbu emîri’l-Müminîn Ali b. Ebî Tâlib (thk. Ebû Abdirrahman Türkî b. Abdillah el-Vâdiî, Sana: Dârü’l-Âsâr, 2003/1424), s. 101, 305; Şerîf Murtazâ, eş-Şâfî, II/135; IV/41. İbn Teymiyye, muteber hadis kitaplarında zikredilmeyen bu sözün uydurma olduğunu söyler, bk:
Minhâcü’s-sünne, VIII/511. Bâbertî, bu ifadede teşbih bulunduğunu, dolayısıyla umum ifade etmediğini
söyleyerek; benzetme yönünün şiddet ve Allah’ın gazabından çekinmemek gibi diğer hususlar olabileceğine işaret etmiştir, bk: Bâbertî, Şerhu’t-Tecrîd, Nuruosmaniye ktp., nr. 2160, vr. 157b.
293 İsfahânî, Tesdîd, II/1163-1164.
92
fetva alanına bir yansımasını teşkil etmektedir. Ali Kuşçu’nun da bu noktada İsfahânî’ye mutâbık olduğunu görüyoruz.
93
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İSFAHÂNÎ ve ALİ KUŞÇU ŞERHLERİNDE DÖRT HALİFE
Tecrîd metninde sahâbelerle ilgili kısım ilk dört halifeyi içermektedir. İlk üç halifenin
çeşitli ithamlara maruz bırakıldığı bu bölümde; Hz. Ali yüceltilmekte ve Peygamberden sonra nas ile atanan mâsum imâm olduğu belirtilmektedir. İlk üç halife hakkında; “imâmeti hak etmedikleri” ve “Hz. Ali’nin hakkını zorla aldıkları” îmâsında bulunan Tûsî, onlar hakkında İmâmiyye kaynaklarında geçen çok zayıf hatta uydurma rivayetlerin yanısıra bazı Sünnî kaynaklardaki ifadeleri bağlamlarından kopararak bu iddialarını temellendirmeye çalışmaktadır. Tûsî’nin bu noktada takip ettiği gelenek, hicrî ikinci asırda ortaya çıkan Kûfe Şiî kelâm ekolüdür. Bu ekol, Şiî-İmâmî imâmet teorisini tesis eden bir grup kelâmcıdan oluşmaktadır. Bu ekolün ön plana çıkan isimleri; Hişâm b. Hakem, Ebû Ca‘fer el-Ahvel, Hişâm b. Salim ve Ali b. İsmâil et-Temmâr’dır.
Kâdî Abdülcebbâr, Hişâm b. Hakem’in ağzından teşekkül devri Şîa’sının ilk üç halife hakkında olumlu kanaatte olduklarını, bunun ise yanlış bir tavır olduğunu zikrederek sözde Hz. Ali’nin hakkını gaspettikleri için bu halifelere sövmeyi ilk kendisinin başlattığını itiraf ettiğinden bahseder.295 Gerçekten Ehl-i Beyt mensuplarında ve teşekkül devri Şiîlerinde, ilk halifelere düşmanlık yoktu; aksine onlar, ilk üç halifeyi hayırla yâd ediyorlardı.296 Nas ile tayin iddiasının yanında ilk üç halifeye sebbetmeyi297 de ortaya koyan Hişâm b. Hakem ve arkadaşlarının bu görüşleri, Hişâmla Abbasi veziri Yahya b. Hâlid Bermekî’nin meclisinde tartışan298 Dırâr b. Amr’ın Kitâbu’t-Tahrîş’ine de yansımıştır. İlk halifeler özellikle de Hz. Osman ve Hz. Ali hakkındaki iddiaların
295 Kâdî Abdülcebbâr, Tesbîtü delâili’n-nübüvve (Kahire: Dârü’l-Mustafâ, t.y.), II/448.
296 Ayrıntılı bilgi için bk: İsmail Altun, “Ehl-i Beyt’te Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman Sevgisi”,
Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 39 (2013), s. 265-292. İlâhî imâmet teorisi öncesi ve sonrası
Şîa’nın sahâbeye bakışının mukayasesi için bk: el-Kâtib, Nedenleri Tarihte Kalmış Siyâsî Ayrılık Sünnîlik-
Şiîlik: İslâm Birliği, s. 168-181.
297 Bk: Bozan, İmamiyye’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, s. 120-128.
94
benzerlerine, tezimizde esas aldığımız ana metin olan Nasîrüddîn et-Tûsî’nin Tecrîdü’l-
i‘tikâd’ının imâmet bölümünde de rastlamaktayız.299 Bu iddiaların dayandığı rivayetlerin önemli bir kısmı ilk olarak; en eski yazılı Şiî kaynak kabul edilen, Süleym b. Kays’a (ö. 76/695) nisbet edilen Kitâb’da zikredilmektedir. Süleym’in Kitâb’ı bazı Şiî âlimleri tarafından eleştirilmiş, hatta kimi zaman uydurma olduğu dile getirilmiştir. Ahmed el- Kâtip ve Akdoğan’ın da haklı olarak dile getirdikleri üzere bu kitap, gaybet sonrası dönemde, hicrî III. asrın sonunda kaleme alınmıştır.300 İlk üç halifeyi eleştirmek için ortaya atılan iddialara İmâmiyye kelamcılarından Fazl b. Şâzân’ın (ö. 260/874) el-
Îzâh’ında da rastlamaktayız. Onun iddiaları, temel Şiî hadis kitaplarından Kütüb-i Erbaa’daki eleştirilerin asıl kaynağı konumundadır.301 Kufe’deki ilk İmâmiyye kelamcılarından Hişâm ve arkadaşlarından sonra Şîa’nın İmâmiyye fırkası tarafından benimsenen ilk üç halife ve sahâbe hakkındaki iddialar, Ebû Ca‘fer el-İskâfî (ö. 240/854) gibi Zeydiyye temayülü olan kelâmcılar tarafından reddedilecekti. Nitekim İskâfî, bu iddiaları öne süren İmâmiyye’yi “hevalarının bilinen hususları inkâr etmeye sevkettiği kimseler” şeklinde nitelemiştir.302
Nasîrüddîn et-Tûsî, İmâmiyye mezhebinin esaslarına göre telif ettiği Tecrîdü’l-
i‘tikâd’da, Şiî hadis-kelâm literatüründe zikredilen rivayetlere dayanarak imâmeti
temellendirdikten sonra, Hz. Peygamber’den sonraki imâmın Hz. Ali olduğuna ilişkin rivayetlere işaret ederek; Hz. Ali dışındaki adayların İslâm’a girmeden önce kâfir olduklarını söylemiş ve imâmete layık olmadıklarını iddia etmiştir. Tûsî, bununla Bakara suresinin 124. ayetini îmâ etmektedir. Söz konusu ayette Allah Teâlâ’nın kendisini insanlara imâm kıldığını söylemesi üzerine Hz. İbrahim; Allah’tan, zürriyetinden gelecek olanları da imâm yapmasını istemiş, bunun üzerine Allah Teâlâ da: “Benim ahdim (verdiğim söz) zâlimleri kapsamaz.” buyurmuştur. Şârihlerden Hillî’nin belirttiği üzere bu ayetle istidlâl edilmesinde; zikri geçen ahitten maksadın imâmet oluşu ve hidayete erseler bile bir zulüm türü olan kâfirlik ile nitelenen kimselerin buna erişemeyeceği
299 Bk: Dırâr b. Amr, Kitabu’t-Tahrîş (thk. Hüseyin Hansu; çev. Mehmet Keskin, İstanbul: Litera yay., 2014), s. 19-20, 26-27.
300 Ayrıntılı bilgi için bk: Mehmet Nur Akdoğan, “Kitâbu Süleym b. Kays ve Kaynaklık Değeri”, Bitlis Eren
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c. III, 2 (2014), s. 1-22; el-Kâtib, Şîa’da Siyasal Düşüncenin Gelişimi, s. 144, 256-258.
301 Hanifi Şahin, Şiîlerin Gözüyle Sünnîler: İlk Dönem Şiî Kaynaklarda Sünnî Algısı (İstanbul: Mana yay., 2016), s. 27. Fazl b. Şâzân’ın sahâbeye yönelttiği eleştiriler için bk: s. 64-76.
95
yönündedir.303 Bu anlatıma göre imâm olacak şahıs için iman etmeden önce herhangi bir kâfirlik sebkat etmemeli yani söz konusu şahıs, bulûğa ermeden İslâm dairesinde bulunmalıdır. Bu şart, diğer halifelerin hilafetini geçersiz kılmak için ortaya konulmuş gibidir. Zira dört halifeden yalnız Hz. Ali bulûğdan önce Müslüman olmuştur.
Tûsî, Hz. Ali’nin imâmetine işaret ettikten sonra özellikle Şiî hadis kaynaklarında zikredilen; ilk üç halife hakkında kötüleyici ve yerici birtakım rivayetlere gönderme yapar. Tûsî’nin bununla amacı, ilk üç halifenin hilafete layık olmadıklarını ispatlamaktır. İlk üç halife hakkındaki eleştiriler sona erince Tûsî, Hz. Ali faslına tekrar döner ve Hz. Ali’nin olağanüstülüklerini ve yetkinliklerini sıralar. Bu ifadelerle de daha önce bahsettiği Hz. Ali’nin nas ile tayin edildiği ve başkasının bu işe ehil olmadığı hususlarını Hz. Ali’nin yetkinliklerini de anlatarak perçinlemeye çalışır. Tûsî’nin öğrencisi Hillî de hocasının birkaç kelimeyle işaret ettiği rivayetleri açıklar. Şârihlerimizden İsfahânî, ilk olarak bütün iddia ve rivayetleri zikrettikten sonra cevap ve itirazlarını serdederken; Ali Kuşçu her bir iddianın ardından bunlara verdiği cevapları ifade eder.
Tecrîd’in ilk üç halife hakkındaki menfi ifadeler; sadece bazı Tecrîd şârihlerinden
değil; diğer ulema tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. Teftâzânî, bazı Müteahhir dönem ricalinin hiç hadis okumadan, muhaddisleri görmeden sahâbe hakkında yalan yanlış rivayetlerle kitaplarını doldurduklarını söyledikten sonra şu ifadeleri eklemektedir; “Dilersen filozof Nasîr et-Tûsî’ye nisbet edilen Tecrîd kitabına bak; nasıl bâtıl şeyleri savunmuş ve yalanları onaylamış!”.304 İbn Arafe (ö. 803/1401) de Tûsî’nin ilk halifeler hakkındaki görüşlerini eleştirenler arasındadır. İbn Arafe, bu hususta Tûsî’nin söz konusu mesele hakkındaki kanaatine ilişkin olarak “Seçtiği görüş ne kadar da kötüdür!” dedikten sonra; onun Ehl-i Sünnet’in egemen olduğu bir bölgede yaşamasına rağmen kendisiyle iyi geçinilmiş ve caydırılıp cezalandırılmamamış olmasına şaşırdığını ifade etmektedir.305