• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: SİYASET MEDYA İLİŞKİSİNİN TARİHSEL ARKA PLANI

1.2. İletişim Bilimi ve Kitle İletişim Kuramları

Aristo’nun Retorik adlı eserinden günümüze kadar geçen süre içinde iletişimin yapısı ve işleyişi hakkında birçok bilim insanı tarafından çeşitli tarif ve formüller üretilmiştir. Ancak, iletişimin bir bilim dalı haline gelmesi kuşkusuz kitle iletişim araçlarının geniş toplumlara ulaşıp onları etkilemesiyle başlamıştır. 19. yüzyılda birbiri ardına icat edilen radyo, sinema, televizyon gibi kitle iletişim araçlarının etkilerini ölçümlemek için farklı disiplinlerden gelen bilim insanları çeşitli araştırmalar yapmışlardır. İlk dönem yapılan araştırmaların birinci amacı, bu araçların kamuoyu üzerinde ne gibi etkileri olduğunu çözümlemek ve elde edilen sonuçlar doğrultusunda içerik/reklam üretmekti. Elde edilen bulgulardan, kitle iletişim araçlarının izler kitle üzerinde oldukça güçlü olduğu sonucuna varılınca, siyaset bilimciler harekete geçmiş ve seçmen davranışları dolayısıyla propaganda yapıldığı takdirde sonuçların ne olacağı yönünde araştırmalar yapmaya başlamışlardır. Bu nedenle, seçmen davranışlarını doğrudan etkileyen iletişim kuramlarına ileriki bölümlerde geniş yer verilmiştir.

İletişim bilimi, hem sosyal bilimlerden; sosyoloji, antropoloji, hukuk, siyaset, tarih, sosyal psikoloji, dilbilim ve felsefe gibi bilim dallarından, hem de matematik, fizik, kimya gibi fen bilimlerinden yararlanmaktadır. Sosyal bilimlerden gelen teorisyenler geldikleri disipline bağlı olarak ve kitleleri oluşturan bireylerin sosyokültürel farklılıklarını göz önüne alarak, fen bilimlerinden gelen teorisyenler ise, teknolojik araştırmaların üretimi olan kitle iletişim araçlarının işleyiş biçimi üzerinden konuya yaklaştıklarından, iletişim bilimine dair çok çeşitli tanım, kuram, yaklaşım, araştırma yöntemi bulunmaktadır. Bütün bu disiplinler, iletişimin başat ögelerinin üç farklı bileşenini; “kaynak”tan (gönderici/iletici) kodlama (iletilmek istenen mesajın hangi şekilde iletileceği, sözlü/sözsüz, yazılı veya ortak anlam taşıyan semboller)

52

yardımıyla iletilmek istenen “mesaj”ın (ne söyleneceği) “alıcı”ya (hedef kişi veya kitle) ulaştırılmasının formülünü açıklamaya çalışmıştır.

En basit haliyle yüz yüze iletişim sürecini şematize etmek gerekirse, süreç aşağıdaki gibi ilerlemektedir.

Şekil 1: Yüz yüze iletişim modeli

Kitle iletişim araçları vasıtasıyla iletişim sürecini tarifleyen David Berlo’nun ortaya koyduğu “Çizgisel İletişim Modeli” günümüzde de hala geçerliliğini korumaktadır. Berlo’nun iletişim sürecinde 6 temel öge bulunmaktadır;

1) Kaynak 2) Kurgulayıcı 3) İleti 4) Kanal 5) Çözümleyici 6) Alıcı

Berlo, iletişim sürecinin ögeleri arasında devingen bir ilişki olduğunu vurgulamakta ve Heraklit’in aynı akarsuda iki kez yıkanılamayacağı savından örnek vererek, bir iletinin hiçbir zaman aynı yapıda yinelenemeyeceği savını ileri sürmektedir (İlal, 2007, s.11).

Bilim insanları tarafından, bir yandan iletişimin formülü ortaya konmaya çalışılırken, bir yandan da kitle iletişim araçlarının izler kitle üzerinde nasıl bir etki bıraktığı araştırılmıştır. İlk dönem kitle iletişim etki araştırmaları, bir nevi pazar araştırması niteliği taşırken; ticari ürünlerin bu araçlarda yer alırken etkilerinin ne

53

yönde olduğunu değerlendirmeyi amaçlanmıştır. Ardından gelen araştırmalar ise seçmenlerin oy verme davranışını ölçme amaçlı olarak yapılmıştır.

1977’de Dennis McQuail ve Windalh, kitle iletişim araçlarının etkisini ölçümledikleri çalışmalarında, süreci üç dönemde incelemektedirler (2010, s.30). İlk dönem etki araştırmaları (1920-1940); medyanın izler kitle üzerinde etkisinin güçlü olduğunun düşünüldüğü, ikinci dönem etki araştırmaları (1940-1960); klinik deneysel yöntemlerin öne çıktığı, medyanın izler kitle üzerindeki etkisinin çok büyük olmadığının, sınırlı olduğunun, bilgi vermekten çok öteye geçmediğine dair sonuçların elde edildiği dönemdir. Son dönem etki araştırmalarında ise, ilk dönem etki araştırmalarına yaklaşan sonuçlar elde edilmiştir. Başka bir deyişle, “medyanın izler kitle üzerinde etkisinin oldukça güçlü” olduğu sonucuna varılmıştır. Kitle iletişim araçlarının kamuoyu üzerinde büyük bir etkisi olduğunu kabul edip, onaylayanların yanı sıra (ana akım, ana damar), 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren konjonktürel değişimler neticesinde konuya kuramsal açıdan eleştirel yaklaşan bilim insanları da bulunmaktadır.

İletişim alanındaki ilk bilimsel çalışmalar, 1920’li yıllarda, ABD’de başlamıştır. Konu hakkındaki ilk çalışmalardan biri, Walter Lipman’ın 1921 yılında yazdığı Kamuoyu (Public Opinion) kitabıdır. Yazar bu kitabında, medyanın, izleyicilerin zihinlerini ve düşünce haritalarını şekillendiren bir araç olduğu görüşünü dile getirmektedir (Yaylagül, 2010, s.22). Dolayısıyla, Lipman’ın ortaya attığı güçlü etki kuramı kısmen de olsa güncelliğini sürdürmektedir. İnsanlar gitmedikleri, görmedikleri yerler veya tanımadığı kişiler hakkındaki fikirlerinin çoğunu kitle iletişim araçları vasıtasıyla edinmekte ve ona göre tutum-davranış geliştirmektedir.

Eleştirel teori ile ilgili açıklamalar, Frankfurt Okulu’nun ele alındığı Kültür Endüstrisi bölümünde yer almaktadır.

54

Medya tarafından oluşturulmak istenen mesaja göre içerik üretildiğinde, izler kitlenin zihnindeki imaj gösterilenden farklı olmayacaktır.

İlk dönem etki araştırmalarının sonuçlarını onaylayan araştırmacılardan biri de Lowery ve DeFleur’dür. Araştırmacılara göre, Amerika’da 1929 bunalımının getirdiği olumsuzlukların ardından, hem iş dünyası hem de politik çevreler dikkatlerini kitle iletişim araçlarına çevirdiler. Çocuk eğitimiyle ilgili bir vakıf olan Payne Vakfı, 1929 yılından itibaren sinemanın çocuklar ve gençler üzerindeki etkilerini araştırmaya başlamıştır. Yapılan araştırmalar sonucunda sinemanın çocuk ve gençler üzerinde oldukça güçlü olduğu yönünde bulgulara ulaşılmıştır. Vakfın araştırmaları, bir yönüyle iletişim biliminin de doğuşu açısından ilk somut adım olarak değerlendirilebilir (Akt: Güngör, 2011b, s.31).

Chicago Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında çalışan Harold Dwight Lasswell, I. Dünya Savaşı’nın ardından çalışmalarını propaganda üzerinde yoğunlaştırmış, bundan dolayı da iletişim alanına yoğunlaşmıştır. Lasswell (1948), siyaset biliminin sorduğu “Ne, Neden, Nasıl, Nerede, Ne zaman, Kim?” (5N1K) sorularını, Shannon ve Weaver gibi çizgisel bir düzlemde göstererek kitle iletişim eylemi modeline dönüştürmüştür (Güngör, 2011a, s.38).

Şekil 2: Lasswell’in iletişim modeli

Kim? Kaynak

Ne söyler? Mesaj

Hangi kanal ile? Araç

Kime? Alıcı

Ne gibi bir etki ile? Mesajın etkinliği

55

Lasswell’in modelini kullanışlı, ancak çok basit bulan kimi araştırmacılar, modeli daha da geliştirme yoluna gitmişlerdir. Braddock (1958), Lasswell’in iletişim modelinde saptadığı beş etkenden daha fazla ögenin olduğunu söylemektedir.

Şekil 3: Braddock’ın iletişim modeli

Lasswell, Lipman’ın “kitle iletişim araçlarının kamuyu etkilemek konusunda güçlü etkisi vardır” görüşünü daha da ileri götürmektedir. “Hipodermik (derialtı) İğne”, “Gümüş Kurşun”, “Sihirli Mermi” veya “Taşıma Kemeri” adını verdiği yaklaşımına göre, nasıl ki herhangi bir hastalık karşısında hastaya ilaç verildiğinde hastalıklı olan bölgeye yönelik bir tedavi uygulanıp hasta iyileştiriliyorsa, hipodermik iğne modelinde de benzer bir durum söz konusudur. Kitle iletişim araçlarında izleyici üzerinde yaratılmak istenen duygu ne ise içerik de ona göre yaratılmakta ve izleyiciye etkisi, adeta damardan verilmiş bir iğne kadar büyük olmaktadır. Kaynaktan alıcıya gönderilen her türlü mesaj alıcıyı etkilemek için gönderilmektedir. Kitle iletişim araçlarında bahsi geçen konuda konuşmacının eğilimi ne yönde ise, pasifize olmuş homojen yapıdaki izler kitle de o yöne eğilim gösterir. Başka bir deyişle, izleyici iletilen mesajın doğru olup olmadığını sorgulamadan kabul eder. Bu sayede izler kitlenin düşünceleri denetim altına alınmış olur.

Çizgisel iletişim modelinin geliştirilmiş şekli, Claude Elwood Shannon ve Warren Weaver’ın ortaya koyduğu iletişim formülünde görülmektedir. Matematikçi olan Shannon ve Weaver, Bell telefon şirketinde mühendis olarak çalışmaktaydılar ve

Kim? Ne söyler? Hangi kanal ile? Kime?

Hangi koşullar altında? Hangi amaç ile? Hangi etki ile?

56

işlerinin bir gereksinimi olarak iletişim için asıl önemli olan unsurun mesajın gönderilmesini ve alınmasını sağlayan aracılar (kanal) olduğunu fark etmişlerdir. Kuramcılar “Hangi iletişim kanalı en fazla sayıda sinyali iletir?”, “İletilen sinyalin ne kadarı ileticiden alıcıya giderken yolda gürültü nedeniyle yok olacaktır?” gibi sorulara yanıt aramışlardır (Mcquail ve Windalh, 2010, s.30). Kaynak (enformasyon veren) bir iletiyi (telefondaki söz) üretir. Kodlayıcı veya verici, iletiyi aktarılır hale getirmek için işaretlere dönüştürür (telefon, sesi elektrik titreşimlerine dönüştürür) kanal işaretleri aktarma aracı olarak kullanılır (telefon kablosu); kod açıcı veya alıcı bu işaretlerden hareketle iletiyi yeniden oluşturur; hedef, iletinin gönderildiği kişi veya nesnedir (Mattelart ve Matterlart, 1995, s.47). Shannon ve Weaver’ın Matematiksel İletişim Kuramı; gönderen ve alıcı arasındaki ileti gönderim sürecinin gönderici tarafından seçilen araçlar üzerinden sinyal gönderimi (enformasyonun iletilmesi) ve alımı üzerine oturmaktadır. Bu kurama göre, teknolojik herhangi bir aksaklık nedeniyle (televizyonun karıncalanması, elektriğin kesilmesi, radyonun parazit yapması, telefon cızırtısı veya kesilmesi) gönderimin aksamasındaki her türlü engel, “gürültü” olarak nitelendirilmektedir. Bu şemaya göre mesaj hedefe sorunsuz bir şekilde ulaştıysa süreç tamamlanmış demektir.

Shannon ve Weaver’a göre bilgi, içerikten soyutlanmış, teknik bir kavramdır. Aynı simgeye, enformasyon kaynağı değişik anlamlar yükleyebilir. Bir lambanın bir kez yanması “evet”, iki kez yanması “hayır” anlamını taşıyabilir; ama aynı ikili kodlama başka anlamlara da gelebilir. Dildeki anlam farklılaşmaları bilgiyi böyle teknik bir yığına indirmek olanağı vermediğinden model zorlanmaktadır. Bu nedenle karmaşık bilgileri aktarmakta sorunlar çıkmaktadır (İlal, 2007, s.12).

McLuhan ve Powers’ın aktarımıyla Shannon ve Weaver’ın matematiksel iletişim şeması aşağıdaki gibidir (Mcluhan ve Powers, 2001 s.129).

57

Şekil 4: Shannon ve Weaver’ın iletişim modeli

Shannon ve Weaver (1949), iletişim araştırmalarında üç sorun düzeyinden söz etmektedirler (Fiske, 2003, s.22):

A Düzeyi İletişim simgeleri ne kadar kusursuz

biçimde aktarılabilmektedir? (teknik sorunlar)

B Düzeyi Aktarılan simgeler istenen anlamları ne

kadar kesinlikte iletebilmektedirler? (teknik sorunlar)

C Düzeyi Alınan anlamlar, davranışı arzu edilen

yönde ne ölçüde etkileyebilmektedirler? (teknik sorunlar)

Shannon ve Weaver’ın söz ettikleri gürültü, psikolojik, biyolojik, fiziksel vb. etkenlerdir. Buna göre, iletişim sürecindeki pek çok aksaklık gürültü olarak yorumlanmaktadır. Bir siyasal lider miting meydanında halka seslenirken çıkan izdiham gürültü olarak nitelendirilirken, ses sisteminin bozulması veya aniden bastıran yağmur da gürültü kapsamında değerlendirilmektedir (Güngör, 2011, s.31).

Kitle iletişim araçlarının izleyici üzerinde etkilerinin büyük olduğunu söyleyen bu araştırmaların ardından yapılan ikinci dönem etki araştırmaları, neredeyse geçmişin söylemini tamamen tersine çevirmektedir. Kolombiya Üniversitesi’nden Katz, Berelson ve Lazarsfeld’in önderliğinde, 1950’lerin ortalarına kadar yapılan “etki” ile ilgili alan araştırmaların sonucunda, enformasyonun aktarılması ve tutumların değişmesinde kişiler arası ilişkilerden doğan etkinin geniş bir rol oynadığı, birincil grupların önemli olduğu ve kitle iletişim araçlarının doğrudan rolünün sınırlı olduğu

Enformasyon

Kaynağı İletici Alıcı Hedef

Gürültü Kaynağı

Mesaj Sinyal Alınan Mesaj

58

saptanmıştır. Alan araştırmalarının bulguları sonucu “iki basamaklı akış”, “fikir önderliği” ve “kapı tutucu” gibi kavramlar ortaya çıkmıştır (irfanerdogan.com, Erişim tarihi: 18.04.2013).

1940’lı yıllarda, ABD’nin Ohio eyaletinde başkanlık seçimleri için Paul Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet’nin seçmen davranışlarını ölçümlemek üzere yaptığı araştırma sonucu ortaya çıkan Halkın Tercihi (People’s Choice) adlı eser, kitle iletişim araçlarının izleyiciler üzerinde büyük bir etkisi olmadığını, sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, başka bir deyişle, belli bir zihinsel filtrelemeden geçerek algılandığını ileri sürmektedir. Kitle iletişim araçlarının sunduğu içeriklerin, önceden edinilmiş inançları güçlendirirken, bilgi vermenin ötesine geçemediği saptamasında bulunulmaktadır. Bu araştırmanın sonucunda ortaya atılan “İki Aşamalı Akış” (Two Steps Flow) modeline göre; bulunduğu toplum içinde gündemi takip eden, fikirlerine güvenilen ve saygı duyulan, “kanaat önderi” olarak adlandırılan kişilerin konu hakkında bir fikir edinmesi sonucu takındığı tavır, bu modelin ilk aşamasını oluşturmaktadır. İkinci aşamada ise, kanaat önderleri aracılığıyla iletilen bilgilerin grup içindeki bireyleri etkilediği ve oy verme davranışında değişiklik yapabildiği savı ileri sürülmektedir. Aynı ekibin 1948 yılında ABD’nin New York eyaletinde başkanlık seçimleri için yaptıkları ikinci araştırmanın sonucunda elde ettikleri bilgi; izler kitlenin kendi düşünce ve inançlarına uygun haberleri izlediği ve bu bilinçle kendi fikirlerinin güçlendiği, diğer haberlerin göz ardı edildiği bulgusudur. Bu düşünceye göre, kitle iletişim araçlarının izler kitlenin tutum ve davranışlarını değiştirmedeki etkisi tek başına yeterli değildir.

İki Aşamalı Akış Kuramına göre, kitle iletişiminde her ileti, iki aşamalı bir süreç içinde hedef kitleyi etkilemektedir. Bir iletiyi gazetedeki haberden okuyup alan okuyucular, bu iletiyi kendi referans kişi ya da gruplarına danışacak ve onların

59

dediklerini de göz önünde tutarak iletide savunulan yorumu, değerlendirmeyi, yargıyı, öneriyi reddedecek veya kabul edeceklerdir (Oskay, 2011, s.52).

Bu döneme kadar kuramsal olarak göz ardı edilen geribesleme, geribildirim veya yansıma, Melvin DeFleur tarafından iletişim şemasına eklenmiştir. O döneme kadar çizgisel doğrultu üzerinden tek yönlü bir şekilde tarif edilmeye çalışılan iletişim, geribeslemenin sürece dahil edilmesiyle çift yönlü bir hale gelmiştir. DeFleur’ün iletişim kuramlarına dahil ettiği üç kuramı daha bulunmaktadır. DeFleur, “Bireysel Farklılıklar Kuramı”nda, izler kitlenin sosyo-ekonomik farklılıklarından yola çıkarak mesajı alımlayan herkesin aynı şekilde yorumlamayacağı fikrini ortaya atmıştır. “Sosyal Kategoriler Kuramı”nda ise kişilerin kurdukları ilişkiler nedeniyle mesajların etkisinin farklılaşabileceği, “Kültürel Normlar Kuramı”nda da toplumun kültür kodları her zaman bireyle aynı olmadığından, mesajın yine farklı algılanabileceği savını ileri sürmüştür.

Geribeslemenin yüz yüze iletişimdeki temel işlevi; kaynağın gönderdiği iletinin alıcı tarafından doğru olarak algılanıp algılanmadığının ölçülebilmesini ve alıcının iletişime istekli olup olmadığının veya iletiye olan tepkisinin saptanmasını sağlamaktadır.

Melvin DeFleur’ün, iletişim şemasına geribeslemeyi eklemesi bir anlamda Lasswell’in, Shannon ve Weaver’ın pasif gördüğü izler kitlenin aslında pasif olmadığı ve kişilerin kendilerine ait fikirleri olduğundan mesajın içeriğini doğrudan kabul etmeyip sorguladığını işaret etmektedir. Geribeslemenin sürece dahil edilmesiyle kaynak, alıcının mesajı doğru bir şekilde anlayıp anlamadığını da test etmiş olmaktadır. Örneğin; bir kişiye telefon açıldığında telefonun kusursuz bir şekilde aranılan numaraya ulaştığını, telefonu açan kişiye mesajın iletildiğini düşünelim. Shannon ve Weaver’ın iletişim şemasına göre, buraya kadar her şey kusursuz bir

60

şekilde tamamlandıysa süreç de tamamlanmıştır. Ancak karşıdaki kişi ile aynı dil konuşulmuyorsa, bir yabancı ise veya dili anlasa bile kültürel kod farklılıkları nedeniyle doğru bir şekilde yorumlayamıyorsa, başka bir deyişle kod açılımı istenilen şekilde gerçekleşmiyorsa mesajın iletilmiş olmasının hiçbir faydası yoktur. Aynı anda kanalda birçok sinyalin olması gibi bir durum da iletimi engelleyebilir. Sonuçta, iletilen ile alınan sinyal farklı olabilir. Yani kaynak tarafından üretilip alıcı tarafından tekrardan oluşturulan gönderi, hedefe ulaştığında aynı anlamı taşımıyor olabilir. İleticilerin, yollanan ve alınan mesajın her zaman tıpa tıp aynı olmayacağını fark edememeleri, iletişimin başarıya ulaşamamasında önemli bir etmen olarak görülmektedir (McQuail ve Windalh, 2010, s.32). Bu nedenle, “geribesleme olmaksızın iletişim süreci tamamlanmış olmaz” eleştirisine karşılık olarak Shannon ve Weaver, mesajın tekrarlanmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Matematiksel İletişim Kuramı, eksiklerine rağmen iletişimi anlaşılabilir bir formül haline getirmesi, teknik hataları göz önünde bulundurması ve konunun öncüsü olması bakımından önem arz etmektedir.

Şekil 5: Osgood ve Schramm’ın dairesel iletişim modeli

McQuail ve Windahl’a göre, Osgood ve Schramm (1954), geliştirdikleri modelde gönderici ve alıcının davranışlarını öne çekmektedir. O yıllarda liberal

Kodlayıcı Yorumlayıcı Açıklayıcı Kodlayıcı Yorumlayıcı Açıklayıcı Gönderici Gönderici

61

çoğulcu tartışmaların yoğunlaştığını, bu tartışmalar bağlamında bireyin yeniden öne çıktığını anımsayarak, iletişim kuram ve modellerinde de araştırmacıların ilgisinin insan ögesine yönelmesi doğaldır (Güngör, 2011b, s.60). Bu modele göre, kişiler arası iletişim sürecinde kaynak ve alıcının yerleri sık sık değişmektedir. Daha önce çizgisel olarak ifade edilen iletişim şeması bu modelle birlikte dairesel bir yapıya bürünmektedir. İletişim sürecini tarif eden bu model, kimi zaman hiyerarşik bir yapıyla işlediği ve geribesleme sürecini göz ardı ettiği için eleştirilmektedir. 1956 yılında Gorge Gerbner (1919-2005), Shannon ve Weaver’ınkine göre oldukça karmaşık, ancak iskelet olarak onların çizgisel süreç modelini benimseyen yeni bir model inşa etmiştir. İletiyi gerçeklikle ilişkilendirmiş; böylece algı ve anlamla ilgili sorunlar üzerinde durulmasını sağlamıştır (Fiske, 2003, s.44).

Şekil 6: Gerbner’in iletişim modeli

Gerbner, kitle iletişim araçlarında ve yüz yüze iletişimde kullanılabileceğini ileri sürdüğü modelinde O’yu bir olay, M’yi ise bir insan veya kamera olarak

Kan al er iş im İlet iş im araç la rı n ın K o n tr o lü Seçim bağlam Kullanıma açıklık O1 Algı O Olay Seçim bağlam Kullanıma açıklık B11 Açıklama algısı M B Biçim E İçerik Algısal Boyut Ar açl ar v e ko n tr o l (v ey a ak tar ma b o yu tu ) M2

62

nitelendirmektedir. Olay, kitle iletişim araçlarında işlendiğinde eşik bekçileri tarafından şekillenmektedir. Olayın bir trafik kazası olduğunu farz edelim. Kitle iletişim aracı çeşitli vasıtalarla (muhabirler vb.) olayı haber alır, algılar. Ardından, kitle iletişim aracı olayı değerlendirerek kodlar ve haber haline getirerek, hedef kitleye aktarır. Hedef kitle mesajı alır, kodu açar; bir başka ifadeyle mesajı deşifre eder (Işık, 2012, s.60). Olayı algılayan bir kişi için ise, süreç farklı işlemektedir. Kişi öncelikle kendi birikimi, bakış açısı çerçevesinde olayı algılar ve doğal tepkisini ortaya koyar. Kişi tepkisini gösterirken jest, mimik veya sözlü olarak bir aksiyona girer. Kişisel yorumunu kattığı olayı başkasına aktarır. Süreç bu şekilde kendini yenilemeye devam eder.

Televizyonun “kültürel göstergeler” üzerindeki etkilerini açıklamaya çalışan Gerbner, gün içerisinde bütün aile bireylerinin televizyon izlediği saat olarak düşünülen (prime-time) zaman aralığındaki ve gündüz kuşağındaki programların kültür üzerindeki etkilerini belirlemeye dönük olan “Ekme/Yetiştirme Kuramı”nı (cultivation) da ortaya atmıştır. Kuram, televizyonun izler kitle üzerinde kültürel etkisinin yavaş yavaş geliştiğini ve azar azar gösterilen imgelerin zamanla olağan bir hale geldiğini ileri sürmektedir. Televizyonun kurgusal dünyasının, hayat tecrübesi az olan çocuklar, gençler ve eğitim seviyesi düşük bireyler üzerinde etkisi büyüktür ve hayatı televizyonda gördükleri imgeler aracılığıyla değerlendirirler. Yetişkinlerde de durum çok farklı değildir. Televizyonu çok izleyen ve daha az izleyen kişiler üzerinde etki araştırması yapıldığında; gerçekle kurgu arasındaki farkı ortaya koymaları istendiğinde, televizyona çok vakit ayıran izleyicilerde kurgusal dünyanın gerçekliği daha ağır basmaktadır (Güngör, 2011b, s.62).

Gerbner’in, televizyon programlarının analizlerinden elde ettiği sonuçlara göre; televizyonda günlük yaşamdakinden daha fazla şiddet vardır ve kanun koyucu

63

karakterlerin büyük çoğunluğu erkeklerdir. Bu durumun izler kitle üzerindeki etkisini araştırmak üzere yöneltilen sorulardan biri, “Erkeklerin yüzde kaçı kanun uygulayıcısı veya cinayet soruşturucusudur? Yüzde bir mi yoksa yüzde on mu?” şeklindedir. Cevaplar tasniflendiğinde televizyon izleme oranı yüksek olanların cevabı, yüzde onu işaret etmektedir. Oysa ABD’de bu meslekle uğraşanların tamamı yüzde bir ile sınırlıdır. Bu araştırmanın sonucu ile televizyonun insan zihninde kurmacayla gerçekliğin yer değiştirmesine nasıl sebep olduğunu Ekme/Yetiştirme Kuramıyla açıklamak mümkündür (Yaylagül, 2010, s.66).

Bruce Westley ve Malcolm MacLean ise, 1957 yılında ileri sürdükleri iletişim modelinde, kitle iletişim sürecinde “eşik bekçilerinin” (gatekeeper) öneminden bahsetmişlerdir. Bruce Westley ve Malcolm MacLean’e göre eşik bekçileri, bir mesajın kaynaktan alıcıya nasıl, ne şekilde ve hangi etkiyle gönderileceğine karar veren kişilerdir. Bu kişiler kitle iletişim araçlarının sahipleri, yöneticileri, editörleri, sayfa tasarımcıları, yazarlarıdır. Her ne kadar haber yapım sürecinde bulunan kişilerin tarafsız ve objektif olmaları beklense de, yayıncı kuruluşun politikası ve bu