• Sonuç bulunamadı

1.5 Modern Basın Fotoğrafçılığı: 1936’dan Günümüze

2.1.3 İktidar ve İdeoloji İlişkisine Farklı Kuramsal Yaklaşımlar

Medyaya yönelik eleştirel çalışmalar, Marxist eleştiri geleneğini taşıyan Frankfurt Okulu’nun kültür incelemeleri ve kültür endüstrilerini ele almasıyla başlamıştır. Hem ekonomi-politik hem de kültürel çalışmaları etkileyen bir yaklaşım olan Frankfurt Okulu’nun kitle iletişim yaklaşımları, geleneksel olarak eleştirel kuram diye anılmaktadır. Eleştirel yaklaşımın ana sorunsalının; “toplumsal iktidarın medya aracılıyla kendini nasıl yeniden ürettiği” sorusu olduğu görülmektedir (Çoban, 2003: 254).

Ortodoks Marxizmle bağlarını koparmış bir Marxizm’den esinlenen ve 1940’lı yılların başından itibaren kültürün geleceği temelli kaygılar etrafında birlesen Frankfurt Okulu düşünürleriyle, ardından 60’lı yıllarda Fransa’da ortaya çıkan deneyci yönteme karsı ideolojinin yeniden keşfini ortaya koyan yapısalcı anlayışla ve yine 60’larda Britanya’da gelişen Birmingham Grubu’nun Kültürel Çalışmalarıyla, eleştirel yaklaşım gelişme zeminini oluşturmuştur. Ekonomik politik yaklaşımlar ideolojiye değil asıl olarak ekonomik siyasi temele gönderme yaparken, ekonomik indirgemeciliğe karsı güçlenen Kültürel Çalışmalar Okulu ise, medyanın toplumsal rızanın kazanılmasındaki rolünü irdeler. Yapısalcı yaklaşım, medya ürünün ideolojik yapısına vurgu yapmaktadır. Yapısalcı yaklaşımların da öz itibariyle son kertede ekonomi-politik ve Marxizmle eklektik bir özelliğe sahip olduğu unutulmamalıdır. İlk yapısalcı çalışmalar anlamlandırma ve temsiliyet üzerine yoğunlaşırken, son dönem çalışmalar medya metinleri ve edebi metinlere de ilgi göstermektedir. Frankfurt Okulu, A. Gramsci, L. Althusser, İngiliz Kültürel Çalışmalar Geleneği ve Yapısalcı Medya İncelemeleri’nde medyanın asıl ürettiğinin kapitalist sistemi bir arada tutan ve varolan toplumsal eşitsizlikleri yeniden üretmede toplumsal bir yapıştırıcı işlevi gören ideoloji üretimi olduğu düşüncesi egemendir (Mattelard’dan aktaran: Karaduman, 2009:43).

Almanya’da faşizmin yükseldiği yıllarda kurulan Frankfurt Okulu, geleneksel Marxizmin üstyapı kavramları olarak göz ardı ettiği kültür ve ideoloji kavramlarını sorunsallaştırarak eleştirel medya çalışmalarına öncülük etmiştir. Özellikle Adorno ve Hokheimer’ın çalışmalarında “kitle kültürü” ve “kültür endüstrisi” üzerine eleştirileri, kapitalizmin üretim ilişkilerinin ve iktidar ilişkilerinin toplumsal rıza ve denetim üretmeye

olan katkılarını göz önüne sermiş, 70’lerden başlayarak günümüze kadar gelişen eleştirel çalışmalara kaynaklık etmiştir. Frankfurt Okulu, değişen toplum yapısı ve ideolojinin analizini yapar. Özellikle iki savaş arası dönemde, faşizmin yükselişiyle birlikte totaliter ideolojinin güçlenişi ve bu güçlenmeyi yaratan kurumların analizine girerken, Frankfurt Okulu, kitle iletişim araçlarını, kitle kültürünün yaratıcısı olarak iktidar ve kontrolün uygulanması ve aracılaştırılmasında sorumlu tutmaktadır (Timisi, 2003: 56).

Medyanın ideolojik konumu Hall’un görme biçimindeki özgünlüğüne David Sholle, su satırlarla işaret etmektedir: “Hall’a göre, medya öbür sınıfların imgelerini inşa eder ve sınıf farklılıklarını bir bütünlük, çoğulluk içinde birlik yaratacak şekilde dokur. Medya çoğulluğu sunar, ama bunu yalnızca söz konusu farklılık ve alternatiflerden bir oydaşma meydana getirecek şekilde yapar. Söylem, tartışmanın içinden yine oydaşmaya dönüşebilecek öğeleri seçer ve geriye kalanları marjinalliğin sessizliğine mahkum eder.” Bu bağlamda medya bir eşik bekçisi görevi görmekte ve söylemini egemen ideoloji çerçevesinde yeniden inşa etmektedir. Stuart Hall, ideoloji ve iktidar kavramlarını dar bir kalıba sokmadan, ön yargılardan ve indirgemecilikten kaçınarak, daha çok medyanın toplumsal gerçekliği nasıl inşa ettiği üzerinde yoğunlaşan bir çalışma metodu önermektedir. Hall, Kültürel Çalışmalarda “decoding”, yani farklı siyasal ve sosyal konumdaki izleyicilerin mesajları çözümlemesi üzerine özel bir önemle durmuştur. Egemen kitle iletişim araçları ideolojik tanımlamaları ve temsilleri dolaştırıp, toplumsal boyutta tutturulmasını sağlamaktadır (Köker, 1998: 74).

Hall’a göre; maskeleme, yersizleştirme, parçalama ve körleştirme yoluyla devletin egemen sınıfı alt sınıfların güvenini ve yeniden rıza üretimini elde etmektedir. Hall, egemen ideolojinin hegemonyası, üstyapılar düzeyinde varolan ideolojiler içinden geliştirilmesi gerektiğini belirtir. Gramsci’den aldığı hegemonya kavramını, “toplumdaki asli ekonomik süreçler üzerinde etkili bir üstünlük sağlamış olan başat bir sınıf ittifakının ya da yönetici bloğun, bir toplumun hayat tarzlarını, adetlerini ve anlayışlarını, biçimini, kültür ve medeniyet düzenini, doğrudan doğruya tikel bir sınıfın dar çıkarlarına yarar sağlamasa bile, bir bütün olarak hayatın başat toplumsal üretim sisteminin gelişimini destekleyen, toplum üzerinde sağladığı üstünlüğü yaydığı tüm süreçleri kuşatır” seklinde açıklar (Davis, 2004: 83).

Egemen ideolojiler rıza ve uylaşımın yapılandırılmasında ve yeniden inşasında işlev üstlenirler. Hall’e göre bu aşamada hegemonya kavramı, önemli bir çıkış yolu sağlamıştır. Hall bu bağlamda medyanın ideolojik rolünün, grupların ve sınıfların öbür grup ve sınıflara ilişkin bir anlam pratiği ve değer imgesi inşa etmelerinin temelini oluşturmak, toplumsal

totalitenin bir bütün olarak kavranabilmesi için, imge, temsil ve düşünceleri sağlamak olduğunu ileri sürer. Ayrıca Hall, medyanın devletin ideolojik aygıtları olarak varlığını saptar (Güzel, 2006: 9).

Ekonomi politik yaklaşımın temel konularından birini, medya kuruluşlarıyla, siyasal güç odakları arasındaki ilişki oluşturmaktadır. Bu açıdan yaklaşıldığında medya kuruluşları üzerinde etkin rol oynayan siyasal güç sahiplerinin politik çıkarları, medya sahiplerinin de ekonomik çıkarları varolan ilişkiyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Sermaye sahipleri bir yandan varolan konumlarını pekiştirirken, politikacılar da siyasal egemenliklerini güçlendirmektedir. Bu nedenle haber medyasında sık sık resmi kaynakların açıklamalarını görürüz. Ekonomi politik yaklaşım, bu bağlamda karşılıklı yürüyen çıkar ilişkilerinin nasıl işlediğini ve medya çıktılarına etkilerini irdelemektedir. Medya araştırmalarında ekonomi politik yaklaşımın eleştirel bir anlamı vardır. Bu yaklaşım medyanın sahipliği ve kontrolü, medya endüstrilerinin diğer endüstriyel yapılarla, siyasal ve ekonomik toplumsal elit katmanlarla bütünleşmesini sorunsallaştırır. Yaygın olarak medyanın çeşitlenmesi, ticarileşmesi, uluslararasılaşması ve kar motivasyonunun seyirci çekmeye etkisi ile reklamlar ve bunun sonuçlarıyla medya pratiklerini ve içeriğini inceler (Yaylagül, 2006:132).

Golding ve Murdock, iletişimin ekonomi politiğinde üç çözümleme alanı saptar. İlki, kültürel malların üretimine yöneliktir. Onlar kültürel üretimin, kültürel tüketim üzerinde sınırlandırıcı bir etki yaptığını ileri sürerler. İkinci olarak, medya ürünlerindeki temsillerin üretimleri ve tüketimleri aşamalarında maddi gerçeklerle bağlantılarını ortaya koymak üzere metinlerin ekonomi politiğinin incelemesi yapılır. Son olarak da kültürel tüketimin ekonomi politiği yapılır. Bu değerlendirme de maddi ve kültürel eşitsizlik arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla inceleme kapsamına alınır ve iktidar ile medya ürünlerinin içerik ve işleyişine etkileri ve bunun sonuçları üzerinde durulur (Golding ve Murdock, 1997: 54).

Micheal Schudson, bir ürün olarak haber ile onu üreten kurumun ekonomik yapısı arasında kalan her şeyin, kar amaçlı endüstri ile muhafazakar ve sistemin sürmesine yardım eden haberlerin birbirleriyle, esasta içinde bulunduğu uygunluğun açıklanmasında, üzerinde durulmasına gerek olmayan bir karakutu olduğunu iddia eder (Schudson, 1994: 310).

Ekonomi politik geleneğin Avrupa’daki temsilcilerinden olan Golding ve Murdock, medyanın ekonomi politiğinin temel görevi kapitalist toplumlardaki ekonomi ve siyaset ilişkilerinden kaynaklanan üretim stratejilerinin, medyanın üretim sürecinde çalışanlarının somut faaliyetlerini nasıl biçimlendirdiğini inceler. Kapitalist toplumlarda kültürün endüstrileşmesinin üretim ve tüketim sürecine etkilerini inceleyen Garnham da, giderek

iletişim teknolojileriyle bütünleşmiş, emtialaşmış ve ideolojik olarak egemen yapıyı yeniden üretecek bir tarzda örgütlenmiş olan medyanın, kapitalizmin küresel olarak yayılmasına ideolojik ve ekonomik olarak hizmet ettiğini ileri sürer. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, Edward S. Herman ile Noam Choamsky, haberin ekonomi politiği ile ilgilenirler. Herman ve Chomsky, Amerikan haber medyasının “Propaganda Modeli“ adını verdikleri bir model geliştirirler ve güçlülerin halkın neyi görüp, neyi görmeyeceğine, neyi duyup neyi duymayacaklarına karar verdiklerini, propaganda kampanyalarıyla da kamuoyunu yönetme, yönlendirme amaçlarında olduğunu savunurlar. Tüm bunların ışığında Herman ve Chomsky yaptıkları çalışmada, medyanın sermaye yapısını, örgütlenme biçimini, isleyişini ve bu faktörlerin medya çıktılarına yani haber, dizi, film ve eğlence programlarına etkilerini incelemeye çalışmışlardır. Bu model “medyadaki servet ve iktidar eşitsizliği ile bu eşitsizliğin medyanın çıkar ve seçimlerine çeşitli düzeylerdeki etkisi üzerine odaklanır.” (Chomsky ve Herman, 1998: 21).

Ekonomi politik yaklaşım, egemen güçlerin (medya sahiplerinin) toplumsal iktidarlarını kurma ve pekiştirme yolunda medyadan nasıl yararlandıkları ve sonuçlarının neler olduğu sorusuna yanıt aramaya çalışır. Altyapıya (maddi ilişkilere) ağırlık veren ekonomi politik yaklaşımı üstyapıdan ayrı düşünülemez. Ekonomik yapıya yaptığı vurguyla kapitalist üretimin dinamiklerini sorunsallaştıran yaklaşım, kültür endüstrilerinin yaratılmasının ve dağıtılmasının söz konusu olduğu medya piyasası üzerine odaklanır. Ancak yaklaşım, medyanın başat ideolojiyi yansıtma ve kurma rolünü sadece ekonomik ilişkiler üzerinden gerçekleştirdiği ve özneye yani insan öğesine değinmediği yönünde eleştirilir (Schiller1993: 19).