• Sonuç bulunamadı

2. 1. Jeopolitik Kavramı

Jeopolitik, medeniyet kavramı kadar eski bir kavramdır, 1899 yılında Kjellen tarafından sadece adı konulmuştur. Fakat sistematik bir çalışma alanı olarak yakın zamanda ortaya çıkmasının nedeni, düzenli olarak tarih, coğrafya, ekonomi vb. gibi diğer disiplinler arasında hayatını sürdürmesidir. Jeopolitiği, tarih ve coğrafyanın birleşimi olarak adlandıranlar da vardır (Cahnman, 1943: 579).

Tarih, birbirleriyle mücadele eden milletlerin hikâyeleriyle doludur. Bilimin gelişmesiyle, mücadele etmenin, dünyaya hâkim olmanın veya en azından kendini korumanın bir disiplin halinde ortaya konulması gerekliliği jeopolitiği ortaya çıkardı. Jeopolitik kavramı ortaya çıkmadan öncede Hititler ile Mısırlılar, Romalılar ile Kartacalılar, Grekler ile Persler, Selçuklular ile Bizanslılar vb. güç merkezleri arasında çatışmalar meydana geliyor ve jeopolitik anlamda hareketlilik yaşanıyordu. Bu bağlamda, dinlerin ortaya çıkışı, devrimler, coğrafi keşifler de jeopolitik düzeyde olgular olarak algılanabilir (İlhan, 2005: 23).

Jeopolitik, dünyanın coğrafi, tarihi ve politik ilişkilerinin farklı bir manzarasını sunar ve uygulandığı devlete göre farklılık arz eder (Bowman, 1942: 646). Hiç bir ulus sahip olduğu alanı, kaynakları ve insanları hakkında daha fazla bilgiye sahip olma avantajını görmemezlikten gelemez. Yeryüzünün mekân olarak coğrafyada ortaya koyduğu sonuçlar, jeopolitiğin çatısını oluşturur (Encylopedia Americana, 1967: 472)

Jeopolitik incelenirken iki yön göz ardı edilmemelidir: Birincisi, bir ülkenin coğrafi şartlarının o ülkenin siyasetine olan objektif etkisinin araştırılması, yani ülke yönetiminin karşı karşıya bulunduğu doğal çevre ve konumsal ilişkiler. İkincisi ise, o ülkenin coğrafyasının, ülkenin siyasetine sübjektif etkisi, yani o ülkede yaşayan insanların kendi coğrafi şartlarına ne gözle baktıkları ve kendi dünya görüşlerini (Weltanschaung) oluşturmalarıdır (Kristof, 1960: 35-36). Jeopolitik, 1928’te Berlin’de çıkan “Baustein zur Geopolitik” adlı dergide şu şekilde tanımlanır: “Siyasal olayların coğrafi alana uyarlanma teorisidir” (Hagan, 1942: 484).

Jeopolitik, Karl Haushofer’ e göre bölgenin ve tarihi gelişmelerin etkisi altında değişen siyasi hayat şeklinin, yani devletin üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisidir. R. J. Kjellen ise “ coğrafi teşekkül veya mekân içinde ilmi olarak devletin tetkikidir” diye tanımlar (Read, 1972: 9). “Yeryüzü münasebetlerinin siyasi gelişmelerle olan bağlantısının ilmidir” ifadesi ise Haushofer’a aittir (İlhan, 1995: 35). D.Whittlesey’ e göre jeopolitik, babası savaş olan bir devrim çocuğudur (Encylop. Americana, 1967: 472).

Jeopolitik, ekonomi ve teknoloji ile değişen alan, nüfus, konum ve doğal kaynakların devletlerarası ilişkilerini ve dünyaya hâkim olma mücadelesini nasıl tetiklediğini inceler. Jeopolitik, coğrafyadan daha çok siyaset bilimine ve siyaset sosyolojisiyle iç içedir. Devletle ilgilidir. Devletin özellikle çevreyle, mekânla ilişkisini inceler. Siyasal olaylara rehberlik ve araç sağlayan bir bilim dalı olarak düşünülebilir (Cahnman, 1943: 55). Pek çok kişinin tahmin ettiği gibi, coğrafyanın tek başına olayları yönlendirdiği bir alan değildir (Nathan, 1942: 155).

İnsanoğlunun aktif ve belirleyici bir faktör olarak sahneye çıktığı dünyada, Otto Maul’un belirttiği gibi insanoğlu faili muhtar (başına buyruk) bir yol izler

(Kristof, 1960: 24). Dünyanın jeopolitik yorumu, insanoğlu göz ardı edilerek yapılamaz. Kant’ın belirttiği üzere doğanın özgür ve bağımsız tabiatının aktif ve belirleyici elementi olarak insanoğlu sahneye çıkar (Kristof, 1960: 25). İnsanoğlunun etkisini Mezopotamya’da suyun yönünün değiştirilip, ülkenin güney merkezli olmasında görebiliyoruz (Braudel, 2007: 79). Ülkelerin birbirleriyle olan münasebetlerini etkileyen, zaman ve güç ilişkilerini inceleyen bir çalışma alanı olarak telakki edilebilir (Flanders, 1945: 578). Denis Retaillé, devleti, teşkilatlanmış toprak parçası olarak görür ve devletin var olmadığı yerde jeopolitiğin olamayacağını savunur (Retaillé, 2002: 22).

Jeopolitik görüşler, değişen coğrafi alan ve bu değişikliğe insanoğlunun getirdiği yorumlara göre farklılık arz eder. Mackinder, bu konuyu şu şekilde özetler: “Her bir yüzyılın kendine ait coğrafi perspektifi vardır” ( Sen, 1975: 18). Fiefild ve Percy, “Jeopolitik, dış politika gözüyle devletin coğrafi çalışmasıdır” der (Sen, 1975: 18).

Her bir milli ekolün niteliksel yaşamını yansıtan Anglo- Sakson, Alman, Rus, Çin, Japon, Türk vb. jeopolitiği olacaktır ve bundan dolayı da jeopolitikten objektif bir yaklaşım beklenilmez (Dugin, 2005: 10).

2. 2. Jeopolitiğin Gelişimi

Coğrafi faktörlerin politikaya etkisini araştıran bir bilim dalı olarak ortaya çıkan jeopolitik, kökeni insanoğlunun siyasete ilgi duymasıyla başlar. Napolean, “Devletin politikası coğrafyasında saklıdır” der (Gottmann, 1942: 197). Joseph J. Thorndike, jeopolitiği bir makalesinin başlığında şu şekilde tanımlar ve aynı zamanda gelişimi konusunda yol gösterir: “ Jeopolitik: İngilizlerin icat ettiği, Almanların kullandığı ve Amerikalıların çalışmaya ihtiyaç duydukları bilimsel bir sistemin sıra dışı bir uğraşıdır” (Thorndike, 1942: 106).

İnsanoğlu, ilk başlarda tamamen doğa tarafından kuşatılmış iken, modern insan, sosyal çevre tarafından kuşatılmış durumdadır. Doğanın kurallarını sosyal kurallar almıştır. İnsanoğluna doğanın müdahale gücü azalmıştır. Fakat insanın doğaya hükmetmesi sınırsız değildir. Alman jeopolitikçilerin “Erdgebundenheit /

Earth dependance (İng.)” diye tanımladıkları “Dünyaya olan bağlılık” hâlâ devam etmektedir (Kristof, 1960: 16).

Doğa ile insanoğlu arasındaki bu etkileşim ilk dönemlerde “Doğanın insanoğlu üzerine hâkim olduğu dönem” (nature directed man) iken, ilerleyen yıllarda bu “Doğanın insanoğlunu sınırladığı dönem ( nature limited man)” olmuştur (Kristof, 1960: 16). Aristoteles ve Jean Bodin, doğal çevrenin insanoğlunu etkilediğini savunan ve bu alanda çığır açan yazarlardandır. Fransız Vidal de la Blache’e göre coğrafi faktör, insan iradesi ve girişim arasında güçlü bir bağ kurmuştur (Kristof, 1960: 25). Jeopolitik kavramı ortaya çıkmadan 23 yüzyıl önce, insan karakteri ve devletin askeri ve ekonomik yapısı üzerine etkileri hakkında Aristoteles, fikir beyan etmiştir (Kristof, 1960: 17). Herodotos (M.Ö. 485-425), tarihi olayları coğrafi mekân üzerine ilk yerleştirenlerdendir (Jensen, 2009: 33). Modern jeopolitiğin ilk görüşlerinin Eflatun’la başladığını ifade edenler Eflatun’un şu sözüne atıfta bulunurlar: “Toprak, bir zamanlar ahalinin geçinmesine kâfi geliyordu. Fakat şimdi gelmiyor, demek şimdi komşularımızdan toprak almak mecburiyetindeyiz” (İlhan, 1986: 611).

Devletin üzerinde varlığını devam ettirdiği coğrafi alan ve mekânın diğer devletler ile olan ilişkiler üzerine oluşturduğu gücün bir disiplin olarak incelenmeye başlanması, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına rastlar. Bu dönemde ekonomik aktivitelerin ve sosyal düşüncelerin ülkenin tabiat ve çevre şartlarına bağlı olduğu, insanoğlu ve doğa ilişkilerinin yoğun olarak ele alındığı bir yüzyıldır (Trol, 1949: 134).

Bu incelemeye “Jeopolitik” adını veren İsveçli Rudolf Kjellen (1864- 1922)’ dir (Tezkan, 2005: 13). R. Kjellen, 1916 yılında yayımladığı “ Hayat Formu Olarak Devlet” isimli kitabında “ Coğrafi bir organizma olarak devletin mekânda incelenmesini” jeopolitik olarak adlandırmıştır. Yani devleti toprak, arazi, ya da en anlamlısı olarak, ülke olarak incelemektir (Kristof, 1960: 25).

Jeopolitik, dünyada milletlerin sınırlarını, bölgesel kapasitelerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini anlamada karşımıza çıkan yeni bir ifadedir. Karşımıza ilk çıktığı anlarda tam şeklini almış vaziyette değildi. Coğrafya ve siyaset arasındaki

ilişkinin farklı mekânsal boyutuyla yerel ölçekten küresel ölçeğe yansıyan izdüşümüydü ve önceleri “Siyasal coğrafya” olarak adlandırılıyordu (Dodds ve Atkinson, 2000: 28). İlk başlarında bu tanım, devletin coğrafyanın geometrik yapısı ile alakalıyken, ilerleyen yıllarda devletin dış politikasını belirlemede coğrafi unsurların incelenmesi olarak karşımıza çıktı. Her ne kadar jeopolitik kelimesini ilk kullanan R. Kjellen ise de, coğrafyanın küresel çapta etkilerini inceleyen, bu incelemelerin sonunda yansımaları bugüne kadar gelen jeopolitik bir tez ortaya koyan kişi H. J. Mackinder’dir (Tezkan, 2005: 13).

Jeopolitikçilerin çoğu araştırmalarını kendi ülkelerinin çıkarlarını şekillendirme amaçlı kullanmışlardır. Amerikalı A. T. Mahan (1840-1914) Deniz Hâkimiyet Teorisi, N. J. Spykman (1893-1943) Kenar Kuşak Teorisi, Alman Fredrich Ratzel (1844-1904) Hayat Alanı İhtiyacı, K. Haushofer (1869-1946) Alman Hayat Alanı’nın Genişletilmesi Teorileri ile kendi ülke politikalarına yön vermeye çalışmışlardır (İlhan, 2005: 17). Kara Hâkimiyet Teorisini ortaya atan H. J. Mackinder (1861-1947) ile jeopolitiği ilk kez kullanan İsveçli R. Kjellen sadece teorileriyle ön plana çıkmışlardır.

Jeopolitiğin doğuşunu hazırlayan nedenleri S. İlhan şu şekilde sıralar (İlhan, 1971: 64):

Siyasi coğrafyanın yetersizliği, tarih, coğrafya ve siyasi ilimler arasındaki ilişkilerin geliştirilip, tanımlanması, coğrafyadaki determinist görüşler, toplumların oluş ve gelişiminde göze çarpan yeni unsurlar, mevcut ilimlerin olayları yorumlamada eksik kalışı, küreselleşme sonucu ilişkilerin artması ve bazı devletlerin emperyalist duygular içinde genişleme politikaları.

Denis Retaillé, jeopolitiğin çıkış noktasında üç temel ilkeye oturtur (Retaillé, 2002: 24):

Jeopolitik ve devlet arasında bu üçlü arasında oluşan bir ilişki vardır. Tordesillas Tahkimi 2(1494) ve Berlin Konferansı3 (1884) arasında yaşanan süreçte dünyanın jeopolitik bir yapılanmaya gittiği görülür. Bu süreç, zamanla Alman ideolojisinin Zollverein, Weltpolitik ve Lebensraum4 kavramları ile doruğa çıkar (Retaillé, 2002: 24).

Jeopolitik kavramın ortaya çıkıp, jeopolitik adına tezlerin, görüşlerin öne sürülmeye başlandığı 19. yüzyıl sonlarından, bu tezlerin etkilerini azalarak ta olsa devam ettirdiği 1990’lı yıllara kadar süren döneme “Jeopolitiğin Klasik Dönemi” diyoruz (Tezkan, 2005: 13).

2. 3. Jeopolitiğin Unsurları

Jeopolitiğin coğrafi unsurları stratejide “mekân”, beşeri unsurları da “güç” olarak karşımıza çıkar. İkisinde de ortak adla tanımlanan unsur ise zamandır (İlhan, 1989: 42). Suat İlhan, jeopolitiğin unsurlarını “Değişen” ve “Değişmeyen unsurlar” olarak ikiye ayırır (İlhan, 1989: 42):

Jeopolitiğin Değişmeyen (Coğrafi) Unsurları: *Coğrafi Konum

*Sınırlar ve coğrafi bütünlük

*Saha genişliği ve sahip olunana stratejik kaynaklar *Coğrafi Özellik (Ada devleti, kıta devleti vb.) Jeopolitiğin Değişen (Beşeri) Unsurları *Sosyal unsurlar

*Ekonomik Değerler

2 1494 tarihli Tordesillas Antlaşması dönemin deniz güçleri Portekiz ve İspanya arasında gerçekleşti. Antlaşmanın amacı Kristof Kolomb’un keşif yolculuğunun dönüşünden sonra ortaya çıkan tartışmaları çözüme kavuşturmaktı

3 Berlin Konferansı, Afrika'nın kıyılarında ve büyük nehirlerinde ticaret serbestliğinin sürekliliğini

sağlamak ve bu kıyılardaki yeni yerlerin işgal koşullarını belirlemek amacıyla, Bismarck'ın girişimi ile 15 kasım 1884-26 şubat 1885 tarihleri arasında Berlin'de toplanan uluslararası konferans Afrika’nın bölünmesini hızlandırmıştır.

4 Zollverein, kelime anlamı olarak” gümrük birliği” demektir. Almanya’nın iç gümrük engelleri kaldıırlmıştır .Weltpolitik, “dünya politikası” anlamına gelir. I.Dünya Savaşı’nın çıkmasına da neden olan güç politikasıdır ve Lebensraum ile bağlantılıdır. Lebensraum, “yaşama yeri” anlamına gelir. Nazi Almanyası’nın genişleme politikasına hizmet eden jeopolitik bir deyim.

*Politik Değerler *Askeri Değerler

*Kültür Değerleri ve Kültür Çevresi

Değişen ve değişmeyen unsurlar bir bütün halinde bir ülkenin jeopolitik gücünü oluştururlar. Birinin etkinliği, diğerinin zayıf yönünü kapatır (İlhan, 1989: 43).

Değişmeyen unsurlar tamamen coğrafya ağırlıklıdır ve herhangi bir coğrafi unsur diğerine bağlı kalmadan bir güç oluşturabilir. Değişen unsurlarda ise birinin varlığı diğeri için olmazsa olmazdır. Birbirleriyle iç içedir. Sosyal gücün değeri ekonomik, politik ve askeri gücün değerini belirler (İlhan, 1989: 43).

2. 3. 1. Coğrafi Konum

Bir devletin konumu, dünyadaki tüm kara kütleleri ve okyanuslar temel alınarak yapıldığı gibi, bölgesel bir perspektiften yola çıkılarak ta yapılır. Dünyadaki konumda enlem, boylam, rakım ve denizlere olan uzaklık önemli iken, bölgesel konumda çevreye ilişkiler, ulaşım ve doğal sınırlar önem arz eder. Konumun gerçekleri değişmez, fakat ulaşım araçları, ulaşımın yönleri, güçlü devletlere olan yakınlık ve uzaklık, savaş teknikleri konumun etkisini azaltıp ya da yükseltebilir. Konum, iki sistemle bağlantılıdır: Birincisi, konumun gerçeklerini ortaya koyan coğrafi sistem, ikincisi ise, o gerçekleri değerlendirdiğimiz tarihi olgulardır (Spykman, 1938: 40).

Bir devletin bölgesel ve coğrafi konumu dış politikası için en önemli faktördür. Coğrafi konum, genişliğini etkileyebildiği gibi, birçok küçük devleti de önemli kılabilir (Spykman, 1938: 40). Ülkenin coğrafi konumu, diğer coğrafi güçlerden daha önemlidir. Konum tek bir nokta anlamına gelebilir fakat bu nokta güçlü etkiler yayabilir. Atina, Roma, İstanbul denildiği zaman bu şehirlerin büyüklüğünden ziyade konumundan da aldıkları güçle yaydıkları sinerjidir. Tarihte birçok devletin coğrafi alan olarak küçük olmasına rağmen, büyük olabilme, güçlü olabilme yetisi coğrafi konumundan kaynaklanmaktadır. Brezilya, Arjantin ve Avustralya gibi yüzölçümü büyük devletler dünya siyasetinde önemli rol

imparatorluklar yönetmişlerdir. Dağların eteklerinde dar bir sahilde kurulan Fenikeliler, Akdeniz’de kültürün yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Hollanda, 13. yüzyıldan 17. yüzyılın ortalarında kadar olan deniz ve ticari üstünlüğünü Ren Nehri’nin ağzında ve Baltık bölgesinin keşfedilmemiş alanlarının girişinin yakınında bulunan Kuzey Denizi’nin güney köşesinde yer almasına borçludur (Semple, 1908: 66). Kartaca, yıllarca Roma’ya karşı gelebilmesini coğrafi konumuna borçludur (Koçak ve Şahin, 2001: 347). Yunanistan’ın Doğu’nun eşiğinde olması ona güçlü bir Asya rengi katar (Semple, 1908: 67).

Bir ulusun hayatta kalabilmesi için kendine ait alanı ve sahip olduklarını koruyabilme yetisi gerekir. Coğrafi şartlar olumsuz ve olumlu etki yaratabilir. Merkezi konum (central location), genişleme imkânı sağlamasının yanında tehlike ile karşılaşabilme olasılığı doğurabilir.

Medeniyetlerin yönü Doğu’dan Batı’ya doğru hareket etmiştir. M. Ö. I. yüzyılda medeniyet Akdeniz çevresinde iken, bugünkü Hollanda o dönemde fazla önem arz etmiyordu. M. Ö. 2000’li yıllarda dünya medeniyetinin kalbinde yer alan Suriye ve Filistin, günümüzde oluşan medeniyetin doğusunda kalmışlardır. Fakat bu döngü tamamlanmadan, Doğu Akdeniz kıyılarında yer alan şehirler kendilerini tekrar kavşak noktası rolüne hazırlamaktadırlar (Spykman, 1938: 45).

Roma’nın yıkılmasıyla Avrupa, yönünü doğu ve güneydoğuya çevirmişti. Amerika’nın keşfi ile yoğunluk kuzey batıya yöneldi. 16. yüzyıldan itibaren ise Batı Avrupa konum olarak ön plana çıkmıştır. B. Britanya konumunu ve deniz gücünü kullanarak dünyaya hâkim olmuştur. Dünya tarihinde artık tek bir merkezin konum üstünlüğü kalkmıştır. Büyük güçler farklı merkezlere konumlanmıştır. Uzak Doğu’da Japonlar, Avrasya’da Rusya, D. Atlantis ve Hint Okyanusu’nda Avrupa ve Amerika kıtasında Amerikalılar güç merkezlerini oluşturmuşlardır (Spykman, 1938: 45). Son yıllarda bu güce Çin’i de eklemek gerekir.

2. 4. Jeopolitiğin Klasik Dönem Teorileri

Klasik jeopolitik, devletin gücünün, zenginliğinin ve geleceğinin coğrafya tarafından belirlendiğini iddia eder. Bu düşüncede, var olan coğrafi özellikler değiştirilemez. Emperyalizm ve Sosyal Darwinizm’in bir ürünüdür. Jeopolitiğin

bilinen meşhur öncülerinin, ülkelerinin uluslar arası genişleme politikalarına meşrulaştırmaya çalışan, Britanya, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olmaları tesadüf değildir (Lipschutz, 1998: 113) Klasik jeopolitik Alman ekolü ve Britanya- Amerika ekolü olmak üzere ikiye ayrılır. Alman ekolü, bazı devletlerin neden daha güçlü olduğunu ve nasıl güçlü olunabilineceğini analiz ederken, Britanya ve Amerika ekolü ise, devletlere stratejik öneriler sunar ve küresel anlamda ilişki kurmanın gerekliliğini anlatır. 19. yüzyıl sonunda Avrupalı siyasi güçler, emperyalist amaçlarına bahane uydurmak, zengin maden yataklarını ele geçirmek adına farklı düşünce ve teoriler ortaya attılar ve jeopolitik tanımının doğmasına neden oldular.

2. 4. 1. Kara Hâkimiyet Teorisi ve Mackinder

Ekonomi deyince akla ilk gelen isimlerden birisi “Adam Smith” iken, jeopolitik deyince “H. Mackinder” gelir (Dugan, 1962: 241). “Politikanın seyri iki gücün ürünüdür” sözleriyle dikkat çeken, klasik dönem jeopolitiğinin en önemli şahsiyetlerinden olan Halford J. Mackinder (1861-1947), coğrafyanın modern bir disiplin olarak ülkesinde yerleşmesini sağlamıştır (Baker, 1947: 4).

“Tabiat” ve “İnsanoğlu” arasındaki iletişim sürekli var olmuş ve bulunduğu zaman, mekân ve güce göre farklılık arz etmiştir. H. J. Mackinder, süregelen bu mücadeleyi “Her bir yüzyılın kendi coğrafi perspektifi vardır” diyerek tanımlar (Meinig, 1956: 553). Coğrafya, artık sadece bilinmeyenleri keşfetmek değil, felsefi tahliller ile yol alan bir bilim dalıdır (Mackinder, 1904: 421).

Mackinder, insanlık tarihini, dünya organizmasının bir parçası olarak görüyordu. Coğrafya ile politik kararların gelişimi arasındaki çok ince ilişkinin farkındadır. Mackinder’e göre “ Başlatan doğa değil, insandır, ancak kontrol büyük ölçüde doğadadır” (Sloan, 2003: 24). Politik gücün sahnelendiği coğrafi yapılar ve coğrafi yerleşim, ulaşım ve silah teknolojileri etkileriyle ülkenin politikalarından değişim yaşanabilir (Sloan, 2003: 24).

Bu idealle yola çıkan Mackinder, dünya siyasetine yön verecek politikalar üretmeye başlar ve kalpgâh teorisini ortaya atar. Dünyayı yaşanan gelişmeler ışığında tek bir politik ve ekonomik bir varlık durumuna dönüşebileceğini o dönemde

hissedebilmiştir (Dawson, 1987: 28). Mackinder, büyük coğrafî bölgelerin tarihin ana hatlarını yönlendirdiği düşüncesiyle dünyayı üç bölgeye ayırır: Dünya egemenliğini amaçlayan bir karagücü için potansiyel güç merkezi olarak Avrasya’nın içindeki bölgeyi kalpgâh (pivot bölge) olarak tanımlar. Kalpgâh, bölgeyi biri iç diğeri dış olmak üzere iki hilal çevrelemektedir. İç hilal’de Almanya, Avusturya, Türkiye, Hindistan, Çin yer almaktadır. Dış hilalde ise, İngiltere, Güney Afrika, Avustralya, ABD, Kanada, Finlandiya ve Japonya vardır. (Tezkan ve Taşar, 2002: 77).

Mackinder’in kara hâkimiyet teorisi onun şu sözlerinde özetlenir (Mackinder, 1904: 436; Pacione, 1985: 42-43):

Doğu Avrupa’ya kim hükmederse, kalpgâha hâkim olur; Kalpgâha kim hükmederse, Dünya adasına hâkim olur; Dünya Ada’sına kim hükmederse, Dünya’ya hâkim olur. 2. 4. 2. A.T. Mahan ve Deniz gücü Teorisi

Tarih öncesinden günümüze, su, insanlar için vazgeçilmez olmuş, hayatın özünü oluşturmuştur (Bahar, 2009: 42). Felsefenin babası ve kurucusu olarak addedilen Miletus’lu Thales, tabiatin özünün su olduğunu öne sürmüştür (Plutarch, 1909: 3; Marks, 2001: 92). Tarih boyunca medeniyetlerin merkezi ve güç dengeleri, suyun olduğu bölgelere doğru yönelmiş ve oralarda kurulmuştur.

Mezopotamya’da Fırat, Dicle, Hindistan’da Nil, İndus ve Ganj, Çin’de Sarı Irmak ve Orta Asya’da Seyhun, İran’da Kerhe, Kafkasya’da Kura-Aras, Karadeniz’in kuzeyinde Don, Dinyester, Ceyhun, Avrupa’da Tuna, Anadolu’da Kızılırmak gibi ırmak boyları önemli uygarlık merkezleri olmuşlardır (Bahar, 2009: 50; King, 1945: 85).

Batı Medeniyeti, geniş bir su havzası, Helen Medeniyeti Ege Denizi etrafına kurulurken, Roma Medeniyeti Akdeniz’i kucaklamıştır. Günümüzün Batı dünyası Atlantik’i kuşatmıştır (Spykman, 1938: 40). Herodotos, Mısır Medeniyetini bundan dolayı Nil’in bir armağanı olarak görür. Küçük Akarsu, Büyük Akarsu, Deniz ve

Okyanus Uygarlıkları dönemlerini yaşayan dünyamızda geçmişten gelen suyun gücünün, günümüzde de devam ettiğini görmekteyiz (Bahar, 2009: 66).

Denizin gücünü tam olarak kavrayabilmek için dünyanın coğrafi oluşumuna bakmak gerekir. Okyanus ve denizler o derece yaygındır ki, kıtalar her zaman denizden saldırıya ve baskıya açıktır. Coğrafyacı Strabon: “Bir anlamda biz iki yaşayışlı sayılırız, karaya, denize olduğumuzdan daha fazla ait değiliz” der (Strabon, I, I.6; Starr, 2000: 2). Strabon, Yunanistan’ı ele alırken, tarihçi Ephorus’un izlediği metodu izleyerek topoğrafik sorunlarda denizi referans almıştır ( Starr, 2000: 2).

Bacon, “Denizlere egemen olmak üstünlüğün temelidir” der (Bacon, 2002: 128). Cicero, Atticus'a yazdığı mektupta Pompeius'un Caesar'a karşı yaptığı hazırlıktan söz ederken; “Pompeius’un5 tutumu Themistokles’inki gibi, tıpkı o da denizlere egemen olanın, her şeye egemen olacağına inanıyor”6diyerek deniz gücüne atıfta bulunur (Bacon, 2002: 128). M. Ö. 2000’li yıllarda Mısır’da 400 civarında savaş gemisinin varlığından söz edilip, Mısırlıların gemi yapımını o dönemin denizcilikte önde giden ülkesi olan Giritlilerden öğrendikleri düşünülmektedir (Stevens and Westcott,1942: 15).

Denizlere yönelmek, savaş zamanında stratejik üstünlük sağlarken, barış zamanında ise insanları daha müreffeh kılmıştır (Star, 1978: 344). Deniz kuvvetlerinin önemini ilk olarak dile getirenlerden birisi Atinalı devlet adamı ve General Themistokles’tir (M.Ö.524–459). Themistokles, Atina’nın deniz gücünü oluşturması için çaba sarf etmiştir (Ehrenberg, 1989: 148). Deniz gücünün önemi, Themistokles’i doğrular derecesinde Pers istilalarında bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bir diğer Antik Dönem Yunanlı yazar Thukydides’e göre ise, deniz gücünü ilk keşfedenler Korintliler’dir (Wallinga, 1993: 14). Demokrasi ve deniz gücü arasında içten bir bağ vardır. Bu bağ sayesinde, Atina’nın fakir ve sıradan insanları, deniz gücü vasıtasıyla elde ettikleri gelirlerin etkisiyle doğuştan zengin olanlardan daha iyi bir hayata sahip olacaklardı. Yunanlı devlet adamı Alkibiades’e göre ise Atina, sadece deniz gücüne dayanarak imparatorluğa kavuşmuştur (Star, 1978: 344-

5G. Julius Caesar’ın dostu olan Gnaeus Pompeius Magnus (M.Ö 106-48), Pontus kralı VI. Mithridates’a karşı olan savaşta Roma ordusunun başında yer almıştır.

346). “İşler ve Günler” adlı eserinde Hesiodos (M.Ö.7. yy. başı) gemicilikle uğraşan kardeşi Perseus’a şöyle der: “Kış gelip de rüzgârlar her yönden esmeye başlayınca, suları şarap rengine dönmüş denize çıkacağına, toprağı işle. Tekneyi kıyıya çek, etrafını taşla çevir… Dip tapasını çıkar ki, Zeus’un yağmurları hiçbir şeyi

Benzer Belgeler