• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.2. İslamofobinin Temel Göstergeleri

2.2.4. İftar Yemeği

Ramazan ayında hükümet, talebe yönelik olarak bazı düzenlemelere gitmiştir. Bu düzenlemeler içinde kamu kurum/kuruluşlarının çalışma saatleri de vardır. Konuyla ilgili genelge yayınlanmış ve mesai iftar saatine göre ayarlanmıştır. Fakat sonradan “Ramazan genelgesi” vatandaşın Danıştay’a yaptığı itiraz ile birlikte iptal olmuştur (Aksoy, 2000: 193). Ramazan genelgesi oruç tutan kişiler için kolaylık olması amacıyla hazırlansa da irtica tartışmalarını başlatmış ve durumdan hükümet olumsuz etkilenmiştir.

Ramazan ayında gerçekleşen ve daha sonra hükümeti oldukça zor duruma sokan başka bir olay da Erbakan’ın verdiği iftar yemeğidir. Başbakanlık Konutu’nda yapılan davete tarikat liderleri çağırılmıştır. Bu kişiler davete sakallı, cübbeli ve sarıkla gelmiş bu durum bilhassa laikliği tehlikede görenlerin söylemlerini daha yüksek sesle ifade etmesine neden olmuştur. Başbakanlıktaki davet kamuoyunun gündeminde uzun süre yer almıştır. Hatta hükümeti yıpratmak için bir araç olarak görülmüş ve bir kampanyaya dönüşmüştür. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e davetin olduğu gün Genelkurmay’da “irticai faaliyetlerin Cumhuriyet’in temel niteliklerine vereceği zarara yönelik brifing” verilmiştir (Tayyar, 2009: 43). Oramiral Salim Dervişoğlu’nun Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e verilen “irtica” brifinginin, “28 Şubat sürecinin başlangıcı” olduğunu itiraf etmesi de oldukça önemlidir (Cevizoğlu, 2001: 49). İftar için gazetelerde birçok şey yazılıp çizilmiştir. Hürriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun’un konu ile ilgili yazdıkları genel kanının anlaşılması için önemlidir (Hürriyet, 1997):

“Aşağıda tarikatler-sarıklar- takkeler- tekkeler- dergahlar- sahte peygamberler- din adına yapılan sömürü- aldatılanların gözyaşları tartışılırken, bir başbakan sarıklı cüppeli tarikat şeyhlerini devletin temsil edildiği konuta çağırıp ağırlarsa… Ne yaparsınız? Erbakan böylece tarikatlara iade-i itibarlarını vermenin ötesinde onların gücünü, vazgeçilmezliğini, iktidarlarını resmen açıklayıverdi… Tarikat şeyhlerinin Başbakanlık’ta ne işleri var?.. şeklindeki sorular dandik sorulardır… Sarık ve cüppeleriyle oraya oturup engin düşünce ve istemlerini sıralamışlardır. Orası onların.. Gelip bizzat bakmışlardır, vaziyet

68

nasıl?.. Refahlı bakanların tümü tarikat mensubu .. Başbakan keza hem gücünü hem yönünü tarikatlardan alıyor… O bir mürit Başbakan…”

İftar yemeği ile ilgili yazılanların ve tartışmaların ana sebebinin yemeğe gelenlerin “dini görünümlü kıyafet” giymeleridir. Dinsel kıyafet olarak nitelendirilen sarık, cübbe, şalvar, takke gibi kıyafet giyen kişilerin başbakanlık konutuna girmesi bu kişilerin “sınırlarını” aşmasıdır. “Dinsel kıyafetli kişi kamusal alanda varlık gösteremediği gibi davetli olduğu başbakanlık konutuna da gitmemelidir ya da çağırılmamalıdır” anlayışı tüm tartışmaların ana sebebidir. Seküler elit ve dinsel alan daha önce bu tür bir tecrübe yaşamadığı için bu kadar büyük bir karşı çıkış gerçekleşmiştir. Ön yargı, dışlama ve ayrımcılık içeren bu durumda hem islamofobi hem antiislamizm yaşanmıştır denilebilir.

Başbakanlık Resmi Konutuna sakallı, sarıklı ve cüppeli kişilerin girdiği görüntülerin televizyonlarda yayınlanması eleştiri almıştır. Özellikle haberlerin “iftar yemeği” yerine “tarikat yemeği” başlığı altında verilmesi “İrtica Kalkışması” olarak algılanmasına sebep olmuştur. Bu durumun sonucunda Genelkurmay Başkanlığının telefonları kilitlenmiştir (Gülmez, 2014:106).

Resim 10: Milliyet Gazetesi, 23 Şubat 1997.

Yukarıdaki karikatürde Erbakan sarık, cüppe gibi dinsel olarak görülen kıyafetler içinde resmedilmiştir. Çiller de Erbakan’ın cebinden çıkarak laikliğin teminatı

69

olduğunu söylemektedir. Karikatürden anlaşılan Erbakan kendi bildiğini okumakta ve laik düzene “kıyafet yoluyla” karşı çıkmaktadır. Bu steorotipleştirme esasen “İslami kıyafet” giyen laikliğe karşıdır anlamı taşımakta ve bu karikatür ön yargı içermesi açısından islamofobiktir. İslami kıyafet olarak görülen sarık, cübbe giyen kişiler laiklik karşısındadır ya da laiklik düşmanıdır gibi bir algı yaratılmakta bu dönemde buna benzer şekilde birçok karikatür bulunmaktadır.

Bu dönemde laiklik hemen her fırsatta vurgulanmıştır. Gazetelerde laiklikle ilgili karikatürler ve köşe yazarlarının konu ile ilgili düşünceleri gündemden hiç düşmemiştir. Bazı köşe yazarlarının konu ile ilgili düşünceleri aşağıdaki gibidir. Hürriyet Gazetesi yazarı Oktay Ekşi laiklik ile ilgili düşüncelerine bakıldığında bir yaşam felsefesi olduğundan bahsetmektedir. Ona göre şeriat düzenine destek olursanız şeriatçısınızdır (23 Şubat 1997).

Bekir Coşkun’a göre laik ve demokrat kimseler şeriatçı kişileri tanklardan korumaktadırlar ve bunu şeriatçılar laikliği yıkmak isterken onlara rağmen yapmaktadırlar. Coşkun, şeriatın demokrasiyi reddettiğini düşünmektedir (7 Şubat 1997).

Tufan Türenç’e göre gerici ayaklanmalar hep din gerekçe gösterilerek yapılmıştır. Sekiz yıllık zorunlu eğitim meselesine de bu bağlamda yaklaşmaktadır. Bu konuyu protesto edenlerin dini kullandığını ve Refah Partisi tarafından desteklendiğini iddia etmektedir. Protestolarda atılan sloganların ise laikliğe, Atatürk’ün ilkelerine, çağdaşlık ve uygarlığa karşı olduğunu vurgulamaktadır (2 Ağustos 1997).

Emin Çölaşan ise fikirleri incelendiğinde, laikliğe karşı olarak gördüğü kişiler için “Piyasadaki iki paralık herifler” olarak ifade ettiği görülmektedir. Bu kişilerin istediği gibi yazıp, konuşup, laikliğe karşı çıkacağından ve budan askerin sessiz kalmasının mümkün olmayacağından bahsetmektedir (2 Mart 1997).

Yine Çölaşan’a göre laiklik dinsizlik ya da din düşmanlığı demek değildir. Din ve devlet işlerinin ayrılması, dinin ticaret malzemesi haline gelmesinin önlenmesi için gerekli bir kavram olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre (Hürriyet Gazetesi, 6 Mart 1997):

70

“Laiklik, dinsizlik olmadığı gibi, din düşmanlığı da değildir. Laiklik, din ticaretine ve din sömürüsüne karşı çıkmaktır. Din ile devlet yönetimini birbirinden ayırmaktır… Laikler kimsenin başörtüsüne de inancına da saygısızlık etmez. Eğer bunu yapan üç beş ateist varsa bile dikkate alınamayacak kadar küçük bir azınlıktır.”

Laiklik tartışmalarının gündemden bağımsız olarak değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir. Sadece devletlerin değil bireylerin de laik olabileceğinin anlatılması bireyleri taraf olmaya ve laikliği seçerek “şeriatçıların” karşısında konumlanmaya davet etmektedir. Kutuplaştırıcı bu söylemler “şeriatçı” olarak lanse edilen dindar kesimi ötekileştirmektedir.

Bir diğer yazıda “laik demokratların şeriatçıları tankların paletlerinden” koruduğu ifadesi kullanılmaktadır. Burada laikliğe ve demokrasiye tehdit olarak görülen “şeriatçılar” laik sistemin onlara sunduğu imkanlarla askeri darbeden korunmaktadır anlayışı hakimdir. Burada örtülü şekilde “şeriatçılar” tehdit edilmekte ve “laik demokratların” koruması kalkarsa olacaklar ima edilmektedir. “şeriatçılar” derken kastedilen dindar kesim bu süreçte üstü örtülü ya da açık şekilde birçok kez darbe ile tehdit edilmiştir.

Tufan Türenç’in yazısına bakıldığında sekiz yıllık zorunlu eğitimden ve buna karşı çıkanlardan bahsettiği görülmektedir. Sekiz yıllık zorunlu eğitimi protesto edenler, “gerici ayaklanma amacıyla sokağa dökülen insanlar” ile aynı görülmektedir. Ayrıca “sergiledikleri görüntüler, attıkları sloganlar ile laik, demokratik cumhuriyete, Atatürk ilkelerine, çağdaşlığa ve uygarlığa karşı oldukları” belli olduğu düşünülmektedir. Dış görünüşlerine göre bireylerin çağdaşlık ve uygarlığa karşı olduklarının düşünülmesi ön yargı içermektedir.

Emin Çölaşan’a göre ise laikliği yıkmaya çalışan grup konuşmakta, yazmakta, gösteri yapmakta ve Türkiye’yi İranlı mollaların kucağına oturtmaktadır. Bu kesimden “iki paralık kimseler” olarak söz etmektedir. Bu aşağılayıcı ve ötekileştirici dilin dindar insanlara yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Yazıya göre yapılan tüm bu “yanlış” hareketler neticesinde askerin müdahale etmesi kaçınılmazdır.

Yukarıdaki yazarların söylemlerinden dindar kesimi laiklik karşıtı, dış görünüş itibarıyla çağdaş ve uygar olmayan, laik sistemin “nimetleri” ile istediklerini yapan kişiler olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Ön yargı içeren dışlayıcı dil islamofobi

71

içermektedir. Dindar kişiler belirli kalıplara sokulup o kalıplar üzerinden (stereotip) olumsuz yorumlar yapılmaktadır.

Bu dönemde sadece köşe yazarları değil birçok kişi laiklikle ilgili açıklama yapmıştır. Açıklamaların birçoğu hükümetin laik olmadığı ve dini argümanlarla devleti yönettiği üzerinedir. Buna örnek olarak Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen’in açıklaması gösterilebilir (Akpınar, 2006: 92):

“Ülkemiz trafik kazalarını mevlit okutarak ve kurban keserek önlemek isteyen, yağmurun çaresini duada bulan, bütçe açığını karşılamak için Allah’ın nimetlerini kaynak gösteren ve dini politikaya alet eden bir zihniyetle idare edilmektedir.”