• Sonuç bulunamadı

2.2. İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE SİYASET

2.2.2. İslam Devleti Deneyimleri

2.2.2.6. İbn-i Haldun’un Halifelikten Hükümdarlığa Geçişe Bakışı

Emeviler döneminde halifelikten hükümdarlığa geçişin İslam toplumunun belli kesimleri tarafından kabul edilmediği, hem İslam hem de Arap kabile kültürüne

62

uymayışı İslam bilginleri tarafından da sıkça tartışılan bir konu olmuştur. Bu konu ile ilgili İbn-i Haldun Mukaddime eserinde belli noktalara değinmiştir.

Öncelikle asabiyet çerçevesinde hilafetten hükümdarlığa geçişi değerlendiren İbn-i Haldun; bu durumun asabiyetin tabii bir gayesi ve sonucu olduğunu, asabiyetten bir hükümdarlığın (devletin) doğmasının isteğe bağlı bir şey değil, zorunlu ve kaçınılmaz bir durum olduğunu savunmaktadır.156 İbn-i Haldun’a göre ilk dört halife

zamanında durum farklıdır çünkü yönetimde temel yönlendirici unsur hükümdarlık karakteri değil dindir ve herkes kendi kendisinin gözetleyicisi konumundadır. Ancak, Muaviye dönemine gelindiğinde koşullar değişmiş, dört halife döneminden sonra ve Muaviye’den itibaren devlet yönetiminde asabiyet son derece güçlenmiş ve kişiler üzerinde dinin yönlendiriciliği zayıflamıştır. Bu nedenle, hükümdarlığın ve asabiyetin yönlendiriciliğine ihtiyaç duyulmuştur. Asabiyet nedeniyle bir dönemden sonra halifelerin kendi oğullarını halifeliğe vasiyet etmelerinin bu durumda yanlış olmadığını, diğer türlü, asabiyeti ve birliği sağlamanın zor olacağını dile getiren İbn-i Haldun; bunun yanı sıra, halifenin kim olacağına karar veren meclisin o dönemde Emevilerden oluştuğunu ve yine birçok kabilenin Emevilere bağlı olduğunu, bu nedenle de farklı bir kişinin halife olmasına sıcak bakılmayacağı ve sorunlar yaşanacağı görüşünü savunmuştur.157

Ancak, İbn-i Haldun, burada bir ayrım yapmaktadır ve hedeflenen asabiyet ise saltanatın dine uygun olabileceğini ancak, oğulları vasiyet etmekle hedeflenen halifeliğin bir miras şeklinde kendilerine kalmasını sağlamaksa, böyle bir şeyin dinin amaçlarından olamayacağı da vurgulamaktadır.158

Dolayısıyla, İbn-i Haldun, oluşturmuş olduğu asabiyet teorisi çerçevesinde Emevilerin yaptığını verili şartlarda doğası gereği doğru olduğunu vurgularken, aynı

156 İbn-i Haldun, Mukaddime – Birinci Cilt, s.285. 157 İbn-i Haldun, Mukaddime – Birinci Cilt, s. 297-298. 158 İbn-i Haldun, Mukaddime – Birinci Cilt, s. 296-297.

63

zamanda halifeliğin saltanat amaçlı kullanılmasını dine aykırı bir davranış olarak görmüştür.

2.3. 19. VE 20. YÜZYILLARDA ORTADOĞU’DA İSLAMCILIK HAREKETLERİ

7. yüzyılda Arap Yarımadası’nda doğan İslam; Emeviler, Abbasiler, Safeviler, Osmanlılar gibi devletlerin aracılığıyla geniş topraklara yayılmış; uzun bir kurumsallaşma evresi geçirmiş, toplumsal ve siyasal alanda kök salmıştır. Ancak, Avrupa’nın karanlık ortaçağını sona erdiren bilimsel ve toplumsal hareketlerin Hristiyanlığa ve Hristiyanlık kurumlarına doğrudan etkileri gibi İslam dünyasına da önemli yansımaları olmuştur. Bununla birlikte, İslam dünyasını asıl etkileyen ve yeniden doğuşu için yerelde mücadeleyi zorunlu kılan olgunun, Batı dünyasının başta askeri ve teknolojik olmak üzere toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda İslam ülkelerine karşı 16. yüzyıl itibariyle sömürgeleştirme aracılığıyla geliştirdiği emperyal müdahaleler olduğu söylenebilir.

Batı Avrupa’da gelişen kapitalizm ile birlikte güçlenen ve zenginleşen tüccar ve burjuva sınıfı kendi iç pazarlarını oluşturmanın ötesine geçerek keşfedilen yeni kıtalarda da ticareti ele geçirmek için büyük bir yarışa girmiştir. 16. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıla kadar devam eden sömürgeci yönelim ile önce Amerika kıtası, sonra da Asya ve Afrika, Avrupa ülkeleri arasında paylaşılmıştır.159 Sömürgeleştirme faaliyetlerinin 15.

yüzyıl sonlarında Doğu’da ilk yöneldiği yer Hindistan olmuş; Hollanda, Fransa ve İngilizler arasında bu sahada egemenlik savaşları yaşanmıştır.160 Hollanda, 1602 yılında

kurulan Hollanda–Hint şirketi yoluyla Doğu Hint Adaları’nı yani Endonezya’yı işgal ederken, 1857 yılında İngiltere siyasal olarak Hindistan’ı istila etmiş, burada yönetim resmen Britanya Krallığı’na geçmiştir. Aynı yıl, Fransa, 1830 yılından itibaren işgal

159 Şaylan, Çağdaş Siyasal Sistemler, s.26.

64

girişimlerinde bulunduğu Cezayir’i Sahra’ya kadar tamamen ele geçirmiştir.161 Bu

aşamadan sonra, Osmanlı devletinin egemenliğinde bulunan İslam ülkeleri başta olmak üzere Asya ve Afrika’nın sömürgeleştirilmesi hız kazanmıştır. 1871’de Fransa Tunus’u, 1882’de İngiltere Mısır’ı, 1911’de İtalya Libya’yı ve 1912’de Fransa Fas’ı işgal etmiştir.162

Ancak bu işgaller, tek bir tarihte veya tek bir ülke tarafından gerçekleştirilmemiştir. Çoğunlukla ticaret ve kapitülasyonlarla başlayan ve nihai olarak askeri işgallere dönüşen sömürgeleştirme faaliyetleri uzun yıllar boyunca devam etmiştir. Yerel direnişlerin yanı sıra sömürgecilerin kendi aralarındaki çatışma ve paylaşımlarına tanıklık edilmiştir. Örneğin, 1767’de Fransa ile imzaladığı kapitülasyonların bir sonucu olarak yarı- sömürge haline gelmiş olan Fas’ın işgali 1912’de gerçekleşmiştir.163 Yine, 1911’de Fas’ta, Fransızlar Meknes’i, İspanya Larache

ve Ksar-es-Sagir’i, Almanya bu duruma karşılık Agadir’i işgal etmiştir.164

Bu gelişmeler sonucunda, 19. yüzyıl sonlarında İslam dünyasına bakıldığında, Cava, Orta Asya, Hindistan, Mısır, Arabistan Kıyıları, Tunus, Cezayir gibi ülkelerin; Hollanda İngiltere, Fransa ve Rusya’nın siyasal, ekonomik ve askeri hükmü altına girdiği görülmektedir. Osmanlı Türkiyesi ile Avrupa arasındaki ilişkiler ise Tanzimat’la başlayan statükocu dış politika biçiminden ayrılmıştır. İngiltere’nin Tanzimat bildirisinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünün sürmesini destekleyen dış siyaseti; Süveyş Kanalı’na hakim olması ile değişmiş, Osmanlı’yı artık kendi kaderine bırakarak, Hindistan yolu üzerine rastlayan kıyılarda kendi nüfuz bölgelerini kurma yönüne dönüşmüştür.165

161 Muhammed el-Behiy, İslami Direniş ve Islahat: Modern İslam Düşüncesinin Batı Sömürüsüyle

Alakası-I, Çev. İbrahim Sarmış, Ekin Yayınları, İstanbul 1996, s.7.

162 Borisoviç Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi: 16.yüzyıldan 20. Yüzyıla, Çev. Turan Keskin,

Yordam Kitabevi, İstanbul 2011, s.281-286.

163 Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi: 16.yüzyıldan 20. Yüzyıla, s. 267. 164 Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi: 16.yüzyıldan 20. Yüzyıla, s. 278. 165 Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s.341-342.

65

İslamcılık; sömürgeciliğin yükseldiği bu koşullar altında ortaya çıkmış, hem Batı’nın çok yönlü sömürge politikalarına karşı kuramsal ve eylemsel bir ideoloji hem de dinin ıslahatı ve zamanın şartlarına göre yorumlandığı ve yerelde ilerlemeyi hedefleyen bir düşünce akımı olmuştur.