• Sonuç bulunamadı

2.3. İşleme

2.3.1. İşlemenin Tarihçesi

İlk insanlar dış etkilerden korunmak için örtünme gereksinimi duymuşlar, örtünecekleri parçaları birbirine tutturma zorunluluğu ile dikiş iğnesini icat etmişlerdir. İşlemeler, dikişin dekoratif olarak uygulanmasıyla oluşmuştur. Tarihi çok eski devirlere dayanan işleme sanatının mitolojide ve efsanelerde de sözü geçmektedir (Sürür, 1976: 8). Çok zengin ürünlerden oluşan Anadolu öncesi Türk İşleme sanatının ilk örnekleri, M.Ö. 3. yüzyılda Mete’nin birçok Asya kavmini egemenliği altına alarak kurduğu Hun devletinden günümüze ulaşan parçalardır (Barışta, 1995:6). Türk nakışlarında, yaşam biçimi olan, göçebe hayatın özellikleri tarihi kalıntılardan da anlaşılmaktadır (Ögel, 1985:49). Arkeolojik araştırmalar yoluyla kurganlardan elde edilen malzeme ve eserler bizlere Hun’ların sanatı hakkında bilgi vermektedir (Aslanapa, 1993:11).

Türk kelimesini resmen ilk defa, topluluk ve devlet adı olarak kullanan Göktürk devrinde de, işleme sanatının süregeldiğini yazılı kaynaklar belirtmektedir (Barışta, 1995:8). Göktürk zamanından günümüze ulaşan mezarlarda bulunmuş ipek parçaları,

Bizans elçilerinin günlüklerindeki bilgiler, işlemelerle bezenmiş çadır ve giyim kuşam türlerinin kullanıldığı belgelenmektedir. Uygur döneminden kalan kumaş parçalarında; işlemelerin daha çok pamuklu kumaşlar üzerine aplike tarzında yapıldığı anlaşılmaktadır. Budizm’in etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği Uygur işlemlerinde; insan ve hayvan figürlerinin yanı sıra Buda’nın üç gözünü simgeleyen ve Osmanlılar devrine kadar süregelen Çintemani motifi saltanat simgesi olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır (Berker, 1980:4).

1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya gelen Türkler zengin sanat ve uygarlık kültürlerini de beraberinde getirmişlerdir. Anadolu’nun yabancı olduğu değişik bir sanat görüşü ve anlayışı olan Türkler, burada karşılaştıkları örnekleri ve yöntemleri kendi anlayışlarıyla bağdaştırarak yepyeni bir Türk sanatının doğmasını sağlamışlardır (Sürür, 1976:13). Bugüne kadar yapılan araştırma ve incelemelerde Selçuklular Döneminden işleme parçasının gün ışığına çıkmamış olmasına rağmen, 1072 yılında yayınlanan bütün Türk boylarının kullandığı kelimelerden oluşan “Divan-ı Lügat-it Türk” bu konuda kapsamlı bilgiler içermektedir. (Barışta, 1995:11). Selçuklular döneminde tamamen yerleşik düzene geçen Türkler, Orta Asya’nın göçebe ve çadır işlemeciliğini geliştirerek sürdürmüştür. İpekçilik Sanayini de aranır düzeye Selçuklular getirmiştir. “Diba-i Selçuklu” adıyla anılan ipekli kumaşlar yabancıların ilgisini çekmiştir (Sürür, 1976:13). Anadolu Beylikleri Döneminden kalan işleme parçasının bulunmamasına rağmen Marko Polo, İbni Batuta gibi gezginlerin anılarında ve Aşık Paşaoğlu tarihi gibi kaynaklarda Anadolu’daki yaşayış biçimi, kültür düzeyi, örf, adet ile ilgili bilgiler verilmekte ve işlemenin varlığına değinilmektedir. (Barışta, 1995: 12-13).

Kendine has bir kültür ve medeniyeti üç kıtada altı yüzyıl yaşatan Türkler işleme sanatını da çok yaygın bir hale getirmişler renk, motif ve teknik bakımdan en yüksek seviyeye ulaştırmışlardır. “İşlemecilik Osmanlı Türklerinde her milletten ileri gitmiş bilhassa XVI. asırda çok incelmiş ve en çeşitli şeklini almıştır (Ünal, 1956:83). Türk işlemeciliğinin Osmanlı İmparatorluk dönemine ait birçok örneği bulunmaktadır. Dünyanın ünlü müzeleri ile yurdumuzdaki müzeler ve özel koleksiyonlarda yer alan bu parçalar, Fatih Sultan Mehmet’ten sonra Türk işlemelerini kronolojik bir düzen içinde inceleme olanağı vermektedir.

Osmanlı toplumunda teknolojik koşullar ustaya, sanatkara büyük imkanlar sağladığından evde aile bütçesine katkıda bulunan, kişiye meslek kazandıran ve kişiyi saraya kadar yükseltebilen bu sanat dalı yaygın bir biçimde uygulanıyordu. İşleme alanında evlerde amatörce yapılan uygulamalar kuşaktan kuşağa geçen bilgilerle gerçekleşebiliyordu. Bu eğitim etkinliklerinin boyutları iyi bilen, evden eve giderek bildiği iğneleri uygulamasını öğreten “aşina kadınlar” kanalıyla genişlediği, diğer taraftan, sarayda eğitim görmüş olan haremdeki kızlar evlenerek gelin gittikleri çevrelerde, saray gelenek ve göreneklerini taşıdıkları belirtilmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde işlemeler, saray ve saray dışı olmak üzere iki ana çevrede üretilmekteydi. Osmanlı saray işlemeleri, kumaşların niteliği, kompozisyon açısından halk işi işlemelerden kesin çizgilerle ayrılmakta olduğu görülmektedir. Sarayda değişik çevrelerden gelen ve getirilen, yerli ve yabancı sanatçıların çalışması, kültürler arasında karşılıklı geçişi sağlayan bir köprü olmakla birlikte, bir eğitim merkezi niteliği de taşıdığı anlaşılmaktadır. Saray dışını oluşturan ikinci çevre ise; ev ve çarşı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ev ve çarşı gibi amatör ve profesyonel ustalar grubundan oluşan bu çevreler sarayın kaynağı idi (Barışta, 1995:19). Çarşı İşlemeleri, “İşlemecilik, çarşı el sanatları arasında zamanın teşkilatına bağlı güzel bir sanat kolu halinde çalışmaktaydı”(Özbel, 1940:6). Esnaf ve sanatkarların üretimlerini devletin denetimi altında sürdürdükleri çarşıda; derneklere dağıtılan ipek, keten, yün ve metal gibi hammaddeler loncalar kanalıyla ipek iplik, yün iplik, metal bükümlü iplik (sim), süsleyici gereç ve dokuma biçimine dönüştürülüyordu. Böylece sağlanan gereçler ev donatımı, giyim kuşam türleri ve toplumun günlük ve tören ihtiyaçlarını karşılayan biçime getirmek üzere kesilip dikilmekte ve işlemelerle bezenmekte idi. Çarşıda sanatkarlar beğeni kazanan ürünleri ile kar amacı gütmeden hazırladıkları ürünlerini; on ya da yirmi yıl arayla açık bir yerde düzenledikleri dernek bayramları aracılığıyla sergilemekteydiler. Usta ve çıraklardan oluşan loncaların çalışma sistemi, sanatkarlar arasında iletişimi ve işbirliğini sağlamaktaydı.

Saray, ev, çarşı etkileşerek girift, eş değerde bir zincirin halkaları gibi birbirini tamamlıyordu. İşleme sanatı belli bir zümrenin değil herkesin yarar sağladığı, estetik haz duyduğu bir sanat dalı olarak uygulanıyordu.

Bütün toplumun kesimlerinde uygulanan işlemelerde Türk kültürünün yaşam biçimi, duyuş, düşünüş sistemi ve estetik beğenisi sergilenmiştir. Doğuda ve batıda seferlerle imparatorluğun yayılmasının büyük bir hızla sürdüğü 16. yüzyıldan kalan kaşbastılar, mendiller, uçkur, don ve bohçalar, kavuk örtüleri, perdeler, yastıklar ve kalkanlar bu dönemin giyim, kuşam, ev süsleme ve gündelik eşya türleri ile ilgili bilgi vermektedir. Bu nesnelerin yapıldığı ince keten, ipek atlas, düz ince ipek, keten yazma ve ipek havlı kadife gibi kumaşlar, dokumacılıkta ulaşılan düzeyi sergilemektedir. Bir parçada bir veya ikiyi geçmeyen iğne sayısının gözlendiği işlemelerin zengin iğne çeşitlemesi güçlü bir teknik sentezi sergilemektedir. Bu yüzyılda bazen somut konular, bazen soyut konular, bazen de her ikisinin bir arada kullanıldığı karma konular seçilmiştir. Somut konular arsında: Narçiçeği, karanfil, zambak, sümbül, yaban gülü, rozet çiçeği, enginar yaprağı, çınar yaprağı, kozalak gibi bitkisel bezemeler; kuş ejder, kuzu gibi figürlü bezemeler dikkati çekmektedir. Soyut konular arasında yıldız, altıgen, madalyon, geçmeli örgü gibi geometrik biçimler ve ok, üç top gibi geometrik biçimlerden oluşturulmuş nesne değeri olan geometrik bezemeler ile kufi, nesih, yazı türleri ilgi çeken seçimlerdir. Karma konular arasında güllü ejderler, çiçeklere bezenmiş üç top motifleri (çintemaniler), rumilerle donatılmış çiçek bugüne değin çözemediğimiz anlamlarla yüklüdür. İşlemelerde renkler motifler kadar önemlidir. Gerek seçilen konu, gerek biçimlendirmeye bağlı olarak yapılan renklendirmelerde ya tek renkli, ya da çok renkli bir sistem vardır. Tek renkli (monokrom) renklendirmelerde gümüş ya da altın rengi gibi tek bir renk kullanılmıştır. Çok renkli (polikrom) düzende ise renk sayısı birden fazladır. Bu grupta ana renkler: Domates kırmızısı, lal rengi, indigo mavi, boncuk mavisidir. Yardımcı renkler ise: Beyaz, sabun yeşili, sarı ve bejdir. Genellikle beşi aşmayan değişik rengin bileşimiyle oluşan çok renkli düzende tonsuz iplikler yanı sıra sarı beyaz altın ve gümüş ipliklere de rastlanmaktadır (Barışta, 1995:19-20).

İşlemelerde kompozisyonlar kullanılmak istenen alete, işlenecek yüzeye, işlemeli eşyanın kullanılacağı yere göre hazırlanır. Türk işlemeleri öteki ülkeler işlemelerinden değişik bazı yerleştirme karakterine-yüzey düzeni-sahiptir. Bu, çok bol bir işleme ile bezenmiş kısımdan sonra gözü dinlendirici bir yüzey boşluğu bulunmasıdır. Böylece işlenen kısım fon boşluğunda belirgin duruma gelir (Sürür,

1976:48). Kullanılan nesnelerin biçimine uygun düzenlenen kompozisyonlar iki ana başlık altında toplanmaktadır.

1-Bir motiften oluşturulmuş kompozisyonlar.

2-Birden fazla motifin tekrarlanması ile oluşturulmuş kompozisyonlar.

Bir motiften oluşturulmuş kompozisyonlar: Ustalar bir motifi oluşturan birimleri birleştirerek tek bir ünite olarak sunmuşlar ve bir noktaya oturtulan bu motifi aynen tekrarlamamışlardır.

Çok yaygın görülen, birden fazla motifin tekrarlanması ile oluşturulmuş kompozisyonlarda işlemeciler ya aynı motifi ya da aynı ana ve yardımcı motifleri tekrarlayarak aynı yüzeyi bezemişlerdir.

Bu kümede düzenlenen kompozisyonlar ya bordür biçiminde nesnenin belli bir kısmını kaplayacak biçimde ya da nesnenin bütün yüzeyini bezeyecek biçimde yerleştirilmiştir. Bordür biçiminde düzenlenen kompozisyonlar, işlenen nesnenin iki ucuna ve çevresine yerleştirilmiştir. Öte yandan bordürlerin enli şeritler biçiminde ayrı parçalar olarak hazırlanmış örnekleri de vardır.

Nesnenin yüzeyini bir bütün olarak ele alındığı işlemelerde temelde motiflerin sıralamasından gelişen çizgisel bir kompozisyon düzeni görülmektedir. Bazen kopuk bitkiler, bazen baklava kasetleri ve bazen madalyonlar biçiminde birbirini izleyen motifler eşit ve yaklaşık ağırlıklarla bütün yüzeye dağılmıştır. Yer yer işlenen kumaştan da yaralanılarak hazırlanmış bu tür kompozisyonların sergilendiği örnekler arasında bohçalar, kavuk örtüleri, perdeler, taht örtüleri, nihaleler dikkati çekmektedir.

Batı ile iletişimin arttığı 17. yüzyılda da işleme çevre, makrame, kavuk örtüsü, uçkur, traş önlüğü, kaftan, peşkir, seccade, bohça, ok torbası, yastık, çarşaf, yorgan yüzü, yatak örtüsü, ayna örtüsü, yer örtüsü ve çadır gibi eşyalar üzerine uygulanmaya devam etmiştir (Barışta, 1995:21-35). 17.yüzyıl işlemeleri incelendiğinde, kaliteli keten dokumaların ve metal bükümlü ipek ipliklerin giderek yaygınlaştığı dikkati çekmektedir. Bu dönemde 16.yüzyıla göre pesent ve hesap iğnelerinin artış gösterdiği bu iğne teknikleri ile birlikte hasır iğne, sarma, balıksırtı, civankaşı iğne tekniklerinin de kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir önceki yüzyıla göre iğne sayısında bir artış gözlenmekle birlikte işlemelerde bir ürün üzerinde iğne sayısının üçü geçmediği dikkati çekmektedir (Köklü, 2002:76). 17. yüzyılda

antinaturalist biçimlendirmelerin yanı sıra daha naturalist ve realist üsluba yaklaşım göstermişler, geometrik ve yazılı bezemelerden oluşturdukları non-figüratif nitelikli soyut bezemeler ikinci plana atmışlar, çiçek türlerini bir zemine bağlamışlar ve bir mekan içine oturtmuşlardır. Bitkilerde gözlenen gerçeğe yaklaşma eğiliminin özellikle vazo, kandil, sütun, kemer gibi nesneli bezemelerde de güçlendiği görülmektedir (Barışta, 1995:38). Bu yüzyılda renkler de doğaya yakınlaşmış ve pastelleşmiştir. 17. yüzyıldan kalan parçalarda kırmızının azaldığı, domates kırmızısının giderek yerini mercan rengi, pembe, bej ile kahverengiye bıraktığı, mavinin yeşille eş ağırlıkta kullanıldığı görülmektedir. Pembe-mavi, pembe-yeşil ve bej-mavinin ana renk olarak ele alındığı bileşimlerde simin yaygınlıkla kullanıldığı gözden kaçmamaktadır (Barışta, 1995:45). 17. yüzyılda bir merkeze doğru yönlendirilmiş sıralamalarla düzenlenen kompozisyonlardan gelişen yeni bir düzenleme, bir merkez çevresinde dönen sıralamalarla oluşturulmuş kompozisyonlar dikkati çekmektedir. Enli bordürlerin ve ortası baklava biçiminde boş bırakılan her sırada eksilen motif sayısı ile daralan bordürler ile yapılmış ayna örtüleri görülmektedir (Barışta, 1995:47-50).

Avrupa etkisinin giderek çoğaldığı 18. yüzyılda makrama, uçkur, baş örtüsü, mendil, traş önlüğü, kaftan, beşik örtüsü, entari, peşkir, ayna örtüsü, kavuk örtüsü, taban halısı ve çadır gibi parçalar Doğu ve Batı kültürü arasındaki geçişi sergilemektedir. Pamuklu ve havlu dokumaların beğeni kazandığı 18. yüzyılda, ipliklerde incelme, simlerde artış olduğu ve gümüş ile altın kaplama bakır metal ipliklerin ortaya çıktığı görülmektedir. 18. yüzyılda antinaturalist, realist, sürrealist ve non-figüratif nitelikli motiflerin yanı sıra daha realist ve bazen emprestyonist veya romantik bir havayı yansıtan biçimlendirmelerden oluşan motiflerden meydana gelmiş kompozisyonlarla tasarılarını sergilemişlerdir. Yaygınlıkla karma üslupla oluşturdukları çadırlarla bezenmiş kır manzaraları, tabakta meyveler, vazoda çiçekler gibi konuları sürrealist bileşimli kalıplarda sunmuşlardır. Fiyonklarla bağlanmış çiçek buketleri, tabakta meyveler gibi yeni unsurlar 18. yüzyılda görülmektedir. 18. yüzyılda diğer renklerin yanında mor, eflatun, güvez, sıklamen gibi renkler kullanılmaktadır. Yüzyılın ortalarında renk sayısında bir artış belirmektedir. Bu artış yüzyılın sonlarında daha da güçlenmiş ve renk sayısı sekizi aşmıştır. Bu yüzyıl sonlarına doğru kimyasal boyaların katkısıyla ipliklerin çeşitli tonlarda

renklendirilmesi ile işlemeler daha canlı daha parlak bir görünüm sergilemektedir(Barışta, 1995:51-63).

19. yüzyılda, işlemelerin çadırlarda, ev eşyalarında, günlük kadın ve erkek kıyafetlerinde, çeyiz eşyalarında, loğusa ve sünnet odaları süslemelerinde sıkça kullanıldığı gözlenmektedir. Bu yüzyılda önceki yüzyılda kullanılan gereçlerin yanında mermerşahi, tülbent, yazma, havlu, keten pamuk karışımı yollu dokuma ilgi çekmekte, pamuklu atlas, pamuklu kadife, pul, boncuk ve oya gibi süsleyici gereçlerin önem kazandığı gözden kaçmamaktadır. 19. yüzyılda da yine somut, soyut ve karma konularla aktarımlarını sürdürmüşlerdir (Barışta, 1995:66-69). 19. yüzyılın ikinci yarısında renk sayısı zengin renk tonlarının katkısıyla onu aşmış ve giderek bir artış belirmiştir. Kurmay rengi, bordo, mor, turkuvaz, ördek başı yeşili, açık yeşil, acı sarı, hardal ve kayısı gibi renk tonları yeni renkler olarak ilgi çekmektedir.

20. yüzyılda gereç olarak pamuklu dokuma çeşitlerinin arttığı, yollu pamuklu karışımı dokumaların yaygınlaştığı, pamuk ipliğin arttığı fark edilmektedir. Gümüş ve altın kratı düşürülmüş tel ve metal ipliklerin yanı sıra metal bükümlü ipek ipliklerin kullanıldığı dikkati çekmektedir (Köklü, 2002:75-78).

Bu yüzyılda önceki yüzyılda uygulanan iğne tekniklerinin kullanıldığı ve sarma ile tel kırma iğnelerinin arttığı gözlenmektedir. Önceki yüzyıllarda olduğu gibi işlemler tek ve çok renkli olarak renklendirilmişlerdir. Bir motiften oluşan kompozisyonların yaygınlaştığı görülmektedir (Barışta, 1995:95).

Topkapı sarayı müzesinde çok zengin bir işleme koleksiyonu bulunmaktadır. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar işlemenin her çeşidi bu koleksiyonda görmek mümkündür (Ünal, 1956:84).

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonraki 25-30 yıl içerisinde Anadolu’nun bir bölümünde sanayileşmenin etkileri görülmeye başlanmış, bu durum sanat ve loncaların yaşam koşullarını yok etmiştir (Aktan, 1989:56).

Cumhuriyet döneminde o güne kadar uygulanan bütün iğne çeşitlerinin yanı sıra yurt dışı kaynaklı değişik iğne tekniklerinin de eğitim kurumlarında uygulanmaya başlandığı gözlenmektedir. Günümüze kadar el sanatlarını yaşatan ve yayılmasını sağlayan en önemli eğitim kurumlarından biri, 1934 yılında kurulan 3 yıllık Kız Teknik Öğretmen Okulu’dur. Daha sonra Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu adını almıştır. Ayrıca Kız Teknik Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak açılan

Enstitü, Sanat Enstitüleri ve Kız Meslek Liseleri ile örgün ve yaygın eğitim veren kurumlar Türk el sanatlarının Cumhuriyetin ilk yıllarından, bugüne kadar gelmesinde büyük önemi vardır.

Cumhuriyetten önce ev, çarşı ve saray çevresinde yapılan işlemeler; Cumhuriyetten sonra amatör ve profesyonel olarak ev, çarşı, dernek, kooperatif ile okulların yanı sıra özel ve resmi kurumların düzenlediği kurslar tarafından yapılmaktadır. Günümüzde ise bir taraftan geleneksel yollarla yapılmakta, bir taraftan da çeşitli el sanatları dernekleri, kooperatifler, kurslar ve Milli Eğitim Bakanlığı Kız Teknik Öğretim Kurumlarında; Kız Meslek Liseleri, Pratik Kız Sanat Okulları, Kız Teknik Öğretim Olgunlaşma Enstitüleri, Milli Eğitim Bakanlığı Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğüne bağlı Halk Eğitim Merkezinin nakış kurslarında, Selçuk Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi ve Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi El Sanatları Bölümü Nakış Anasanat Dalı programlarında yer almaktadır.

Benzer Belgeler