2. ŞEM˘-İ ŞEBİSTÂN
2.4. ŞEM˘-İ ŞEBİSTÂN’IN MUHTEVASI
2.4.1. Dinî, Tarihî ve Edebî Unsurlar
2.4.1.1. Dinî Unsurlar
2.4.1.1.11. Hz İsmâil
216
“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol, dedik.” (Enbiyâ 21/69) Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2011, s.358.
217 Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
104
Hz. İsmâil, babası Hz. İbrâhim’in yaşlılık dönemlerinde Allah’tan bir evlat istemesi üzerine dünyaya gelmiş ve Allah’a kurban edilmek üzere adanmış olan bir peygamberdir. Hz. İsmâil ile ilgili pek çok kıssa anlatılmaktadır. Bunlar arasında Hz. İsmâil’in doğumu; annesi Hacer ile birlikte babası tarafından Mekke’ye bırakılması; Zemzem suyunun Hz. İsmâil’in topuğunu vurduğu yerden fışkırması; Hz. İbrâhim ile birlikte Kâbe’yi inşa etmeleri ve Hz. İsmâil’in kurban edilme hadisesi yer almaktadır. Hz. İsmâil edebiyatta teslimiyetin sembolü hâline gelmiş bir peygamberdir.218
Allah’tan bir evlat isteyen Hz. İbrâhim’in duası kabul olmuş kendisine Hz. İsmâil verilmiştir. Bir evladı olduğu takdirde onu Allah’a kurban edeceğini söyleyen Hz. İbrâhim’e Allah tarafından bu vaadi hatırlatılmış ve emri yerine getirmesi istenmiştir. Oğlunu giydirip süsleyen Hz. İbrâhim onu kurban yerine götürmüş tam kurban etmek üzere iken, taşı ikiye ayıran keskin bıçağın Hz. İsmâil’i kesmediğini görmüştür. Baba ve oğlun teslimiyetlerini sınayan Allah, teslimiyet sınavını başarıyla geçen Hz. İbrâhim ve oğlu Hz. İsmâil’e gökten bir koç indirmiş oğlu yerine bu koçu kurban etmesini Hz. İbrâhim’e emretmiştir.
Aşağıdaki beytlerde kurban kıssasına telmih yapılmaktadır. İlk beytte şair, emre itaat edip Hz. İsmâil ile kurban olduğunu; İkinci beytte sert taşı ikiye böldüğü hâlde Hz. İsmâil’i kesmeyen bir bıçak olduğunu; üçüncü beytte kendisine kurbanlık verilen Hz. İbrâhim ve İsmâil olduğunu ve Allah’ın kendisi için cihanın koçlarını kurban edip eteğinden zemzem suyu akıttığını dile getirmektedir.
Benven İsmā˘ìl ile ķurbān olan
Kim benim dil-beste-i fermān olan (14b/489)
Hem benim sikkìn içinde kesmeyen
Seng-i ĥārāyı benim ŝad çāk eden (14b/490)
105
Ben Ĥalìl-i219 ĥālıķ-ı Rabb-i kerìm
Şūĥ [u] pāk u zāyiģ[-i] źibģin ˘ažìm220 (18a/616)
Saŋa ķurbān eyledim kebş-i cinān
Dāmeniŋden eyledim zemzem revān (18a/617)
2.4.1.1.12. Hz. Nûh
Hz. Nûh, Hz. İdris’ten sonra peygamber olarak gönderilmiştir. Kendisine iman etmeyen kavmi Nûh Tufanı olarak bilinen tufanda helak edilmiştir. Rivayete göre Tufan günü Allah gökten yağmur yağdırmış yerden ise yaşlı bir kadının tandırından sular fışkırtmıştır. Bu şekilde tufan başlamış Hz. Nûh’un gemisine binenler kurtulmuş kâfirler ise tufanda helak olmuşlardır.221
Aşağıdaki beytte tufanın çıkış yeri olarak tandıra işaret edilmiş Hz. Nûh’a iman edenlerin kurtuluşa erdiği müjdelenmiştir.
Kān olup tennūr šūfāna ˘ayān
Buldı müşrikden necātı Nūģiyān (21a/725)
Aşağıdaki beytte şair, kendisini tandırdan fışkıran ateşin alevine; sözlerini ise kâfirlere dehşet saçan tufana benzetmektedir.
Şu˘le-i tennūr-ı āteş-ĥìz-i Nūģ nācìyim
Kāfir-i ìmāna dehşet-baĥş šūfāndır sözüm (4a/112)
219
“Halîl/Halîlu’llâh”, “samimi dost/Allah’ın dostu” manası ile Hz. İbrâhim’in lakabıdır.
220
“Ve fedeynāhu biźibģin ˘ažìm”, “Biz (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.” (Saffat 37/107) Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2011, s.497.
106
Aşağıdaki beytte, Hz. Âdem’in cennette geçirdiği zamana ve Nûh tufanına telmih yapılmaktadır. Şair kendisini cennette gezip dolaşan Hz. Âdem’e ve tufan koparan Hz. Nûh’a teşbih etmektedir.
Ādem’im cennetde seyrān eyledim
Nūģ olup ˘ālemde šūfān eyledim (14b/484)
2.4.1.1.13. Hz. Âdem
Hz. Âdem, Allah’ın yarattığı ilk insan, ilk peygamberdir. “Ebu’l-beşer” insanlığın babası künyesi ve “Safiyyullah” (Allah’ın temiz kulu) sıfatı ile anılmaktadır.222
Ayrıca Âdem, kelime olarak “insan/âdemoğlu” manasına da gelmektedir. Dolayısıyla bu kelime çoğunlukla tevriyeli olarak kullanılmaktadır.
Edebiyatta Hz. Âdem’in kıssalarına geniş yer verilmekte olup özellikle yaratılışı; çamurdan yaratılıp ruh üflenmesi; meleklerin kendisine secde etmeleri; Ezâzil’in secde etmemesi; cennette Hz. Havva ile başlarından geçen hadise; dünyaya gönderilişi ve günahlarının bağışlanması için çok gözyaşı dökmesi gibi konular ele alınmaktadır.223
Aşağıdaki beytte Âdem kelimesi tevriyeli olarak kullanılmaktadır. Şair, Ahzâb suresi 72. ayette224
zikredilen “emanet” kavramını aşk ile ilişkilendirmektedir. Aşk öyle yücedir ki onun temiz nuru varlıklar içinde yalnızca âdemoğluna emanet edilmiştir. Bu sebeple yüce arş Âdem’i/âdemoğlunu kıskanmaktadır.
Nūr-ı pāk-i ˘aşķa Ādem’dir emìn Reşk eyler Ādem’e ˘arş-ı berìn (3a/62)
222
Süleyman Hayri Bolay, “Âdem”, DİA, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1988, C.I, s.358-363.
223
İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, İstanbul, Kapı Yayınları, 2012, s.6-7.
224 Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler,
ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. (Ahzâb 33/72) Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2011, s.471.
107
Şair aşağıdaki beytte Hz. Peygamber’in ruhunun yaratılmış olan en mükemmel ruh olduğunu dile getirmekte ve kendisini Hz. Âdem ile kıyas ederek -bu kıyası (4b/131.) beytte açıkça görmekteyiz- Hz. Âdem bile henüz Hz. Peygamber ile anılmazken “Ben, sevgilinin (Cenâb-ı Hakk’ın) en gizli yerinde misafirdim; sevgilinin cemalinin nuru ile de kendimden geçmiştim.” (4b/131) diyerek ruhlar âleminde Hz. Peygamber ile birlikte olduğunu ifade etmektedir.
Rūģ-ı a˘žam olmadan Ādem’le yād
Ŝarmadan āġūşuna ˘arż-ı mihād (4b/129)
Şair aşağıdaki beytte kendisini cennette gezip dolaşan Hz. Âdem’e ve tufan koparan Hz. Nûh’a teşbih etmektedir.
Ādem’im cennetde seyrān eyledim
Nūģ olup ˘ālemde šūfān eyledim (14b/484)
2.4.1.2. Tarihî Unsurlar 2.4.1.2.1. Hz. Ali
Ali b. Ebî Tâlib, Hulefâ-i Râşidîn’in (dört büyük halife) sonuncusu, Hz. Peygamber’in amcasının oğlu ve damadıdır.225 Mutasavvıfların çoğu tarafından kabul edilen görüşe göre aşk, Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Peygambere duyduğu muhabbetin bir tecellisidir. Tasavvufta buna “Hakîkat-i Muhammediyye” ya da “Nûr-ı Muhammediyye” denilmektedir. Bu tecelli önce Hz. Peygambere, O’ndan da kademe kademe bütün âleme yayılmıştır.226
225
İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, İstanbul, Kapı Yayınları, 2012, s.18.
226
Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, DİA, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1997, C.XV, s.179-180.
108
Aşağıdaki beytte şair, Hz. Peygamber’in Ahmed ismindeki mim harfinin aşk besmelesinin sabahı olduğunu; Hz. Ali’nin ise aşk gecesini aydınlattığı dile getirilmektedir.
Mìm-i Aģmed ŝubģ-ı bismillāh-i ˘aşķ Vez ˘Alì Şem˘-i şebistāngāh-ı ˘aşķ (1b/III)
Aşağıdaki beytte Hz. Peygamber, mekânsızlık göğündeki güneşe, Hz. Ali ise ayın tam bir daire şeklini aldığı en parlak hâline, dolunaya benzetilerek yüceltilmektedir.
Ān mihr-i āsumān-ı lā-mekān
Īn bedr-i māh-ı ˘ālìcāh-ı ˘aşķ (1b/IV)
Rivayete göre Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye ilahi aşka ve ilme dair bir takım sırlar vermiş ve bunları kimseye anlatmaması için onu tembih etmiştir. Fakat Hz. Ali bu sırları içinde tutamamış ve hepsini kör bir kuyuya anlatmıştır. Kuyu da bu sırları taşıyamamış bir süre sonra dolup taşmaya başlamıştır. Kuyunun taşan suyuyla etrafta sazlar yetişmiş bir çoban bu sazlıktan bir kamış kesip içini boşaltarak delikler açmış ve onu üflemeye başlamıştır. Bu sesi duyan Hz. Peygamber “Ey Ali sırları niçin ifşa ettin?” diye Hz. Ali’ye sormuş, “Ya Rasûlallah, ben sırrı kimseye söylemedim” cevabını almıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’den kamışın sesini dinlemesini istemiştir. Hz. Ali, kamışın sırları ifşa ettiğini duyunca Hz. Peygamber’e sırları sadece kör bir kuyuya anlattığını söyleyerek durumu izah etmiştir. Hz. Peygamber de yaşanan bu hadise üzerine “İşte bu kamış, bu sırları kıyamete kadar söyleyecektir” buyurmuştur.227
109
Aşağıdaki beytlerde şair, bu sırra ve hadiseye değinmekte olup kendisini bu sırrı işiten ve yerinde duramayan Hz. Ali’nin hâline benzetmektedir. Şair de aşk sırrına vakıf olduğundan beri tıpkı Hz. Ali gibi yerinde duramamış bu sırrı ifşa etmek istemiştir. Hz. Ali ilk beytte, “Hoşnut ve razı olunmuş, seçilmiş” manasına gelen “Murtazâ” lakabı ile anılmıştır.
Sem˘ime değmişdi rāz-ı Murtażā
Cān idi cānımda nūr-ı Müctebā (1b/12)
Dedi esrār-ı ˘Alì’dir bu suˇāl
Eylediŋ āĥir beni āşufte-ģāl (2b/40)
Münkeşif oldu saŋa sırr-ı ˘Alì
Žāhir oldu ˘aynıŋa nūr-ı celì (34b/1230)
Haydar, lügatte arslan manasına gelmekte olup Hz. Ali’nin cesur ve yiğitliğine nispetle kendisinin lakabı olmuştur. Zülfikâr ise, Hz. Ali’nin ucu iki parçaya ayrılmış olan kılıcının ismidir.228
Aşağıdaki ilk beytte şair kendisini Hz. Ali’nin Zülfikâr ismindeki kılıcının göz alıcı parlaklığına, sözünü ise Hz. Ali’nin aslan gibi güçlü olan kol kuvvetine, cesurluğuna ve yiğitliğine benzetmektedir. İkinci beytte ise Hz. Ali, kol kuvveti ve şanının yüceliği ile methedilmektedir.
Berķ-i teˇśìr-i zebān-ı źüˇl-fiķār-ı Ģaydar’ım
Ķuvve-i bāzū-yı ķudret şìr-i merdāndır sözüm (4a/120)
110
Ķuvve-i bāzū-yı iclāl-i ˘Alì
Ey celālet şāhınıŋ ķudret eli (21b/750)
Kerrâr, “Savaşta düşmana döne döne defâlarca saldıran kimse” manası ile Hz. Ali’nin cesur ve yiğitliğine nisbetle kendisinin lakabı olmuştur. Aşağıdaki beytten önce şair, Hz. Peygamberin parmağı ile aya işaret edip ayı ikiye bölmesi mucizesine telmih yapmış bu beytte ise Hz. Peygamber’in parmağını Hakk’ın kınından sıyrılmış keskin kılıcı olarak nitelemiş ve bu kılıcın da Hz. Ali’nin kabzasına layık olduğunu dile getirmiştir.
Kim edip bir ŝārim-i meslūl-i Ģaķķ
Ķabża-i Kerrār’a ķıldı müsteģaķķ (25b/871)
Şair, Hz. Peygamber’in hem fiziki hem de ahlaki özelliklerinin dile getirildiği, “Şemâil”229
kitaplarına değinmektedir. Şair, Hz. Ali’nin kalemi ve Osmânî hat ile yazılmış bir şemâil kitabı olduğunu sevgilinin ışıl ışıl parlayan yüzünün de bu kitabın başlığı/ismi olduğunu belirtmektedir.
Bir kitāb-ı ĥašš-ı ˘Ośmānì vü kilk-i Ģaydar’ım Şem˘a-i dìdār ˘unvān-ı şemāˇildir baŋa (17b/587)
2.4.1.2.1.1. Kanber
Kanber, Hz. Ali’nin kölesidir. Azad edilmiş olmasına rağmen Hz. Ali’yi terk etmeyen bir an olsun onun yanından ayrılmayan sadakat timsali bir kişidir.230
Şair
229
M. Yaşar Kandemir, “Şemâil”, DİA, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2010, C.XXXVIII, s.497-500.
111
aşağıdaki beytte Kanber’in sadakatini bele bağlanan bir kuşağa teşbih etmekte ve aşk yolundaki sadakatin böyle olması gerektiğini dile getirmektedir.
Ey miyān-be[n]d-i nišāķ-ı Ķanberì
Dilber-i çeşm-i ġazāl-i Ģayderì (34a/1222)
Şems Osman Efendi, Şem˘-i şebistân’da Hz. Ali için beş beytten müteşekkil “Yâ Ali” redifli bir gazel dile getirmiş bu gazel ile Hz. Ali’yi pek çok yönden methetmiştir. Bu gazelde Hz. Ali, evliya tahtının mülkünün sahibi; Rahmân’ın arşını kaplayan; maddi manevi yönden arıtılmış, seçilmiş, hoşnut ve razı olunmuş vasıfları ile nitelendirilen bir şahsiyettir. Çünkü Hz. Peygamber onun için Laģmike laģmì231
sözünü söylemiştir. Celâl ve cemâl’in zuhur ettiği yer Hz. Ali’nin Zülfikâr ismindeki kılıcıdır. Hz. Ali insanları doğru yola iletmek üzere Allah’ın görevlendirdiği bir rehber, mahiyetini akılların idrak edemeyeceği yüce bir kişidir. Şair son beytte, kendisini cihan içinde yanıp yok olacak bir muma; Hz. Ali’yi ise hiç yok olmayıp daima parlayan bir güneşe benzeterek bu gazeli tamamlamaktadır (21a-21b/715- 719).
2.4.1.2.2. Âl-i Abâ (Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin)