• Sonuç bulunamadı

2. ŞEM˘-İ ŞEBİSTÂN

2.4. ŞEM˘-İ ŞEBİSTÂN’IN MUHTEVASI

2.4.1. Dinî, Tarihî ve Edebî Unsurlar

2.4.1.1. Dinî Unsurlar

2.4.1.2.3. Hz Hüseyin

Hz. Hüseyin, Hz. Peygamberin torunu, kızı Hz. Fâtıma ile damadı Hz. Ali’nin oğludur. Muharrem ayının onuncu günü Kerbelâ’da mübarek başı kesilerek şehit edilmiştir.233

Bu yüzden “Şehîd” lakabı ile meşhur olmuştur.234

Şair, Hz. Hüseyin ile birlikte kanlara bulandığını ve Hz. Hüseyin’e sırdaş olduğunu dile getirmektedir.

Ġarķ oldum ĥūn-ı dil envārına

Rāzdaş oldum Ģüseyn esrārına (20b/701)

2.4.1.2.4. Çâr-Yâr/Dört Halife “Çâr-yâr, çihâr-yâr, hulefâ-yi râşidîn”235

Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali için kullanılan “dört halife, dört sevgili, dört seçkin dost” manasına gelen bir tabirdir.

232

Süleyman Uludağ, “Âl-i Abâ”, DİA, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1989, C.II, s.306-307.

233

İlyas Üzüm, “Hüseyin”, DİA, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1998, C.XVIII, s.521-524.

113

Aşağıdaki beytte, peygamberlerin şahı olan Hz. Muhammed’in bizzat dostu ve sevgilileri olarak methedilmektedirler.

Çāker-i ĥāk-i der-i ŝadru’l-˘alā Çār yār-ı źāt-ı şāh-ı enbiyā (1b/8)

2.4.1.2.5. Hz. Mevlânâ

Hz. Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf’e Farsça “Dinle!” manasına gelen “Bişnev” lafzı ile başlamaktadır. Şems Osman Efendi’nin de mesneviye aynı manaya gelen “Gûş kıl” lafzı ile başlaması Hz. Mevlânâ’nın eserine bir atıf yapmış olabileceğini düşündürmektedir.

Gūş ķıl ey sāmi˘-i güftār-ı ˘āşķ

V’ey šalebkār-ı dem-i esrār-ı ˘aşķ (1b/1)

2.4.1.2.6. Hallâc-ı Mansûr

Hallâc-ı Mansûr olarak bilinen bu zatın asıl ismi Hüseyin’dir. Siyasî bir takım karışıklıkların da etkisi ile şeriata uygun olmadığı düşünülen sözler (Ene’l-Hak) sarfettiği iddiası ile hapse atılıp zincire vurulmuş ardından işkence edilerek idam edilmiştir. Hallâc’ın vücudunun yakılarak küllerinin Dicle’ye döküldüğü de rivayetler arasında yer almaktadır. Mansûr, edebiyatta, inancı uğruna her şeye göğüs geren hatta bu uğurda ölümü göze alan âşıkın sembolü hâline gelmiştir.236

Aşağıdaki beytte bu olaya telmih yapılmaktadır. Şair ayrılık ateşini ve ondan geriye kalan külleri Mansûr’un bedenini yakan ateşe ve Dicle’ye dökülen küllerine benzetmiş bu küller ile derdini gözyaşına yazmak istemiştir.

235

Ahmet Atillâ Şentürk, Osmanlı Şiiri Kılavuzu, ed. Bedriye Gülay Açar, İstanbul, Osmanlı Edebiyatı Araştırmaları Merkezi, 2017, C.2, s.293.

114

Eşkime ĥākisterimle yazayım Manŝūr-veş Āh kim yaķdı beni nāra hevā-yı iftirāķ (5a/154)

Edebiyatta sevgilinin saçları darağacıdır. Âşık ise bu darağacında asılan aşk şehididir. Şair, sevgilinin zülfü ile darağacına çekilmesini, Mansûr’un asılarak şehit edilmesi hadisesine telmih yaparak dile getirmektedir. Fakat âşıkın darağacına asıldığı dünya bu dünya değil, âşıkın Mansûr’un yüzünde seyrettiği başka bir dünyadır.

Görünen dehre Manŝūr’uŋ yüzünden

Olup zülfiyle ber-dārıŋ ben oldum (11a/366)

Şair, sevgiliden ayrı kaldığındaki durumunu Mansûr’un darağacına asılıp daha sonra bedeninin parçalara ayrılması hadisesine telmih yaparak dile getirmektedir. Âşık, Mansûr gibi darağacına asılıp diken üstüne düştüğünü vücudunun paramparça olduğunu ifade etmektedir.

Šaķılıp Manŝūr-veş dār üstüne

Çāk u çāk oldum düşüp ĥār üstüne (12b/417)

Şair aşağıdaki beytte canlı cansız bütün varlıkların aşk ateşiyle yandığını tam o sırada Mansûr’un darağacına çıktığını ifade etmektedir.

Yandı mevcūdāt ˘aşķıŋ nārına

115

Aşağıdaki beytlerde şair, kendisini Mansûr ile kıyaslamaktadır. İlk beytte şair Mansûr’dan daha eski bir âşık olduğunu, “Mansûr Ena’llâh sözünü söyleyip darağacına çıkmadan önce, yüce arş benim sesimle titremekteydi.” diyerek ifade etmektedir. İkinci beytte ise Mansûr’dan daha üstün bir âşık olduğunu; “Eğer Mansûr, benim bildiğim sırları bilmiş olsaydı başkasına hacet yok, kendi yerine beni darağacına çekerdi.” diyerek dile getirmektedir.

Mütezelzil idi bangımla ser-i ˘arş-ı berìn

Çıķmadan dāra Ena’llāh ile Manŝūr henūz (15b/521)

Na˘şı berdār ederdi beni yoķ ģācet-i ġayrı

Bilse dār üzre iken rāzımı Manŝūr henūz (15b/522)

Şair, Hz. Peygamber’in dünyaya teşrifi ile âlemde meydana gelen bir takım değişiklikleri dile getirdiği bölümde, Hallâc-ı Mansûr’un yaya benzeyen sinesini dövdüğünü, İskender’in ise dünyayı gösteren aynasını kırdığını dile getirmektedir.

Żarb edip Ģallāc kemān sìnesin

Etdi İskender şikest āyìnesin (25b/873)

2.4.1.2.7. Ebû Ali Sînâ

Asıl adı, Ebû Alî el-Hüseyin bin Abdillâh bin Alî bin Sînâ olan bu zat, büyük bir filozof, hekim matematikçi, fizikçi, âlim, fakih, müfessir, bilgin, şair, seyyah… Görüldüğü gibi Ali Sînâ daha çok ilim dünyasında öne çıkmaktadır. Divan edebiyatına konu olması ise halk hikâyelerinde rastlanılan meşhur Ebû Ali Sînâ hikâyelerinden kaynaklanmaktadır. Bu hikâyelerde, Ebû Alî Sînâ ve kardeşi Ebu’l-

116

Hâris’in simya ilmini en üst seviyede öğrendikleri ve bu ilim ile bütün zorlukların üstesinden geldikleri anlatılmaktadır.237

Bu hikâyelerde simya ilmi ile varlıklar şeklen değiştirilmekte; var olmayan varlıklar ortaya çıkarılmakta; var olanlar yok edilmekte; uzun mesafeler kısa sürede aşılmakta; devasa binalar inşa edilmekte; cansız varlıklar hareket ettirilmekte; kısa sürede yapılması mümkün olmayan işler yapılmakta; uzak memleketlerden yiyecekler getirilmekte; insanların zihinlerine hükmedilip hayal kurmaları ve bu hayalin etkisinde kalmaları sağlanmakta; mevsimler değiştirilmektedir.238

Aşağıdaki beytte şair kendisini ve diğer âşıkları, simya ilmi ile varlıklara hükmeden Ebû Ali Sînâ ile karşılaştırmakta bu kıyas sonucunda, “Biz sadece varlıkların değil, can ve cihanın da simyasını biliriz.” diyerek kendisinin ve âşıkların Ebû Ali Sînâ’dan daha üstün olduklarını dile getirmektedir.

Ey sìmiyā-yı bū ˘Alì Sìnā’yı fehm eden Biz sìmiyā-yı cān u cihān āşinālarız (15a/498)

2.4.1.2.8. Hızır

Kehf suresinde Hz. Mûsâ’nın dışında iki kişiden bahsedilmektedir. Bunlardan biri; “genç adam” diğeri ise “Allah’ın kulu” diye nitelenen kişidir. Müfessirlerin pek çoğu bu surede “Allah’ın kulu” diye anılan kişinin Hızır olduğunda hemfikirdirler.239

Bu kulun bir peygamber mi, veli mi yoksa bir melek mi olduğu konusu tartışmalıdır. Mutasavvıflar onu ilm-i ledun’a (ilahi sırlara ait olan ilim) sahip bir mürşit olarak kabul etmekte, peygamber ya da melek diye tanıtan kaynaklara ve rivayetlere itibar etmemektedirler.240

237

Abdulhakim Kılınç, “Simya Kelimesinin Divan Edebiyatında Kullanımı”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S.21, İstanbul, 2018, s.583.

238

a.e., s.576.

239

İlyas Çelebi, “Hızır”, DİA, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1998, C.XVII, s.406-409.

117

Edebiyatta Hızır ile ilgili pek çok kıssa yer almaktadır. En meşhur olanı Hızır’ın, İlyas ve İskender ile birlikte “âb-ı hayât”ı bulmak niyetiyle Zulumat ülkesine yaptıkları yolculuktur. Bu uzun ve maceralı yolculukta Hızır ve İlyas’ın ölümsüzlük suyunu içmeleri ölümsüzlüğe kavuşmaları, İskender’in ise bu suyu içememesi ve başlarından geçen çeşitli hadiseler dile getirilmektedir.241

Aşağıdaki beytte şair, kendisini Hızır ile kıyas etmekte ve ondan daha üstün olduğunu dile getirmektedir. Hızır içtiği su ile ölümsüzlüğe ve ilahi sırra kavuşurken şair susuzluk içinde nice hikmetlere nail olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzden, ne Hızır’a ne de onun hayatına/hayat bahşeden suyuna itibar etmeyeceğini dile getirmektedir.

Ģikmet-i ˘ašş-ı ledünde ber-śebāt

Eylemem Ģıżr u ģayāta iltifāt (26b/901)

Şair, ölümsüzlük suyunu arayan Hızır ve İskender için karanlıktan kurtuluş, Zulmet ülkesindeki hayat suyunun kaynağı olduğunu dile getirmekte ve onlardan üstün olduğunu yinelemektedir.

Ĥıżr u İskender necāt-ı žulmetim

Çeşme-i āb[-ı] ģayāt-ı žulmetim (29b/1027)

2.4.1.2.9. İbn-i Edhem

İbrâhim b. Edhem’in zengin ve itibarlı bir ailenin çocuğu olup Belh hükümdarı yahut hükümdarın oğlu ya da torunu olduğu şeklinde rivayetler bulunmaktadır. Zühd yolunu seçerek sahip olduğu saltanatı, dünya nimetlerini bırakıp vatanından ayrılması yönüyle hayatı destanlaştırılmıştır. İbrâhim b. Edhem

118

edebiyatta; dervişliği sultanlığa, saltanatı fakr u fenâya tercih etmesi ve kendisini kanaat ile mutlu etmesi gibi özellikleriyle övülmektedir.242

Aşağıdaki beytte şair, İbrâhim bin Edhem’in kanaat özelliğine vurgu yapmakta ve tıpkı onun gibi kanaat sahibi olmayı âşıklara öğütlemektedir.

Var nişìn ol menzil-i ĥāşākde

İbn-i Edhem gibi şād ol ĥākde (33a/1173)

2.4.1.3. Edebî Unsurlar

2.4.1.3.1. Leylâ ve Mecnûn

Leylâ ve Mecnûn hikâyeleri İslam milletlerinin edebiyatlarında önemli bir yer tutmaktadır. Araplarda doğup Arap çöllerinde halk arasında dilden dile söylenen hikâye, menkıbe ve rivayetlere dayanmaktadır. Bu hikâye, Arap yarımadasından çıkmış olmasına rağmen Fars ve Türk edebiyatlarında daha geniş yer tutmaktadır. Leylâ ve Mecnûn hikâyeleri Arap edebiyatında beşeri aşkı anlatan hikâyeler iken Genceli Nizâmî’nin yazdığı Leylâ vü Mecnûn (1188) adlı eser ile farklı bir özellik kazanmaktadır. Nizâmî, Leylâ ve Mecnûn’u eserin sonunda kavuşturmuş; ancak Leylâ’nın kendini Mecnûn’a tanıtmasına rağmen Mecnûn’un onu tanımaması daha doğrusu Mecnûn’da Leylâ’nın Mevlâ olması eseri beşeri aşk boyutundan ilahi aşk boyutuna taşımıştır. Nizâmî’den sonra pek çok şairin eseri tasavvuf açısından ele alıp işlediği görülmektedir.243

Âşık aşağıdaki ilk beytte sevgili uğruna döktüğü kanlı gözyaşlarını Mecnûn’un Leylâ için döktüğü gözyaşlarına benzetmiş; ikinci beytte, Mecnûn’un baktığı her yerde Leylâ’yı görmesi gibi kendisinin de her yerde sevgiliyi gördüğünü dile getirmiş; üçüncü beytte aşkın sahibi olan Allah’ın, âşıkları hayrete düşürmesi ve aşkın Leylâ’sının âşıkları bir toka gibi saçına takması temennisinde bulunmuş; dördüncü beytte ise Mecnûn’un çöle düşüp vahşi hayvanlarla konuşması kıssasına

242

Reşat Öngören, “İbrâhim b. Edhem”, DİA, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2000, C.XXI, s.293-295.

119

telmih yaparak Mecnûn’u bir divane olarak değil, aklı başında bir âşık olarak yâd etmiştir.

Aġlayıp eşkim dökerdim ĥūn-bār

Leylā-i maķŝūd içün Mecnūn-vār (2a/18)

Mecnūn’a kühistān-ı beyābān-ı firāķa

Leylā köyünüŋ kūçe-i pāzārı göründü (2b/51)

Zülfüne šaķsın seni Leylā-yı ˘aşķ

Ģayrete ŝalsın seni Mevlā-yı ˘aşķ (33a/1163)

Kūh u ŝaģrāda yürü Mecnūn-vār Eyle vaģşìlerle üns hūşyār (33a/1164)

2.4.1.3.2. İskender

Tarihte bilinen iki İskender mevcuttur. Bunlardan biri; İskender-i Zülkarneyn (Kur’an’da hayatı hakkında bilgi verilen) diğeri ise İskender-i Yunanî (Büyük İskender’dir). Edebiyatta bu iki İskender birbirine karıştırılmış menkıbeler daha çok Büyük İskender’e isnat edilmiştir.244

“Âyîne-i İskender/Âyîne-i âlem-nümâ” (İskender’in aynası/Cihanı gösteren ayna) hakkında pek çok efsanevî rivayet bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir: İskenderiyye şehri kurulduğu zaman bu aynanın çok yüksek bir yere asıldığı, şehre yaklaşan düşman gemilerini bir aylık mesafeden tespit edip gösterdiği

120

ve bu aynadan yansıtılan güneş ışığı ile gemilerin yakıldığıdır. Yalancıların aynaya bakması durumunda yalancıları yansıtmadığı da rivayetler arasındadır.245

Aşağıdaki beytte şair, Hz. Peygamber’in dünyaya teşrifi ile Hâllac’ın keman sinesini dövdüğünü, İskender’in ise dünyayı gösteren aynasını kırdığını dile getirmektedir.

Żarb edip Ģallāc kemān sìnesin

Etdi İskender şikest āyìnesin (25b/873)

2.4.1.3.3.Neriman

Şehnâme’de ismi geçen ünlü kahramanlardandır. Sam’ın babası, Zâl’in dedesidir. Divan edebiyatında “Neriman”, kahramanlık ve yiğitlik sembolü şahsiyetlerden birisidir.246

Aşağıdaki beytte şair, okçuluk eğitiminin önemli bir aşaması olan “çille çekmek” tabirini kullanmaktadır. Oku germeye yarayan ipe “çille” denilmektedir. Kemankeşlere (okçulara) ok verilmeden önce kol kaslarının güçlenmesi ve sabırlarının sınanması için bin gün, “Kepâze” denilen ucunda ok olmayan daha güçsüz bir yay (talim yayı) ile “çille çekmesi” yani bu ipi çekmesi istenmektedir. Bu süre bittiğinde ok atmaya yetkin hâle geldiğine inanılan okçular, esas eğitime tabi tutulmakta ve savaş meydanlarında yerlerini almaktadırlar.

Şair, kemankeşlerin gücünün ve sabrının sınandığı bu “çille çekme” talimini âşıkların çektiği çileye nispet etmektedir. Her kim aşk yolunda “çille çeker” bu talimi sabırla tamamlarsa o kişinin artık yanmış (kemale ermiş) bir âşık (yay) olduğunu ve böyle bir âşıkın (yayın) da savaş meydanındaki namının olsa olsa Neriman olabileceğini ifade etmektedir.

245

a.e., s.48.

246

Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Şahıslar Mitolojisi, İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Yayınları, 2016, s.188-189.

121

Bir kemān-ı suĥtedir ol kim çekerse çillesin

Rezmgāh-ı ˘aşķda nāmı Nerìmān söylenir (11b/386)

2.4.1.3.4. Cemşîd/Cem

Cem (Cemşîd), rivayete göre şarabın mucidi olarak bilinen zattır. Cem’in yedi madenden yapılmış olan kadehinin sihirli olduğuna ve üzerinde bir takım işaretler, yazılar bulunduğuna dair rivayetler yer almaktadır. Câm-ı Cem/Câm-ı Cemşîd tabiri edebiyatta şarabın ibret verici hâllerini anlatmak maksadı ile kullanıldığı gibi “kalb-i ârif” için de kullanılmaktadır.247

Şair, ayrılık cefasının verdiği zevk ile Cem’in kadehindeki şarabın verdiği zevki karşılaştırmaktadır. İlki neşeden ve muhabbetten, diğeri ise üzüm şarabından gelmektedir. Bu sebeple âşık, Cem’in kadehine “kırılsın” ifadesini kullanarak onu değersizleştirir ve ayrılık cefasının verdiği zevki ona tercih ettiğini dile getirir.

Cām-ı Cem olsa ķırılsın sāġarı şol bādeniŋ

Kim neşāšından gelir keyf-i cefā-yı iftirāķ (5a/157)

2.4.1.3.5. Mesîh

“Mesîh/Mehdî”, “hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş kişi” demektir. Büyük dinlerde ve ilkel toplumlarda bozulan düzeni yeniden sağlayacağına ve adaleti getirip insanları kurtuluşa götüreceğine inanılan bir Mesih’in/kurtarıcının geleceği inancı benimsenmiştir.248

Aşağıdaki beytte şair kendisini, yeri çok yücelerde olan aşk Mehdi’sinin keskin kılıcı olarak görmekte, Decâcil’in askerlerini öldürmekle karanlıkların aydınlanacağını dile getirmektedir.

247

Ahmet Talat Onay, Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü: Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, haz. Cemal Kurnaz, Ankara, Kurgan Edebiyat Yayınları, 2013, s.102-103.

122

Ŝārim-i Mehdì-i ˘aşķım beyt-i aķdesdir yerim

Çāk-ı žülmet ķatl-i ecnād-ı Decācil’dir baŋa (17a/582)

2.4.1.3.6. Deccâl

Deccâl, sözlükte, “bir şeyi örtmek, yaldızlamak, boyamak” manasına gelen bir kelimedir. Decâcil ise, Deccâl kelimesinin çoğuludur. Deccâl ilâhî dinlerde kıyametin kopmasına yakın bir zamanda ortaya çıkıp olağanüstü olaylar sergileyerek bazı insanları delalete düşüreceğine inanılan kişidir.249

Hz. Peygamber, kıyametin kopmasına yakın pek çok fitnenin çıkacağını, bunlardan en korkuncunun ise Deccâl fitnesi olacağını bildirmektedir.250

Şair aşağıdaki beytte, dünyada benliğinden kurtulamamış kişilerin bedenlerini Benî Asfar’ın ülkesine, Deccâl’in mağarasına benzetmektedir.

Kişver-i arż-ı Benì Aŝfar’dır251 ol

Ġār-ı Deccāl-i sitem-perverdir ol (34a/1202)

Şair kendisini, yeri çok yücelerde olan aşk Mehdi’sinin keskin kılıcı olarak görmekte, Decâcil’in askerlerini öldürmekle karanlıkların aydınlanacağını dile getirmektedir.

Ŝārim-i mehdì-i ˘aşķım beyt-i aķdesdir yerim

249

Kürşat Demirci, “Deccâl”, DİA, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2019, C.IX, s.67-69.

250

İlyas Çelebi, “Deccâl”, DİA, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2019, C.IX, s.69-72.

251

“Benî Asfar” Hz. Peygamber’in kıyamet alametlerinden bahsettiği bir hadiste şu şekilde geçmektedir: Hz. Peygamber, “Kıyametten önceki altı alameti say” buyurdu ve şöyle devam etti: “Benim vefatım, sonra Kudüs’ün fethi, sonra Tâûn… sonra malın dolup taşması… sonra öyle bir fitne ki girmediği hiçbir arabın evi bırakmaz, sonra (Rumlar’la) aranızda barış andlaşması olup arkasından andlaşmayı bozarak her sancakta on iki bin kişi ile seksen sancak altında size gelirler.” Buradaki Rumlar, hadiste Benî Asfar olarak zikredilmekte olup Müslümanlar üzerine savaş açacak bir topluluktur. İmâm Buhârî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh, çev. Abdullah Feyzi Kocaer, Konya, Hüner Yayınevi, 2008, s.478-479, hn.1344.

123

Çāk-ı žülmet ķatl-i ecnād-ı Decācil’dir baŋa (17a/582)

Benzer Belgeler