• Sonuç bulunamadı

Hume’un Canlı İzlenimleri ve Soluk İdeleri

ulaşmasına neden olmuştur. Buna göre ateş ve ateş ideası ile acı ve acı ideası arasındaki ayrımın göz ardı edilmesi, gerçek ateş ve onun ideasının birbirinden ayrılmasını olağan kabul ederken duyumsanan his ve onun imgesinin ayrımını yok saymaktadır (Berkeley, 2015: 80-81).

Berkeley’ın duyulur olanı görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma olmak üzere beş duyu aracılığıyla duyulabilir olmasından ayrı algılanmış izlenimlere ait duyulur nesneler (sensible thing) olarak duyulana ait imge ve ideler olarak ayırdığı anlaşılmaktadır (Berkeley, 2005: 4).

Her ne kadar ateş ve ateş idesi ile acı ve acı idesi ayrı şeyler olarak kabul edilse de Berkeley her iki durumda da us’ta olmayan bir duyum ya da ideanın bulunamayacağı inancındadır.

Berkeley’ın epistemolojisinin öncelikle duyusal imge ve idelerin deneyim temelinde zihinde duyusal izlenimler ve ideler biçiminde empirik yönteme bağlılığını belirtmek gerekir.

Zihnin bilincinde olduğu imge ve idelerin empirik yöntemle hafızaya alınması nesnelere, ne ise ne olana, ilişkin imge ve idelerin zihinde oluşuna karşılık gelirken mevcut imge ve idelerin izlenimler temelinde veya onlardan bağımsız imge ve idelere dönüşümü zihinsel kapasitenin tamamını oluşturur (Stuart, 1977: 121-122).Bu bağlamda Berkeley’ın imgelem argümanında zihnin bilincinde olduğu imge ve fikirler (ideler) ile kontrol edilebilen yaratıcı imge ve fikirlerin (idelerin) hakim olduğu anlaşılmaktadır (Hedley, 2008: 51).

Nesnelere ilişkin idelerin birleştirilmesi, ayrılması veya çeşitlendirilmesine olanak tanıyan hafıza ve imgelem gücü (fancy) benzer biçimde bu idelerin silinip yerine yenilerinin konulmasına olanak tanıyarak etkin olmakla birlikte doğa yasaları gereğince belirlenmiş belli kurallara bağımlı olmaktan geri duramamaktadır. Berkeley’ın “isteme veya tin” olarak adlandırdığı üretici, gün ışığında gözlerini iyice açınca görüp görememek ya da tek tek hangi nesnelerin bakışa sunulacağını belirlememenin olanaklı olmadığına işaret etmektedir. Bu bağlamda insan doğa yasalarının varlığıyla belli idelerin diğer idelere eşlik ettiğini deneyim aracılığıyla öğrenmektedir (Berkeley, 2015: 70-71).

vurguyu güçlendirmesine karşın ide ve imgenin benzer şeyler olarak ele alınmasıyla anlağın, imgelemin, duyunun ve belleğin kolektif bir biçimde bilme sürecine katıldığını göstermiştir.

Descartes duyu bilgisinin yanıltıcı olmasından hareketle yine de duyulara bağlı olarak ve aklın düşünme veya kuşkulanmasına olanak tanımayan türde bir bilginin olup olamayacağını incelerken imgelemin (imaginatio) duyulara bağlı bir düşünme biçimi olduğunu ileri sürmüştür.

Modern Felsefede imgelemin hataya açık oluşuyla biçimlenen bu argüman Spinoza’nın hata kaynağı, yanlış ve şüpheli algı olarak belirlediği imgelem ile imgelemin olumsuz bir yeti olarak değerlendirmesine neden olmuştur (Costelloe, 2018: 10). İmgelemin çoğunlukla düşsel, fantastik ve duyusal yönüne vurgu yapan bu argüman Berkeley’ın derecelendirme argümanıyla duyu idealarının ilk örnekleri ve onun imgelemi arasındaki derece farklılıklarının gözetilmesine neden olmuştur. Berkeley’den önce Spinoza’nın şeylerin imgelerinin düzenlenişine göre çağrışımsal olarak gerçekleşen hatırlama argümanıyla imgeler arasında kişilerin alışkanlıklarına bağlı bir ilişkinin kurulduğuna veya kurulabileceğine işaret ettiği vurgulanmıştı.

İmgelem ve hafıza arasındaki bu ilişkide hatırlama bedenin alışkanlıklarına göre derecelendirilirken Berkeley’ın derecelendirmesi ilk duyumsanan his ve imgelem aracılığıyla duyumsanan his ayrımıyla kurulmaktadır. Benzer biçimde Hume’un ilk duyu ve onun imgesi arasında kesin bir ayrım yaptığı anlaşılmaktadır. Duyumla ilgili anının hatırlanması veya bu duyunun imgelenmesi zihindeki ilk duyu algısından belirgin bir biçimde ayrılmaktadır.

İmgelem gücünün olanaklarıyla neredeyse hissedildiği, görüldüğü veya herhangi bir duyu aracılığıyla duyumsandığı sanılan hissin gerçekte herhangi bir hastalık geçirmeyen bir insanda ayırt edilebilir olması gerektiği, herhangi bir duyguyu yaşayan ve onu yalnızca düşünen bir kişinin imgelenmesiyle kolaylıkla ayırt edilebilmektedir (Hume, 2018: 15).

Zihnin içeriklerinin veya algılarının kabaca ikiye ayrıldığı idea (düşünce veya fikir) ve izlenim (etkilenim) arasındaki derecelendirme düşüncenin cansız ve soluk, izlenimin ise canlı ve etkin olduğu görüşüne yaslanmaktadır. İzlenimler bu bağlamda düşünceye göre daha canlı algılar olarak kabul edilmektedir (Hume, 2018: 16). Hume’un izlenimler ve idealar arasında elde etmek istediği temel amaçlardan biri nedensellik ilişkisidir. Empirik öğretinin en teknik kullanımlarından biri olarak görülen izlenim ve idea ayrımı temel olarak düşüncelerin nedeni olan etkilenmler biçiminde ideaların kaynağını izlenimlerden türetir (Wilbanks, 1968: 62).

Bununla birlikte izlenimlerin canlılığı, deneyimlerde algılanmış, hatırlanmış, fikir yürütülmüş veya imgelenmiş olanı ayırmada temel bir işleve sahiptir (Wilbanks, 1968: 66). İzlenimler ve idealar ayrımındaki nicelik farkı güç ve canlılık bakımından ele alınır. Buna göre kopya edilende bir yandan ayrıntı kaybı söz konusuyken diğer bir yandan bu ayrıntının farkında

olunması söz konusudur. Bu bağlamda Hume’un temel argümanı izlenimlerde kopya olanın, kopyası olduğu izlenimden daha canlı olamayacağıdır (Dorsh, 2016: 42).

Hume’un kopya ya da taklit argümanı, duyu yoluyla edinilen deneyimlerden türetilen imgelere karşılık gelerek orijinal şey ve onun kopyası veya taklidi olan imgeyi birbirinden ayırmaktadır. İmgelemin mimetik gücü (Costelloe, 2018: 7) olarak adlandırılan bu yeti Platon’un eikasia olarak işaret ettiği görünüş, yansı veya kopya olanın algılanması biçiminde İlkçağ’dan sürüp gelen imge (eikon) anlayışının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu kavramının Platon ve Aristoteles ile farklı anlamları karşılayan bir sözcük olarak kullanılması, Modern literatürde imgelemin hayal gücü ve fantezi olmak üzere pek çok anlamı karşılamasına neden olmuştur. Özellikle hata ve halüsinatif görüntülerle ilişkilendirilen fantezi ile yaratıcı veya üretici olan imgelem çoğu zaman imgelem sözcüğünün kullanım alanlarına göre değişkenlik göstermiştir (Costelloe, 2018: 8). Bu bağlamda imgelem hataya açık, olumsuz bir yetiyle ilişkilendirilmesinin yanında yaratma ve üretme yetisiyle olumlu bir işlevle ilişkilendirilmektedir. Hume’un imgelem argümanında bu sözcüğün anlam içeriğinden kaynaklanan benzer sorunlar bulunabilir.

Düşünce ve izlenim ayrımında, düşünce ve onun imgesi ile izlenim ve onun imgesi ilişkisi ilk bakışta düşünce ve imgelem gücünün sınırsız ve özgür olduğu fikrini uyandırsa da yakından incelendiğinde zihnin duyum ve deneyim aracılığıyla edindiği malzemeler çerçevesinde bir özgürlük alanına sahip olduğu anlaşılmaktadır (Hume, 2018: 17). Hume bu bağlamda düşünce ve imgelem gücünün yaratıcılığını empirik gelenek çerçevesinde değerlendirerek şeyleri “birleştirme, dönüştürme, artırma ve azaltma yetisi” ni duyum ve deneyim temelinde incelemektedir. Buna göre altından bir dağ düşüncesi veya imgesinin, altın ve dağ gibi iki tutarlı düşüncenin birleştirilmesiyle oluştuğu anlaşılmaktadır. Buradan hareketle tüm düşüncelerin veya daha güçsüz algıların izlenim veya daha güçlü algıların kopyaları, taklitleri olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Diğer bir deyişle duyum ve deneyim aracılığıyla edinilen izlenimler ve onların imgeleriyle oluşturulan düşüncelerin, herhangi bir nedenle incelenmesinde ulaşılacak olan şey, bu düşüncelerin önceki bir his veya duygu yoluyla taklit edilmiş basit düşünceler olduğu veya onlara geri döndürülebileceğidir (Hume, 2018: 17).

Görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma gibi duyular aracılığıyla edinilen izlenim ve düşünceler, bu duyumlardan herhangi birinin kusurlu olmaları durumunda, izlenimlerin soluk imgeleri olan düşüncelere erişmeye engel olacaktır. Locke’un istiridye yemeyen birinin bu tada ilişkin hiçbir hissinin veya düşüncesinin olmaması görüşünde olduğu gibi Hume’un da benzer örnekler verdiği görülmektedir. Buna göre şarap içmeyen biri şarap tadına ilişkin bir

deneyime sahip olamazken, ılımlı birinin de öfke ve intikama ilişkin bir düşüncesi olmadığı kabul edilmektedir (Hume, 2018: 18).

Hume bu argümanı biraz daha genişleterek renk ve onun tonlarıyla ilgili çelişkili bir fenomene işaret etmektedir. Her renk tonunun diğerlerinden bağımsız ayrı bir düşünce olduğunun kabul edilmesiyle 30 yıl boyunca görme yetisine sahip bir yetişkinin mavinin bir tonu hariç diğer bütün tonlarını bildiğini ve hafızasında buna ilişkin düşüncelerin olduğu kabul edildiğinde, mavi renginin koyudan açığa doğru sıralandığı bir renk skalasında (ölçeğinde) sözü edilen yetişkinin herhangi bir nedenle daha önce görmediği mavi tonuna ilişkin bir düşünceye sahip olup olamayacağı sorusu, bir yandan imgelem gücünün olanaklarıyla edinilebilen düşüncelerin varlığına işaret ederken bir yandan da izlenimlere karşılık gelen düşüncelerden bağımsız düşüncenin varlığına işaret etmektedir (Hume, 2018: 18-19). Diğer bir deyişle daha önce görülmemesi nedeniyle mavi tonları arasında bir boşluk algılayan zihnin imgelem gücünün olanaklarıyla bu boşluğu tamamlayabildiği veya tamamlayabileceği anlaşılmaktadır.

Hume’un izlenimlerden bağımsız imgelem aracılığıyla edinilen düşüncelerin varlığını kanıtlamak için ele aldığı bu örnek düşünceler arasında “benzerlik, zaman veya mekanda bitişiklik ile neden veya etki bağlantısı” (Hume, 2018: 22) adı verdiği üç bağlantı ilişkisiyle yakından ilişkilidir. Renk skalası örneği her ne kadar karşılaşılması güç, nadir bir örnek olarak değerlendirilse de diğer bilinen mavi renklerle oluşan boşluğun, benzer biçimde bilinen mavi renklerin yardımıyla doldurulabileceğine işaret etmektedir. Buna göre boşluğu tamamlayan zihnin düşünceler arasında belli bir düzen zinciri kurabilmesinin yanında aykırı bir düşüncenin de farkında olabildiğine dikkat çekilir (Hume, 2018: 21).

Bu örnekle hafıza ve imgelem ayrımının daha somut bir biçime kavuşması Hume’un argümanında hafızanın imgeleme (hayal gücüne) oranla daha iyi bir kopya olduğu sonucuna ulaşılmasına neden olabilir. Görülen mavi renklerin hafızada yer aldığı varsayımıyla güçlendirilmeye çalışılan duyum-izlenim-hafıza ilişkisi bir yandan, izlenimi mevcut olmayan mavi tonunun hafızada yer alan mavi tonlarıyla imgelenebilirliğine işaret ederken bir yandan da hafızanın imgeleme oranla daha güçlü bir kopya olduğuna işaret eder.

Renk skalası örneğinin önemli görülmesinin nedeni imgelem gücünün olanaklarıyla düşünülebilir olan olgusal durumlara ilişkin akıl yürütmelerdir. Ancak Hume’un duyum-izlenim ilişkisiyle ele aldığı empirik kuram çerçevesinde bu türden bir örneği nadir olgular kategorisine yerleştirdiği anlaşılmaktadır. Bu yolla da imgelemin olanaklarının çeşitliliğini derinlemesine bir incelemeden geçirilmeden yüzeysel olarak geçiştirdiği söylenebilir (Sepper, 2013: 56). Bunun nedeni, Hume tarafından yalnızca renk ve onun tonlarıyla ilgili olduğu iddia edilen mavi tonuna ilişkin akıl yürütmede, 30 yıl boyunca mavi renge ilişkin tonların

deneyimiyle elde edilen sınırlı bir boşluk algısının deneyim azaldıkça daha fazla, deneyim arttıkça ise daha az boşluk algılamasının olanağının tartışılmamasıdır. Benzer biçimde nadir bir olgu kategorisine yerleştirilen bu örneğin işitme, tatma, dokunma ve koklama duyumuna da uyarlanabilir olduğunun göz ardı edilmesi sonucu imgelemin yeniden üretici (reproductive) olmasının yanında yeni bir fikir (idea) üretici olma yönüne yapılan vurgu zayıf kalır. Hume’un mavi tonuna ilişkin boşluk algılayan zihin örneğinde imgelenen şey, ister mavi tonuna ilişkin bir renk ister başka bir duyuma ait herhangi bir şey olsun, eğer izlenimden gelmediyse nerdeyse yok sayılmaktadır (Sepper, 2013: 57-58).

Hume’un olgusal durumlara ilişkin argümanın can alıcı noktası, düşüncelerin ilişkileri ve olgusal durumlarda doğrulanabilir olan ile doğrulanamaz olan hakkındaki bilginin kesin ve kesin olmayan olarak ayrılmasıdır. Buna göre olgusal olan ve tersi mümkün olan durumlar için zihnin bilmese de açık ve seçik bir biçimde imgelediği olgular, imgelem yetisinin olmadığı bir düşünmede olanaklı değildir. Güneş’in yarın doğmayacağı önermesinin en az yarın doğacağı önermesinde olduğu kadar anlaşılır olmasının nedeni yalnızca dilsel ve aksinin kanıtlanmamış olması dolayısıyla çelişki içermemesi değildir (Hume, 2018: 23-24).

Düşünceler arasında farlılıkların olduğu kabul edildiği durumlarda ne imgelem gücünün ne düşüncenin belli bir bağlantı aracılığıyla kurulduğu yadsınamamaktadır. Rüyalar ele alındığında belli düşünceler arasında belli bir bağlantı kurulduğu görülür. Hume bu ilişkiyi şu şekilde özetler. Bir resmin düşünceyi aslına götürmesinde kurulan benzerlik ile bir binadaki bir daireden söz edilmesi durumunda diğerlerine ilişkin soruşturma veya konuşmaya olanak tanımasında görülen bitişiklik, bir yarayı düşünmenin onun yol açtığı acıyı düşünmeyi sağlamasıyla neden-etki bağlantısının düşünülmesinde düşünceler arasındaki üç bağlantı ilkesinin varlığına işaret eder (Hume, 2018: 22).

Olgusal durumlara ilişkin uslamlamada imgelem yetisi ve hafızanın katkısı göz ardı edilemez. Duyu verileri aracılığıyla hafızaya alınan imgeler neden-etki ilişkisinin aracılığıyla aklın değil, deneyimlerin yardımıyla anlaşılır kılınmaktadır. Hume’un neden-etki ilişkisinin zorunlu olmadığını doğa kanunlarının ve cisimlerin istisna gözetmeksizin tüm işlemlerinin deneyim yoluyla bilinebilir olduğunu kanıtladığı bu argümana göre, herhangi bir nesnenin geçmiş gözlemlerden yararlanılmaksızın bir şeye neden olduğunun veya etki ettiğinin bilinmesi olanaksızdır (Hume, 2018: 27). Bununla birlikte doğa yasalarının neliğine ilişkin bilginin sınırlı olduğu düşüncesi Berkeley’de olduğu gibi korunmuş, nesnelerin yüzeysel bilgisinin dışında doğa temelli güç ve ilkelerin bilinmediğinin kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır (Hume, 2018: 31).

Tüm deneysel yargılarda geleceğin, geçmişle uyumlu olacağı varsayımına dayanan uslamlamalar, bilinen nesnelerin benzerleriyle ilişkisiyle benzer sonuçların açığa çıkacağı varsayımına dayanmaktadır. Hume bu türden uslamlamaların tanıtlayıcı ve moral uslamlamalar olarak ayrıldığı; tanıtlayıcı olanların düşüncelerin ilişkileriyle moral olanların ise olgusal durumlar ve varoluş hakkında olduğu görüşündedir (2018: 33).

Benzer görünen nedenlerden benzer etkiler çıkması gerektiğini düşünmenin nedeni deneysel yargılardır. Buna göre birbirine oldukça benzeyen her bir yumurtadan alınan tadın aynı olacağının düşünülmesi gibi renk, kıvam ve diğer duyulabilir özellikleri ekmeği andıran herhangi bir nesnenin de ekmek tadı vereceği düşünülmektedir (Hume, 2018: 34-35). Benzer biçimde mumun alevine elini dokunduran bir çocuğun acı hissini deneyimlemesi, elini muma götürmemesi gerektiğine dikkat etmesine neden olurken mumla benzer özellikler gösteren bir cisme de benzer bir yaklaşım sergilemesine neden olacaktır. Buradan hareketle varılan yargının deneyime dayalı olması ve herhangi bir kanıtlamaya ihtiyaç duyulmaması gerekçesiyle anlama yetisinin bu sürece dahil olmadığı iddia edilir (Hume, 2018: 37). Diğer bir deyişle deneyimden gelen tüm çıkarımlar uslamlamanın değil, alışkanlığın sonucudur (Hume, 2018: 42).

İnsan yaşamının kılavuzu olarak kabul edilen alışkanlık, onun etkisinin olmadığı bir durum varsayıldığında hafıza ve duyularla doğrudan ulaşılabilenlerin ötesinde insanın olgusal olana ilişkin tek kelime edememesine sebep olacak denli büyük bir etkiye sahiptir (Hume, 2018:

44). Hume’un alışkanlık argümanı, bugünden ve geçmişten gelen karışık izlenimleri geleceğe yönelik beklenti ve inanç tasarımlarının oluşturulması için vazgeçilmez olarak kabul eder. Sözü edilen karışık izlenimler ile beklenti ve inanç arasında kurulan ilişkide kimi zaman anında kimi zaman anında ulaşamayacak denli uzun bağıntılarla neden-etki bağıntısına ulaşılabilmektedir (Frasca-Spada, 2005: 165). Bu bağlamda olgusal olan ve gerçek var oluş hakkındaki inancı, hafıza ve duyularda hazır bulunan nesneler ile başka bir nesnenin alışılageldik bir aradalığı biçimlendirmektedir. İnanç, uslamlama, düşünme ve anlama sürecinin engellediği veya ürettiği bir şey olmayıp, doğal içgüdülerin bir türü olarak kabul edilmektedir (Hume, 2018: 45).

İmgelem gücünün/hayal gücünün “karıştırma, birleştirme, ayırma ve bölme” (Hume, 2018: 47) konusunda sınırsız bir güce sahip oluşu Hume’un argümanını biçimlendirmesine aracılık eder. Buna göre ister iç duyum ister dış duyum olsun duyu ve deneyim aracılığıyla edinilen düşünce ve izlenimler imgelem gücünün olanaklarıyla var olmayanı var gibi gösterebilir veya şeyleri birbiriyle ilişkilendirip birleştirebilir, ayırabilir veya karıştırabilir.

İmgelemin şeyleri kopya veya taklit eden temsil gücü ile birleştirme/ayırma ve yaratıcı aktivite olarak üretici gücü Hume’un imgelem argümanını şematik olarak mimetik (mimetic) güç ve kurmaca (fictive) güç biçiminde ayırmayı olanaklı hale getirir (Costelloe, 2018: 2). Bu

bağlamda imgelem yalnızca kopyalayabilen veya taklit edebilen bir yeti olarak sınırlandırılamaz. Kopya veya taklit edebilme dışında üreten ve kurgulayan bir yeti olarak değerlendirilir (Costelloe, 2018: 6).

Hume’un argümanında kurmaca veya kurgulamaya neden olan imgelem gücü ve alışkanlıklar sonucu doğal içgüdülerin neden olduğu inanç arasındaki ayrım fantastik düşünceler ile yoğun hislerle açığa çıkan inanç temelinde yapılmaktadır. Diğer bir deyişle inancın yoğun hisler aracılığıyla açığa çıkması kontrol dışı, yönetilemeyen hisler aracılığıyla açığa çıktığından istence bağlı kabul edilemez. Buradan hareketle inancın imgelemin erişemeyeceği nitelikte bir canlılık taşıdığı, etkili ve tutarlı bir tasarım olduğu söylenebilir (Hume, 2018: 46-47).

Her ne kadar imgelemin kurmaca nesneler ürettiği kabul edilsede inanç ve imgelem arasındaki bu ayrıma göre imgelenin tarzı ve zihinde uyandırdığı hisle düşüncelerin daha önemli görünmelerini sağlayarak yönetici bir ilkeye dönüşmekte olduğu anlaşılır (Hume, 2018:

48). Tarihsel olgulara ilişkin inancın biçimlenmesinde etkili olan bu ayrım, tarihsel olgu ve bu olgulara ilişkin inancı belirleyen tasarımların geçmiş ve gelecek arasında kurulan bağlantı zincirinde yer alışında güçlü ve canlı olan inanca tutunmayı sağlayarak imgelem ve hafıza ilişkisini kaçınılmaz kılar (Frasca-Spada, 2005: 168).

Hume’un imgelem argümanı zayıf fikirlerin yansımaları ile bellekte tutulan canlı izlenimlerinden daha zayıf olanlar ve fikirlerin üretilmelerinden sorumlu olan imgelem temelinde iki türlü işlevle ilişkilendirilir. İmgelem ve bellek basit izlenimlerin kopyalarıyla ilişkilendirilmesi bakımından benzer özellikler taşır. Bununla birlikte imgelemin bellekten farkı orijinal izlenimlerin sıra düzeninde olma özelliği taşımamasıdır. Diğer bir deyişle imgelem, orijinal izlenimlerle zorunlu olarak aynı düzen ve biçimde olma gibi bir kısıtlamaya sahip değildir (Dorsch, 2016: 46). Hafıza ise yer, sıra düzen vb. ilişkileri korur. Hafızanın başlıca işlevi olarak görülen şey, orijinal izlenimlerin düzen, konum ve biçiminin korunmasıdır (Wilbanks, 1968: 76). Bu bağlamda Hume’a göre iyi bir hafızaya sahip olmak, izlenimlerin sıra, düzen, konum ve biçiminin doğru bir biçimde yinelenmesidir (Costelloe, 2018: 14).

Hafızanın teoride olanaklı görünen bu işlevi pratikte, geçmiş izlenimlerin geçmiş olması ve karşılaştırma yapabilme olanağının bulunmaması nedeniyle farklı sonuçlar doğurabilir (Frasca-Spada, 2005: 172). Bununla birlikte hafıza yetisinin kusurları farklı sonuçların nedeni olarak gösterilebilir. Ancak yine de Hume’un hafıza argümanında izlenimlerin herhangi bir nesne varlığa karşılık gelmediğini, izlenimlerin referansının nesnenin varlığına veya yokluğuna yapılmadığının, bunun yerine referansın duyuma yapıldığının vurgulanması gerekir. Diğer bir

deyişle duyum referansı izlenimi hafızada imgeleme oranla daha canlı olana ve orijinal izlenime daha yakın bir sıra düzende olana yapılmaktadır.

Hume’un argümanı korunduğunda imgelem aktüel dünyada olanın sınırlarından taşabilen, gerçekleşmemiş olasılıklar için belirli bir özgürlük alanına sahiptir. Belirli olmasının nedeni anlaşılabilir veya kavranabilir olmasıdır. İmgelenenin olası bir algıda izlenimine sahip olunabilir olma bakımından akla yatkınlığı temelinde özgürleşen imgelem, altından bir dağ veya kanatlı bir atı imgeleyebildiği gibi eğer varsa algılayabilir (Dorsch, 2016: 49). İmgelemin bu yönü yaratıcı aktivite veya olası varoluş ilişkisi bakımından “ontolojik” bağlantılar kategorisine yerleştirilebilir (Wilbanks, 1968: 88). Yaratıcı ve üretici imgelemde Hume’un üzerinde özenle durduğu olası ve imgelenebilir olan imkansız, abartılı ve olağanüstü şeyler kategorisine yerleştirilse de mucize olarak adlandırılmaz (Costelloe, 2018: 17). Diğer bir deyişle yaratıcı veya üretici imgelem henüz gerçekleşmemiş, olası algı izlenimlerini referans kabul ederek bu yetiyi rasyonelleştirir.

Sonuç olarak Hume’un empirik bir temelle zihnin içeriklerini üç bölüme ayırarak ele aldığı anlaşılmaktadır. İlk olarak “düşünceler (idea) ve izlenim veya etkilenimler (impression)”

olarak, ikinci olarak düşünceleri (idea) hafızanın düşünceleri ve imgelemin düşünceleri olarak, üçüncü olarak ise imgelemin düşüncelerini yargı düşünceleri ve fantastik düşünceler olarak ayırdığı anlaşılmaktadır.