• Sonuç bulunamadı

Platon’dan sürüp gelen Güneş-İyi ikilisi, Plotinos’la biçimlenen Bir-Zeka-Ruh üçlüsü Hıristiyan dünyada Işık-Tanrı metaforuna dönüşmüştür. Büyük ölçüde Plotinos’la biçimlenen ve “kutsal üçlü” (Kenny, 2018: 347) olarak da adlandırılan felsefi teoloji Augustinus’la en parlak dönemine girmiştir. Augustinus’un sürdürdüğü Işık-Tanrı metaforuna göre, Tanrı

tasavvuru pek de kelimelere dökülemeyen içsel deneyime dayalı hakikat (gerçek) arayışıdır:

“Seni ilk öğrendiğim andan beri hatırlıyorum ve seni düşününce seni orada buluyorum” (Aug.

Conf. X.24. 35).

Augustinus, Plotinus’ta olduğu gibi “adım adım bedenlerden, bedendeki duyular aracılığıyla iletişim kuran ruhun içsel iletişiminin” (Aug. Conf. III.17.23) hakikati görebileceğinden söz eder. Nous (ὁ νοῦς) bu bağlamda değişmez olanı bilebilen mistik bir aydınlanmaya işaret eder: Duyumlar aracılığıyla görülemeyen ancak nousla kavranan Tanrı.

Augustinus’ta duyular aracılığıyla görülen doğa, evren gibi dış nesneler bir yaratıcıyı gerektirir.

Görünüş ve gerçek (hakikat), görünenlerin ardında yatan gizil güç gibi iç konuşmaların işaret ettiği Tanrı imgesi hayali imgelerden farklı olarak nousla kavranabilen ruh ve bedenin iletişimidir. Ruhun bedenle olan iletişiminde Augustinus’un Tanrı imgesine yapmış olduğu yolculuk dış insan (beden) ile iç insanın (ruh), ruh ile özdeşleşerek geçirdiği bir dönüşümü, tensel duyuların varlığıyla bütünleşmeyi ifade eder (Aug. Conf. X.6.9).

Augustinus, duyum ve düşünce arasındaki ilişkiyi bu bağı tutan hafızanın varlığıyla açıklamaktadır. Şeylere ilişkin imgelerin tutulduğu hafıza ruhun düşünmesine aracılık eden bir işleve sahiptir. Düşünceye ve duyuma konu olan her ne varsa hafızada yer alır. Bu düşünce Augustinus’un hafızayı; “geniş ovalara, içinde türlü odalar bulunan saraylara’’ benzetmesine neden olur. Hafıza için kullanılan “bal mumu levha” metaforu Augistinus’la nesnelerden imgelerin “çekip çıkarıldığı” bu imgelerin “depolara” tasniflenerek yerleştirildiği bir anlatıma dönüşmüştür (Aug. Conf. X.8.12-13).

Hafıza “uçsuz bucaksız, sonsuz bir derinlik” olarak zihinsel yetinin içine daldığı, içinde nesnelerin kendisi olmasa dahi imgelerin hali hazırda bulunduğu, hatırlama yardımıyla bu imgelerin çağırıldığı bir yerdir (Aug. Conf. X.8.13). Duyular aracılığıyla nesnelere ilişkin imgelerin hafızaya alınması, nesne mevcut olmadığında hafızada imge aracılığıyla temsil edilmesi, Platon ve Aristoteles’ten süregelen hafıza fenomeninin yorumlanışında kullanılan nesne ve imge anlayışının sürdüğünün göstergesidir.

Nesnelere ilişkin imgelerin yanında, “Bilimin ve Sanatın” bilgisinin hafızayla doğrudan ilişkili olduğu anlaşılır. Augustinus, bu türden bilgilerin imgesinin değil, bizzat kendilerinin hafızada tutulduğu görüşündedir. Platon’un “öğrenmenin bir hatırlayış olduğu” argümanını anımsatan bu görüş, Zihin ve hafıza hiyerarşisinde bilim ve sanata ilişkin bilgilerin “biz onları öğrenmeden önce de zihinde bulunduğu” (doğuştancılık), öğrenilmedikleri için de hafızada yer almadıkları görüşüne yaslanır (Aug. Conf. X.9.16/10.17).

Augustinus duyularla imgelerin çekip çıkarılmadığı; ancak zihinde imgesi olmadan

“kendi haliyle tanınılan” bilgileri öğrenmeyi, hafızada birbirinden ayrı ve düzensiz bir biçimde

duran “fikirleri” bir araya toplayıp (cogenda, colligenda) düşünmeyle (cogito) aynı türden şeyler olarak açıklar (Aug. Conf. X.11.18). Özellikle matematik nesnelerinin gerektirdiği zihinsel kavrayışın, duyumlara dayanan imgelemden ayrı bir tür imgelem gerektirdiği düşünülür. Bu imgelemin matematik uslamlamayı ve matematik nesneleri kavramayı sağlayan daha üst ve rasyonel bir imgelem türü olduğu sonucuna ulaşılır (Aug. Conf. X.12.19). Buradan hareketle zihinde, hafızaya alınmadan önce de var olan ve zihnin kendinde işlevi olan düşünmenin nasıl olanaklı olduğu kanıtlanır. Diğer bir deyişle zihin düşünme yetisine sahip olduğu yetisini her zaman koruyan, hafıza ise onun içinde, ancak ayrı bir bölümdür.

Hafızanın bir diğer işlevi “hatırlamayı hatırlamak”tır (Aug. Conf. X.13.20). Benzer biçimde duyguların hatırlanması ve hatta unutmayı hatırlamak Augustinius’ta hafızanın işlevlerindendir (Aug. Conf. X.14.21/15.23/16.24-25). Augustinus’ta unutma, unutulan şeyin hafızada aranmasıyla gerçekleşen arayışın kendisine bağlı bir aktivitedir. Arama hem hatırlanmadığını hem de hafızada unutulanın varlığının bir kanıtıdır. Bu bağlamda zihinde aranılan şey tamamen silinmiş olsaydı, bu hiçbir şekilde hatırlanmayacaktı (Aug. Conf.

X.19.28). “Zihinsel olarak yaşanmamış duygular bile hafızada tutulmakta”dır. Zihin ve hafıza arasında kurulan bu ilişkide hafızada olan her şeyin Zihinde de olduğu düşünülür. Bununla birlikte alışkanlığa dönüşen her ne varsa yine hafızanın varlığıyla açıklanır (Aug. Conf.

X.17.26).

Augustinus, zaman, hatırlama ve dil arasında canlı bir ilişki kurmaktadır. Buna göre geçmiş zamanda olup geçen olayların duyular aracılığıyla bıraktığı izlenim hafızada canlandırılan hayallerin sözcüklere dökülüp aktarılmasıyla gerçekleşir. Benzer biçimde geleceğe ilişkin henüz gerçekleşmemiş olaylar hakkında daha önce edinilen imgeler aracılığıyla tahminde bulunulabilir. Bu bağlamda üç türlü şimdiden söz edilebilir: Geçmişin şimdisi olan hafıza, gelecek zamanın şimdisi olan beklenti ve şimdiki zamanın şimdisi olan sezgi (Aug.

Conf. XI.18.23).

Augustinus’un hafızanın neliği üzerine yaptığı incelemede duyduğu hayret, dile getirilemeyen veya dile getirilmese dahi imgelenen Tanrı imgesi ile doğrudan ilişkilidir.

Hafızanın bu denli bir yetiye sahip oluşu “dil sussa da” imgelemin varlığından şüphe edilememesi hafızaya aklı aşan bir güç atfedilmesine neden olur (Aug. Conf. X.8.15.).

Hafızanın işlevi Augustinus’ta hem düşünme hem de düşünüleni ifade etme bakımından bir güç simgesidir. Dil ve hafıza arasındaki ilişkiyle açığa çıkan bu güç, felsefede logos öncesi dönemi anımsatmaktadır.

Logos öncesi dönem hafıza ve hatırlama yetisinin büyük bir önem verildiği bir döneme karşılık gelmektedir. Bu dönemde şairler ve belagat ustaları eğitimci konumunda yer alırlar

(Havelock, 2015: 51-94). Bu dönemin hafıza ve hatırlama ile temsil edilmesinin nedeni çoğunlukla yazı ve matbaa ile ilişkilendirilmektedir. Bununla birlikte hafızanın önemini açığa çıkaran bir takım söylenceler de mevcuttur. Teselya’da Skopas adlı bir soylunun evinde verilen bir ziyafette yaşanılan bir kaza bu türden söylencelere örnek verilebilir:

Şair Simonides ziyafet masasında ev sahibi ve diğer konuklara okuduğu şiirde Kastor ve Polydeukles’ten övgüyle söz ettiği için Skopas tarafından terslenerek methiye için anlaştıkları ücretin yarısını alabileceğini öğrenir. Bu sırada Simonides’i görmek isteyen birinden haber alan şair ziyafet masasından kalkarak dışarı çıkar. Simonides’in dışarda olduğu sırada ziyafet verilen salonun çatısının çökmesiyle enkaz altında kalan Skopas ve diğerleri hayatlarını kaybederler. Enkaz altında kalan cesetlerin tanınmaz halde oluşu, onları almaya gelen yakınlarını çaresiz bırakır. Simonides’in mucizevi bir biçimde hayatta kalmasıyla hafızası sayesinde ölülerin kaza gerçekleşmeden önce masada nerede oturduklarını hatırlıyor oluşu, hangi cenazenin kime ait olduğunu gösterebilmesine olanak tanır (Yates, 2020: 15).

Simonides’in davetlilerin nerede oturduklarını hatırlaması sayesinde teşhis edilen cesetlerle ilişkilendirilen güçlü hafıza ve düzen ilişkisi hafıza sanatının nasıl icat edildiğinin anlaşılması bakımından çarpıcı bir öykü olarak değerlendirilir (Yates, 2020: 16). Günümüzde fotografik veya görsel bellek denilen yeti, Simonides’in davet sırasında kimin nerede oturduğunu sözcüklerle dile getirmesede hafızasında onlara birer yer vererek hatırlamayı mümkün hale getirmiştir. Benzer biçimde Augustinus’un hafıza için kullandığı geniş ovalar veya içinde türlü odaların bulunduğu saraylar benzetmesi yer-nesne-imge ve imgelem ilişkisine bağlı kalınarak hafızanın biçimlendirildiğini ve bu yolla hatırlamanın gerçekleştiğini desteklemektedir.

Augustinus’ta Platon etkisini, hafızaya atfedilen Tanrısal gücün matematiksel uslamlama ile rasyonel imgeleme dönüşümüyle anlamak mümkündür. Ortaçağ’da özellikle Platon’un ruhun ölmezliği argümanının Hıristiyan dünyaya uyarlanmış hali olan hatırlama ve doğuştancılık argümanı, Augustinus’la imgelem ve hafızanın hem nesne-imge hem de söz-imge biçiminde ele alınışıyla hafızanın ve dolayısıyla imgelemin yetkinlik ve gücü temsil etmesi bakımından önemini Tanrısal, ilahi bir forma dönüştürmüştür. Ortaçağ düşüncesiyle bütünleşen bu form, logos öncesi dönemde belagat ustaları ve şairlerle temsil edilen hafıza anlayışıyla da belli bir uyum yakalamıştır.