• Sonuç bulunamadı

Berkeley’ın Duyu İdeleri ve Duyu İmgeleri

dışında etkin zihnin hafıza ve imgelem aracılığıyla bir ideye nasıl ulaşılacağını gösterir. Bu bağlamda imgelem olumlu bir aktivite olarak bilişsel sürece katılır.

Hiç bilinmeyen şeyleri adlandırma ve açıklamada kullanılan idelerin temel olarak edinilen yalın ideler aracılığıyla açıklanmasıyla anlaşılması Descartes’ın da işaret ettiği yalın, basit ve evrensel şeylerin bilinmesiyle ulaşılan bilinmeyenin varlığını anlaşılır kılmıştır.

Descartes’ın argümanında hafıza önemsiz ve yanıltıcıdır. Buna karşın Locke’un argümanın temelinin hafıza anlayışına yaslandığı söylenebilir. Locke’un özellikle buluş yapma vurgusuyla biçimlendirdiği imgelem yetisi Yeniçağ’ın bilim anlayışıyla birlikte düşünüldüğünde düşünme ve imgelem arasındaki ilişkide daha çok bilim-kurgusal bir anlam içeriğine sahiptir. Özellikle Berkeley’ın algı teorisi ve Hume’un hafıza ve imgelem argümanıyla derinleşen imgelem yetisi, Descartes’ın önemsiz, yanıltıcı ve gerçekdışı olarak nitelendirdiği imgelem yetisini Kant’la daha açık bir hale gelen üretici/üretken imgelem olarak yeni bir bağlama taşır.

büyük sayıda nokta algılayabilmesi ve algılanan bu noktaların eşit ve yüksek seçiklikte olmasıdır. Görme duyusunun kusurlu özellikleri ise gözün görünür noktaların uzamı ve sayısına ilişkin belli bir sınıra sahip olması, benzer biçimde görüş alanın belirli bir sınıra sahip olmasıdır.

Bununla birlikte gözün belli nesnelere odaklanarak daha net görmesinin yanında diğer nesneleri bulanık görmesi ile görülenin netliğine ilişkin derecelendirmenin değişken olması görmede karşılaşılan kusurlara eklenebilir. Benzer biçimde farklı zeka/akıl seviyelerine ait her bir görme için seçikliğin ve netliğin değişken olması bilinemeyen olması bakımından belirsizliğe işaret etmektedir. (Berkeley, 2003: 49-50). Berkeley’ın işaret ettiği bu belirsizlik daha önce Sofistlerce ve Platon tarafından tartışılan algı problemini anımsatsa da görme, göz ve dokunma duyusu, göz ve zihin ile ilişkisi bağlamında incelendiğinde yeni bir problemi açığa çıkarmıştır.

Protagoras’ın insanın her şeyin ölçütü olması argümanına karşıt olarak Platon tarafından incelenen algı, duyum, algılama ve duyumsama epistemolojik bağlamda duyu organlarının yanıltıcı olmasından hareketle duyusal imgelemin bilgi konusunda güvenilir bir yol olmadığını vurgulamasının yanında, duyusal imgelem ve rasyonel imgelem ayrımında duyusal imgelemin rasyonel imgeleme göre basit bir imgeleme biçimi olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla duyulur olanlara ait imgelerin kendileri güvenilmezdir. Diğer bir deyişle Platon’un görme ve diğer duyu organlarının şeyleri bilmede yetersizliğini vurgulaması, duyusal imgelem ve rasyonel imgelem arasındaki ayrımın zeminini oluşturarak rasyonel imgelemin bilmede duyusal imgeleme göre üst türden bir bilişi gerektirmesiyle güvenilir bir yol olduğunu göstermiştir.

Menon diyaloğu bu bağlamda önemlidir. Hellen kölenin geometri problemini çözdüğü bölüm Berkeley tarafından ele alınan “dokunulur kare, kare ve k, a, r, e harflerinden oluşan kare”

(Berkeley, 2003: 77) ayrımıyla incelendiğinde yüzeye çizilmiş bir kareye karşılık geldiği anlaşılmaktadır. Görme duyusuyla algılanan kare, kölenin rasyonel imgelem yardımıyla geometri problemini çözdüğünü ya da çözebileceğini göstermiştir. Bu bağlamda Berkeley’ın işaret ettiği algı teorisi görme ve zihin ilişkisinin varlığını görme-dokunma ilişkisinden ayrı bir biçimde ortaya koyarak kare olarak adlandırılan dokunulur ve görünür karenin farklı şeyler olduğunu dile getirmektedir (Berkeley, 2003: 77). Berkeley bu argümanı temellendirmek için Locke’un katılık idesinden yararlanmaktadır.

Görme- dokunma ve görme- zihin ilişkisinin ele alındığı görmeye ilişkin algı problemi Locke’un İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme’nin birinci kitabında (1999: 195-96) dile getirdiği ve Berkeley tarafından Yeni Bir Algı Teorisi’nde de değinilen Locke ve Molyneux arasında geçen bir mektuplaşmada küre ve küp problemi olarak adlandırılan kanıta dayandırılmaktadır (Berkeley, 2003: 73). Mektubun içeriğini doğuştan kör bir yetişkinin dokunma duyusu yardımıyla küp ve küreyi ayırt etmeyi öğrenmesinin ardından, aynı yetişkinin

görmeye başlamasının imgelenmesiyle bu defa görme duyusunun yardımıyla küp ve küreyi ayırt edebilmesinin nasıl olanaklı olduğunun kanıtlanması oluşturmaktadır. Molyneux’un bu kanıtlamadaki tutumu doğuştan kör yetişkinin dokunma duyusuyla deneyimlediği küp ve küre olmaklık hissinin, görmeye başlamasının ardından görme duyusuyla küp ve küre olmaklık hakkında hiçbir deneyime sahip olmaması dolayısıyla dokunmadan yalnızca görerek küp ve küre olanın birbirinden nasıl ayrılacağını bilemeyeceği yönündedir. Benzer biçimde Locke’un küp ve küre olmaklık konusunda dokunma duyusunu nasıl etkilediğini deneyimleyen yetişkinin görme duyusunun nasıl etkilediğini bilmemesi dolayısıyla Molyneux’la aynı görüşte olduğu anlaşılmaktadır (Locke, 1999: 195-96). Berkeley, Locke’un bu argümanından hareketle görme duyusuyla direnç, sertlik gibi etkilerin algılanamayacağını, “görmenin henüz adlandırılamamış yeni algılar” kazandıracağını ileri sürmektedir (Berkeley, 2003: 75). Diğer bir deyişle görmenin rasyonel imgelemde ne gibi bir rol oynadığının görme duyumunun dokunma duyumuyla benzer şeyler olarak ele alınmasıyla belirsizleştiği anlaşılmaktadır.

Görünür ve dokunulur karenin birbirinden ayrı olması; ancak çoğu zaman birbiriyle aynı şeyler olarak adlandırılması, diğer görünür ve dokunulur olan şeylerde olduğu gibi sembolleri temsil edildikleri şeylerle karıştırmaktan ileri gelmektedir. Diğer bir deyişle insan doğuşundan itibaren dokunulur hisleri görme hissine oranla daha sık tecrübe ettiği için evrensel olan sembolleri temsil edildikleri nesnelerle benzer veya aynı kategoride değerlendirmektedir.

Hafızada dokunma duyumunun etkisiyle yer eden imgenin zamanla evrensel sembollerle birleştirilmesi görme ve dokunma duyumunda nesne ve onu temsil eden sembollerin öğrenilmesiyle gerçekleşmektedir (Berkeley, 2003: 80).

Berkeley bu iki duyumun birbirine karıştırılmasının temel sebebinin “yüzey şekillerinin görme duyusuyla doğrudan algılanan nesneler olduğu” (Berkeley, 2003: 85) görüşünden kaynaklandığı düşüncesindedir. Katı cisimlerin doğrudan görme duyusuyla algılanmadığı, görme ve dokunma duyusuyla algılandığı bilinse de aynı durum yüzey şekillerinde gözden kaçırılan bir nokta olarak belirlenmektedir. Buna göre yüzey şekillerinde görülen çeşitli renkler ve biçimlerdir (Berkeley, 2003: 86). Işık ve renkler dışında görme duyusuyla doğrudan algılanan herhangi bir obje olmamasına karşın görme ve dokunma duyularının benzer şeyler olarak değerlendirilmesi, bu iki duyuya ait ortak bir hissin varlığının imgelenmesine neden olmaktadır (Berkeley, 2003: 72).

İmgelem gücünün tikel şeylerin idealarını imgeleme yetisi, nesnelere ilişkin ideaların birleştirilmesi, ayrılması veya çeşitlendirilmesine olanak tanıyan bir yeti olarak ele alındığında, temel olarak dil aracılığıyla genel adların çok sayıda tikel ideayı temsil etmesinden kaynaklanan bir probleme işaret etmektedir. İdeaları imgelerken düşülen hatanın benzerlik veya çağrışımla

genel adların altında toplanması, kare ideasında yaşanan problemde olduğu gibi evrensel kare sembolünün temsil ettiği nesne ile karıştırılmasına neden olmaktadır. Berkeley’ın soyut düşünceler ve imgelem yetisi arasındaki bu ilişkide hatanın kaynağı olarak öne sürdüğü dil problemi uslamlamada adların tikel birçok ideayı temsil etmesinden kaynaklanmaktadır (Berkeley, 2015: 11-38). Buradan hareketle soyut düşüncenin belirsizliğine işaret eden Berkeley, öncelikle belirsizliği ortadan kaldırmak adına usla algılanan idea sözcüğünün kullanımını us dışında yer alıyormuşcasına kullanılan “şey” kelimesinden nasıl ayrıldığına,

“şey” olarak söz edilen kelimenin anlamsızlığına ya da belirsizliğine dikkat çekmektedir.

Berkeley’ın “Bir duyumun ya da ideanın varlığı, algılanmaktır.” (Berkeley, 2015: 127) argümanın temelini oluşturan idea kelimesi usta duyu nesnelerinin imgelerini oluşturan

“düşüncesiz ve devinimsiz” olma gibi niteliklere karşılık gelen bir sözcüktür (Berkeley, 2015:

79).

Berkeley’ın idealizmi olarak adlandırılan argüman, görünüş ve gerçeklik ayrımını zihinde algılanmış olan duyusal ve zihinsel ideler temelinde eleştirmektedir (Stuart, 1977: 119).

Bu bağlamda nesne olarak adlandırılanlar epistemolojik olarak zihinde algılanmış olmalarının dışında ayrı bir öze sahip değildir. Duyu olarak adlandırılan şeyler kaynakları bakımından dışsal olarak adlandırılsada us dışında oldukları söylenemez. Herhangi bir nesnenin zihin için nesne olması Berkeley’ın idealizmini, maddeyi reddeden immetaryalist görüş içine yerleştirmeye elverişli olsa da duyusal ve zihinsel ideler temelinde Berkeley’ın idealist tutumu nesneye ilişkin imge ve idelerin us’ta oluşuna işaret eder (Fogelin, 2001: 24). Berkeley us’ta olmaklığı, evrensel us sözcüğüne karşılık gelecek bir biçimde kullanmaktadır. Diğer bir deyişle us’ta olmak yalnızca benim usumu değil diğer us’ları da karşılayan bir anlama gelmektedir (Berkeley, 2015: 128). Berkeley’ın Yeni Bir Algı Teorisi’nde temel olarak görme yetisine bağlı nesnelerin us olmadan var olmadığı teorisine dayanan ve görme gibi işitme, tatma, koklama ve dokunma gibi duyuların varlığının usta oluşunun, duyu nesnelerinin onları algılayan zihinlerin var olmasına dayandırıldığı anlaşılmaktadır. İmge ve ide aracılığıyla anlaşmak denilebilecek olan bu argümana göre diğer us’larda bulunan ideler ile benim us’umda bulunan ideler benzeştikleri ölçüde bilinebilen ve anlaşılır olan idealardır (Berkeley, 2015: 176).

Hafızada yer eden ideler düşte veya nesnelerin bulunmadığı durumlarda imgelem ve hafıza aracılığıyla yeniden canlandırıldıklarında özellikle duyu idelerinde seçik bir biçimde farklılık yaratmaktadır. Descartes’ın imgelem gücünün yanıltıcılığı (2007: 16-17) üzerinden dikkat çektiği bu durum Berkeley’ın duyu idelerinin ilk örnekleri ve onun imgelemi arasındaki derece farklılıklarını gözeterek, ilk duyumsanan hissin ve imgelem aracılığıyla duyumsanan his arasındaki farklılığın nedeninin bu hisler arasındaki derecelendirme olduğu görüşüne

ulaşmasına neden olmuştur. Buna göre ateş ve ateş ideası ile acı ve acı ideası arasındaki ayrımın göz ardı edilmesi, gerçek ateş ve onun ideasının birbirinden ayrılmasını olağan kabul ederken duyumsanan his ve onun imgesinin ayrımını yok saymaktadır (Berkeley, 2015: 80-81).

Berkeley’ın duyulur olanı görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma olmak üzere beş duyu aracılığıyla duyulabilir olmasından ayrı algılanmış izlenimlere ait duyulur nesneler (sensible thing) olarak duyulana ait imge ve ideler olarak ayırdığı anlaşılmaktadır (Berkeley, 2005: 4).

Her ne kadar ateş ve ateş idesi ile acı ve acı idesi ayrı şeyler olarak kabul edilse de Berkeley her iki durumda da us’ta olmayan bir duyum ya da ideanın bulunamayacağı inancındadır.

Berkeley’ın epistemolojisinin öncelikle duyusal imge ve idelerin deneyim temelinde zihinde duyusal izlenimler ve ideler biçiminde empirik yönteme bağlılığını belirtmek gerekir.

Zihnin bilincinde olduğu imge ve idelerin empirik yöntemle hafızaya alınması nesnelere, ne ise ne olana, ilişkin imge ve idelerin zihinde oluşuna karşılık gelirken mevcut imge ve idelerin izlenimler temelinde veya onlardan bağımsız imge ve idelere dönüşümü zihinsel kapasitenin tamamını oluşturur (Stuart, 1977: 121-122).Bu bağlamda Berkeley’ın imgelem argümanında zihnin bilincinde olduğu imge ve fikirler (ideler) ile kontrol edilebilen yaratıcı imge ve fikirlerin (idelerin) hakim olduğu anlaşılmaktadır (Hedley, 2008: 51).

Nesnelere ilişkin idelerin birleştirilmesi, ayrılması veya çeşitlendirilmesine olanak tanıyan hafıza ve imgelem gücü (fancy) benzer biçimde bu idelerin silinip yerine yenilerinin konulmasına olanak tanıyarak etkin olmakla birlikte doğa yasaları gereğince belirlenmiş belli kurallara bağımlı olmaktan geri duramamaktadır. Berkeley’ın “isteme veya tin” olarak adlandırdığı üretici, gün ışığında gözlerini iyice açınca görüp görememek ya da tek tek hangi nesnelerin bakışa sunulacağını belirlememenin olanaklı olmadığına işaret etmektedir. Bu bağlamda insan doğa yasalarının varlığıyla belli idelerin diğer idelere eşlik ettiğini deneyim aracılığıyla öğrenmektedir (Berkeley, 2015: 70-71).