• Sonuç bulunamadı

Epikuros’un Duyum, İmgelem, Düşünce Birlikteliği: İmge Şey

şey, hareketlerin birbirini izlemesinde hatırlanmak istenenin belli bir referans noktasının belirlenmesiyle aranmasıdır (Aristot. Parva Naturalia, 451b). Hatırlama bu bağlamda “hem sürekli olarak fiil durumunda olan hafızadan, hem de tamamen unutulmuş olan bir şeyin yeniden öğrenilmesinden farklı bir şey” (Ross, 2014: 228) olarak tanımlanır. Buradan hareketle Aristoteles’in Platon’dan farklı olarak hafıza ve hatırlama ile öğrenme ayrımının sınırlarını yeniden belirlediği görülmektedir.

Aristoteles’in hatırlamaya ilişkin açıklaması temel olarak en kolay ve en iyi hatırlanan şeyin bir başlangıç noktası seçilmesiyle belirli bir düzen içerisinde amaca yönelik bir çaba ile kurgulanmasını gerektirmektedir. Bununla birlikte hatırlamada hatırlanmak istenen şeyin istekle araştırılması söz konusudur. Kişinin imgeleminde imgeler arasında kurduğu negatif veya pozitif ilişki ve buna bağlı olarak gelişen hareket bu istekle gelişen bir harekete dönüşür.

Hatırlamada, hatırlayan kişinin yeteneği ve kendi imgelem olanakları içinde harekete geçmesi ayrıca bir önem taşımaktadır. Kişi hatırlamaya çaba gösterdiği şeyi kendi yeteneği ve kendi hareket olanakları dışında, başka birinin yardımı ile başarmak ya da bulmak istediğinde burada artık hatırlamadan değil, yeni bir öğrenmeden söz ediliyor demektir (Aristot. Parva Naturalia, 452a).

Sonuç olarak Aristoteles’in imgelem ya da phantasia kavramının İlkçağ felsefesi hafıza fenomenolojisinde, var olan duyumların yorumlanması ve onun aracılığıyla kavranması dışında birbirini izleyen imgelerin meydana gelişinde, hafıza ve hatırlamada, uyku esnasında, arzu ve düşünce ile ilişkisinde olumlu bir rol üstlendiği anlaşılmaktadır.

Leukippos, Demokritos ve Epikuros’un görme sürecini açıklayışı ise “duyusal algı ile düşünme, dıştan küçük imgelerin <bize> yaklaşmasıyla” (Capelle, 2011: 228) gerçekleştiği iddiasına dayanır.

Demokritos, görmek diyor, görülen nesnelere ilişkin yansıların alınması, kabul edilmesi anlamına gelir:

Ancak yansı, gözbebekte yansıyan imgedir, tıpkı yansıyı içlerinde muhafaza edebilecek durumda olan diğer saydam tözlerde olduğu gibi. Ne ki Demokritos, ondan önce Leukippos, daha sonra Epiküros ve çömezleri, <nesnelerden> çıkarak yayılan ve çıktıkları nesnelere benzeyen (ama bunlar görülebilen nesnelerdir) belirli imgelerin gören kişinin gözlerine isabet ettiği <gören kişinin gözlerine nüfuz ettiği>, böylece görme sürecinin meydana geldiği kanısındaydılar (Capelle, 2011: 228).

Epikuros Herodotos’a Mektubu’nda görmenin ve düşünmenin, dış nesnelerden bedenimize işleyen şeyler dolayısıyla gerçekleştiği iddiasında bulunmaktadır:

Çünkü dış nesneler, ne kendileriyle aramızda bulunan havanın aracılığıyla, ne de bizden onlara giden ışık ışınları, ya da başka emanationlarla renk ve şekillerini böyle tıpkı bir damga basılıyormuş gibi bizde izlendiremezler. Bu ancak onlardan ayrılan ve onlara şekil ve renkçe tıpkı tıpkısına benzeyen, görme duyumumuza, ya da hayal gücümüze uygun büyüklükte kalıpların içimize girmesiyle olabilir (Epik.

Mektuplar ve Maksimler, F3).

Epikuros bunların çok hızlı hareket ettiğini ve bu nedenle de bir bütün halinde düzgün bir hayal meydana getirdiklerini dile getirir. “Katı cisimlerin içlerindeki atomların titreşimlerinden doğma düzenli basınç yüzünden de onunla tabii bir bağlantıyı muhafaza ederler” (Epik. Mektuplar ve Maksimler, F3). Görme süreci üzerine yapılan incelemede Epikuros’un Leukippos ve Demokritos’un görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır. Buna göre görme sürecinin nedeni, görülen nesneden devamlı çıkarak yayılan, bu nesneye benzeyen ve göze nüfuz eden belirli imgelerdir. Leukippos, Demokritos ve Epikuros’un iddiasına göre

“yansılar, bizden çıkarak hareket eden, ama aynanın yüzeyinde bir araya toplanarak tekrar çıkış noktalarına <bedenimize> dönen imgelerin karşılaştığı dirençten” (Capelle, 2011: 229) meydana gelmektedir. Epikuros’un epistemolojisini belirleyen bu düşünce bilginin kaynağının duyum olduğu görüşüne dayanmaktadır.

Diagones Laertios, Epikuros’un Kanon adlı eserinde gerçeğin ölçütleri olarak “duyuları, genel kavramları ve duyguları” öne sürdüğünü, Epikuros’un ardıllarının ise bunlara “zihinsel imgelemlerin doğrudan algılanmasını” eklediklerini dile getirir (Diog. Laert. 2010: 486). Bu bağlamda Epikuros’un epistemolojisinde doğrunun ölçütlerini(τό κριτήριον=kriterion) duyular ya da duyusal algılar, kavramlar (prolepsis) ve duygular oluşturur. Algılar bir yandan duyusal algılar diğer yandan da fantazi tasarımlar olarak ele alınır (Akarsu, 1970: 70).

Epikuros aynada görülen bir görüntü ile uyku esnasında görülen rüya, hayal gücü ya da başka düşünüş biçimleriyle oluşan hayallerin gerçekte var olan nesnelerin onları yaymadığı düşünüldüğünde, bu nesnelerle herhangi bir benzerliklerinin bulunmaması gerektiği görüşündedir. Dolayısıyla “görülenle bağlantılı alış verişi olmayan herhangi başka bir hareketi de aynı zamanda kendimize almamış olsaydık yanılma asla olmazdı” (Epik. Mektuplar ve Maksimler, F3).

Platon’un algılamak denilenin; görmek, işitmek, koklamak, dokunmak gibi vücut aracılığıyla algılananlar demek olduğu var sayıldığında, algılamanın bizi bilgiye ulaştıramayacağı görüşünü, Epikuros’un “algıların algı olmak bakımından yanılmazlığı”

(Arslan, 2008: 53) temelinde eleştirdiği anlaşılmaktadır. Platon görmenin ya da diğer algıların sonucunda elde edilen imgelerin kendilerinin, bu şeyler hakkında her zaman değişmez bilgi veremeyeceği iddia etmişti (Plat. Tht. 179a). Epikuros’un “yanlış hüküm ve yanılma süreci”

(Epik. Mektuplar ve Maksimler, F3) ile açıkladığı sanılara dayanan bilginin yanlış veya doğru olabileceği görüşü, duyumların yanlış veya doğru olacağını kanıtlayabilecek şeyin olmaması ile desteklenmektedir. Dolayısıyla Epikuros duyumların güvenilirliği tartışmasında algının konusunun dış nesnelere ilişkin imgeler üzerinden belirlenebileceği, algılanan imgenin doğruluk değerinin duyumla değil yargı ya da kavram ilgili olduğu görüşündedir.

Epikuros Aristoteles’in “duyumlamaların her zaman doğru, imgelerin ise çoğu zaman yanlış” (Aristot. An. III. 428a10) olduğu görüşünü benimseyerek duyumlanan şeyin kendisinden değil imgelenen şeyin doğruluğundan veya yanlışlığından şüphe edilebilir olduğunu gösterir. Bununla birlikte Epikuros ve ardılları Aristoteles’ten farklı olarak her duyumun eşit güvenilirlikte olduğunu ve dolayısıyla bir duyuya herhangi bir zamanda görünen şeyin doğru olduğunu iddia etmektedir:

Bir duyu türdeş bir duyguyu yalanlayamaz, çünkü her ikisi de eşit ağırlıktadır; bir duyu türdeş olmayan bir duyuyu da yalanlayamaz, çünkü yargı konuları aynı değildir; akıl da yalanlayamaz, çünkü akıl tümden duyulara bağlıdır. Bir duyu öbürünü de yalanlayamaz, çünkü hepsine (aynı derecede) dikkat ederiz. Duyuların varlığı bunların gerçekliğinin garantisidir. Görme ve işitme duyuları, acı çekme duyusu kadar gerçektir; bu nedenle, belirsiz şeyler konusunda da görünür dünyadan hareketle çıkarsama yapmak gerekir. Çünkü bütün bu kavramlar, biraz uslamlamanın da yardımıyla, karşılaşma, karşılaştırma, benzetme ya da birleştirme yoluyla duyumlardan çıkar (Diog. Laert. X.32).

Epikuros ve ardılları, görünüşleri güvenilirlikleri bakımından derecelendirmek yerine onların tümünün eşit kabul edilmesi gerektiğini dile getirerek birbiriyle çelişen izlenimlerin duyu izlenimlerinden değil yanlış sanıdan kaynaklandığını öne sürer. Aristoteles’in bir kulenin uzaktan bakıldığında yuvarlak, yakınına gelindiğinde ise kare biçiminde görünmesi örneğinde

de görüleceği üzere, ortaya çıkan çelişik izlenimlerin, algıdan değil yanlış sanıdan kaynaklandığı kabul edilir (Kenny, 2018: 195). Bunun nedeni atomcu kurama göre uzaktan gördüğümüz şeyin nesne kule değil imge kule olmasıdır. Diğer bir deyişle uzaktan görülen nesnelere ilişkin imgenin yakından görülünce değişmesi, Epikuros’ta imgenin bilinçle ilişkilendirilmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla uzaklık ve yakınlık hareketindeki değişim imgenin bilincine varmak anlamına gelmektedir (Watson, 1988: 41).

Epikuros’ta duyumların yanılmazlığı, onların akıldan yoksunluğu (irrational), hatırlama gücüne sahip olmamaları ve duyuların ne kendi kendilerine ne de dış bir nedenin etkisiyle hareket ettiklerinde bu dış nedene bir şey ekleyebildiği ya da çıkarabildiği iddiasına dayanır. Benzer biçimde duyunun kendi izlenimlerini hiçbir zaman doğrulayamayacağı iddia edilir (Diog. Laert. X.31-32). Bu bağlamda duyumlar, duyuların nesneyle doğrudan kurduğu temas sonucu ortaya çıkan, kendisinde hiçbir akıl yürütme veya hatırlamaya ilişkin herhangi bir şey bulunmayan, nesne ve duyum arasında gerçekleşen bir ilişkiye karşılık gelmektedir.

Birbiriyle çelişik izlenimler yaratan duyumların varlığı, Epikuros’un duyumların konusunun dış nesneler değil onlara ilişkin imgeler olduğu düşüncesindeki ince ayrımından kaynaklanır. Benzer biçimde hayal ürünü olan tasarımlarda olduğu gibi rüyalarda da duyumun değil, dış nenenin imgesine ilişkin bir yorumda bulunulabilir. İmgelerin doğruluğu ya da yanlışlığı ise duyumla değil, yargı ya da kavram ile ilgili bir konudur (Arslan, 2008: 55-57).

Epikuros’un algı teorisinde imgelem kavramı merkezi bir öneme sahiptir. Aristoteles’te algı (perception) ve imgelem (phantasia) ayrımının kurulmasıyla biçimlenen duyum teorisi;

fenomenler (phenomenon), temsiller (representation) ve izlenimler (impression) ayrımının kurulmasına olanak sağlamıştır (Hahmann, 2015: 177). Bu bağlamda Epikuros’un imgelem anlayışının büyük ölçüde Aristotlesçi çizgide olduğu anlaşılmaktadır. Aristoteles’in algı ile zihin arasındaki iş birliğini sağlayabilmesi için imgelemin (phantasia) gerekli olduğu anlayışı Epikuros’un imgelem anlayışında korunarak imgelemsiz düşüncenin gerçekleşemeyeceği savunulur. İmgelemin zihinsel bir aktivite olarak olumlu bir kategoride değerlendirildiği sonucuna ulaşılmaktadır.