• Sonuç bulunamadı

Hukuk ve Ceza Sisteminden Kaynaklanan Nedenler

Belgede Yolsuzluk ekonomisi ve Türkiye (sayfa 57-60)

2.2. YOLSUZLUĞUN NEDENLERİ

2.2.1. Yönetsel Nedenler

2.2.1.8. Hukuk ve Ceza Sisteminden Kaynaklanan Nedenler

Yolsuzlukların nedenlerinden biriside mevcut hukuk sistemleri ve yasalardaki boşluklardır. Suçluların yakalanma ihtimallerinin düşük olması, cezaların yaptırım güçlerinin düşük olması ile adaletin geç işlemesi yolsuzlukları artırmaktadır. Büyük seviyelerdeki rüşvetlerde, rüşvet alıp verme ilişkisi içerisinde bulunanlardan ziyade arada bulunanların cezalandırılması yolsuzluğu teşvik etmektedir. Özellikle zaman aşımı kavramının varlığı ve sıklıkla uygulanması, yolsuzluğu gerçekleştirenlerin yargılanmayacağı izlenimini doğurmaktadır (Çaha, 2009: 109). Örneğin Türkiye’de, her yıl ortalama 400 bin dava zaman aşımı nedeniyle sonuçlandıramadan rafa kaldırılmaktadır. Sadece 2000 yılında savcılık aşamasında yaklaşık 120 bin, mahkeme aşamasında 360 bin, Yargıtay aşamasında 10 bin olmak üzere toplam yaklaşık 500 bin kadar dosya zamanaşımı nedeniyle düştüğü belirtilmektedir (Sabah, agis, 2006).

Klasik suç analizine göre, suç işleme niyetinde olanlar o suçu işlemeden önce söz konusu suçtan elde edecekleri fayda ile bu suçun işlenmesi nedeniyle katlanacakları maliyetleri göz önünde tutmakta ve faydalarının maliyetlerinden yüksek olduğu durumlarda suç işlemeyi tercih etmektedirler. Yine bu analize göre

40

rüşvet alan görevlilerin kendi faydalarını maksimum yapma isteğinde oldukları kabul edilmektedir (Becker, 1968, 169-217).

Adli sistemden kaynaklanan sorunlar; hukuk devleti mantığının tam olarak gerçekleştirilememesinden kaynaklı sorunlar, mevzuat ve uygulamadan kaynaklanan sorunlar ile fiziki nedenler ve kadro sorunları olmak üzere üç ayrı bölümde incelenebilir.

1. Hukuk Devletinde Hukuk ve Ceza Sisteminden Kaynaklanan Sorunlar

Hukuk, bireyler veya bireyle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen ve devletçe, yasalar çerçevesinde çeşitli yaptırımlara bağlanan kurallar bütünüdür. Hukuk, bir organa ya da bireye yapabilme veya bir hak talebinde bulunabilme yetkisini tanımaktadır. Aynı zamanda bireyin yapamayacaklarının ya da yapabileceklerinin sınırlarını göstererek özgürlük alanını belirlemekte ve herhangi bir uyuşmazlık durumunda yargı yolunu açık tutarak yargı kararıyla herkesi bağlı kılmaktadır. Ancak, hukuk yoluyla çözüm ve hukuksal güvence sağlayabilmesi, hukukun üstünlüğünün benimsenmesi ve kabul edilmesi yoluyla olanaklı hale gelmektedir.

Hukukun üstünlüğü, yasama ve yürütme işlemleri karşısında son sözü hukukun söylemesi, başka bir ifadeyle devletin hukukla sınırlandırılmış olmasıdır. Devletin yasama, yürütme ve yargı yetkileri, hukukla sınırlandırıldığı sürece kişinin temel hak ve özgürlükleri, devlet karşısında güvenceye alınmış ve keyfiyete dayalı yönetim engellenmiş olmaktadır. Ancak, hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirilebilmesi, anayasada yazılı olmasından ziyade hukuk devletinin tüm birimleriyle ve gerçek boyutuyla kurulması ve hukuka uygun davranma alışkanlığının kazanılmasıyla olanaklı olmaktadır (Aliefendioğlu, 2001: 29-31).

Yolsuzlukla mücadelede hukukun üstünlüğünü, tüm bireylere, kurumlara, kuruluşlara inandırmaktan geçmektedir. Adaletin, haklıya hakkını vermek, haksızı da cezalandırmak olduğu gibi kimlerin neleri hakettiğini bilmek için de sağlam bir temel olması gerekmektedir. Devlet, sadece imkanları elinde bulunduran olmamalı aynı zamanda yargının da güçlü olanların delip geçebildiği, zayıfların ise takıldığı bir

41

örümcek ağı olmamalıdır. Nitekim haksızlığa uğramış tüm mağdur kişilerin güvenebileceği yegane yer adalet kapısıdır. Devletin, halkı bu değerlere inandırması yolsuzlukla mücadele de büyük öneme sahiptir (Korkmaz ve diğerleri, 2001: 49).

2. Mevzuat ve Uygulamadan Kaynaklanan Sorunlar

Kamuoyunda büyük yankılar uyandıracak kadar önemli yolsuzluk olaylarında birçok suç çeşidinin yaptırımının, işlenen eylemlere ve meydana getirdiği zararlara oranla yetersiz kaldığı yani caydırıcı olmadığı bilinmektedir. Kamu görevlilerinin işlemiş oldukları yolsuzluk eylemlerinde ağır cezai yaptırımlar uygulanması amacıyla açılan soruşturmalarda, eylem karşılıklarının bazı suç unsurlarının oluşmaması nedeniyle çok daha hafif olan görevi kötüye kullanma suçuna dönüştüğü görülmektedir. Bu suçun karşılığı kamuya verilen zararlar bakımından çok daha yetersiz kalmaktadır. Yolsuzluk eylemlerinde uygulanan hileli iflas, nitelikli dolandırıcılık vb. gibi suçların zamanaşımı süreleri yetersiz kalmakta, bu davaların birçoğu zamanaşımı nedeniyle sonuçlandırılamadan raflardan kaldırılmaktadır. Ağır yolsuzluk türlerinin karşılığı olarak sıklıkla verilen “erteleme” ve “şartlı salıverme” gibi kararlar hukuk nezdinde yolsuzlukların ne kadar hafife alındığını göstermekte ve adeta yolsuzlukları caydırmada üstlendiği rol çok hafif kalmaktadır.

Diğer bir konu büyük merkezlerde soruşturmaları yürüten savcıların iş yoğunluğunun fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle delillerin toplanması amacıyla adli konularda bilgileri kıyasla daha az olan kolluk güçlerine gönderilmekte ve buradan gelen fezlekeye göre soruşturmayı eksik ve yeterli kanıtlar elde edemeden tamamlamaktadırlar. Bu durumda eksik deliller ile açılan kamu davalarında mahkemeler, yine delil toplama işlemini tekrar yapmak zorunda kalarak yargılama süreleri uzatılmaktadır. Davaların uzamasının diğer nedeni gereksiz olduğu halde bilirkişiden görüş alınma durumlarıdır. Yargıçların, mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgileri ile çözmesi gereken hukuki konularda da bilirkişiye gidilmektedir.

Yolsuzlukla mücadelede başarısız olunmasının diğer bir nedeni de çıkarılan aflar veya benzeri yollarla yapılan iyileştirmelerdir. Sürekli bu durumlara şahit olan vatandaşlar yargıya olan inançlarını kaybetmektedir. Cezaların caydırıcılığı yok edilmektedir. Suçluyu cezalandırma anlamında güven bu şekilde etkilenince, vatandaş

42

kendi hakkını bizzat arama ve alma yoluna gitmektedir. Yani artık yolsuzlukla mücadeleyi kendi yöntemleriyle halletmeye çalışmaktadır (Korkmaz ve diğerleri, 2001: 54).

3. Fiziki Nedenler ve Kadro Sorunları

Geciken adaletin nedenleri arasında baş aktörler olan hakim ve savcı sayısının yetersiz olmasıyla beraber kısıtlı sayıdaki adliye binaları ve araç-gereç yönünden eksiklikler gösterilebilmektedir. Adaletin olması gerektiği şekilde yürütülmesi maksadıyla hukuki anlamda teknik personel sayısının artırılmasının yanında mesleki bilgiye, etkin ve verimli çalışmaya yani niteliğine önem verilmesi gerekmektedir (Tepav, 2006: 62).

Küçük ilçelerde görev yapan hakim ve savcıların iş yükü çok az iken büyük yerleşkelerde görev yapan hakim ve savcılar çok yoğun iş gücü altında ezilmektedirler. Son inceleme mercii olan yüksek mahkemelerde sayı yetersizliğinden dolayı alt mahkemelerin hüküm ve kararlarını inceleme görevini tam anlamıyla yerine getirememesine sebep olmaktadır (Tepav, 2006: 63).

Belgede Yolsuzluk ekonomisi ve Türkiye (sayfa 57-60)