• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM:

2. Hitler ve Yahudi Soykırımı

Alman tarih ders kitaplarının Nazi dönemine yer vermeleri, özellikle soykırım konusu, kamuoyunda çok ciddi bir tartışmaya neden olmuştur. Hala bu tartışma sürmektedir. Örneğin; Berlin'de Soykırım Anıtı açıldığında, böyle bir anıt nasıl olmalıdır, bu soykırım anıtının sanatı ne olmalıdır, amacı ne olmalıdır gibi kamuoyunda gayet yaygın bir tartışma başlatılmış ve yürütülmüştür116. Dolayısıyla Almanya toplumu açısından bu son derece önemli, olumlu bir gelişmedir.

115 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 783 116 Höpken, a.g.m., s. 52-53

Bir Alman tarih ders kitabına göre Hitler dönemi ve Yahudi Soykırımı şu başlıklar altında incelenmiştir117:

Ulusal sosyalizm-Büyük krizlere Almanya’nın cevabı

1. Ulusal sosyalist Almanya-Halkla diktatörlük?

1.1.Hitler ve NSDAP, Almanya da çoğunluğu nasıl kazandı? 1.2.“Düzen ve temizlik imparatorluğu.”

1.3.Gamalı haç altındaki gençlik. 1.4.Yoldaşlardan oluşan bir halk mı? 2. Azınlıklara karşı bir diktatörlük.

Şekil 23. “Ulusal sosyalizm-Büyük Krizlere Almanya’nın Cevabı” konusunun başlangıç sayfası118 “Ulusal Sosyalizm-Büyük Krizlere Almanya’nın Cevabı” konusunun başlangıç sayfasında yukarıda verilen ve anlatılan konuları özetleyici resimler yer almıştır.

“Azınlıklara karşı diktatörlük”119 başlığı altında; öncelikle konunun başında 1933

117 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 783 118 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 874-875 119 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 894

ile 1945 yılları arasında Alman hükümetinin Yahudilere uyguladığı yasalar zaman şeridi şeklinde verilmiştir. Bu zaman şeridi bir bakıma anlatılacak konunun özeti olmuştur120:

“1933-1945 : Alman İmparatorluğundaki azınlıklar belirleniyor ve takip

ediliyor.

1935 : Nürnberg yasalarıyla Yahudilerin birbirleriyle evlenmeleri yasaklanıyor.

9/10 Kasım 1938: Nasyonal Sosyalistler Yahudi programı uyguluyor.”

Kronolojik olarak çıkarılan yasalar sıralandıktan sonra konunun anlatılmasına geçilmiştir. Konu, o dönemi yansıtan ilginç fotoğraflarla desteklenmiştir.

Konunun içeriğine bakıldığında ise; Nasyonal Sosyalizmin, Almanlara, azınlıklara sözlü ve fiili olarak saldırma imkânı verdiği belirtilmiş ve bu azınlıklar içerisinde ise en çok Yahudilerin yer aldığı konunun devamında yazılmıştır. Alman tarih ders kitaplarına göre; bunlar toplumda yabancı olarak adlandırılmıştır. Alman yönetimi, partiler ve resmi makamlar 1933’ten itibaren sürekli olarak Yahudiler ile birlikte diğer azınlıklar üzerinde baskı kurmuşlar, haklarını ve yaşam şartlarını kısıtlamışlardır. Onlara yardım edenlerin ve destek çıkanların olmadığı ve insanların korkularından dolayı sustukları belirtilmiştir121.

Şekil 24. “Yahudi, vatandaş değil örümcek kuşudur”122.

120 Aynı

121 Aynı

9 Kasım gecesinden 10 Kasım 1938’e kadar Yahudi kıyımının başlangıcı olduğu vurgulanmış ve bu gecede fanatik Almanların, Yahudi sinagogları ateşe verip yıktıkları, Yahudilerin oturdukları evleri, işyerlerini, okullarını yağmaladıkları belirtilmiştir. Yahudi erkek ve kadınlara eziyet edilerek öldürüldükleri ve polislerin bu olaylara müdahale etmedikleri yazılmıştır123.

Ayrıca; Yahudi azınlığın haklarının kısıtlandığı; tüccar, sanatçı ve işadamlarının işyerlerini değerinin çok altında satmaya zorlandıkları belirtilmiştir. Aşağıdaki resimde bu konuda anlatılanları açıkça destekler niteliktedir124.

Şekil 25. “Alman Yönetimi Yahudi işyerlerinin boykot edilmesine karar vermişti”125.

“Kırık Camlar Gecesi Kıyımı” başlığı altında ise 9 Kasım 1938 gecesinde Yahudilere karşı birçok yıkımın ve kıyımın yapıldığı belirtilmiştir.

İncelenilen kitabın 895. sayfasında “antisemitizm” kavramı açıklanmıştır. Bu kavram açıklanırken tarihi gelişimi de açıklama içerisinde verilmiştir. Kısaca özetlenecek olursa; antisemitizm kavramının, Yahudi düşmanlığını ifade etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. Kudüs’ün dağılmasından sonra Yahudilerin dünyanın çeşitli yerlerine dağıldığı ve her yerde azınlık olarak yaşadıkları dile getirilmiştir. Ayrıca Almanya’da yapılan Yahudi kıyımının iki bin yılın en büyük kıyımı olduğu ve hala antisemitistlerin var olduğu da eklenmiştir126.

123 Aynı

124 Aynı

125 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 894 126 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 895

Konuyla ilgili alıntılar yapılmıştır. Ocak 1935 tarihli bir Fransız dergisi, bir öğrencinin mektubunu yayınlamıştır. Öğrenci mektupta; okullarında Yahudilerden nefret ettirildiklerini ve onlarla ilgili kompozisyon yazdıklarını belirtmiştir. Kompozisyonda aşağılayıcı ifadeler kullandıklarını dile getirmiştir127.

Aynı konunun devamında bir başka alıntı da ise “bir halk yoldaşı şikayetçi oluyor” başlığı kullanılmıştır. Bu alıntıda ise; Yahudilerden bazılarının Hansabad’da kapalı tutulduğu belirtilmiş, orada bir yasak olmamasına rağmen Yahudilere bu şekilde davranılmasına anlam verilemediği, aynı olayların başka şehirlerde ve Bremen’de de yaşanabileceği belirtilmiştir128.

“Kasaba Yahudilerden arındı” başlıklı metinde 13.12.1938 tarihinde Bayern’de oturan 67 yaşında, Yahudi, dul ve sanatçı bir kadının evinin kapısına “bir gün tüm Yahudiler dışarı” yazılı bir kâğıt asıldığı ve kasabada Yahudilerin zamanla azaldığı belirtilmiştir129.

1935 tarihli yasayla Almanların Yahudilerle evlenmeleri yasaklanmıştır. Yahudi bakkallarından alışveriş yapanların fotoğraflarının çekileceği belirtilerek gözdağı verilmiştir130.

Görüldüğü üzere Alman ders kitaplarında, Yahudi soykırımı konusunda genel olarak objektif bir tutum sergilenmiş ve tarihi gerçekler göz ardı edilmemiştir.

127 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 896 128 Aynı

129 Bergmann, Geschichte und Geschehen , Thüringen Band 5, s. 897 130 Aynı

IV. BÖLÜM:

TÜRK –ALMAN İLİŞKİLERİNİN TARİHÇESİNE KISA BİR BAKIŞ ve ALMAN TARİH DERS KİTAPLARINDA “TÜRK” İMAJI

Türk-Alman ilişkilerinin tarihi, yaklaşık 800 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. 12. yüzyıldaki İkinci Haçlı Seferi sırasında, Kutsal Roma-Germen ordusu Selçuklu başkenti Konya'ya kadar gelmiştir. Selçuklu Devleti ile yapılan anlaşmaya göre, Türkler, Alman ordusunun Kilikya'ya geçmesine izin vermişlerdir. Ardı ardına Alman ordusunun Kudüs'e ulaşmak amacıyla Anadolu'ya gelmiş olmaları, Alman tarihçilerin dikkatini "Küçük Asya" (Kleinasien) dedikleri Anadolu üzerinde toplamıştır. Anadolu beylikleri arasından güçlenerek çıkan ve kısa sürede bir devlet kuran Osmanlıların Orta Avrupa'ya kadar uzandıkları yıllarda Türk-Alman ilişkilerinin politik düzeyde yeniden başladığı görülmektedir. Osmanlıların Avrupa'da en yaygın ve en güçlü olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda, her iki ülke arasında sınır komşuluğu olmamakla birlikte, Avrupa'nın Osmanlılara karşı birleşmelerinde Alman topluluklarının ihtiyatlı davrandıkları ve barışçıl bir tutum sergiledikleri bilinmektedir. Kanuni döneminde girişilen Birinci Viyana Kuşatması sırasında Osmanlı ve Alman askerlerinin karşı karşıya geldiklerine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Alman prensliklerinin bir kısmının Osmanlılara karşı Avusturya'nın yanında yer aldıklarını düşünmek yanlış olmayacaktır. Türk ve Alman askerlerinin birbirleriyle çatıştıkları son savaş ise, 1683 yılındaki İkinci Viyana Kuşatması olmuştur. Bu muharebe dışında, Türk ve Alman halkları üç yüz yılı aşkın süredir birbirleri ile mücadele etmedikleri görülmektedir. Avrupa kıtasının yaşadığı iki büyük dünya savaşı da dâhil olmak üzere yüzlerce kanlı savaş göz önünde tutulduğunda, Türk ve Alman devletleri arasında barışa dayalı ilişkilerin olması dikkat çekicidir131.

16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, küçük Alman prensliklerinin hâkimiyeti altında dağınık bir siyasi görüntü çizen Almanya coğrafyasında, 18. yüzyılın başlarında kurulan Prusya krallığı, Osmanlı İmparatorluğu ile dostluğun geliştirilmesine büyük önem vermiştir. 1761 yılında, İstanbul'da Osmanlı İmparatorluğu ile Prusya Krallığı arasındaki ilk "Barış ve Dostluk Anlaşması" imzalanmıştır. Bu anlaşmaya dayanılarak, Osmanlı Elçisi Ahmet Resmi Efendi, bu ülke nezdinde tayin edilen ilk Osmanlı Elçisi olarak 1763 yılında Berlin'e gönderilmiştir132.

131 http://www.tcberlinbe.de/tr/index.htm 132 Aynı

19. yüzyıl, Türk-Alman ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı sayılır. Uzun bir geçmişe sahip olan ikili siyasi ilişkiler, bu dönemde askeri ve teknik işbirliğine dönüşmüş ve zamanla kültürel ve ticari alanlara da yayılmıştır. Bir önceki yüzyılda Osmanlı yönetimini etkisi altına alan Fransız hayranlığı, 19. yüzyılda yavaş yavaş yerini Alman hayranlığına bırakmıştır. Türk ordusunda askeri müşavirlik yapan Alman Mareşali Helmuth von Moltke'den başlayarak birçok Alman askeri uzman Türkiye'ye gelmiştir133.

İki ülke arasındaki kültürel ilişkiler alanında da bu dönemde ilerleme kaydedilmiştir. 1845 yılında Leipzig'te Türkiye'yi içine alan Alman Şarkiyat Kurumu kurulmuştur. Daha sonra bunu başka bilim ve araştırma kurumları izlemiştir. Alman bilim adamları ve teknisyenleri, Osmanlı Devleti'nden aldıkları özel izinlerle Türkiye'de arkeolojik araştırma ve kazılar yapmışlardır. Arkeolog Heinrich Schliemann, Truva hazinelerini gizlice Almanya'ya kaçırırken, Alman mühendis Karl Humann, Bergama Akropolü'ndeki görkemli Zeus Tapınağı'nı hiçbir engelle karşılaşmadan Berlin'e taşımıştır134.

Bu dönemde, Sultan II. Abdülhamit, Rus ve İngiliz ortak tehdidine karşı Almanya'ya karşı yakınlaşma ihtiyacı duymuştur. II. Wilhelm üç kez İstanbul'u ziyaret etmiştir. 1898 yılında, Bağdat demiryolu hattının tamamlanması için Osmanlı İmparatorluğu ile Deutsche Bank arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma sonucu kurulan "Anadolu Demiryolları Şirketi" bünyesindeki Türk-Alman ortaklığıyla Bağdat Demiryolu hattı projesi hayata geçirilmiştir. Ayrıca, İstanbul'da Alman okulları ve hastaneleri açılmış, birçok Türk subayı ve öğrencisi Almanya'ya eğitim görmek üzere gitmiştir135.

Sultan Abdülhamit'in Almanya'ya gösterdiği yakınlık, İkinci Meşrutiyetle birlikte iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi liderlerince de sürdürülmüştür.

Osmanlı Devleti, Almanya'ya duyduğu büyük yakınlığa rağmen, Birinci Dünya Savaşının ilk aylarında tarafsızlığını muhafaza etmiştir. Ancak, İngiliz ve Fransız Donanmalarından kaçarak İstanbul'a sığınan ve Osmanlı devletince satın alındıkları açıklanan Goben ve Braslav adlı iki Alman kruvazörünün, "Yavuz" ve "Midilli" isimleriyle ve Türk bayrağı altında 1914 yılında Sivastopol'u bombardıman etmeleri ve Karadeniz'de Rus donanmasıyla çatışmaya girmeleri üzerine, Osmanlı Devleti kendisini Almanya'nın yanında savaşın içinde bulmuştur.

133 Aynı

134 Aynı 135 Aynı

I. Dünya savaşında silah arkadaşlığı yapan Almanya ve Türkiye arasında askeri ilişkiler de önemli ölçüde gelişmiş ve Türk ordusunda Alman subaylar görev almaya başlamıştır136.

II. Wilhelm 1917 yılında, üzerinde Osmanlı askeri üniforması ve kalpağı olduğu halde üçüncü kez İstanbul'u ziyaret etmiştir. Aynı yıl Osmanlı Veliaht Prensi Vahdettin de Berlin'i ziyaret etmiştir. Vahdettin'in Berlin ziyareti sırasındaki heyeti içinde Anafartalar Kahramanı ve 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal de "Ordu Temsilcisi" olarak yer almıştır. Türkiye-Almanya diplomatik ilişkileri, Birinci Dünya Savaşını müteakip, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesiyle kesintiye uğramıştır. Milli Mücadeleyi takiben, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya arasında 3 Mart 1924 tarihinde Dostluk Anlaşması imzalanmıştır. Diplomatik ilişkiler tekrar kurulmuştur137.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra her iki ülke de daha ziyade kendi iç meseleleri ve kalkınma konularıyla meşgul olduğundan, yoğun ikili ilişkiler görülmemiştir. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı'na kadar devam eden bu dönemde iki ülke arasında Konsolosluk Anlaşması (1929) ve Ticaret Anlaşması (1930) imzalanmıştır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında, Nazilerden kaçan pek çok Alman bilim adamı, 1933 yılından itibaren Türkiye'ye sığınmış ve özelikle Türk üniversitelerinin yapılanması, sanat ve kültür hayatının canlandırılması, başlıca sanayi tesislerinin kurulması ve şehircilik ve belediyecilik gibi alanlarda katkılar sağlamışlardır. Bu dönemde tıp, mühendislik gibi birçok alanda Alman teknolojisi Türkiye'ye girmiştir. Almanca dili Türk aydınları arasında yaygınlaşmıştır. Alman sanat adamları, Türkiye'de tiyatro ve operanın kurulmasında da etkili rol oynamışlardır138.

İkinci Dünya Savaşı sonunda, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, Almanya'ya savaş ilan etmemiz neticesinde 1944 tarihinde kesilmiş, ancak T.B.M.M.'nin 1951 tarihinde kabul ettiği bir yasayla savaş durumuna son vermesiyle yeniden tesis edilmiştir. II. Dünya Savaşı boyunca, kâğıt üzerinde birbirine düşman iki ayrı blokta yer almalarına rağmen, Almanya ile Türkiye arasında düşmanca bir tavır takınmak, ekonomik ve siyasi ilişkileri kesmek niyeti ve eylemleri olmamıştır139.

İki ülke arasındaki ilişkileri derinleştirmek amacıyla 1954 yılında Şansölye Konrad Adenauer; 1957 yılında ise Cumhurbaşkanı Theodor Heuss ülkemizi ziyaret

136 Kemal Turan, Türk –Alman Eğitim İlişkilerinin Tarihi Gelişimi, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000, s. 180 137 http://www.tcberlinbe.de/tr/index.htm

138 Aynı

etmiştir. Türkiye'den Almanya'ya ilk üst düzey ziyaret ise 1958 yılında Cumhurbaşkanı Celâl Bayar tarafından gerçekleştirilmiştir140.

1961 tarihinde Almanya ile Türkiye arasında imzalanan "Türk İşçilerinin Almanya Federal Cumhuriyeti'ne Gönderilmesine Dair Anlaşma" ile iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir dönem başlamış ve Türk işçileri çalışmak üzere Almanya'ya gitmeye başlamışlardır. Akabinde 1964 yılında Sosyal Güvenlik Anlaşması imzalanmıştır. Türk işçileri 1973 yılına, yani Almanya'nın yurtdışından işçi alımını durdurduğunu açıklamasına kadar çalışmak üzere Almanya'ya gitmişlerdir. Almanya’ya göç eden Türk işçi çocukları eğitim alanında önemli sıkıntılar yaşamıştır. Sorunların büyük bölümünü çocukların çok az dil bilmesi ve Alman toplumuna uyum sağlamada güçlük çekmesi oluşturuyordu. 1967 yılında Almanya'daki Türk nüfusu 150 bin civarındaydı. Bugün, bu rakam, yaklaşık olarak 2–3 milyona ulaşmış durumdadır141.

1994 yılının Nisan ayında Alman Hükümeti tarafından, Türkiye'nin Almanya'dan aldığı silâhları anlaşmalara aykırı olarak iç güvenlik amacıyla kullandığı öne sürülmüş ve Türkiye'ye silâh sevkıyatı durdurulmuştur. Bunun neticesinde, iki ülke arasındaki ilişkilerde gerilimli bir dönem yaşanmış ve Türkiye'de Alman mallarının kullanılmaması yönünde kampanyalar yürütülmüştür. 1997 tarihinde Lüksemburg'da yapılan AB Zirvesi'nden Türkiye'nin AB üyeliği konusunda olumlu bir karar çıkmaması üzerine, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeniden bir kötüleşme yaşanmıştır. Lüksemburg kararlarının etkisiyle 1998 yılında tarihinin en durgun dönemlerinden birini yaşayan Türkiye-Almanya ilişkileri, 1999 yılında yeniden hareketlilik kazanmıştır. Bu gelişmede, Almanya'daki Hükümet değişikliğinin büyük etkisi olmuştur. Türkiye’de 1999 yılında artarda meydana gelen iki büyük deprem felaketinde Alman Hükümetinin ve halkının gösterdiği hassasiyetin iki ülke arasındaki ilişkileri olumlu etkilediği söylenebilir142.

Geçmiş zamanlarda yaşanan iki dünya savaşına rağmen birbiriyle savaşmamış olan iki ülke arasında benzerine az rastlanabilecek yoğunlukta ilişkiler kurulmuştur. Almanya'da sayıları 2–3 milyona yaklaşmış bulunan Türk varlığı Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilere müstesna bir boyut kazandırmıştır. Almanya; dış ticaret, mali ve teknik işbirliği, turizm ve savunma sanayi gibi alanlarda Türkiye için çok önemli bir devlettir.

140 http://www.tcberlinbe.de/tr/index.htm 141 M. Spohn, a.g.e., s. 125

Benzer Belgeler