• Sonuç bulunamadı

Hikmeti Kavrayamama (Büyük İyilik İçin Küçük Kötülük)

D. Dinler ve Kötülük Problemi

2.4. ALLAH’IN İYİLİĞİ VE KÖTÜLÜK PROBLEMİNİN UZLAŞTIRILMASI

2.4.3. Hikmeti Kavrayamama (Büyük İyilik İçin Küçük Kötülük)

Mevlânâ’nın Tanrı anlayışından bahsederken, O’nun Tanrı’sının kudret sahibi, güçlü ve âlim olduğunu söylemiştik. Her şeyi insan için var eden Allah, onun büyük sınavında pek çok imtihanlar hazırlamıştır. Neticeyi mutlak ilmiyle Allah bilir ama insan için gelecek, bir gizemdir. Bunun için küçük - büyük bir takım sıkıntılarla karşılaşılabilir ve sonunda daha büyük bir hayra ulaşılabilir. “Allah’ın işinin

keyfiyetini kim belirleyebilir ki?” diyerek, yine insanın sınırlı bilgisine atıfta bulunan

Mevlânâ, başlangıçta olumsuz gibi görünen pek çok olayın, sonuçta beklenmedik büyük bir hayırla neticelendiğine değişik örnekler verir:

“-Kişi- altın definesi için evi viran eder. Ve bu hazineyle onu daha bayındır

yapar.

Suyu keser ve ırmağı temizler. Bundan sonra içilecek su akıtır. Deriyi yarar, okun ucunu çıkarır. Bundan sonra yeni derisi oluşur. Kaleyi yıkar, kâfirden alır. Bundan sonra ona yüzlerce burç ve set yapar. Allah’ın işinin keyfiyetini kim bilebilir ki?”417

Buradaki beyitler dikkatle değerlendirildiğinde, bir önceki başlığımız olan “sınırlı bilgi” konusuyla da bağlantı kurulabilir. Genel itibariyle bu başlığımız için aynı şey söylenebilir ama burada daha çok neticedeki daha iyi sonuçlar için küçük fedakârlıklar ya da sıkıntılara katlanmaktan söz edeceğiz. Yine önceki konuda değindiğimiz Hızır ve Hz. Musa kıssasından örneklere burada da yer verelim.

Mesnevî’nin ilk hikâyesinin sonunda kuyumcu öldürülür. Bu olaya Mevlânâ,

“Hızır’ın boğazını kestiği çocuğun sırrını halkın avamı anlayamaz” diyerek atıfta bulunur. Yani olayın bir hikmeti vardır ve bunu başında herkes anlayamaz. Mevlânâ

416 Bkz. Mesnevî, C. III, b. 4509- 4510. 417 Mesnevî, C. I, b. 307- 310.

“Hakk’tan vahiy ve cevap alan kişi, ne buyursa doğrunun kendisidir” der ve hikmeti anlamasak da Yaratan’ın isteğine rıza göstermek gerektiğini de beytin devamında şöyle ifade eder: “Can bağışlayan, eğer öldürürse revadır. Vekildir ve eli Hakk’ın

elidir. İsmail gibi önüne başını koy. Kılıcının önünde sevinçle ve gülerek can ver.”418

Mevlânâ kötü gibi görünen iyilik konusunda Hızır kıssasından örnek vermeye şu şekilde devam eder:

“Şehvet, hırs ve nefsi arzudan temizdi. O iyi yaptı, ancak kötü görünen bir iyi

yaptı. Eğer Hızır denizde gemiyi batırdıysa, Hızır’ın batırışında yüz doğruluk vardır. Bütün nur ve hünerine rağmen Musa’nın düşüncesi buna kapalıydı; sen kanatsız uçma.

O kırmızı güldür. Sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur. Ona mecnun deme.”419

Burada görüldüğü gibi kişi ne kadar hünerli ve akıllı olursa olsun, işin hikmetini anlayamayabilir. Bunun için Hızır gibi şehvet ve hırslardan arınmış, nefsini dizginlemiş bir yol göstericiye ihtiyaç vardır. Nefsi yenmekten bahsetmişken, Mevlânâ’nın konumuzla ilgili bir başka hikâyesinde, hem büyük ödül için küçük acılara katlanmaktan hem de bunun için, nefsin kötü istek ve arzularından kurtulmak gerektiğinden bahseder. Bedenine aslan dövmesi yaptıran birisinin anlatıldığı bu hikâyede, kişi iğnenin acısından kaçar. Bunun üzerine dövmeci şöyle söyler:

“Ey kardeş! Kendi kâfir nefsinden kurtulmak için iğne acısına sabret.

Güneş ve bulut, bedeninde kâfir nefsi ölen kişiye itaat eder.” Bu sözlerle

Mevlânâ, küçük acılara ve sıkıntılara dayanmanın birçok güzelliğe yol açacağına işaret eder ve sözlerine şöyle devam eder: “Bütüne doğru giden parçanın önünde

diken, gül gibi bütünüyle güzellik olur.”420

Mevlânâ sıkıntıya katlanmanın ve acıya dayanmanın sonunda, istenilen ve hedeflenen güzelliklerin elde edileceğini bahar ve sonbahar temalarına vurgu yaparak

418 Mesnevî, C. I, b. 224- 226. 419 Mesnevî, C. I, b. 235- 238. 420 Mesnevî, C. I, b. 3001- 3006.

anlatır ve yine nefse uymamak gerektiğini sözlerine ekler. Çünkü onun işi zıddınadır.421

“Anneleri doğum sancısı tutmadıkça” diyor Mevlânâ, “çocuk doğmak için

hiçbir yol bulamaz.”422 Sebep ve sonuç bağlantılı düşünme, mantığın zorunlu yönelişidir. Bu noktadan hareketle insan için ya da herhangi bir şey için başlangıçta olumsuz gibi görünen pek çok olay, sonuçta daha büyük bir iyilik için gereklidir ve bunlar birbiriyle sebep-sonuç zinciri içinde bağlantılıdır.

“Buğdayı toprak altına atarlar, sonra toprağından başaklar yaparlar.

Onu daha sonra değirmende öğütürler; değeri artar ve cana can katan ekmek olur. Yine ekmeği dişlerle çiğnerler, akıl, can ve zeki anlayış olur.

Yine o can aşkta yok olunca, ekinden sonra ‘Ekincilerin hoşuna gidiyor’423olur.”424

Mevlânâ Celâlettin yine benzer konunun işlendiği bir başka yerde de şunları örnek gösterir:

“Çiçek dökülünce meyve baş gösterir. Beden kırılınca, can baş çıkarır.

Meyve, mana; çiçek onun sureti, o çiçek müjde; meyve onun nimet. Çiçek dökülünce, meyve ortaya çıkar. O azalınca bu fazlalaşır.

Ekmek kırılmadıkça nasıl kuvvet verir? Üzüm salkımları ezilmedikçe nasıl şarap verir?”425

Küçük bir sıkıntı sonunda eğer büyük bir güzellik ya da ödül varsa, bu insan için aslında bir kötülük değildir, tam tersi bir lütuftur. Mevlânâ’nın bu bakış açısını, yavrusunun tatlı uykusuna kıyarak onu doyurmak için uyandıran anne örneğinde görmekteyiz.

“Anne uyansın ve yiyecek arasın diye çocuğun burnunu ovalar.

Çünkü o habersiz aç uyumuştur ve annenin iki memesi sızlar.”426

421 Mesnevî, C. II, b. 2250- 2254. 422 Mesnevî, C. II, b. 2504. 423 Fetih, 48/29. 424 Mesnevî, C. I, b. 3164- 3167. 425 Mesnevî, C. I, b. 2930- 2933. 426 Mesnevî, C. II, b. 360- 361.

Mevlânâ bu mısraların devamında pek çok zorluğa ümmetinin iyiliği için

katlanan Hz. Muhammed’i örnek gösterir:

“Canla aradığın kerametleri sana o gösterdi, böylece onlara tamah ettin. Ahmed nice zaman dünyada put kırdı, neticede ümmetler ‘Ey Rabbim’ diyen oldular. Ahmed’in çabası olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.”427

Mevlânâ’nın “gizli lütuflar, kahırlar arasındadır” ilkesine daha önce değinmiştik. Yeri gelmişken burada da, Hakk’ın daha güzel bir lütuf için, biraz sıkıntı ve kahır göstermesinden bahsedebiliriz. Mevlânâ’ya göre, Yaratıcı’nın kahrı, diğerlerinin yumuşaklığından daha iyidir. Çünkü O’na göre;

“Âlemlerin Rabbi en güzeldir. Gizli lütuf kahırlar arasındadır;

Değer biçilemeyen akik pislik içinde gizlidir. Hakkın kahrı benim yüz yumuşaklığımdan daha iyidir.

Canı Hakk’tan men etmek can çekişmektir. Onun en kötü kahrı iki âlemin yumuşaklığından daha iyidir.

Âlemlerin Rabb’i ne güzeldir ve ne güzeldir yardımı. Onun kahrında saklı lütuf vardır. Onun için can vermek cana can katar.”428

Rabb’ini seven bir kul için göz ardı edilemeyecek önemli bir nokta da, bu lütufların sahibinin onun için yapılanlara karşı iltifatıdır. “Cihat ve oruç, güç ve ağır

olsa da bu imtihan edenin uzaklığından daha iyidir. Lütuflar sahibinin, ‘Sen nasılsın? Ey benim hastam!’ diye sana dediğinde hiç eziyet kalır mı?”429 Mevlânâ

için asıl önemli olan bu yaklaşımdır. Kerem sahibi olan Rab, kulunu ortada bırakmaz. Hakk’ın verdiği çileler için O’na şükretmelidir. Çünkü insanı var eden, “ol” emriyle dünyaya çeken Allah, çile verdiyse bir sebebi vardır ve buna sabreden kazanır.430

Dervişlerin çile çekmelerinin ruhlarını olgunlaştırdığını söyleyen Mevlânâ, “bedene gelen bela, ruhları kalıcı yapar” diyerek, küçük sıkıntı ve üzüntülerin kişisel gelişim için gerekli olduğunu ifade eder. Mevlânâ, bir beytinde tasavvufu, “üzüntü

427 Mesnevî, C. II, b. 362- 365. 428 Mesnevî, C. V, b. 1665- 1668. 429 Mesnevî, C. VI, b. 1769- 1770. 430 Mesnevî, C. III, b. 3397.

geldiğinde gönüldeki ferah vicdandır” diye özetler ve sözünü şu şekilde tamamlar. “İlahi takdirde kaybettiklerinin, seni beladan satın aldığını kesin olarak bil… Çünkü o bela büyük belaları defeder; o ziyan ağır zararları önler.”431

İslâm dünyasında genel olarak karşılaşılan, küçük sıkıntıların büyük belaları def edeceği inancını, Mevlânâ’da da görürüz. Hayvanların dilini öğrenek, küçük belaları defeden bir kişinin başından geçenleri anlattığı bir hikâyesinde bu konuya değinen Mevlânâ, şöyle söyler:“Mal zararından ve derdinden kaçtı; malı artırdı ve

kendi kanını döktü.”432 Yani o kişi küçük sıkıntılardan kaçarak şanslı olduğunu düşünmüş ama sonunda bu kaçışını canıyla ödemiştir.

Görülüyor ki Mevlânâ, sıkıntıları, ferahlık için katlanılması gereken unsurlar olarak görüyor ve “fazlalıklar eksiklikler içindedir” diyerek zıtlıkların zıtlığı ortaya çıkardığına şu beyitleriyle işaret ediyor:

“Akıllar o karanlıkta yenilenmedi mi? Sesin sermayesi duruş olmuyor mu? Çünkü zıtlar, zıtlardan ortaya çıkar. Allah kalbin kara noktasında aydınlık yarattı. Peygamberin savaşı, barışa vesile oldu. Şu son zamanın barışı, o savaşla oldu.

O sevgili dünya halkının başı kurtulsun diye yüz binlerce baş kesti… Öyleyse fazlalıklar eksikliklerin içindedir.”433

Yaratan’ın zıtlıkları bir uyum dâhilinde yaratması, onun hikmetinin bir gereğidir. Hikmetini bilemediğimiz nice oluşlar, Hakk’ın yaratma hazinesinde mevcuttur.