• Sonuç bulunamadı

Hitit kanunlarının muhtelif maddeleri ve sınırlı sayıda da olsa bazı belgeler “Hitit Toprak Rejimi”ne açıklık getirmektedir Bu belgelerden Hitit krallarının, ülke arazisini: 1- Askeri, idari, sosyal ve ekonomik mecburiyetlerin bir gereği olarak,

mülkiyet hakkını elinde tutmak koşuluyla, kullanma hakkını bir takım kişilere verdiklerini. 2- Büyük oranlarda dini kuruluşlara tahsis ettiklerini. 3- Kral hediyesi olarak kişilere bağışladıklarını görmekteyiz. 1- Saray tarafından yapılan toprak tahsisinin en önemli nedeninin, her an savaşa hazır durumda tutulması istenilen ordunun muhtemel masraflarının, tahsisten yararlanan kişiler tarafından karşılanması düşüncesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Hitit Devleti’nin tarihin bu erken safhasında Anadolu’da uyguladığı toprak rejimi ile daha sonra Arap, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nin uyguladığı toprak sistemi arasında yakın benzerlikler bulunmaktadır. Bu benzerlikleri ne tesadüf ne de sadece kültürel alışveriş olarak yorumlayabiliriz. Buna göre tarımsal ağırlıklı bir ekonomik yapının hakim olduğu devletlerin ürettiği ortak bir devlet sisteminden bahsedilebilir. Hitit toprak rejimi bu bakımdan kendisinden sonra uygulanan sistemlerin prototipi denilebilir. Önasya’da bu sistemin tarihi Eski Babil Devleti örneğinde görüldüğü gibi Mezopotamya’nın ilk medeniyetlerine kadar iner. Dünyanın eski yazılı kanunlarından biri olan Hammurabi Kanunlarının bazı maddelerinde tımar sahiplerinin hak ve görevlerinden, tımarların intikalinden bahsedilmektedir. Hitit Kanunlarının da arazi tahsisi ile ilgili paragraflarında, sıkça geçen iki terim vardır. Bunlar šahhan ve luzzi kelimeleridir. Šahhan: sahip olunan araziye karşılık devlete sunulan bir çeşit vergi olarak (hizmet yerine alınan vergi) , luzzi ise yolların ve askeri tesislerin bakımı, resmi yapıların ve tapınakların restorasyonu gibi “çalışma mükellefiyeti ve angarya” olarak yorumlanmıştır. Yani her iki yükümlülük de tahsisten yararlanan kişinin saraya sunduğu hizmettir (Reyhan, 1998: 481-482). Ayrıca devlete olan luzzi yükümlülüklerini yerine getirmekle görevli olan Hatti kırsalındaki her bağımsız hane, büyüklüğü ve sahip olduğu koşum hayvanlarının sayısına göre, saraya ait tarlalarda çalıştırılmak üzere, ortalama haftada iki gün yetişkin insan ve sığır göndermek zorundaydı (Yakar, 2007: 224).

Yine ilgili paragraflarda, özel yükümlülüklere bağlı olan toprakların işletilmesinde LÚILKU ve LÚ GIŠTUKUL ifadeleri görülmektedir. Bu iki terim çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. ILKUM “yüksek bir makam tarafından kendisine arazi verilen bir kimsenin makama sunacağı hizmet”, LÚILKUM da “tımar (arazisi) sahibi” olarak tanımlanmıştır. Bu anlamda ILKUM ve šahhan terimleri arasında bir bağ kurulmasına çalışılmış ve šahhan, LÚILKUM’un üstlendiği “tımar hizmeti” olarak kabul edilmiştir. Önceleri GlŠTUKUL’un silah olan anlamı temel alınarak “silahların adamı, asker” şeklide çevrilmiştir (Reyhan, 1998 : 482). Ancak bugün LÚ GlŠTUKUL için

genelde “işçi, zanaatkar” karşılıkları kabul edilmektedir (Erkut, 1990: 512).

Hitit Kanunlarının 40. ve 41. maddelerine göre ILKU ve GlŠTUKUL adamının ortaklığı söz konusudur. Ortaklardan birinin ortadan kaybolması durumunda, diğer ortak o arazilerin sahip olduğu yükümlülükleri (šahhan’ı) yerine getirmek koşuluyla kaybolan ortağının arazilerine sahip olabilirdi. Ortaklar tarafından bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda boş ilan edilen bu arazileri kent adamları işletmekte ya da saray tekrar topraklara el koymaktadır (Imparati, 1992: 59-61).

Normal şartlar altında satılamayan bu tımarların bazen miras yoluyla ya da hizmet ve vergi yükümlülüklerinin devam etmesi koşuluyla başka birine tahsis edilmeleri mümkün olabiliyordu. Bunlardan Abisarap adında birinin mülkünün, görevini devam ettirmesi koşuluyla, yeğenine tahsis edilmesi tipik bir örnektir. Emar’da bulunan başka bir metin, (üvey) oğullarının kendisinin GlŠTUKUL görevini devam ettirmelerini, ama küçük yaşta olmaları nedeniyle oğullar büyüyünceye kadar başka birinin onların yerini doldurmasını isteyen bir kişiden bahsetmektedir: “Karımın çocukları adına, onların (Kargamış kralının) GlŠTUKUL’unu sürdürmelerine izin verin” (Yakar, 2007: 227).

Hitit metinlerinde sıkça geçen (toprakla ilgisi de olan) ve Sümerce bir kelime olan NAM.RA için (Hititçesi:arnuwala) “savaş tutsakları/sürgünler” anlamları verilmektedir. Bu insanlar kral tarafından işçi olarak tapınaklara ya da tarım işletmelerine tahsis ediliyor, fakat hiç kimsenin mülkiyetine verilmeyip kralın kontrolü altında bulunduruluyorlardı. Kesinlikle çalışmak üzere gönderildikleri yeri terk edemiyor, ülkelerine ya da başka bir yere gidemiyorlardı (Sevinç, 2008: 27). Yine bu şahıslara emanet edilen arazi šahhan ve luzzi yükümlülükleri taşıdığı gibi, NAM.RA’lar araziye bağlı olan šahhan sorumluluğundan ilk üç yıl muaf tutularak mükellefiyetleri dördüncü yıl başlamıştır (Alp, 1949 : 255).

Toprak tahsisi her ne kadar düzenlemeye tabi tutulsa da tımarların işleyişi konusunda sorun çıkmaması kaçınılmazdır. Nitekim kanunun 55. maddesi bu konuda dikkat çekicidir: Hatti’nin çocukları geldiler ve kralın önünde eğilerek dediler ki: “Kimse bize ücret ödemiyor, bize siz ILKU görevlisisiniz diyerek ücretimizi ödemeyi reddediyorlar”. Bunu duyunca kral toplantıda mührü altında şöyle demiştir: “ Gidiniz! Siz de aynı arkadaşlarınız gibi olacaksınız” (Imparati, 1992: 75).

2- Hitit yönetimi altında, dikkate değer sayıda ekonomik açıdan kendine yeten ve yönetim açısından da yarı özerk dini kurumlar yaratılmış ve/ya da genişletilmiştir. Bunlar arasında Tanrının Evi (muhtemelen tapınaklar), Taş Evler (hekur), Mühür Evleri

ve Tablet Evleri gibi dini kurumlar sayılabilir (Yakar, 2007: 227). Diğer taraftan tanrılara hizmet etmek, sadece onların istediği ahlaki emirlere uymak değildi, aynı zamanda bütün kurbanları ile geleneksel olarak yapılan kült törenlerinin aksatılmadan ve özenle uygulanması demekti. Bayramları düzenli bir şekilde yapmak tanrılara zengin adaklar ve kurbanlar sunmak, hem geniş bir tapınak personeline hem de geniş arazilere sahip olmakla mümkün olabilirdi. Belgeleri incelediğimizde tapınakların sadece dini bir mekân olmadıklarını aynı zamanda sahip oldukları tarlalar, üzüm bağları, bahçeler, ormanlar ve de büyük ve küçükbaş hayvan sürüleri ile sosyal ve ekonomik nitelikli bir yapıya sahip kurumlar olduklarını görmekteyiz (Reyhan, 1998: 484).

Tapınağa ait tarlaları işleyen çiftçilere tohumları tapınak veriyor ve çiftçilerden ektikleri tohum miktarını çok (mekki) ya da az (tepu) olarak bildirmeleri isteniyordu. Hasattan sonra, “tanrının tarlası” ve “çiftçinin tarlası”ndan elde edilen ve depoya gönderilen toplam tahıl miktarı tam olarak rapor edilmek zorundaydı. Tapınak Görevlileri Talimatlarına ait bir bölüm, tanrının tarlası (A.ŠÀ DINGIRLIM) ve saban süren kişinin tarlası (A.ŠÀ LÚAPIN.LAL) arasındaki farkı açıkça belirtmektedir: “Eğer çok eker ama rahibin önünde az ektiğinizi söylerseniz ya da tanrının tarlası verimli ama siz çiftçilerin tarlası zarar görmüşse ve siz tanrının tarlasını sizin ve sizin tarlanızın tanrının olduğunu söylerseniz ya da depoladığınız tahılın sadece yarısını söyler ve diğer yarısından bahsetmez ve sonra gelip de onu aranızda paylaşırsanız, yine de sonunda anlaşılacaktır... bu sizin için bir günahtır...” (Yakar, 2007: 228).

Tapınakların geniş arazilere sahip olduklarını başka belgeler de kanıtlamaktadır. Kral Arnuwanda ve eşi Ašmunikal’a ait dua metninde Kaškalar’ın tanrıların tarla arazilerini, üzüm bağlarını tahrip ettikleri vurgulanmakta ve çiftçiler ile tapınak personeli sayılmaktadır. II. Muršili Güneş tanrısı Arinna’ya yaptığı duada, çiftçilerin ölümüyle kutsal tarlaların ıssızlaşmalarından yakınırken yine Telipinu tanrısına yaptığı bir hitabette onun tarlalarından, şarap bağlarından, bahçelerinden, ormanlarından ve aynı zamanda buna uygun işçi personelden söz etmektedir. Tanrıların şarap bağları ve tarlalara sahip olduğuna ait şimdiye değin en açık işaret ise Illuyanka Mitosu’nda bulunmaktadır. Kral, Tanipia yerindeki toprak ve işçi personelini, 6 kapunu tarlayı, 1 kapunu şarap bağını, ayrıca ev ve harman yerini, uşaklarıyla 3 evi bağışlıyor. V. Haas’la birlikte 1 kapunu’nun en az 10 Hektar olduğunu kabul edersek, bu bağışın en az 60 Hektar tarla ve 10 Hektar şarap bağı, ev başına da ortalama 20 Hektar düştüğü sonucuna varabiliriz. Geniş anlamda kült personeline doğrudan doğruya üretim alanında görev yapan çiftçiler, çobanlar, tapınak zanaatkarları dahildirler. Bağışlarda sağlam ekonomik

birlikler tapınaklara verilmiştir. İşçilerin kaçmasıyla artan, personel arasındaki iniş çıkış kral idaresine, belirli evlerin her bir şahsını bildirmeye zorluyor, bu ise iş gücünü tutabilmek için yapılıyordu. İşçi personelin tapınağa naklini en açık olarak kraliçe Puduhepa’nın uşağı, Lelwani tanrısına aktarmıştır. Burada, toplam 9 evden ve toplam sayıları 50 NAM.RA halkı olarak gösterilen, her bir evde bulunan 4-8 kişiden söz edilmektedir (Klengel, 1975 : 187-188). Dolayısıyla tapınaklarda önemli bir iş gücü ve hizmetin olmaması kaçınılmazdır. Nitekim Karahna şehri kült envanter metninde tapınak görevlisi olarak 775 kişinin belirtilmesi bu tapınağın, sosyo-ekonomik bir düzeni içine alan zengin ve faal dini bir merkez olduğunu ortaya koymaktadır (Darga, 1973: 4).

Aynı zamanda bu dini kurumların bazılarının ekonomilerini devam ettirmek için önemli bir insan gücüne gereksinimi vardır. Örneğin, II. Šuppiluliuma’nın kendi hükümdarlığı döneminde babası IV. Tuthaliya anısına inşa ettirdiği kutsal yer için 70 köy tahsis edilmiş ve köylüleri de šahhan yükümlülüğünden muaf tutulmuşlardır. IV. Tuthaliya Durmitta eyaletindeki Lihşina şehrindeki kültü yeniden düzenlediğinde, Fırtına Tanrısı’na şunları vermiştir: “500 NAM.RA’sı olan 50 ev, 1 köy, 3 terk edilmiş köy, eskiden rahip olanlar, 30 NAM.RA’sı olan 3 ev, öküz sürüleri… 160 NAM.RA’sı olan 16 ev, Sonradan kral 50 inek ve 400 koyun ve 120 keçi verdi.” (Yakar, 2007: 228).

3- Bu guruba ait arazi tahsisi hakkında, devlete ait toprakların kral bağışı olarak bir takım kişilerin özel mülkiyetine verildiğini gösteren “Arazi Bağış Belgeleri” bilgi vermektedir. Hitit krallarının ayrıcalıklı düşük rütbeli saray hizmetlilerine yaptıkları toprak bağışlarına bazen luzzi yükümlülüğünden muaf tutulmaları da ekleniyordu. Bu belgelere göre I. Šuppiluliuma döneminde saray fırını katibi Šahurunuwa’ya içinde 56 kişilik iş gücüyle beraber toplam 91 kişinin oturduğu bir köyün yer aldığı, yaklaşık 100 hektarlık bir toprak parçası bağışlanmıştır. Yine ayrıcalıklı bir saray hizmetlisi olan yaşlı bir saray dokumacısına 19 kişilik iş gücüne sahip bir tımar verilmiştir. Anadolu’nun yarı kurak bölgelerindeki tarımsal üretim hacminin çalışanların sayısı ile orantılı olduğu göz önüne alınırsa, bu tür tımar bağışlarına uygun iş gücünün eklenmesi de son derece doğaldır. Çömlekçiler ya da bahçıvanlar gibi sarayda çalışan zanaatkârlara da tarlalar verilmiştir. Saraydan Zamnaziti adında bir çömlekçiye 4 tarla, Pikkuqa adında bir bahçıvana 10 parsel ve hatta Tuttu adında birine tam 13 tarla verilmiştir (Yakar, 2007: 229).

Hitit Devleti’nin geniş bürokratik organizasyonu içerisinde, üst düzey yöneticilerinin, gerek fetihler yoluyla gerekse sahip oldukları yetkileri kötüye

kullanmak suretiyle geniş topraklara sahip olabilme durumları söz konusuydu. Devlet için tehlike oluşturabilecek böyle durumlara karşı Hitit kralları, kişilere bağışladıkları arazilerin dağınık yerlerde olmasına dikkat etmişlerdir. Bunun nedeni de büyük toprakların tek kişi elinde toplanarak bir güç odağı oluşturmasını engellemektedir (Reyhan, 1998: 486).

Bu belgelerin en belirgin özelliği ise “Büyük Kral Tabarna’nın Mührü” ifadesiyle başlamasıdır. Dikkat çekici bir diğer unsur ise bağışın miras yoluyla intikalidir. Bu durum II. Hantili’ye ait bağış belgesinde söyle denilmektedir: “Gelecekte hiç kimse Hattušili’den ve onun torunlarından (bu bağış konusunda) talepte bulunmayacak! Büyük Kral Tabarna’nın sözü demirdendir. O (bir yana) atılmaz ve kırılmaz! (onu) kim değiştirirse, başını keserler” (Alp, 2002: 76). Konuyla alakalı diğer bir belge olan İnandık Bağış Belgesi’nde de aynı ifadeleri bulmak mümkündür (Balkan, 1973: 4). Telipinu Ferman’ında kralın, bir suçtan dolayı ölüme mahkum edilen bir prensin mallarına el konulmasını “Krallığın Büyükleri”ne yasaklaması söz konudur. Yani prensin suç işlemesi halinde bu suçun karısına, çocuklarına ve mülküne yansıması önlenmektedir. Bu durumda kralın ölüm cezası alan veya herhangi bir suçtan yargılanan kişilerin mülkünü, ailesi lehine koruması, geniş toprakların krallık için tehlike oluşturabilecek “Büyükler”in eline geçmesi engellenmek istenmektedir (Reyhan, 1998: 486).

Toprak bağışlarıyla ilgili belgelerde nadiren orada çalışan ve yaşayan insanlarla ilgili ayrıntılara rastlanır. Birkaç istisnadan biri tapınak fahişesi Kuwatalla’ya yapılan toprak bağışıdır. Bu belge, 40 kapunu, 141/2 IKU (+ 8 IKU) ölçüsünde ekili alanları olan büyük bir çiftlik ya da köyden bahsetmektedir (Yakar,2007:229). Bir başka arazi bağış belgesi Hitit çiftliklerinden birini işleten Tivataparaş’ın mülklerinin dökümünü şu şekilde vermektedir: Tivataparaş’ın mülkü: “ ... (toplam) beş kişi; 2 öküz, 22 koyun,6 yük öküzü...; (18) dişi koyun, dişi koyunla birlikte 2 dişi kuzu ve koçlarla birlikte 2 erkek kuzu; 18 keçi ve keçilerle birlikte 4 oğlak yavru ile 1 erkek oğlak yavru; (toplam) 36 küçük baş hayvan: ...Hanzuşra Kasabasındaki Hantapiş mülkü içinde 3,5 dönüm üzüm bağı içinde 40 elma ağacı, 42 nar ağacı.” (Gurney, 2001: 73). Diğer bir arazi bağış belgesinde ise Pulliyanni’nin mülkü kayıtlıdır: “2 adam, Pulliyanni. Assarta: 3 erkek çocuk, Aparkammi, İriyatti, Hapilu; 4 kadın, Tešmu, Zidandu, Šakkummila, Huliyašuhani; 3 kız çocuğu, Kapaššanni, Kapurti, Paškuwa; 2 yaşlı kadın, Arhuwašši, Tuttuwani; (toplam) 14 baş (kişi); 4 sığır, 2 eşek, 2 inek, 1 dana, 2 sabana koşulmuş sığır, 1 boğa, 1 buzağı, 6 sığır, 10 keçi, 7 oğlak, onlar (toplam) 17 keçi; 1 ev, (bir) bağ

(ile) zeytin ağaçları (ve) incir ağaçları Purlišari’nin mülkünden, Šayanuwanta şehrinde, 7 ½ IKU bağ Antarla şehrinde, Hantapi’nin mülkünün (yakınında)” (Reyhan, 2010: 67).

2.3.HİTİT TARIM FAALİYETLERİ

Benzer Belgeler