• Sonuç bulunamadı

1. MUHAFAZAKÂR HEGEMONYA VE TOPLUMSAL MEKÂNIN

2.2. Hegemonya ve Rıza Mekanizması

Türkiye’nin Ak Parti iktidarı ile içine girdiği dönüşüm sürecini anlatırken mevcut olan Kemalist hegemonyanın yıkılıp, İslamcı hegemonyanın kurulması üzerine konuşmak gereklidir. Türkiye bir devlet olarak kurulduğunda ideolojisi belirgin bir biçimde gündelik hayat da dâhil olmak üzere bütün ülkenin siyasal İslam’dan arındırılması üzerine olmuştur. 1923’ten 1950’ye kadar katı bir biçimde baskılanan siyasal İslam, 1950’de DP iktidarı ile hareket alanı kazanmış 1970’te kendini yeniden siyasi bir platforma taşımıştır. Böylece 2002’den beri iktidarı

21

elinde tutan ve alanını genişleten Ak Partinin, mevcut hegemonik yapının içerisinde muhalif konumdayken nasıl kendi hegemonyasını kurabildiğini tartışmak gerekmektedir.

Akça’nın (2014) da belirttiği gibi, hegemonyanın tesisinde mevcut iktidar bloğunun hangi politikaları üzerine karşıtlıklar kuracağı merkezi bir öneme sahiptir. Ak Parti mevcut militarist ve Kemalist iktidar bloğunun karşısında pratiklerini oluşturmaya başlamıştır. Ak Partinin özellikle ilk dönemlerinde kimlik ve hak temelli politik hamlelerini, bu bağlamda değerlendirmek gereklidir. Ak Parti, bu zamana kadar yaşananları halka yabancı elit, militarist politikalara ve politikacılara mal ederek bundan sonra yaşanacakların farklı olacağının sinyalini vermiştir. Bu şekilde Cumhuriyet döneminden bu yana desteklenerek güç kazanmış olan burjuvazinin karşısına, küçük ve orta ölçekli sermaye ile İslami sermaye gruplarını birleştirerek çıkarılması sağlanmıştır. Hegemonya, en temelde egemen bir sınıfın ideolojisinin ve çıkarlarının, ona bağımlı sınıflar tarafından kabul görmesini sağlayan araçları içeren bir kavramdır. Ak Parti önce kendi burjuvazisini yaratmış daha sonra da büyük sermaye grupları dışında farklı niteliklere sahip sermayedarlar beraber hareket edebilmiştir. Böylece farklı kültürel aidiyetlere ve farklı siyasi önceliklere sahip grupların çıkarları birbirine eklemlenmiştir (Akça, 2014: 16).

Hegemonya kavramı Gramsci’den alıntılanarak çalışmada kullanılacak olsa da, ilk olarak kavramın çıkış noktasının Rusya olduğunu hatırlatmak gereklidir.5

Gramsci hegemonya kavramının anlamını sivil toplumdaki pratikleri de içine alarak genişletmiştir. Böylece bağımlı sınıfların egemen olanın ideolojisini kabulünü sağlayan araçlar tanımlanmıştır. Bu araçlar; baskı ve zor kullanmaktan ziyade ikna ve rızadır (Gramsci, 1989). Hâkimiyet için gerekli yöntemlerin bir kısmı baskı ve güç kullanmaya dayanırken, hâkimiyetin esas kaynağı rıza üretmektir. İslami muhalefetten İslamcı hegemonyaya geçişte kullanılan araçlar da bu bağlamda değerlendirilecektir. Çalışmanın tümünde vurgulanan bir koşul olarak,

5 Kavram Çarlık Rusya’sı üzerine 1983-1984 yılları arasında Plekhanov tarafından kullanılmıştır.

Daha ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Bocock, R. (1986). Hegemony, London: Tavistock Publications.

22

hegemonya, egemen gruplarla bağımlı gruplar arasında bir ilişkiye dayanmaktadır.

Gramsci (1989: 57-60) oluşturulan hegemonyanın diğer toplumsal grup ve sınıfların onayını alarak kendini sürdürebilmesinin, kendi çıkarlarını evrenselleştirmesine ve diğer sınıfların çıkarlarını kendi çıkarlarına eklemleyebilmesine bağlı olduğunu ifade eder. Fakat bu durum ulusal düzeyde bile mümkün değildir. Çoğu durumda farklı grupların çıkarlarının birbirine eklemlenmesi bir yana, çıkarlar taban tabana zıttır. Sadece kimlik düzeyinde bile büyük çatışmalar söz konusudur. Bu durumda bir grubun çıkarı diğerinin aleyhine olabilir. Örneğin Türkiye’de Türk olmayan her türlü etnik grubun kimlik temelli talepleri hegemonyanın engellerine takılmaktadır. Sultanbeyli örneğinde düşündüğümüzde ise Sünni ve Sünni olmayan özellikle de Alevi olan arasında çıkar çatışması söz konusudur. Üstelik ifade edilen çatışma yalnızca bağımlı grup olan Alevilerin, var olmaları üzerinden dahi yaşanabilmektedir. Egemen Sünni grup, Alevilerin kamusal alanda Alevi kimliği ile var olmasına karşı kendi hegemonik setlerini üretmektedir. Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Sultanbeyli’de Alevilerin çoğunlukta yaşadığı mahallenin adının Yavuz Selim Mahallesi olması tesadüfi değildir. Böyle durumlarda olması gereken çıkarların birbirine eklemlenme süreci yaşanmadığından, bağımlı grupların egemenin çıkarına rıza göstermesi beklenir. Bu rıza, devletin yalnızca ikna aygıtlarıyla ürettiği bir rıza değildir. Bağımlı gruplar ile egemen olan arasındaki evrensel mutabakat yaratan tekil hegemonyaların aşılması gereklidir. Çünkü bu mutabakat hali çıkarları çatışan grupların yalnızca birinin konuşabilmesine olanak sağlar. Bu durum kısmi bir rıza sağlar. Böylece bağımlı grup razı olur fakat bu yeterli olmaz. Muhafazakâr liberal yapıda rıza, siyasi ya da başka bir platforma ait çıkarlar üzerinden değil, ilahi güç üzerinden üretilir. Bu ilahi güç sadece dini olanı içermemekle beraber muhafaza edilen normlar bütününü içermektedir.

Jessop (2008, 77) tahakküm momentinin kurulması ve itaatin üretilmesi için baskıcı bir aygıtın kullanımının gerekliliğinden, rızanın salt rıza değil, zorla donatılmış bir rıza olmasından bahsetmektedir. Böylece Milli Görüşten Ak

23

Partinin ilk dönemine geçiş sürecinde ve Ak Partinin bugün dönüştüğü formunun iktidar pratiklerine baktığımızda, aygıtların kullanımının birbirinden farklılaştığı görülebilmektedir. Muhalefetten iktidara dönüşüm sürecinde kullanılan aygıtlar ile totaliter hegemonyaya geçiş sürecindeki aygıtların kullanımı birbirinden farklılaşmaktadır. Rıza, zorla donatılmış bir rıza olarak totaliter bir yapıya evrilmektedir.

Gramsci devraldığı hegemonya kavramının içeriğini sivil toplumla genişletmiş ve sivil toplumu sınıfların güç için çekiştikleri bir alan olarak tanımlamıştır. Habermas’ın müzakere için konuşma alanı olarak tanımladığı bu alanla, Gramsci’nin sözünü ettiği çekişme alanı benzer bir anlama tekabül etmektedir. Egemen olanla bağımlı olanın Gramsci’de güç için çekiştikleri, Habermas’da müzakere için konuştukları alanın yapısı, hegemonyanın yapısını gösteren işaretler taşımaktadır. Yani sivil toplumun yapısı hegemonyanın işleyişini gösterir niteliktedir. Muhafazakâr İslamcı sivil toplum yapısı ile Sultanbeyli’de hegemonik pratiklerin nasıl örtüştüğünü görmek mümkündür.

Her zaman muhafazakârı oluşturan dayanak din olmamakla beraber, Türkiye’de özellikle de Sultanbeyli’de muhafazakâr hegemonya İslam’la örülmüştür. Bu tip bir muhafazakâr hegemonyanın varlığını kadın olmadan sürdürmesi mümkün değildir. Bu hegemonyada kadın ve erkeğe düşen görevler farklıdır. Erkek kamusal olanı, iş hayatını esasen hayatı örgütleyen aktördür. Kadın gittikçe sınırları genişleyen özel alanda sıkışmış vaziyettedir. Özel alanı örgütlemek kadının görevidir. Fakat aynı zamanda kadın kamusaldaki erkeği yeniden üretmekten de sorumludur. Hayatın içinde birçok şeyle boğuşan erkeğe karşılık şuurlu bir kadın, özel ve steril alanında güvendedir. Yapması gereken şuurlu çocukları üreten bir anneye dönüşmektir. Böylece mekanizma güvenle işlemektedir.

Türkiye’de muhafazakâr hegemonya kadının örgütlediği alanı söylemleriyle yücelterek, yalnızca özel alanda kalmanın kutsallığına vurgu yapmaktadır. Bu kutsallık, yalnızca dini olanı içermemektedir. Milli değerler, gelenek ve dinle

24

örülmüş bir kutsallık anlatısı yapılmaktadır. Ev üzerinden yapılan söylemi kamusal alana taşırsak, ‘evin reisi’ ile iktidar sahibinin cinsiyeti arasında ilişki kurulmaktadır. Buna ek olarak muhafazakâr söylemde, ‘yuvayı dişi kuşun yapması’, ‘asıl patronun kadın olması’, evin kadının yönetimine bırakıldığı fikrini çağrıştırmaktadır. Kadının güç sahibi olduğu alan evidir, özel alandır. İster İslamcı ister muhafazakâr hegemonyada olsun sivil toplumda kadınlık, özele sıkıştırılır ve ancak belirli sıfatların her gün kazanımı sonucunda kadın iktidar sahibi olabilir. Özel alanını örgütleyemeyen bir kadının, kamusal alanı örgütlemesine müsaade edilmez. Oysa erkek için durum farklıdır. Erkek doğrudan kamusal alanın içinde var olmaya başlar.

Kadının yalnızca kadın olduğu için, kamusal alanda görünür olamayacağını akılda tutarken, erkeğin de başka hiçbir kimlik ve nitelik gerekmeksizin kamusal alanda var olduğu ve kamusalı dönüştürme gücüne sahip olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Egemen kimliğe sahip olmayan erkekler de kamusal alanın dışında kalabilmektedir. Sultanbeyli’de Alevi bir erkek, Sünni egemenin hegemonik engellerine takılmaktadır. Yine yoksul olan, sivil topluma varlıklı olan kadar eşit katılamaz. Sultanbeyli örneğinde görüldüğü gibi yaş da hiyerarşinin kurulması için önemlidir. Kadın yalnızca kadın olduğu için bağımlı gruba dâhil olabiliyorken, erkekler de egemen kimliklere sahip olmalıdır.

Hegemonya kavramı siyasalı içerir. Yani her düzen siyasaldır. Her siyasalın kapsadıkları ve elbette dışladıkları vardır. Her düzenin kurulmasını sağlayan ve toplumsalın anlamını perçinleyen hegemonik pratiklerdir. Her hegemonik düzen, bir önceki hegemonyanın pratiklerini parçalamaya yönelik kendi pratiklerini kurar ve bir sonraki hegemonyanın pratiklerinin saldırısına açıktır. İktidar toplumsalı kurar, çünkü toplumsal ona şekil veren iktidar ilişkileri olmaksızın var olamaz. İslamcı hegemonya kurulurken, Kemalist hegemonyayı parçalamaya ve var olmaya yönelik pratiklerini üretmeye başlamıştır. Baskı ve rıza üreten araçlarını, bu bağlamda kullanmıştır.

25