• Sonuç bulunamadı

(1) Hapis cezalarının infazında hükümlülerin iyileĢtirilmeleri amacını

Yıl Yıl "Suç Grubuna Göre" Mahpuslar

Madde 7- (1) Hapis cezalarının infazında hükümlülerin iyileĢtirilmeleri amacını

güden programların baĢarısı, elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı

olarak ölçülür. Bunun için iyileĢtirme çabalarına yönelik olarak hükümlünün istekli

bulunması teĢvik edilir.

(2) Hapis cezasının, kendisinde var olan zararlı etki yapıcı niteliğini mümkün olduğu ölçüde azaltacak biçimde düzenlenecek programlar, usûller, araçlar ve zihniyet doğrultusunda yerine getirilmesi esasına uyulur. ĠyileĢtirme araçları hükümlünün sağlığını ve kiĢiliğine olan saygısını korumasını sağlayacak usûl ve esaslara göre uygulanır.

Bu iki madde, otoritenin, hapishanede tutulan insanlara bakıĢını önemli oranda ele vermektedir. “Ġnfazda temel amaç” baĢlıklı Madde 3‟te, hükümlünün “sosyalleĢmesi gereken” bir durumda olduğu ön kabulünden hareket edilirken burada ise “kendisinde var olan zararlı etki”den söz edilerek, kendisinde zararlı bir etki taĢıdığı varsayılmaktadır. Bu nedenle mahpus “iyileĢtirilmeli”dir. Bu “iyileĢtirme” çalıĢmalarının baĢarısı ise mahpusların “elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı olarak” ölçülecektir. Bu bakıĢ açısı mahpusu, “zararlı”, “hasta”, “iyileĢtirilmeye muhtaç” olarak konumlandırmaktadır. Ġlerleyen maddelere

bakıldığında ise bunun sadece konumlandırmayla sınırlı olmadığı, yaptırımları beraberinde getirdiği görülmektedir. “Hükümlünün Yükümlülükleri” baĢlıklı altıncı bölümün “Cezayı çekme, güvenlik ve iyileĢtirme programına uyma” baĢlıklı 26. Maddesi‟nin fıkraları Ģöyledir:

(1) Hükümlü, hapis cezasının yerine getirilmesine katlanma ve bu amaçla düzenlenen infaz rejimine uygun tutum ve davranıĢlar içinde bulunmakla yükümlüdür.

(2) Hükümlü, ceza infaz kurumunun güvenlik ve iyileĢtirme programlarına tam bir uyum göstermekle yükümlüdür. Her ne amaçla olursa olsun, bilerek kendi

yaĢamlarını ve bedensel bütünlüklerini tehlikeye düĢürecek eylemlere giriĢmeleri, cezanın yerine getirilmesine katlanma yükümlülüğünün ihlâli sayılır.

136

Bu madde hapishanede bulunan kiĢilere “katlanmak ve iyileĢmek zorundasın” diyor. “Tam uyum” göstermediğinde ise Madde 38‟de aktarılan disiplin cezaları gündeme

getirilmektedir. Bu disiplin cezaları Ģunlardır: a) Kınama

b) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma c) Ücret karĢılığı çalıĢılan iĢten yoksun bırakma

d) HaberleĢme veya iletiĢim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama e) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma

f) Hücreye koyma

Özetle söylemek gerekirse: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Ġnfazı Hakkında Kanun‟un 3, 6, 7 ve 26. maddeleri, mahpusu, “iyileĢtirilmeye muhtaç” olarak konumlandırmakta ve bununla da kalmayıp aynı zamanda “iyileĢmeye mecbur” tutmaktadır.

5275 sayılı Kanun‟un dördüncü kısmı ise tamamen “iyileĢtirme”ye ayrılmıĢtır ve 8 bölüm içerisindeki 29 maddeden oluĢan bu kısım “iyileĢtirme”nin nasıl gerçekleĢtirileceğini anlatır. 5275 sayılı Kanun‟un yanı sıra Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel

Müdürlüğü, 27.07. 2007 tarihinde “ceza infaz kurumlarında genç ve yetiĢkin hükümlü ve tutuklulara uygulanacak eğitim ve iyileĢtirme çalıĢmalarına iliĢkin usul ve esasları göstermek, mevzuatın uygulanmasını kolaylaĢtırmak ve uygulamada ortaya çıkan sorunları gidermek amacıyla”, “Genç ve YetiĢkin Hükümlü ve Tutukluların Eğitimi ve ĠyileĢtirilme ĠĢlemleri ve Diğer Hükümler” konulu bir genelge yayınlamıĢtır.157

5275 sayılı Kanun ve bu genelgeyle beraber, “iyileĢtirme” çalıĢmalarının çerçevesini belirleyen bir baĢka yazılı belge de 17.06.2005 tarihli “Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri Yönetmeliği”dir.158

Bu yönetmeliğin üçüncü kısmı, “Gözlem ve ĠyileĢtirme Programları” baĢlığını taĢımaktadır.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü‟nde “denetim ve iyileĢtirme” faaliyetlerini planlamak ve sürdürmek üzere Genel Müdürlüğe bağlı bir daire ve bu daireye bağlı Ģubeler de oluĢturulmuĢtur.159

Bu dairenin alt Ģubeleri Ģunlardır: Çocuk Gözetim Eğitim ve ĠyileĢtirme ĠĢleri Bürosu Personel Eğitim Bürosu

YetiĢkin Eğitim Öğretim ĠĢlemleri Bürosu YetiĢkin ĠyileĢtirme Bürosu

YetiĢkin Denetimli Serbestlik Bürosu Çocuk ve Genç Denetimli Serbestlik Bürosu Koruma Kurulları ve Yardım Bürosu

Gerek 5275 sayılı Kanun gerekse de yukarıda sözü edilen genelge ve yönetmelik, mahpusları “sosyalleĢmesi gereken”, “kendisinde zararlı etkiler var olan”, “iyileĢtirilmeye

157 Bu genelgeye Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün sitesinden ulaşılabilir.

http://www.cte.adalet.gov.tr/mevzuat_/genelge/46_1.doc

158

Bu yönetmeliğe Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün sitesinden ulaşılabilir. http://www.cte.adalet.gov.tr/mevzuat_/yonetmelik/gozlem_siniflandirma.doc

137

muhtaç”, “topluma kazandırılması gereken” kiĢiler olarak kabul edip onları “iyileĢtirmek” için programlar oluĢturmayı öngörmektedir. Türkiye‟de tutsaklar, kanunların gözünde “anti

sosyal”, “hasta” ve “zararlı” unsurlar olarak görülmektedir. Yasalar bunu açıkça ortaya koymaktadır.

“ĠYĠLEġTĠRME” ĠRDELENMESĠ GEREKEN BĠR SÖYLEM

Bir insana “hastasın” dediğinde, o insanın sağlıklı olmadığını ve iyileĢmesi, iyileĢtirilmesi gerektiğini söylemiĢ olursun. “Deli” dediğinde, normal olmadığını, akıl sağlığının yerinde olmadığını, iyileĢtirilebiliyorsa iyileĢtirilmesi gerektiğini, yok eğer iyileĢtirilemeyecekse ve zararlıysa tecrit edilmesi gerektiğini belirtmiĢsindir. “Suçlusun” dediğinde ise onun bir suç iĢlediğin ve zararlı olduğunu söylemiĢsindir, kiĢi o suçun bedelini ödemeli ve bünyesindeki o zarardan arındırılmalıdır.

“Yeniden sosyalleĢtirme”, “tretman”, “rehabilitasyon” ve “iyileĢtirme” kavramları birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir (DemirbaĢ, 2008: 211). Bunların içerisinden

“ĠyileĢtirme” kavramı, tıbbi çağrıĢımları oldukça kuvvetli bir kavramdır. Tıbbi kavramlar ise tarafları hasta ve doktor olarak oldukça keskin bir Ģekilde konumlandırmakla kalmaz aynı zamanda doktora hastası üzerinde tasarruf hakkı da tanır. Doktor, “hastasının sağlığı için”, “hastasının iyiliği için” ve tabi ki “hastasına rağmen”, ki altı çizilmesi gereken kelimeler “hastasına rağmen”dir, pratikler geliĢtirebilmektedir. Bu tıbbi pratik, “hastalığı” tedavi etmeyi amaçlamakta, eğer tedavi edemiyorsa cerrahi bir operasyonla kesip almayı da kapsamaktadır. Bu durum, bu tıbbi konumlandırma iktidarı mahpuslar karĢısında “egemen” kılarken,

mahpusları da hastalıklı bünye veya bir bütün olarak toplumdaki hastalığın kendisi olarak görmekte ve “insan olan”ın dıĢına atmakta (Butler, 2005), “kutsal insan” konumuna

indirgemektedir (Agamben, 2001 ). 1980‟lerden itibaren hapishanelerde yaĢanan onlarca ölüm bu tespiti doğrulama yönünde güçlü kanıtlar sunmaktadır.

ĠyileĢtirme söyleminin bir baĢka zayıflığı da uygulanmaya çalıĢıldığında ortaya çıkardığı durumun kendisidir. ĠyileĢtirme, “hasta” kabul edilen bünyeden hastalığın çıkarılıp onun yeniden “topluma kazandırılmasını”, ona “yeni beceriler kazandırmayı” yani varolan “kiĢiliğin” ortadan kaldırılıp yeni bir “kiĢilik” edindirilmesini hedefler. Bu hedefler mahpuslar tarafından “kimliksizleĢtirme”, “kiĢiliksizleĢtirme”, “teslimiyetin dayatılması” olarak

algılanmakta ve direniĢlerle karĢılanmaktadır. Bu nedenle 12 Eylül de dahil olmak üzere hiçbir zaman tam olarak uygulanamamıĢtır.

Uzunca anlatılarla da olsa siyasi mahpusların iyileĢtirmeden ne anladığı, iyileĢtirmenin onlara nasıl sunulduğu ve buna karĢı geliĢtirdikleri tavırlar 12 Eylül sonrasından ve F Tipi Hapishaneler sürecinden üç örnekle aktarılabilir:

Birinci Örnek: 12 Eylül Sonrasında İstanbul Hapishaneleri

Ġster kabul edilsin, isterse de bilinçli bir biçimde göz ardı edilmeye çalıĢılsın, nesnel, sınıfsal bir olaydır siyasi tutsaklık, iradelerin dıĢında vardır. Biz siyasi tutsaklık kimliğini bu zeminde tartıĢır, gündem konusu yaparız, olmayan bir Ģeyi değil: Olup

138

da üstü örtülmeye çalıĢılan bir Ģeyin üzerine açarız. Biz var olan siyasi tutsaklık kimliğimizi isteriz. Bunu içindir kavgamız. Bunun içindir yaptıklarımız ve yapacaklarımız. Bu kimlik için her Ģeyimizi ortaya koymaya, faturası kanımızsa- canımızsa ödemek… Bu kimliktir bizi yaĢatan, yaĢatacak olan: Her yerimize zincir vurabilirler ama kimliğimize asla. Bunun altını çiziyoruz (DireniĢ Ölüm ve YaĢam, 1987: 15-16).

Ġstanbul cezaevlerinde 1980-84 arasındaki 4 yıla, biri 75 gün süren ve Ö. O.‟na [ölüm orucu] dönüĢen beĢ uzun süreli kitlesel açlık direniĢini sığdırmasaydık, cezaevlerinde direnme geleneği yaratabilmek, gerçekleĢmez bir hayalden öteye geçmezdi.

ĠĢte bu nedenle A.G.‟lerine [açlık grevlerine] sık baĢvurmak zorunda kaldık. A.G. leri ve Ö.O. ile direniĢimiz, taleplerimiz, amaçlarımız çok geniĢ bir alana yayıldı, yankı buldu. 12 Eylül yönetimi cezaevlerinde yaptıklarıyla köĢeye sıkıĢtırıldı. Bu dönemde oligarĢi en çok cezaevlerindeki insanlık dıĢı uygulamalarıyla zorlandı. Diğer alanlarda programını önemli bir direnme ve muhalefetle karĢılaĢmadan düĢündüğü gibi uygularken, cezaevlerindeki programı özellikle Ġstanbul

cezaevlerinde çıkmaza girdi, direniĢe çarptı, aksadı. Buraları planladığı gibi hizaya sokamadı. Eğer yaklaĢık her yıl bir buçuk aya yakın aç kalmayı göze almasaydık; sürekli göz önünde olup beynimizi etkilesin diye her koğuĢ kapısına asılan 13/1 talimatnamesini geçersiz kılamazdık (…) bizi robotlaĢtıracak, askerileĢtirecek yaptırım, dayatma yazılı talimatnameleri söküp atamazdık.

Ya tersi olsaydı (…) Neler mi olurdu:

Hançerelerimizi yırtarcasına “Emret komutanım” diyecek belki okuma-yazması bile olmayan bir askerin karĢısında onun keyfine göre ağzından çıkacak bir “rahat” komutunu esas duruĢta bekleyecektik.

Toplama kamplarında olduğu gibi numarayla anılan bir hiç, bir “lan” olacaktık. Ġnsandan sayılmayacak, onurumuz postallar altında her gün, her saat paspas edilecek, beynimiz sömürgeleĢtirilecek, kiĢiliğimiz ezilip yok edilecek, insanlığımız sürüm sürüm süründürülecek, robotlar gibi programlı hareket ettirilecektik. Tuvalete gitmek için, sigara içmek için, gülmek belki ağlamak için de komutanımızdan sıradan bir erden izin isteyecektik. Duygularımızı bile askerleĢtirecek, emir-komutaya teslim edecektik. KoğuĢ içinde biz bizeyken bile yaĢamımızın her parçasını kendi istediğimiz gibi değil de, yüzlerce maddeyle, her organımıza el uzatan talimatlara göre, zulmün iradesine göre düzenleyecektik. Yat deyince yatacak, kalk deyince kalkacak, koĢ deyince koĢacak, elini aç deyince açacak, copa elini uzatacak, tavana bak denilen yerde bakacaktık. Her sayımda her denilene uysak da hiç itirazsız “dayak tüzüğü”ne uygun dayak yiyecektik. Atatürk‟ün gençliğe hitabını, Ġstiklal MarĢı‟nın on kıtasını, Atatürk‟ün orduya değiĢmeyen mesajını ezberden her emredildiğinde tüm koridorların duyacağı sesle okuyacaktık. Ziyaretlerde ailelerimizin önünde “Türküm, doğruyum” diye baĢlayan ant içecektik. Yemek duası yapmadan, “afiyet olsun” komutu gelmeden yemeğe oturmayacak, istediğimiz zaman istediğimiz Ģeyi,

139

istediğimiz kadar yiyemeyecektik. Öyle sırtımızı rahatça ranzamıza dayayıp, bacak bacak üstüne atıp çayımızı içemeyecektik. Yasak olan kendi imalatımız kablolardan ısıtıcılarla yemek yapıp, çay-oralet ısıtamayacaktık. Merasimsiz, komutsuz yemek alamayacak, yemeğin yetersiz olması halinde “yemek almıyoruz” deyip direniĢe geçemeyecektik. ArkadaĢlarımız rahatsız olmadıktan sonra, canımız istediğinde, eğlencede, ya da aramızdan bir tahliyede, ister koro ister solo bir Ģarkıyı, türküyü söyleyemeyecektik. Havalandırma koĢullarında “EskiĢehir”, “Harbiye” marĢını, haftada iki kez Ġstiklal MarĢı‟nı değil de, 1 Mayıs‟larda “enternasyonal”i, 6 Mayıs‟larda “ġarkıĢla”yı, 30 Mart‟larda “Kızıldere”yi onlarca ağızdan

söyleyemeyecektik. Ġstediğimiz gibi giyinip, ne zaman istersek koyu sohbetlerde voltanın tadını çıkaramayacaktık. Havalandırmaya istediğimiz gibi çıkmakta özgür olamayacak, istediğimiz koğuĢun önünde istediğimiz kadar kalamayacak, her konuda bağıra bağıra gerekirse parmaklarla yazıĢarak konuĢamayacak, her türlü alıĢveriĢi koğuĢlardan sallandırılan torbalarla yapamayacaktık. Ne ön ilikleme, ne tek sıra, ne de “komutanım” demeden koridorda, koğuĢta volta atar gibi “adeta” adımlarla yürüyemeyecek, selamlarımızla, merhabalarımızla, korkusuzca kahkahalarımızla, siyasi sohbetlerimizle dolaĢamayacaktık.

ĠĢkenceci subayların iĢkenceciliklerini her fırsatta yüzlerine haykıramayacak, sayımlarda kollarımız arkada, ayaklarımız inadına açık, gereğinde yüzümüzdeki ayları bulan sakalımızla, bıyığımızla onlara meydan okurcasına duramayacaktık. Hakkımızı aramak için yeri geldiğinde mazgalları, kapıları tekme ve

yumruklarımızla dövemeyecektik.

Altı sene döne döne iman tazelercesine K.K.K.‟lığı [Kara Kuvvetleri Komutanlığı] tarafından yayınlanan “Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tarihimiz” kitabını geçmiĢ inanç ve düĢüncelerimiz üzerine sünger çekercesine hatmetmek zorunda kalacak, kendi siyasi eğitimimizi, kendi kitaplarımızdan sürdüremeyecektik.

Eğer AG‟leri direniĢimizin temel biçimlerinden biri olmasaydı:

1981‟in Eylül‟ünde gün boyu koğuĢlarımızın özel iĢkence ekibince basılıp yerlerde süründürüldükten sonra saçlarımızın-zorla koyun kırkar gibi-kafa derisi soyarcasına kan revan içinde kesilmesini durduramazdık. Kendi istediğimiz zamanda, istediğimiz biçimde saçlarımızı kesip düzeltemezdik. 1982‟nin Mayıs‟ında gece gündüz

demeden, günlerce aralıksız sürdürülen bayılt-ayılt kıç falakalarında yitirilen Ģeyler bir yana çoğumuzun sakat kalmasını önleyemezdik. KoğuĢlarımıza askerlerin istediği gibi girip bizlere hakaret dolu sözler etmelerine, dövmelerine son veremezdik. GiriĢte istisnasız cezaevine her yeni gelen siyasi tutsağa atılan “hoĢ geldin” dayaklarını kaldırtamazdık.

Aylar değil yılları bulan ziyaret, avukat, havalandırma yasaklarına son veremezdik. Tedavi için revire çıkıĢın, hastaneye sevkin önünü açamazdık.

140

TTE‟siz [Tek Tip Elbise], suçlu kimliği taĢımaksızın Selimiye koridorlarını bir baĢtan bir baĢa geçip mahkemeleri direniĢimizin kürsüleri olarak kullanamazdık. Siyasi kimlik direniĢimizi mahkemelere taĢıyamazdık.

A.G.‟lerinde acılarla yoğrulmasaydık, devrimci iliĢkilerimizle yaĢamamıza yöne veremez, siyasi çalıĢmalarımızı yürütemez, siyasi eğitimimiz için yol bulamazdık. KoğuĢları, havalandırmaları halaylar çekilen, direniĢ türküleri söylenen yerlere dönüĢtüremezdik. Ve en önemlisi binlerce insanın tüm devrimci özlerini, değerlerini yitirmelerini, köleleĢmelerini önleyemezdik. Bugün Metris, 1 Mayıs‟larda, 30 Mart‟larda, 6 Mayıs‟larda sloganlarla inletiliyor ve siyasilik bu sloganlarla yaĢatılıyor olamazdı.

(…) Siyasi tutsaklık haklarımızı, AG‟leri ve Ö.O‟larıyla aradık, elde etmeye çalıĢtık (DireniĢ Ölüm ve YaĢam, 1987: 44-47)

Çünkü zindanlarda direnmek siyasi kimlikle yaĢayabilmekti (DireniĢ Ölüm ve YaĢam, 1987: 30).

İkinci Örnek: 12 Eylül Sonrasında Diyarbakır Hapishanesi

Olan nedir? Devletin bizleri her bakımdan yok sayma, ortadan kaldırma politikasının uygulanmasıdır. Sorunun özünü; ideolojik-politik yönelim ve hedeflerini doğru koymak ve anlamak gerekir. Diğer biçimsel yönleri tüzük yasa vb. öne çıkararak açıklamak doğru olmaz. Ayrıca bizi imhayı ve kiĢiliksizleĢtirmeyi önlerine

koymuĢlar. Bunun hangi ad ve biçim altında yapıldığı fark etmez. Asker statüsü mü [13/1 Talimnamesi gereği mahpusları asker saymak], anarĢi-terör suçlusu mu, yoksa baĢka bir biçim mi olur hiç önemli değil, önemli olan sorunun özüdür.

(…) Olay asker görmeyle açıklanırsa veya yasakların, tüzüklerin ihlal edildiği Ģeklinde ele alınırsa cezaevleri ve Diyarbakır gerçekliğini vermez. Gerçi bu yasa ve yönetmelikler devletin hedef ve politikaları doğrultusunda oluĢturulmuĢ ve ona hizmet eder. Biz olayı ideolojik siyasi yönden ele almalıyız. Bu, tutsağı

kiĢiliksizleĢtirme, üzerine bir asker elbisesi geçirme, ulusal, sınıfsal kimliğinden soyundurma, ihanet ettirme politikasıdır. Devlet yaptığını yasallaĢtırır dedik. Esas amaçlarını, iĢledikleri suçları kitlelerden gizlemek için gerek duyduğunda uyduruk, biçimsel statüler yaratır. Askeri cezaevine baktığımızda bir er statüsü yaratılmıĢ. Türk ordusunda “askerlik ocağı” insanları kiĢiliksizleĢtirme, insanlığından soyundurma, burjuvazinin hizmetinde kullanacağı bir makine durumuna getirme yeridir. Er, her Ģeye itirazsız uyan, emredersin diyendir. Er olmanın anlamı buyken, erin altında görülen tutuklunun nelerle karĢılaĢacağı çarpıcı bir biçimde ortaya çıkar. BaĢından beri anlattığımız Diyarbakır Askeri Cezaevi‟nde insanlığın ortadan

kaldırılması da bu yaklaĢım biçimiyle açıklamasını bulur, yerli yerine oturur.

Tutuklu, ere “komutanım” demek zorunda bırakılıyor ve er emir vermek konumunda oluyor. Ġsterse aç bırakıyor, isterse dayak atıyor, iĢkence ediyor, tecavüz ediyor, küfür, hakaret ediyor, akla gelebilecek en olmadık, saydığımız sayamadığımız nice iĢler yapıyor. Nice yöntemlerin uygulayıcısı, onun aracı durumuna geliyor. Ve

141

bizden düĢüncelerimizden vazgeçmemiz, ihanet etmemiz isteniyor. Türk ordusuna verilen eğitim, beyin yıkama, Ģovenizm ve ırkçılığın kafalara aĢılanması, Ģırınga edilmesidir. “Ne mutlu Türküm diyene”, “her Türk asker doğar” gibi ırkçılığın zembereğinden boĢalmıĢ, formüle edilmiĢ biçimi bizlere nasıl yaklaĢtıklarının da ipuçlarını veriyor. Türk değil Kürdüm desen, yalnız bu bile ölüm nedeni olmaya yetiyor (Ayata, 2012: 407-408).

Üçüncü Örnek: F Tipi Hapishaneler

F tipi saldırısı, kendisine karĢı çıkan muhaliflerine yaĢam hakkını dahi “çok” gören faĢist anlayıĢın “ceza” ve “ıslah” uygulamasının bugünkü tezahür biçimidir. Bu anlayıĢ, kendisine karĢı çıkanı sadece zindana kapatmakla yetinmez; onu, muhalif bir tutum benimseyerek yerleĢik düzene ve otoriteye karĢı çıktığına “piĢman etmeyi” amaçlar.

(…) “F Tipi” politikası bu yönüyle, 12 Eylül‟ün cezaevleri politikasının

hortlatılması, 12 Eylül‟de baĢarılamayanın bugün bir kez daha denenmesidir (…) F Tipi saldırısı ile cezaevlerindeki politik tutsakların 12 Eylül döneminden beri nice can pahasına, yüzlerce günü bulan açlık grevleri, ölüm oruçları, direniĢlerle

kazandıkları tüm insani ve demokratik hakları gasp edilmek istenmektedir (…) “F Tipi” cezaevleri ile içerideki devrimci siyasi tutsakların aralarındaki dayanıĢma, birliktelik ve örgütlülükleri ortadan kaldırılmak istenmektedir (…)

Toplu haldeyken bile yaĢanan saldırı ve katliamlar, bizleri siyasi inanç ve

düĢüncelerimizden vazgeçirmeye yönelik keyfi dayatma ve sınırlamalar, cinsel taciz ve tecavüz de dahil her türlü ahlaksızlıklar, onur kırıcı tutum ve uygulamalar sayısız somut örnekle ortadayken, bu birlikteliğin parçalandığı can güvenliği de dahil her Ģeyin hücrelerin anahtarlarını elinde tutan faĢist görevlilerin insaf ve vicdanına bağlı hale geldiği tecrit ve izolasyon koĢullarında nelerin yaĢanabileceğini kestirmek zor olmasa gerekir. Tek ve üç kiĢilik hücrelere, tecrite, izolasyona dayalı F tipi

uygulaması insanı dıĢ dünyadan yalıtarak yalnızlaĢtırmayı, iradesini parçalamayı, kiĢiliksizleĢtirmeyi, insanı insan yapan sosyal yanını öldürmeyi, ruhsal ve bedensel olarak yavaĢ yavaĢ sessiz bir Ģekilde imhayı amaçlamaktadır (Siyasi Tutsaklar Ne Ġstiyor, 2000: 12-16).

“ĠyileĢtirme” anlayıĢı pratiğe geçirilmeye çalıĢıldığında yaĢananlar hapishanelerin bir baĢka yönünü ortaya koymaktadır. Hapishaneler otoritenin saf bir Ģekilde kendisini ortaya koyduğu, bir kesime “idare etmek” diğer kesime ise “itaat etmek” misyonunun biçildiği “total kurum”lardan birisi, belki de en önemlisidir.160

Bu tarz kurumların baĢlıca özelliklerinden birinin, otorite dağılımından kaynaklı olarak, patolojik olması olduğu iddia edilebilir.

160

Total kurum tanımı Goofman’a aittir. Bu kavram için bakınız: Aytaç, Ö. (2005) Modern Kurumların Doğası Üzerine Eleştirel Bir Yaklaşım, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 38, Sayı 2, Haziran 2005, 1-23

142